Seyretttiğim
gece oyun, bana bir şeylerin tam olmadığına dair bir takım izlenimler verdi. Doğrusu
salon kahkahalar arasında iken ben tebessüm edemedim. Uzun zamandır futbol
seyircisi ruhunu kaybetmiş olmamdandır belki. Seyirci yerini tribün haline
getiren sahnedeki kale, yedek kulübesi, skorbord, yeşil çimen ve tabii ki
futbol topu bende bir itilme yaratmış olabilir. Oyunun tiyatro seyircisi için değil
de stattaki futbol seyircisi için yapılmış olduğunu düşündüm. Bu fena bir şey
değil tabii ki. Futbol seyircisi bu tür oyunlarla tiyatroya ısınacaksa çok da
memnun olurum. Belki o zaman Bursaspor Teksaslılarının yaptığı gibi oyunda
takımlarına küfreden(!) Beşiktaşlı var diye şehirlerine festival için gelen
tiyatro topluluğuna, o oyuncuyu oyundan çıkartması için baskı yapmaz,
isteklerini yaptıramaz ve şehrin tüm ileri gelenleri de bu baskıya boyun eğip
susmazlar. Erkekler, Futbol ve Dahası denilince benim aklıma gelen 'daha' işte
bu.
Oyunu, ilk defa bir
oyununu seyrettiğim Yunus Emre Gümüş yazmış, pek çok oyununu seyrettiğim Engin
Alkan yönetmiş. Oyunu seyretmeden önce korkum Engin Alkan'ın gene ne yapacağı
idi. Bence Engin Alkan bir şey yapmamış, Gümüş'ün teksti üzerine ise yazımda
biraz ayrıntılı değineceğim. Tekstten başlamam gerek
zira her şey ondan başlıyor.
Oyun üç erkek
arasında geçen bir hikâye anlatma gayretinde. Yazarın tanımına göre, biri (Celil
Nalçakan) 35 yaşında çapkın, aşk arsızı; diğeri (Cem
Davran) 55 yaşında 7 yıldır evden çıkmayan eski bir kaleci; üçüncüsü (Onur
Özaydın) 35 yaşında komplo teorileriyle hayatını mahvetmiş bir sosyopat. Bir de
dördüncü karakter var o da Beşiktaş. Oyunun içinde sık sık karşımıza çıkıyor. O
kadar çıkıyor ki sanki oyunu Beşiktaş kulübü finanse etmiş dersiniz. Yazar oyunu
'siyah beyaz komedi' olarak isimlendirmiş. Rollerden ilk ikisinin hayatında
Beşiktaş büyük bir yer tutuyor. Yazar da Beşiktaşlı değilse çok şaşırırım.
Yazarın
çıkış noktası muhtemelen şu replik: 'Hayat
fena halde futbola benziyor.' Mâdem tekstin dayandığı replik bu, mesajın oyundan
çıkmasını beklersiniz. Peki hayat neden futbola benziyor? Yazara göre 'Onun dışında kalamazsın'. İyi de
dışında kalamayacağın her şey hayata mı benzer? Ya da o kadar çok şey var ki
dışına çıkamayacağın. İnsanların başına gelen olayları art arda sıralamak, birkaç anekdot birkaç gazete haberini eklemek bu tezi anlatmak için yeterli olmamış.
Oyunda her rol futbol ile ilgili bir şey(ler) anlatıyor ama ben yazarın
anlattığı hikâyelerin oyunun mesajı ile bu anlamda bir bağlantısını kuramadım. (Dramaturg
nerede diyemiyorum zira dramatik bir metin yok.)
Üç
rolün de aileleri ile sorunları var. Birinin babası annesini öldürdükten sonra
kendini öldürmüş, çocuk evlatlık verilmiş; diğer baba, şampiyonluk maçına
çıkacak oğlunu odasına kilitlemiş, diğerinin babası ise 'nezaketten ölmüş',
oğlanın ana ocağı ile arası yok, 20 yıldır o eve uğramamış. Biri kendini bloklayan
kadının lezbiyen olduğunu kanıtlama peşinde, diğeri depremde kaybettiği
platonik aşkın acısını silememiş, üçüncüsü peşinden koştuğu kıza
kavuşamamış. Üç 'zorda kalmış ruh' yâni.
Tuhaf olan şey anlattıkları hikâyeleri birinden al diğerine ver durum yadırganmaz.
Her birine özel/özgü bir çerçeve çizmek mümkün değil. Biri kaportacı tribün
şarkıları yazıyor, diğeri dizilerin alt yazılarını çeviriyor, bilgisayar
programcısı, üçüncünün ne iş yaptığı belli değil ama üçü de yeri geldiğinde
felsefe profesörü gibi konuşuyor. Sızdığı Şairler Sofrası Parkı'nda "Melih Cevdet'in bacaklarının arasında
uyandım" diyen kaportacı, "Hani
şu sürekli bir klibin içinde yaşadığını zanneden kadınlardan değildi.
Tartışınca uzaklara dalan, sessizliğe gömülen, sorduğunda 'Hiç… Düşünüyorum sadece' diyen ama o
esnada sadece vicdan azabı çekmen için sana zaman veren kadınlardan değildi."
dedikten hemen sonra dizi altyazı çevirmeni 'O
mıymıntı memnuniyetsizlerden, görgüsüz dangalaklardan, kıytırık bencillerden,
asalak yalancılardan, müzmin güvensizlerden, kıtipiyoz şikâyetçilerden değildi.' diyor. Yazar rollere uzaktan bakamıyor,
oyunun içine girip 'ben buradayım' diyor. Oyun boyunca yazar alev alev
görünüyor. Her bir
rolün içine yazar kaçmış sanki. Yazar her bir role felsefi laflar ettiriyor.
Yazarın
konu ve sahne değiştirme trükleri de çok
sıradan. Olay yılbaşında geçiyor. Yılbaşı roller arasında geçiş kelimesi
meselâ. Bir rol 'kesin Fenerli' diyor diğeri 'kesin lezbiyen' diye sahneye
çıkıyor. Fenerliden lezbiyene geçişteki subliminal göndermeye takılmıyorum ama
anlamıyorum da. Rollerden biri '30 senedir sıçamıyorum' diyor diğeri
ile 'boktan hayat'ta birleşiyorlar. 'Ay
götüm! Sen küçük bir şey görmek istiyorsan sutyeninin içine bak! Terbiyesiz
karı! Fake de senin orgazm çığlıkların değil sincap ölüsüne dönmüş pörsük kıçın
canım!' ya da 'Kadınlara
kapılmamak için ben kadını sıçarken hayâl ederim' diyen rol '21.yüzyıl post modern yabancılaşmasının bir
tezahürü' ya da 'Onu düşününce arı kovanı
yutmuş gibi oluyorum' 'Cehennem
başkalarıdır' diye okkalı laflar edebiliyor. 'Çirkin öpülmeyince kendini
güzel sanırmış' diyen adalet, mutluluk üzerine felsefe yapıyor. (Bu
arada kadınlarla ilgili bu konuşma stilinin 'erkekçe' olduğunu iddia eden yoktur umarım. Bu bir yergi olarak
da yansımıyor. Anti-kahraman ortaya çıkıyor. Seyirci de eğleniyor. Öyle mi!)
Yazar role 'Pazartesileri söylediğim hiçbir marşla kendimi özgür, bağımsız ya da
kahraman gibi hissetmedim. Hepimiz korkunun tutsağı idik.' derken 'yeri
geldi koydum' dedirterek aklındaki 'subliminal' mesajı sıkıştırıyor aralara bir
yere. Yazara göre o rolün bu sözü söyleyip söyleyemeyeceği, bu sözün gerekli
olup olmadığı önemli değil. Baktı ki bir rol, oyunun dışında kalıyor 'futbolu
ben de severim yoksa' diye lafa dalıp futbolcu Escobar'ın öldürülüş hikâyesini
anlatıyor. Escobar'ın futbolcu olması dışında bu oyunla ne ilgisi var? Hiçbir
yere bağlanmıyor. (Unutmayın hayat futbola benzer. Bu mudur?)
Bu
üç rol 'aşk kitabı' şarkısında 'birleşiyor. 'Ayrılmak kanun mu aşk kitabında/El
ele tutuşup gülmeden daha/Terk etmek kanun mu aşk kitabında' diye çığırıyorlar.
Her şey aşka bağlanıyor. Birinci perde bitiyor. Oldu da bitti.
İkinci
perde fetva danışma hattı sahnesi ile
başlıyor. Bir rol Diyanet'e intihar etmenin caiz olup olmadığını soruyor.
Komiklik olsun diye konulmuş gibi. Bence çok gereksiz ama ısrar edilirse bu sahne
oyunun başına alınsa daha iyi olur. Bu arada İsrail'in vaat edilmiş toprakları,
illüminati, Rotchild, Rockefeller, Warburg aileleri de oyunun içinde.
Yazarın aklına geliyor 'Albayım' ile
Oğuz Atay'a geçiyor. Oyunun iddialı felsefi
lafların arkasından Şirinler'e getirilip
final yapması da bence çok tuhaf. Yazar aklınca diyalogu 'açmak' için konu
Şirinlere geçiyor, bir rol 'Şirinin babasının abdest suyu diyor' Takip eden
sahnelerde Şirinler üzerinde laflamalar var. Bu 'şirinleme' diye uyduruk 'bel
altı' bir kelimeye kadar gidiyor. Sonunda 'hayatın Beşiktaş'a benzediği'ne karar veriliyor. Siyah
ile beyaz, gece ile gündüz çağrışımları yaparak. Meğer hayat futbola değil
Beşiktaş'a benziyormuş.
Dikkat
ederseniz hep 'rol' dedim. Zira 'rol', bir karakter olarak gelişmemiş oyunda. Yazar
elindeki malzemeyi lego parçaları gibi arka arkaya dizmiş. Bundan da piyes
olmuyor maalesef. Dramatik yapısı zayıf,
dili vandal, estetikten uzak, zekâsı düşük, eklektik, oradan buradan 'şey'lerle doldurulmuş
bir tekst bu. Böyle bir teksti sahnede 'kurtarmak' da çok zor. İstanbul Halk Tiyatrosu'nun bu oyunu seçmiş
olmasına üzüldüm doğrusu.
Yönetmen
Engin Alkan'ın çok şey yapmasına gerek kalmamış bu oyunda. Trafik lambaları
olan ve sadece üç arabanın geçtiği bir kavşakta bir polis memuru ne yaparsa o
da onu yapmış. Yol kenarındaki ağaç altında oturmuş. Sahne futbolu hatırlatan
şeylerle 'doldurulmuş'. Kostümler rolleri karikatürleştirmiş. Yönetmenin en yaratıcı buluşu, bir rolün
babasının ölümünü anlatırken yerde 'sürdüğü' oyuncak araba. Bir de bir rolün
göğüs kıllarını alması var. Bence yönetmene gerek yok bu oyunda. Zaten oyun, Cem Davran'ın oyun içi
rejisörü olduğu bir gösteri olarak sürecektir. Futbol tabiriyle
oyuncu-teknik direktör olarak yâni. Bu yazılı roller çerçevesinde sahnede çok
şey yapmaları gerekmeyen diğer iki oyuncu da
onu takip edecek. Ancak Erkekler Futbol ve Dahası, zaman içinde köpürmeye müsait
Alevli Günler gibi bir oyun değil. Kadro
da o oyundaki gibi değil. Cem Davran'ın gayreti ile bu oyun nereye kadar
gidecek göreceğiz.
Melih
Anık
Not: Erkekler, Futbol ve Dahası ismiyle başlayan oyun Üçü Bir Arada (Erkekler, Futbol ve Dahası) ismiyle devam etmeye başladı. (7 Eylül 2018) İsim değişikliği içerik değişikliği anlamına da geliyor mu bilmem.
Not: Erkekler, Futbol ve Dahası ismiyle başlayan oyun Üçü Bir Arada (Erkekler, Futbol ve Dahası) ismiyle devam etmeye başladı. (7 Eylül 2018) İsim değişikliği içerik değişikliği anlamına da geliyor mu bilmem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder