Ay Carmela İBBŞT 2017 Genç Günler kapsamında Naşit
Özcan rejisiyle sahnelendi. O gösteriyi seyrettikten sonra ben her fırsatta
oyunun ana sezonda da devam etmesi yolunda düşüncelerimi paylaştım. En sonunda Süha
Uygur’un ayrılmadan önce hazırladığı repertuvarda yerini aldı. Yönetmen yine
Naşit Özcan. Oyunu Yalçın Baykul çevirmiş. Bu kez çevirmenin ismini oyun kitapçığına
yazmışlar. ilk oynanışta Naşit Özcan tarafından yapılan sahne ve kostüm
tasarımını şimdi Duygu Can yapmış. Dramaturgide
Hatice Yurtduru, müzik tasarımında Emrah
Can Yaylı, hareket düzeninde Özge Midilli, ışık tasarımında Özcan Çelik değişmeyen
isimler. İlk oynanışta Emrah Can Yaylı’ya ait efekt tasarımı ile Metin Taşkıran’a ait efekt uygulama bu kez Umut
Yüzbaşıoğlu tarafından yapılmış. İlkinde Erkan Akkoyunlu’nun canlandırdığı
Yüzbaşı rolünde bu kez Deran Özgen var. Paulino gene Çağatay Palabıyık tarafından
canlandırılıyor. Ama esas değişiklik Carmela rolünde yapılan oyuncu
değişikliği. İlk oynanışta Ebru Kaymakçı’nın canlandırdığı rolü bu kez Ada
Alize Ertem oynuyor. Bu ‘büyük’ değişiklik. Ben bu değişikliği öğrendiğimde
değişikliğin büyüklüğünden söz ederken oyun kadrosundan bazı kişiler bana mesaj
yazmış ve geri kalan her şey aynı o kadar abartma demişlerdi. Oysa yeni bir
oyuncu her şeyi değiştirir. İkinci versiyonu seyrettikten sonra asıl büyük
değişikliğin yönetmende olduğunu gördüm. Yönetmenin yeni versiyonu genel görünüşte aynı ama
ayrıntılarda büyük değişiklikler yapılmış. Yönetmen kendine karşı.. Olayın özeti
bu!
Önce ilk versiyon için yazdığım yazımdan bir kaç
paragrafı paylaşmak istiyorum:
Sanchis Sinistera(1940)
"metatiyatro" denemeleri yapmış bir yazar. "Metatiyatro,
yapılanın bir oyunculuk olduğunun gösterilmesi, oyun içinde oyun kurgusu
kullanılması, "dünya bir tiyatrodur" mutosunun vurgulanması ve
dördüncü duvarın yıkılması gibi özellikleri içeren bir tiyatro biçimi." Yazar, Ay Carmela oyununda tiyatronun
yanılsama sahnesi olmadığını, sahnede görünen her şeyin bir kurgu olduğunu
göstermek istemiş.
Sinistera'nın 1987'de yazdığı oyun 1938
yılında geçer. 1938, 1936'da başlayan İspanya İç Savaşı'nda faşistlerin
galibiyetiyle bitmek üzere olduğu yıldır. 1931'de başlayan İspanyol
milliyetçiliği filizlenmektedir. 1935-36 yıllarında İspanyol özünün içinde katolik geleneğinin olduğu savıyla yeni bir milliyetçilik ortaya çıkmıştır.
1936'da monarşik sağın lideri Sordo suikasta kurban gitmiştir. Suikastten beş
gün sonra içlerinde Franco'nun da olduğu ordunun bir bölümü "Cumhuriyet
artık siyasal meşrutiyetini kaybetmiştir. İspanya'nın bütünlüğü tehlikededir.
Otorite kalmadı. Cumhuriyet dönemi mevzuatı İspanya'nın özünü oluşturan
katolikliği zedelemektedir" savıyla ayaklanmıştır. Amaç "nasyonel katolikliği" iktidara
getirmektir. 1938'e gelindiğinde yüzbinler ölmüş, Lorca öldürülmüş, Guernica
bombalanmış, Bask milliyetçiliği uyanmış, İspanya'yı çökertecek açlıkla savaşın
hemen başına gelinmiştir.
Ay Carmela, 19.yüzyılda Napolyon ordularına
karşı söylenen bir gerilla şarkısının İspanya'ya uyarlanmış hâlidir. Gerilla
ruhunun uyandığı İspanyol İç Savaşı sırasında Franco'nun ordusuna karşı
söylenmiştir. Carmela İspanya'dır. Halk
ordularının Ebro nehrini geçerek düşmana karşı kahramanca savaşından bahseder
ve "herşeye rağmen savaşacağız"
diye söz verir.
Yönetmen ilk versiyonda Paulino’yu öldürmüştü.
Bu kez ise Paulino’yu ölmekten beter ediyor ve faşistlere boyun eğer gösterip
sahneyi süpürtüyor. Ama iki son da sancılı. Neden? Zira tekstte oyun başladığında biz oyunun sonunu görüyoruz.
Sahnede anlatılanlar bir ‘geriye dönüş’(flash-back). Paulino’nun hayâlinde geziniyoruz. Tekstte oyun
sonu oyun başına bağlanıyor. Paulino’yu öldürdüğünüzde ya da faşist uşak hâline
getirdiğinizde oyunun başından(ve de tekstin kurgusundan) kopuyorsunuz. Paulino
suratında palyaço boyaması ile kalakalıyor. Oysa Paulino’nun ne yapacağı, yapması gerektiği seyircinin tamamlanması
gereken açık bir soru. İki saat
seyirciyi oyalamak mıdır işi tiyatronun? Hem sonra yazarın ‘metatiyatrosu’na ne
oldu? Dramaturg bu kopuşu hatırlatmıştır bence. Ama son söz yönetmenin. (Biz
neden dramaturgun özgür yazısını bilmeyiz?) Epik anlatım ve dördüncü duvarın yıkılması
için uğraşmış bir yazara ayıp değil mi? Oysa yönetmen sahne arkasına koskoca
bir duvar daha koymuş. Carmela’nın göğsündeki kurşun yarasına benzer bir delik
var duvarın ortasında. Ölü Carmela oradan girip çıkıyor. Metafizik âleme yapılan
bir gönderme. Bu yazara ihanet gibi bir şey. Ölülerinizi düşündüğünüzde böyle
bir delikten mi geliyorlar? Yönetmen kendisiyle yapılan röportajda oyunu çok
güzel anlattı. Seyirci ne kadar anladı emin değilim. Tiyatro uyandırır. Uyandırmalı. Aynı, olaylara sadece kendi
açısından bakan ve sadece 'yaşayan' Carmela’nın uyanması
gibi. Carmela’nın uyanışını doğru anlatırsanız seyircide de ışıklar yanar. Oysa
yönetmen kopuk kopuk sahnelerle akıcı olmayan geçişlerle
oyunu dumanaltı etmiş. Yönetmenle yapılan röportajı izledim. Sanatın görevleri
konusunda düşünceleri güzel de uygulama yok. Yönetmen ölü Carmela’yı halogram
yapmak istediğini söylüyor. Şimdilik ışığı kullan diyorum. İlk versiyonda
kullanmıştın da. Neden vazgeçtin? Yaka mikrofonu ölüler âlemine aitti ölü Carmela kullanıyordu sonradan şarkılar duyulsun diye her iki oyuncuya da taktın. Oldu mu! Epikten
uzaklaşmış anlayış ve savruluşlar oyuncuların oyunculuklarına da yansıyor. İlk versiyonda oyuncular
epik yerine dramatik oynuyordu. Şimdi melodramatik oynuyorlar. Rolüne uzaktan bakacağına rolün kuyusuna
düşüyor her iki oyuncu da. Hep beraber ağlıyoruz Carmela ve Paulino’ya. Önümde
oturan bir kadın oyun sonunda eşimle konuşmamızın içine dalıp ‘ben oyunu
beğenmedim ama oyuncuları çok beğendim’ dedi. Bir zamanlar sahneye çıkmış mahalle
tiyatrosunda. Aslında anlamadığı şeye beğenmedim ağladığı şeye de beğendim
diyordu. Esası kaçırmış. Bence esası kaçırtan yönetmen. Evet oyuncular iyiydi. Ben
Çağatay Palabıyık’ın ilk versiyonda nasıl oynadığını hatırlıyorum. Bu yorumu
yapması onun oyunculuğunun düzeyine ait güzel bir işarettir. Oyuncu kendinden
isteneni veriyor. Daha ne yapsın! Ada Alize Ertem çatısı çatılmış bir oyuna
sonradan girmiş bir oyuncu. Bu arada yönetmen gelgitler içinde oyunu süslemekle
meşgul. Oyuncu bu şartlarda yıllardır
kafasının içinde olan role(röportajda söylemiş) öyle sarılmış ki hiçbir şey onu yolundan alıkoymuyor. Oyuncunun rolünü canlandırmasından(role yapışmasından
da denebilir) anlıyorsunuz. Ada Alize Ertem benim Komik-i Şehir Naşit Bey oyununda ‘aklınıza yazın’ dediğim bir oyuncu. Umut
veriyor.
Fondan gelen müzik zaman zaman oyuncuların seslerini örtüyor. Dekorda delikli duvar gereksiz. Kostüm, ışık, hareket 'görev yapıyor'. Anlatıma özel bir şey katmıyor.
Her şeye
rağmen Ay Carmela öncelikle teksti için seyredilmesi gerekli bir oyun. Bu özelliği ile İBBŞT
repertuvarında ışıldayan bir oyun. Onca abur cubur oyun içinde iyi tekstleri kaçırmayın. Tekst tarihten bir
pencere açıyor. Katolik gelenekten yeni
bir milliyetçiliğin çıkışı ve bunun sanata yansıması ve etkisi tanıdık gelebilir. İyi
oyuncular izliyorsunuz. Önemli bir tiyatro yazarını tanıyorsunuz. Seyretmeden once
yazımı okursanız iyi olur. Kitabını bulup okursanız şahane olur.
Melih Anık
Künye :
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder