İlknur Güneş ve Utku Demirkaya tarafından kurulan Uyumsuz
Tiyatro’nun üçüncü oyunu Personas Kuartet üstünde konuşulması gereken bir oyun. Oyunu
İlknur Güneş yazmış ve yönetmiş. Oyunun tekstinde “Oyun, Alice Gerstenberg’in ‘Overtones’ oyunundan esinlenerek yazılmış
yeni bir metindir.” yazıyor.
Alice Gerstenberg(1885-1972) Amerikalı oyun yazarı,
aktivist, feminist drama yapan ve Şikago’da Little Theatre Movement’ın kurucusu
olan kadın. 1922’de Playwrights Theatre’ı(Oyun yazarları tiyatrosu) kurmuş.
Amacı ticari olmayan tiyatroyu desteklemek ve bu kapsamda yazarlara yazdıkları
oyunları sahnede görme şansı vermek, çocuklara tiyatro tecrübesi yaşatmak ve de
genel olarak oyun yazmak, oynamak ile sınırlı olmayan tiyatro faaliyetlerini
yaygınlaştırmak. Kısaca tiyatro tutkunu bir kadın. Pek çok tek perdelik oyunlar
yazmış. Overtones onun adı geçtiğinde ilk akla gelen oyunu. Oyun 1913 tarihli.
Overtones 1998 yılında ODTÜ Tiyatro Şenliği’nde Coşkun
Büktel çevirisi ve Dokundurmalar ismiyle Yıldız Teknik Üniversitesi Oyuncuları
tarafından ilk kez oynanmış. Çocuklukları birlikte geçmiş, birinin eski sevgilisi yıllar sonra diğerinin eşi olmuş sosyal statüleri farklılaşmış iki kadının karşılaşması anlatılıyor. Kıskançlık kişilerin birbirlerini acıtmaya yönelik imalarını besliyor. Birbirinin yüzüne gülen ama iç sesleri tedirgin ve saldırgan iki kadının arenası bu oyun.
İlknur Güneş’in metni özgün oyundan yola çıkmış ama gerek
biçim ve gerekse metin olarak farklı bir yolda ilerlemiş.
Ana
metinde Harriet ve Hetty’i Angela ve A, Margaret ve Maggie’yi Eve
ve E yapmış. Kendilerinden bahsedilen Angela’nın kocası Demon(Şeytan) Eve’in
kocası Adam olarak geçiyor. Seçilen isimlerin bir amacı olmalı diye düşündüm. Angela(Melek)-Demon(Şeytan)
Eve(Havva)-Adam(Adem)’a karşı. Bu bizi ister istemez Adem ve Havva’nın
cennetten atılışına götürüyor. Oysa oyunun onlarla ve konuyla hiç ilgisi yok. Yazar
belli ki yerli isimlerle yanlış çağrışımlara neden olmamak istememiş. Ama
seçtiği isimler de yanlış çağrışımlara açık. Oyun Adem ile Havva’nın Melek ve
Şeytan’a karşı mücadelesi değil. Oyun insanlar arasında. İnsan hem melek hem
şeytan hem Havva hem Adem. Gerstenberg rolleri ‘cultured woman’ ve ‘her
primitive self’ diye tanımlanmış. ‘cultured’ı kültürlü ve entelektüel olarak
tanımlamamak lâzım. Toplum tarafından ehlileştirilmiş, çağdaşlaştırılmış olarak
almak, biraz daha ileri giderek ‘kültür bitkisi’nde olduğu gibi anlamak daha
doğru. Yâni ‘ıslah edilmiş’ bana daha yakın. Bir çeşit ‘şemsiye’ başlık gibi.
Zaten bu ‘cultured woman’ Freud’un ‘ego-super ego’suna ‘her primitive self’ de ‘id’ine
karşılık kullanılmış.
İD'in ruhsal aygıtımızın en eski ve en ilkel
parçası olduğu kabul edilmektedir. İçgüdülerimizi ve doğuştan varolan her
şeyimizi içermektedir. EGO insanoğlunun dış dünya ile uyum içerisinde
yaşamasını sağlayan zihinsel işlevler bütünüdür. SÜPEREGO (Üstbenlik) zaman
içerisinde egonun bir parçası toplumsallaşma ve değerlerle ilgili olarak evrimleşen
parçadır. (Wiki) Oyun iki EGO ile onların İD’lerinin arasında geçmekte.Dışarıya
yansıyan EGO’nun gerisinde onu idare eden kışkırtan İD vardır. İD ilkeldir,
sınır kural tanımaz. EGO kontrollüdür dizginlerini salıvermez. Oyunda yıllar
sonra karşılaşan Angela ve Eve birbirlerine karşı gösteri toplumunun
gereklerini yerine getirmekte, onların
İD’leri A ve E onların sözlerinin gerisindeki düşünceleri, istekleri ortaya koymakta.
Yâni dış ve iç sesler konuşur. Oyundan bir replikle EGO ile İD'ler arasındaki farkı anlatmak isterim. İD diyor ki 'Ben taşkın akan bir nehirim sen ise nehirdeki buz parçası'
İsimleri bir yana bırakırsak ben İlknur Güneş’in metnini çok beğendim. Gerstenberg’in metninden çok daha başarılı, dengeli ve derinlikli buldum. Sosyal statü belirtmede havyarın kullanılışı çok akıllıca. Özellikle metne eklenen ‘tecavüze uğrayan Mary’ hikâyesi metne çok şey katmış. Mary’i gündeme getiren Eve. Başta unutmuş gibi görünen Angela’nın üstünde Mary’nin hikâyesinin çok etki bırakmış olması ve her iki kadının acılarda birleşmesi, oyunu yerel atmosfere getirmiş. Ben bu birleşmeye bayıldım. İD’lerin EGO’ların yerini alması da çok güzel trük. O zaman EGO’lar ve İD’ler arasındaki ayrım ortadan kalkıyor. Acılarda birleşmek güzel bir mesaj. Oyunun böyle bir yönde sona ulaşması çok güzel. Gerstenberg 1913 yılında Türkiye'den ve Türk kahvesinden bahsetmiş. Türkiye'nin o dönemde merak edilen bir ülke olmasının ve oraya seyahat etmenin prestij göstergesi olması bana çok ilginç geldi. (İlknur Güneş ise Türkiye’nin yerine Hindistan’ı koyuyor.)
İnternette yaptığım araştırmada zaman içinde Personas Kuartet’te kadınların kostüm( Yusuf Unay) renk
ve modellerinde değişiklikler olduğunu farkettim. (Yönetmenin eli oyunun üstünde demek ki) Mavi, beyaz, kırmızı renkler kullanılmış. En
son hâlinde Angela ve A kırmızı Eve ve E açık grimavi kostümler giyiyor. Eve ve E’nin boyunlarındaki takılar
Angela ve A’nın kostümlerinin renginde. Sanki boyna takılmış halkalar gibi. Angela ve A’nın küpeleri de Eve ve E’nin
kostüm renklerinde. Hatta oje renklerinde bile titizlik gösterilmiş. Gerstenberg
açık yeşil koyu yeşil ile lavanta ve mor renklerini kullanmış. Onun tekstinde İD’ler
zaman zaman yüzlerini örten eşarp kullanıyor. İlknur Güneş’in eşarp
kullanmaması doğru. Ancak kostümlerde EGO ve İD’ler arasında bir farkın
olmasını tercih ederdim. EGO’lar onların statülerini gösterir günlük kıyafetler
içinde ve ayakkabı giymesi, İD’lerin ise dekolte ve ayaklarının çıplak olması
daha doğru olurdu bence. Ben bu oyunda gölge perdesi kullanılsa olur muydu diye de düşündüm.
Oyundaki dört kadın oyuncuyu(Ayten Bahar, Ebru Kaymakçı, Eylem Abalıoğlu, Zeynep
Bartın)
birbirinden ayırmak ve birini öne çıkarmak mümkün değil. Şahane bir ekip oyunu
oynuyorlar. Tonlamaları, kahkahaları, jestleri, mimikleri zamanlamaları, hareketleri(Koreografi
Utku Demirkaya hareket tasarımı İlknur Güneş), oyunun genel ritmi ve temposu ile bana müzik topluluğu kuartetlerden
dinlediğimiz iyi icra edilmiş bir müzik parçası gibi uyumlu, şiirsel, ahenkli geldi.
Oyunun ışık tasarımı Ayşe Sedef Ayter’e, fotoğraflar
Sidar İnan Erçelik’e afiş tasarımı İrem Çağla Seyidoğlu müzik düzenleme Ertan
Özkan’a ait. Oyunu ortaya çıkaran her bir katkı aynı disiplinde ve dilde uyum
içinde.
Oyun bugün içinde yaşadığımız gösteri toplumunu çok
iyi yansıtıyor. Kadınların içinde bulunduğu ortamı da çok iyi anlatıyor. Oyunun
kadınlarla anlatılması kadınların daha duygusal ve derinlikli olmasından
kaynaklanıyor. Ama daha düz ve sığ olan erkeklerin de EGO ve İD’i benzer oyunları oynuyor. Toplumsal kısıtlamalar
nedeniyle birbirini anlamayan, konuşmaktan korkan, içini ‘açamayan’ birbirinden korkan ‘mobbing kurbanı’ insanlardan
oluşan bir topluluk olduk. Dışımız çok demokrat, aydınlık ama içimiz karanlık bir esir kampı.
Persona Kuartet iyi bir oyun. Seyretmenizi isterim.
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder