Bu akşam “hayatımın performansı” ile Mekan Artı’dan geçtim.
Bu özel gösteri için bir bilet parasına kendi kendimin sponsoru oldum. Performansımın
63 DAKİKA 36 SANİYELİK kısmına 30 kişiyi
ortak ettim. Salondakiler içinde yaşı yaşıma yakın bir kadın vardı sadece. Galiba
en yaşlı bendim. Diğerleri GENÇTİ, çok GENÇTİ. Her birimizin ZAMANı farklıydı.
Salonun DIŞINDA çevreme baktım.
Salonun DIŞINDA çevreme baktım.
Küpeli genç, sevgilisi ile beraber olmanın mutluluğu içinde GELECEK HAFTA bir “iş yapacağını” söyledi. “GEÇEN HAFTA ‘karanlık’ bu hafta ‘ZAMAN’mış konu”. Karşısındaki kıpır kıpır kadın sordu: “Oyun nasıl?” “DEVAM EDİYOR” (Demek “oyuncu”) “GELECEK misin?” dedi, kadın “Gelmez miyim! Oradayım PAZARA!” Sonra “GELECEK sezon da keşke oynasanız. AYDA BİR KERE olsun” Adam beğenilmekten mutlu, yanındaki kıza sarıldı, “Bilmem ki!”. Onun sevgilisine sarılışını aldım.
Yanımda uzun bir adam vardı, sokakta park etmiş bir arabaya
yaslandığı için boyu kısalmış, elindeki
telefonu ağzının önünde tutarak konuşuyordu. Avrupa şampiyonu olan Yunan
takımını övüyordu. Maçtaymış. Onun coşkusunu
aldım.
Bir grup birbirlerine dokunarak konuşuyordu kapının önünde.
Hiçbiri duramıyordu yerinde. Havaya savurdukları gamsız kahkahaları aldım.
Girişin hemen yanında
ama şehre çok “uzak” iki kız çocuk, meraklı gözlerle bakıyordu kapı
önündeki kalabalığa. Onların merakını aldım.
Bir kedi, iki yana bakınarak ve korkarak GEÇTİ sokağın ortasından. Kedinin korkusunu
aldım.
Kravatlı bir adam bir
elinde evrak çantası diğer elinde üç somun ekmek, AKŞAMI sırtlamış yürüyordu.
Onun yorgunluğunu aldım.
Bir kadın pencereden bakıyordu, hüzün vardı gözlerinde, bekliyordu. Onun BEKLEMESİNİ
aldım.
Girişteki masadaki oyun broşürlerini karıştırdım. Oyunlar, oyunlar. Çoğunu biliyordum. Genellikle soyut kavramları seviyor gençler, karanlık bir aydınlık içindeler. “Karanlık
aydınlığı” yakaladım koydum cebime.
Bir kadın önündeki masanın üstündekilere yabancı, gözleri uzakta. Masaya baktığımı
görünce “Bir şey alır mısınız?” Ne alacağım? Ha evet, masa-büfe bu. “Yok almam”
dedim ama o sırada onun “hayâllerini” aldım.
Gişede 3 kişi vardı. Biri internet biletimi eliyle yazdı,
sistem çalışmıyormuş. Sistemi aldım.
Salon kapısı kapalıydı. Basamaklı fuayede bir sıranın üstüne
geniş geniş yayılmış birinin yanına sıkıştım. Yerinden kımıldamadı ama onun tedirginliği
koştu girdi cebime.
Bir kadın tuvaletin kapısındaki arkadaşına “Girme, bekle”
diyerek KOŞTU. “Ben girmeliyim” diyen kadının
telâşı saçıldı ortaya, onun telâşını aldım.
Bir tv oyuncusu “dizi”sini
taşıyordu yanında, dizisini aldım.
Kapılar açıldı. Kapıdaki adama biletimi verdim, elimden aldı
bileti, kesti yarısını, uzattı diğer yarısını bana, “iyi seyirler” dedi . Onun
iyi seyirlerini aldım.
Salonun oksijensiz olmasını ben özellikle istedim. Herkes
katlı duran sandalyeleri açtı bir elipsin çevresine oturdu. Ben iki büyük
spotun karşısına, elipsin sivri yerine oturdum. “Dışarısı” kapandı üstümüze.
Zaten karanlıktayız ama tam o anda geldi “zifir”. Bazı sesler yükseldi, kadınlardı. Birileri yürüdü, koştu, hatta
biri başıma dokundu, seslenmedim. Zifte döndü zifir, sıcak, oksijensizlik, ter
kokuları macun gibi yapıştı , derin soluklar
duydum. “1,2,3” diye bağırıyordu biri. Kör bir çocuktan bahsetti bir diğeri.
Kapatılmışlık, acı, öfke vardı seslerde. Ben
öylece durdum. Karanlıktı ama ben
“gördüm”, herkes de kendi içini “görsün” diye bekledim. Yanıma aldıklarım o karanlık içinde sabırsız
bekliyordu.
11. DAKİKADA ışıklar yandı. Karanlıktan ani
çıkış herkesi kör etti. Ses etmeden etrafa AĞIR AĞIR baktım. Ağır bir hava
vardı. Herkes önüne bakıyordu. Bir ses duydum, karanlıkta duyduğum seslerden
birine benziyordu. Sesin sahibi kalktı,
arkasından 3 kadın daha. Sanki karanlık takip ediyordu onları. Koşmaya başladılar, ebeleme oynuyorlardı. “Ne bakıyorsun hiç mi
süslü kadın görmedin” diyordu biri tekrar tekrar. Diğerleri ne diyeceklerini
bilemiyordu. DAKİKALARCA sürdü. Onlara baktım ama onlar bakmadan “gördü” beni. Sıkılınca oyun değiştirdiler, “öndeturaa bir iki üç” oynadılar sıkılıncaya kadar yeniden. Ben öylece durdum.
Enselerinin aynı yerinde dövmeleri vardı kadınların. Biri üstünde renkli
daireler olan eflatun bir çorap giymişti, ayakkabıları yoktu. Birinin saçları
uzundu, yere çömelince de ayağa kalkınca da saçlarını bir yandan alıp diğer
tarafına atıyordu devamlı. 15 DAKİKA sonra,
nefes nefese kalıp oturdular. Ben kımıldamadım. Performansım DEVAM EDİYORDU.
Defterime notlar aldım, alırken etrafıma baktım, ayak ayak üstüne attım,
ayaklarımı uzattım, topladım. Arkamda biri önünde bir laptop bir küçük masanın
arkasında idi. O çakılıydı yerine, kımıldamadı . Uzun uzun boşluğa bakıyordu. Bir ara boşluğu kapattı. Bakışlarımla salonu
taradım. Sessizlik, kıkırdamalar, gülüşler ile büyüdü. Biri “BUGÜN Canan’ın
doğum günü” dedi. “Canan kim?” “Ben!” “Ben” diyen gülme numarası yaptı. Saçma
sapan güldü. Salondan da ilk o çıktı. Gülüşünü katladım koydum defterime. Sonra üç kişi çıktı salondan ardından 2 kişi.. Giden
geri dönmüyordu. Ben oturuyordum. Koşuşturan kadınlardan çivit mavi fanilalı olan, boşalan iki
sandalyeyi birleştirip üstüne yattı. Uyur gibiydi. Diğer kız saçlarını tepesinde
topladı. Üçüncüsü, içlerinde en balık eti oydu, kalakaldı öylece. En uzun
boylusu gölgeliğe sığınmıştı. Saçlarını tepede toplayan şimdi ayakkabılarını
giymişti, kırmızı ayakkabılarını. Dört kadının ayağında da spor ayakkabılar
vardı. Yorulmuşlardı, boşalmışlardı, ekleyecek harfleri hatta sesleri bile
yoktu. Salondakiler ne yapsa benim işime yarardı istediğim gibi yorumlardım. Bu
durumda her şeyden bir anlam üretilebilir, her şeyin bir anlamı olabilir. 63 DAKİKA
36 SANİYE sonra gidecektim, bilmiyorlardı.
Gitgide azaldı salon, 10 kişi kaldı. 10 kişi ağa takılmış
balıklar gibiydi. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı, nereye gidecekler, kim onları
“toplayacak” ? Bu durum ne kadar sürecek? Ben “performansımı” alıp gidecektim.
Sandalyenin arkasına astığım ceketimi ağır ağır aldım. Sevgiliye sarılışı, uzun
adamın coşkusunu, gamsız kahkahaları, küçük kızların merakını, kedinin
korkusunu, evrak memurunun yorgunluğunu, penceredeki kadının beklemesini, karanlık aydınlığı, büfedeki kadının
hayallerini, gişedeki sistemi, sıradaki
adamın tedirginliğini, tuvalete koşturan kadının telâşını, dizi oyuncusunun dizisini,
kapıdaki adamın ‘iyi seyirlerini” bıraktım salona. İstedim ki kalsın geride her şey. Salondan
çıkarken masanın başındaki adama baktım. Salonun dışını görmeye çalışsaydı
keşke. Daracık olan fuayeye çıktım,
oksijen aldım, geri döndüm salona bir daha baktım. Salonda koşturan iki
kadın seslerini yükseltip konuşmaya
başlamışlardı. Uyur gibi yapan uyur gibi yapmaya devam ediyordu. Çoraplı kadın
yerinde idi, kırmızı ayakkabıları ile. Salondaki tek masanın arkasında oturana
baktım bir daha, elinde kalan ZAMANı mıncıklıyordu. Kâinatın en HIZLI SAATİ
bile kurtarmadı ZAMANı. Soyut, somut olmazsa anlaşılmaz dedim içimden, soyut soyutla anlatılmaz. Her şey zıddı ile “var” olur, korku
korkusuzlukla, iyilik, kötülükle, karanlık aydınlıkla, ZAMAN ZAMANSIZLIKLA. Akan bir şey ZAMAN, durarak anlaşılmaz,
durarak anlatamazsın. ZAMAN durmaz. Dorian Gray mi gelsin, Ahmet Muhip Dranas mı Ahmet Hamdi Tanpınar mı? Ya beklemek, sonu
olan beklemek? Sokaktaki sevgiliye sarılış,
uzun adamın coşkusu, gamsız kahkahalar, küçük kızların merakı, kedinin korkusu,
evrak memurunun yorgunluğu, penceredeki kadının bekleyişi, karanlık aydınlık, büfedeki kadının hayâlleri, gişedeki sistem, sıradaki adamın
tedirginliği, tuvalete koşturan kadının telâşı, dizi oyuncusunun dizisi,
kapıdaki adamın ‘iyi seyirleri” ZAMAN’ın
yüzleri aslında. Salon karaya vurmuş
duran bir gemiydi sanki, daha ağırdı benim bıraktıklarımla.
Akan ZAMAN içinde “hayatımın performansı” devam ediyor.
Yürüdüm. Eve geldim. Defterimin arasından Canan’ın gülüşü düştü yere. Gülüşü
aldım, duvara asarak performansıma kattım. Birkaç twit attım, yattım. Gözlerimi
kapattım. Ama o da ne! Sevgiliye sarılış, uzun adamın coşkusu, gamsız
kahkahalar, küçük kızların merakı, kedinin korkusu, evrak memurunun yorgunluğu,
penceredeki kadının bekleyişi, karanlık
aydınlık, büfedeki kadının hayâlleri,
gişedeki sistem, sıradaki adamın tedirginliği, tuvalete koşturan kadının
telaşı, dizi oyuncusunun dizisi, kapıdaki adamın ‘iyi seyirleri” yanımda. Onları zihnimin odalarına yerleştirmek epey ZAMAN aldı. SABAH kalktım. Zihnimin oda kapıları kırılmış,
her şey ortada. “Hayatımın performansı” devam ediyor. ZAMAN akıyor. Yazsam? Yazmak da bir ZAMANdır. Göç
eder, ölür, bir musalla taşına ya da yüzdeki bir çizgiye saklanır, pişmanlığa sürgündür, özlemin sesidir, şehrin üstünden
geçen bir buluttur, belki de “Bursa’da bir camii avlusu”ndadır ZAMAN. Beklemek en cılız halidir ZAMANın. Kim
sıkıştırabilir ZAMAN’ı, “bekleme”ye?
Performansımı sahiplenen çıkarsa inanmayın ya yalancıdır ya
da cahil!
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder