İBBŞT Repertuvar kuruluna verdiği özel önem, yapılan son
yönetmelik değişikliğinden belli olan İBB’nin Kültür Müdürlüğü kendi
repertuvarını oluşturmuş ve “İstanbul'da üç büyük oyun yüz seans…” başlığı ile
seçtiği oyunları duyurmuş: Necip Fazıl’ın
Bir Adam Yaratmak, Cevat Fehmi Başkut’un Harput’ta Bir Amerikalı ve
Lyubomir Simoviç’in Hasan Ağa’nın Karısı. “Her ilçeye tiyatro götürmeyi
amaçlayan proje” için seçilen bu oyunlar Ümraniye Atakent Kültür Merkezi, Sultanbeyli
Kültür Merkezi, Güngören Erdem Beyazıt Kültür Merkezi’nde prömiyer yapacak
ve “’oyunların devamı’ aynı sahnelerde
Haziran ayı sonuna kadar sahnelenecek, Ekim-Kasım-Aralık döneminde de devam
edecek”miş. (“Oyunun devamı” denilmesi de çok hoş! Sanki prömiyer oyunun “başı”!)
Benim ilgimi çeken diğer husus, bu oyunların nasıl bir
“havuz”dan ve neden seçildiği? Kim seçmiş? Oyunların tanıtımı belki bir ip ucu
verir.
Bir Adam Yaratmak
İBB oyun tanıtımında “İlk baskısı 1938 yılında çıkan “Bir Adam
Yaratmak” Necip Fazıl’ın en önemli ve en meşhur piyeslerinden biri. Aynı sene
meşhur tiyatro sanatkârı Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye konulmuş ve iki
sezon oynanmıştı. 1977 yılında Yücel Çakmaklı tarafından Türk televizyonuna
uyarlanan piyeste oyun içinde oyun vardır. “Bir Adam Yaratmak” piyesi sanat ve
edebiyat dünyasında “Büyük bir sanat olayı” olarak nitelendirilmiş ve
münekkidlerce yaratıcı gücünün üstünlüğü alkışlanmıştır. Bir münekkid “Bir Adam Yaratmak” piyesi insanın ve aklın
güçsüzlüğü fikrini tiyatroya, edebiyat ve sanata yerleştirmiştir” der” denmiş.
Bir Adam Yaratmak, Necip Fazıl’ın en meşhur hatta “bayrak
olmuş” oyunlarından biri. Yazılmasına da Muhsin Ertuğrul neden olmuştur. Muhsin
Ertuğrul’un Necip Fazıl’a tiyatro oyunu yazması hususunda nasıl destek olduğunu
tiyatro tarihi yazar. Eser “1937-38 kışında İstanbul Şehir Tiyatrosu”
tarafından ilk defa oynanmış, başrol Husrev’i Muhsin Ertuğrul oynamış ve Necip Fazıl 1938 yılında basılan kitaba şu
notu koymuş: “Eserimi ‘Husrev’ tipinin sahibi dostum Muhsin Ertuğrul’a ithaf
ediyorum” Tiyatro tarihinde az sayıda oyun karakteri, yazarı tarafından baş rol
oyuncusuna ithaf edilmiştir, rolün “sahipliği”
oyuncuya verilmiştir. Necip Fazıl’ın bu
ithafını “dostu”na bir teşekkür ifadesi olarak alırsak yanlış yapmış olmayız.
Nitekim Necip Fazıl’ın Tohum isimli oyunu da “29 İlkteşrin 1935”de ilk defa
oynanırken baş rolde gene Muhsin Ertuğrul vardır. Yani “dostluk”un tarihi
eskidir ve Necip Fazıl, Muhsin Ertuğrul’a sadece Husrev rolünü başarıyla canlandırdığı
için teşekkür etmemiştir. Türk Tiyatrosu’nun tarihinde İstanbul Şehir
Tiyatrosu’nun rolü büyüktür. İBBŞT özelleştirilirse Necip Fazıl’ın Şehir
Tiyatroları’ndaki izi de silinecektir. İBB Kültür Müdürlüğü, oyunun tanıtımını
yaparken yukarıdaki hususu bilmiyorsa ayıp, biliyor da söz etmiyorsa iki kere
ayıp etmiştir.
Daha bir kaç yıl önce İBBŞT'da Husrev rolünü oynamış olan yönetmen Bora Seçkin
oyun hakkında şunları söylemiş:
“2002 Yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenirken,
bir oyuncu olarak tecrübe ettiğim, bugün hem oyuncu hem de yönetmen olarak
yeniden değerlendirme fırsatı bulduğum ‘’Bir Adam Yaratmak’’ oyunu, kurgu
itibarıyla ‘’Oyun içinde oyun’’ olma özelliğiyle dinamiğin ve gerilimin,
işitsel açıdan şiirsel hâkimiyetin, toplumsal açıdan insanın insana oynadığı
oyunların top yekün yitirimlerimize mâl olduğu gerçeğinin, bireysel açıdan
psikolojik yalnızlık duygusunun vurgularını, büyük bir zenginlik ve derinlik
içinde irdelendiğini görmekteyiz. Sahneleme dikkatinde, bu vurguların altının
çizildiği bir dramaturji süzgeci ile işitsel ve görsel açıdan klasik bir tat
sunulmaya çalışılmıştır.”
Oyunda Husrev, gazete patronu Şeref’e “ Karınız metresimdir,
bunu da yazın” der. Oyun, gazetecinin
toplum hayatını ilgilendiren olayları – kendine dokunsa bile- mesleğin gereği
olarak okuyucularına “haber” vermesine ve kişisel hayatın dokunulmazlığına
dokunur. Kişiyi intihar düşüncesine götüren toplumsal baskıyı vurgular. Yani “insanın insana oyunu”ndan(zaten her oyun
onun üstünedir), “bireyin psikolojik yalnızlık duygusu”ndan daha da önce medyanın
rolüne, meslek ahlâkına ve de gazeteci ile iş adamı arasındaki ilişkiye bugünün
algısıyla dikkat çekmek gerekir. Sahneleme sürecinde bunu ortaya
çıkarmamışsanız “oyalanıyorsunuz” demektir.
Hasan Ağa’nın Karısı
Hasan Ağa’nın
Karısı’nın konusu bir Boşnak Destanı’ndan alınmıştır. Hasan Ağa, karısına
duyduğu öfke nedeniyle askerlerini “memnun eden” fahişeleri karargâhından uzaklaştırır.
Hasan Ağa, savaşta iken(“can cekişirken”) karısının yanında olmayışına öfkelidir,
bu nedenle de karısını evinden kovar, çocuğunu görmesini de yasaklar. Karısı,
çocuğunu son bir kez görmek için yalvarır yakarır ve kundaktaki çocuğunun
yanında son nefesini verir. Bu arada da kadının Hasan Ağa ile evlenmeden önce
bir “kadı”nın sevgilisi olduğunu öğreniriz. Üç kağıtçı ağabeyi kadını o kadıyla
evlendireceğini söyler ama anlaşılır ki kadı yedi yıl önce ölmüştür. Oyunda
kadının erkeklere fahişe olarak yaptığı “hizmet”(?) üzerinde durulmaz. Hasan
Ağa karısına kızmasa fahişeler “görevlerine”(?) devam edecektir.
İBB “zekice bir kurguya sahip oyun” diye nitelemiş, “insan
ve aşka dair acı”lardan söz etmiş. Hangi insan? Hasan Ağa mı yoksa karısının
acıları mı? Aşk nerede? Hasan Ağa ile evlenirken karısı başka birisine
âşıkmış. “Oyun sürpriz bir finale
sürüklenirken; beraberinde de, aşk için hangi bedellerin verilebileceği ve
gerçek ile yalanın nasıl olup da aynı amaç uğruna kullanılabileceği üzerine
sorular sordurmakta” imiş. Sürpriz final Hasan Ağa’nın Karısı’nın sessizce
sahnede ölmesi “kadı”nın ise yedi yıl önce ölmüş olduğunun ortaya çıkması. “Sanat
toplum için yapılacaksa” oyunların “insan ve aşka dair acı”ların ötesinde bir
de toplumsal mesajı olmalıdır.
Bana ilginç gelen diğer husus da oyundaki kadınların isimlerinin
erkekler ile bilinmesidir: Hasan Ağa’nın
Karısı, Hasan Ağa’nın Annesi, Pintoroviç’in Annesi. Bunu, üstüne oyun yazılan
destanda da kadının adının geçmemesine mi bağlamalı bilmiyorum. Destan 1774
yılına tarihleniyor. Destan dilden dile geçerken toplum kadınlara ad koyamamış.
Bu bir eleştiri olabilir ama destana bağlı oyun yazanın kadının adını koyması
gerek derim. Zira -kadınların adları verilmediği
için- aynı yanlış sürdürülmüştür.
Galiba İBB Kültür Müdürlüğü de pek tatmin olmamış ki “Ünlü
Alman edebiyatçısı Johann Wolfgang von Goethe, bu destanı kendi şiir diliyle
Almanca'ya kazandırmış, ve bu çalışma, 1788 yılında Herder'in
"Volkslieder" adlı halk edebiyatı seçmelerinde yer almıştır. Böylece
Hasan Ağa'nın Karısı tüm Avrupa'ya yayılarak, evrensel bir halk destanı
niteliğini kazanmıştır” diyerek Goethe’nin adıyla reklâm yapmak istemiş. Bu
ifade Bilge Emin’in çevirisi olan kitabın arka yüzünden alınmış.
Hasan Ağa’nın Karısı, yazarın dört oyunundan biri ve 1973 yılına
ait. Hasan Ağa’nın Karısı eski Yugoslavya’da sevilen bir oyunmuş. İBB Kültür
Müdürlüğü yapımında oyunu, Üsküp doğumlu
Rahim Burhan yönetmiş. Rahim Burhan Pralipe Tiyarosu’nun kurucusu. Lorca’nın
Kanlı Düğün’ü ile Avrupa’da turne yapmış ve oyun 1992 yılında Almanya’da yılın
en iyi oyunu olarak ilân edilmiş.
Harput’ta Bir
Amerikalı
İBB Kültür Müdürlüğü’ne göre “Cumhuriyet döneminin önemli
oyun yazarlarından Cevat Fehmi Başkut’un yazdığı ‘Harput’ta Bir Amerikalı’,
insanın varlığını parada değil kendi içinde, kendine inancında, kendi
toprağında araması gerektiğini anlatan, erdemli olmanın önemini vurgulayan bir
eser”
2005-2006 sezonunda oynadığı oyunu Devlet Tiyatrosu şöyle
tanıtmış:
“Çocuk yaştayken babasıyla Harput’tan Amerika’ya göç eden
milyoner Maderus, kırk sene sonra geride bırakılan kardeşini aramaya gelirse
neler olur? Karşısına bir kardeş yerine batı hayranı üç kardeş ve bir de
kardeşin karısıyla kızı çıkarsa, kimin öz kardeşi olduğu nasıl anlaşılır? Bir
de bu grubun arasına bir delinin karıştığı öğrenilirse hangisi deli, nasıl
bulunur? Harput’ta Bir Amerikalı, Amerika’dan, varlık sebebini kaybeden bir
kente yapılan yolculuk sırasında olanları, hem keyifli hem de eleştirel bir
gözle izleyiciye aktarıyor.”
Cevat Fehmi Başkut’u da oyun yazmaya teşvik eden de Muhsin
Ertuğrul’dur. Paydos ve Buzlar Çözülmeden yazarın daha çok bilinen eserleri.
Başkut, Cumhuriyet sonrası toplumdaki dönüşümleri, sosyal sınıflar arasındaki
çelişkileri ve zıtlıkları aktarır. İlk oyunu Büyük Şehir 1942-43 sezonunda
İstanbul Belediye Tiyatrosu tarafından sahnelendi. Harput’ta Bir Amerikalı
1955 yılına ait bir oyun.
“9. yüzyıla kadar Doğu Anadolu'nun başlıca kültür
merkezlerinden biri olan Harput, eteklerinde kurulan Elazığ'dan sonra önemini
yitirmeye başlamıştı. Hitit İmparatorluğu dönemine ilişkin çivi yazılarına
bakılırsa, kentin tarihi İ.Ö 19. yüzyıla kadar uzanıyordu.
Oyunda kentin fakirleşmesi şöyle dile getirilmişti: ‘Çarşı
kentin yüreğiydi. Önce çarşı durdu, ardından ölüm geldi. Bütün kent öldü. Tıpkı
yüreğin durmasının ardından ölümün gelmesi gibi...' Evliya Çelebi kente can
veren çarşıyı şöyle tarif etmişti: ‘Sultani çarşısı 600 dükkandır. Dükkânlar
gayet güzel ve muntazamdır. Saraçhanesi hepsinden şirindir. Gayet sanatlı sarac
örtüsü işlenir.' Tahmin edileceği gibi bugünkü çarşı ile o günkü çarşı arasında
hiçbir benzerlik yoktu. Kala kala turistik eşya satılan birkaç dükkân kalmıştı.
Zamana direnen eski evler, Harput'un bir zamanki güzelliği hakkında ipuçları sunuyordu.
Harput isminin, Ermenice Kh'arberd/Harput, Kürtçe Xarput’den geldiği
düşünülmekte.
1906 yılında Osmanlının en son yaptığı nüfus sayımına göre
Harput'un merkez nüfusu 15.000,bunun 9000 kişilik kısmı müslüman çoğunlukla
Türk, 6000 kişi gayrimüslim çoğunlukla Ermenilerden oluşmaktaydı. 1915
tehcirinden sonra Ermenilerin tamamına yakını çoğunlukla Suriye'ye (Halep
çevresine) gönderilmiştir. Tehcirden evvel ise göçler daha çok Amerika Birleşik
Devletleri'ne olmaktaydı.”
Harput’ta Bir Amerikalı bu konuları da hatırlatacaktır. Öte
yandan Harput’ta Bir Amerikalı’nın yazıldığı yıllardaki algısı ile bugünün
Türkiye’sindeki algısı arasındaki fark çok önemlidir. İBB Kültür Müdürlüğü’nün
oyunu seçme nedeni bence oyunun kendisinden daha önemlidir.
Oyunları seçenlerin yukarıdaki hususlar ile ilgili bir
değerlendirme yapmış olmasını ve oyunları seçme nedenlerini açıklamalarını çok
isterim. Üç oyundan ikisinin Şehir Tiyatroları
sayesinde var olmasını da unutmamak gerekir. Şehir ve Devlet Tiyatroları iki
oyunu da çok yakın bir tarihte oynamıştır. Ama daha da önemli olan şudur ki bu
oyunları istifa eden İBBŞT yönetimi seçse ve oynasa şimdi bu oyunları seçenler
ne diyeceklerdi acaba?
Elbette oyun sahnede belli olur ama kişisel kanaatim her üç
oyunun da “biçim ve üslup” açısından eski bir tiyatro anlayışını yansıttığıdır. Umarım
sahneleme metin kusurlarını ortadan kaldırır. Muhafazakâr sanatın konuşulduğu bu günlerde yönetmenler üzerinde nasıl bir baskı vardır acaba? İBB’nin anlatımı ile “insanın ve aklın güçsüzlüğü”,”insan ve aşka
dair acılar”, “insanın varlığı parada değil kendi içinde, inancında, toprağında araması” hedef alındığı için oyunların
sınırları içerik olarak da daraltılmıştır.
Toplumsal koşullardan soyutlanmış insan
üzerine yapılmış seçimler, bu zamanın insanı için de eski kalmıştır. Dilerim yönetmenler
sahnede bambaşka oyunlar yaratmışlardır.
Bu yazının amacı, son günlerin tartışmaları çerçevesinde
oyunların seçimi üzerinde düşünmektir. Üç oyunu ve de oynanacağı sahneleri
dikkate aldığımızda ve de İBB Kültür Müdürlüğü’nün çizdiği çerçeveye bakarak doğrusu ben ortak bir payda, çağdaş kültür ve
tiyatro çerçevesi göremedim. Tiyatro götürülen ilçelerde çocukların dikkate
alınmayışını da yadırgadım. Söylentilere göre 3 oyun için 2 milyon yedi yüz
elli bin lira harcanmış. (200 özel tiyatroya dağıtılan yardım kadar. Bu paranın
içinden bir-iki çocuk oyunu da çıkardı.) Her bir oyunun 100 kere temsil
edileceği açıklandığına göre, her temsilin maliyeti 10000 liradır. Ortalama
bilet bedeli (açıklandığı gibi) 5 tl ise, her bir temsilin 2000 biletli kişi
tarafından seyredilmesi halinde gelir-gider denge noktasına gelinecektir. Salon
200 kişilik ise 1 toplayıp 10 harcıyorsunuz anlamı çıkar. (Bazıları kamu
tiyatrosunda gelir gider hesabı yapmıştı ya onun için yaptım bu hesabı.) Öte
taraftan İBB Kültür Müdürlüğü götürdüğü tiyatro ile ilçe halkına ne demektedir,
onları nasıl bir tiyatroya lâyık görmektedir? Ben o ilçelerdeki insanların
seçilen oyunlarda anlatılan dünyaların dışında farklı bir gündem ve dünya
algısı içinde olduklarını düşünüyorum. Özellikle o bölgelerden gelen genç
insanları ben merkezdeki hayatın içinde görüyor ve onların nasıl açık bir zihin
ile dünyayı algıladıklarını bana gönderdikleri mesajlardan, “twit”lerden
anlıyorum.
Bu üç oyunu seçenler, repertuvar yapma işinin bürokrata
bırakılmayacak kadar önemli olduğunu anlarlarsa belki işe yarar bir sonuç
çıkar. Repertuvar tiyatrosu, sadece beğendiğimiz oyunlardan oluşan bir “yığın”
değildir; oyunların bütünsel bir anlayış içinde bir araya getirilmesiyle ortaya
çıkarılır ve gündeme göre seçilerek sahnelenmesinin yoludur.
Ticari bir hedef önde değildir repertuvar tiyatrosunda. Özel tiyatrolar bunu yapamaz zira bugünkü
ortamda tek oyunlarla seslerini duyurmaya çalışmak ve ister istemez arz talep
dengesine dikkat etmek zorundadırlar. Ülkemin kalkınması ve aydınlanması için ihtiyaç olan
repertuvar tiyatrosunu gerçekleştirebilmek için Şehir ve Devlet Tiyatroları’na ihtiyaç olduğu
İBB Kültür Müdürlüğü’nün bu çabasından açıkça görülmüştür. Daha da önemlisi
İBB, ortadan kaldırılmaya çalışılan Şehir Tiyatroları’nın mirasını yemektedir.
Melih Anık
Not: İBB Kültür Müdürlüğü yaşanan süreci(kararı, ihaleleri, aradaki limited şirketi vb) bir açıklasa keşke.
kaleminize sağlık Melih Bey
YanıtlaSil