Yazının hemen başında yapım şirketlerini( Cef Tiyatro Mehmet
ve Zerrin Ongan, AYSA Prodüksiyon Necip Eraslan) anmam ve teşekkür etmem gerekiyor.
Bu zamanda özel bir tiyatronun bir Shakespeare yapması hem zor hem de takdir
edilecek bir girişim. Seyretmekten bıkmayacağım Hamlet’i tüm yanlış ve doğruları
ile yeniden seyretmiş olmaktan
memnunum.
Bu yazıyı yazmanın zorluğu seyretmeden önce yazdığım “Kemal
Başar Yazıları”mdan kaynaklanıyor. Kemal Başar bu oyun yazısını beğenmezse kendi yazdığı
“twit”leri unutup “bana kîni
var onun için beni kötüledi” diyecek. Hatta aldığım duyumlara göre şimdiden
başlamış bile “Mutlaka kötü yazar bana kîni
var ya..” Ben bu tür ön hazırlıkların baskı uyandırma amacına yönelik olduğunu düşünürüm, dikkate almam. Tersi, Kemal Başar’ın benim yazıma değer verdiğini
düşündüğüm anlamına gelir ki böyle bir şeyi düşünmüyorum, aldırmıyorum da. Ama
bazı tiyatrocuların bu “tarzı” deniyor
olmalarından duyduğum kuşkuyu da taşımaya devam edeceğim. İnsan her şeye rağmen
gene de “aman haksızlık olmasın” diye
düşünüyor, yazdığını bir okuyorsa iki okuyor.
İşte tam bunları düşünürken ve kendimle al-ver yaparken, görüşüne değer verdiğim, pek çok özelliği yanında tiyatro konusunda da
bilirkişi olan bir kültür insanından oyunla ilgili bir mesaj aldım. Onunla aynı görüşte olduğumuzu anlamam bana cesaret verdi ve bu yazıyı yazarken
rahattım.
Hamlet’in Galası
Kalabalık bir galaydı. Ülkenin nerdeyse tüm eleştirmenleri
oradaydı. Bu da bana rahatlık verdi. Zira onlara şöyle bir bakınca oyun
hakkında “kötü” yazacak birini bulamadım. Benim düşüncelerim kötü de gelse
“arada kaynar” nasıl olsa. Bu kadar “birleşik
güç” karşısında benim ne etkim
olabilir ki. Hem hepsi “eleştirmen”
bense “eleştirici”.(Bunu Bursalı bir
seyirci yazmış bana, “pişirici” gibi. Benim yaptığım da bir tür “aşçılık”.)
Yakın Geçmiş ve Kemal
Başar’ın "Tema"ları
Oyunla ilgili yakın geçmişi paylaşarak başlamak isterim. Oyun
için çalışmalara başlamışlardı ki Kemal Başar, ben istemeden ismi “Benim dramaturjiM 2”
olan ve “uyarım olursa mutlu
olacağını” ve de “oyuncular dışında
tek kopyanın bende olduğunu” belirttiği
Hamlet metnini gönderdi. Daha son
karar verilmemişken bana Hamlet’i Arda Aydın’ın oynayacağı bilgisini vermişti. Hatta
o sırada İrem Arslan Aydın’ın da rol alacağı ihtimalinden bahsetmişti. Her
ikisine de katıldığımı belirttim ama metin hakkında bir şey demedim. Hamlet’i seyretmeden önce Kemal Başar’ın ne
yapmak istediğini biliyordum :
“Oyunun teması erdem ve yalnızlık. Norveç bağlantısı
tamamen çıkarılmış. Sahneleme de son derece yalın, süs püs yok. Klâsik
lezzette, neredeyse boş sahnede ve oldukça estetik bir yorum. Yine oyuncuya
yaslanarak... Klâsik müzik lezzetinde.. Elbette dekor,
müzik, koreografi ve kostüm yine başrolde”
“Simplified and Abridged
Edition”
Hamlet, gençliğimden beri kerelerce okuduğum ve seyrettiğim
bir piyes zaten. Ama bu kez belli bir ön bilgiyle okudum, sahne sahne karşılaştırdım, notlar aldım. Metin, Kemal Başar’ın oyunu kısaltmak amacını açıkça gösteriyordu.
Hatta bana tek amacının o olduğunu
düşündürttü. Düzenlediği metnin temel amacının
hızlı bir oyun olduğunu düşündüm. Kısaca söylemem gerekirse metin,
Hamlet’in “simplified and abridged
edition”ı idi. Hani İngilizce öğrenenlere klâsiklerin “basit ve kısaltılmış
versiyonları” okutulur ya, işte Kemal Başar’ın Hamlet metni de öyleydi.
Seyirciyi sıkmamak, daha önce seyretmemişler için Hamlet’i “tek derste”
anlatmak istiyordu. Bu amaca bakarak metnin iyi hazırlanmış olduğunu
düşünüyorum. Başlangıçtaki askerlerin kale surlarındaki sahneleri
kaldırılmıştı. Norveç bağlantısının çıkarılmış olmasını yadırgadım. Her metnin sahnesinin farklı olacağını,
“benim dramaturjim 2” bana gönderildiğine göre metinde yeni değişikliklerin
olacağını ve “benim dramaturjim 3,4…” gibi yeni versiyonların olabileceğini
düşünerek Hamlet okumalarımı dinlenmeye bıraktım. Seyredeceğim gün sabahı metni
yeniden gözden geçirdim. Kemal Başar’ın aklındaki Hamlet’i hatırladım ki o
gözle bakayım sahneye. Metinden çıkaramadığım “erdem ve yalnızlık tema”sı
sahnede nasıl duruyor merakı ile oyunu seyretmeye gittim. Ama doğrusu Arda
Aydın’ın Hamlet olması oyunu seyretmem için hepsinden önce gelen bir gerekçe
idi, benim için.
Sahnedeki Hamlet
Bazı oyuncuların ve özellikle Arda Aydın’ın beğendiğim
oyunculuğundan Hamlet’i sıkılmadan seyrettim
ama alıştığım tadı bulamadım içinde. Kemal Başar’a göre “ben çağdaştan anlamıyorum”(?) ama Kemal Başar’ın “klâsik lezzet”
dediği ile de uyuşamıyoruz belli ki. Ben özgün Hamlet metninden yanayım. Beş
saat oturur seyrederim. (Tiratların “kuşa” çevrilmesi hoşuma gitmedi. Hele "Arda Aydın gibi bir oyuncuyu Hamlet 'yapmışsaM'".)
Ama yeni nesil seyirci için çok gelebilir. Bence Shakespeare Hamlet’inin repliklerinin toplamı diğer tüm
karakterlerinkinden fazla; Kemal
Başar’ın metninde diğerlerinin repliklerinin toplamı Hamlet’inkinden
fazla. Kemal Başar “dramaturjisinde” Ophelia’nın
bir sahnesi kadar uzunlukta Hamlet’in
sahnesi yok. Hamlet girip çıkıyor. Tiratları doğranmış (“budanmış” değil).
Sahneye geçmeden metinden başlamak isterim zira metin, Kemal
Başar’ı özetliyor. (Bu ayrıntılarla uğraşmak istemeyenler bir alt başlığa
geçebilir.)
Kemal Başar’dan
“Dramaturjim 2”
Kemal Başar’ın “dramaturjisi”nde Hayalet bir tek Hamlet’e
görünüyor. Hayalet’i başkalarının görmemiş olması onu Hamlet’in kendi kafası
içinde kurguladığı gibi bir sonuca götürüyordu ki ben bunu beğendim ama oyun
içinde bu fikrin izini süremedim.
Hayalet hemen oyun başında Hamlet tek başınayken ona görünür ve olayları anlatır. Hayalet
çıkınca Horatio girer. Hamlet “Kafamın
içinde babamı görür gibi oluyorum. Bir bir anlatacağım sana gördüklerimi.
Kendimi deli göstermek isteyebilirim. Beni başka türlü görünce bir şeyler
biliyor görünme halimden.” der. Hamlet Horatio’ya Hayalet’ten bahsetmez,
biz kafasının içindeki kuşkuları paylaşacağını düşünürüz Hamlet’in. Hamlet’in “Rahat et rahatsız ruh” demesi de “ortada”
bir söylemdir, kendine mi yoksa Hayalet’e mi söylüyor kesin değildir(ben öyle
“oku”mak istedim) Öyle olması bir önceki paragrafta anlatılan kurguya daha uygundur ve
bu kurgu hiç de fena sayılmaz.
Oysa oyunun ilerdeki bir sahnesinde Hamlet, Horatio’ya “Babamın ölümü üzerine anlattıklarımı oldukça
andıran bir yer olacak. Amcamı izle. Gizlediği cinayet sözün bir yerinde
kendini açığa vurmazsa eğer cehennemlik bir hortlak görmüşüm sadece” der.
Bu sahnede Hamlet’in Horatio’ya Hayalet’ten bahsettiğini anlarız. İşte
bu replik, kurgunun “büyüsü”nü bozar.
Sahnedeki canlandırma sonunda Hamlet, Horatio’ya Kral’ın “Zehir lafı edilir edilmez” tedirginliğe
düştüğünü söylemeseydi keşke. Zira eski
Kral’ın yeni Kral tarafından öldürülmesidir önemli olan. Hamlet Horatio ile “babasının Kral(amca) tarafından öldürülmesi”
kuşkusunu paylaşmış olabilir ama cinayetin ayrıntısını Hayalet’ten sadece o duymuştur.
Horatio’ya zehirden bahsetmesi Hamlet’in Hayalet’i gördüğünü söylediği anlamına gelir. Benim düşündüğüm kurguda söylememesi
gerektiğine göre de “zehir”e yapılan bu vurgu gereksizdir. Oyunun bence en can alıcı “oku”ması da
böylelikle heba edilmiştir. Ama aslında yönetmenin böyle bir niyetinin de
olmadığı ortaya çıkmıştır.
Kemal Başar’ın oyununu “bitiren” o meşhur tirat (“Var olmak
yok olmak”) Shakespeare’in metninde,
Hamlet henüz kendi kendine tereddütler içindeyken söylenir ve oyunun ve
de Hamlet’in dönüm noktasıdır. O
tirattan sonra Hamlet’in oyunda gösterdiği birkaç bilinçli hareket var: Ophelia’yı kendinden soğutuyor, annesini
uyarıyor, Guildenstern ve Rosencrantz’ı ölüme gönderiyor, Kral’a oyun kuruyor
ve oyun sonunda Kral’ı öldürüyor. Aslında tüm bunlar Hamlet’in “kendince” bir şeyler
yapma çabasını gösteriyor. Ölmek üzere olan bir adam, hayatının sonunda “Var olma ile yok olma” üzerine felsefî
bir tirat atacak halde midir? Ayrıca seçimini de yapmıştır zaten, Horatio’nun
elinden zehirli kupayı alır ve “benim hikâyemi
anlat” derken “VAR OLMA”yı seçer “OLMA”yı değil. Ama Kemal Başar Horatio’nun
bu girişimini de yok ettiği için bu “ince” ayrıntı da ortadan kalkmıştır.
Ayrıca, Kemal Başar, Sabahattin Eyüboğlu’nun çevirisini kullandığını belirttiği
halde ona uymamış ve “olmak ya da olmamak” demiş ki bu da
bence doğru değildir.
O meşhur “Var Olmak Yok Olmak” tiradı ile oyunun
bitirilişine de bir daha rastlamam umarım(dilerim) Bir oyunda sıralamayı
değiştirmek bir iddiadır ve ben iddialı olanı sevmişimdir. Ama bu yazara,
“senin yaptığın doğru değil” demektir aynı zamanda. “Doğru”yu nasıl
ölçeceğiz? Bizim yani seyircinin buna
inanması her zaman yönetmenin başarısını göstermez. Bir şiiri okurken en sevdiğimiz dize(leri)
istediğimiz yerde istediğimiz kadar tekrarlayabilir miyiz? Hamlet’in en bilinen
en çok hatırlanan en çok sevilen tiradını seyirci salondan çıkarken en son
hatırladığı yer olan finale koymaktan amaç nedir, ne olabilir? Tüm oyunu o
tiradın gücüne bağlamak nasıl bir şeydir? Bu, bir anlama, “yapmak istediğimi yapamadım hiç
değilse iyi izlenim bırakayım” demek olmaz mı?
Shakespeare’in Hamlet’i
durup dururken tirat atmıyor bir nedeni var. Hamlet kafasını meşgul eden
sorunun cevabını ve çözümünü arıyor oyun boyunca, hayatı da öyle yaşıyor. Örneğin
“Utanmalı değil miyim ki şu
oyuncudan ki sadece bir oyunda bir acının gölgesinde yalnız, düşüncesinin
avucuna alıyor yüreğini” repliği
Kemal Başar’ın Hamlet’inde yok. Ama bu repliği ona söyleten oyuncunun
tiradı da yok zaten. Hamlet “pat” diye ortasından giriyor kendi tiradına.. Polonya’ya giden orduyu görüp Komutan ile
konuştuktan sonra Hamlet’in “Bütün bu rastlantılar nasıl mahmuzluyor
beni…” diye başlayan ve içini
döktüğü tirat ise Komutan ile birlikte yok.
Kemal Başar’ın,
Hamlet’in annesine “Öyle bir şey
ki yaptığın … “diye başlayan tiradını doğrayıp bu repliği bir sonraki
tirada bağlaması da bence hoyratça bir iş. Zira “o” tirat ikincisinden daha
önemli.
Hamlet’in Guildenstern ve Rosencrantz ile ilk karşılaşması ve takiben Polonius ve
oyuncular sahnelerinin “kuşa dönmüş”
olmasına çok üzüldüm. Hamlet o sahnelerde kendini ve tiyatroyu
anlatıyor. Hamlet ile Guildenstern ve Rosencrantz arasındaki ilk
karşılaşma Hamlet’in yalnızlığını anlamamız için ve de tiyatro sanatı
adına olağanüstüdür ama “Kemal Başar’ın
dramatürjisi”ne girmeyi başaramamış.
Oyundan Fortinbras’ın(Norveç’in) ve sonda İngiltere’nin(elçi)
çıkarılması bence kullanılması gereken bir şansın elden kaçması demek. Ülkeyi
kendinden ibaret dünyadan soyutlanmış gibi göstermek, dış etkilerin iktidar
savaşına olan tesirlerini göz ardı etmek doğru gelmiyor bana. Kral
İngiltere’den yardım istiyor öte taraftan. Siz içinizdeki “erdem ve yalnızlık”
savaşlarınızla meşgulken dış güçler “geçerken” ülkenize uğrar ve el koyar. Bu
zamanda bu hususun devre dışı bırakılmasını “çağdaş” bir yorum olarak
algılayamıyorum.
Hamlet ile Ophelia arasında geçen konuşmada Hamlet “Olur ya! Doğruluğun güzelliğinizle hiçbir
alış verişi olmamalı” der. “Olur ya!” Ophelia’nın “Güzelliğin doğruluktan daha iyi bir arkadaşı olabilir mi?” soruna
verilen cevaptır. Oysa Kemal Başar, Ophelia’nın o repliğini doğramış, Hamlet’i
de anlamsız bir cevaba zorlamıştır.
Kral, perde arkasında Hamlet’in Ophelia’ya söylediklerini duyar, Hamlet’in davranışlarından kuşkulanır ve “Aşk değil içini kemiren. Başka bir sır
yatıyor derdinin arkasında” der. Kemal Başar, Kral’ın kendisini dinlediğini
bilerek konuşan Hamlet’in şu sözlerini doğramış: “ ….. hayasızlığı saflık gibi göstermeler… Deli etti bunlar beni! Bundan önce evlenenler
bir tanesi dışında öyle yaşasın gitsin” O sözler doğranınca Kral’ın sözleri
de anlamsız kalmış.
Hamlet “Babam öleli
iki saat bile olmadı” deyince Ophelia “ Aman
ne diyorsunuz. İki aydan çok oldu” der. Hamlet “O kadar oldu demek” diyerek Ophelia’ya ve diğerlerine “kaçıklığını”(?), seyirciye ise içindeki
“yalnızlığı ve sıkışmışlığı” anlatır. Kemal Başar Ophelia’nın cevabı ile başlayan kısmı
doğramış.
Kral “Korkular ve
karanlıklar düştü içime birden” derken tehlikenin kendisine doğru geldiğini
ve “yalnız kalmaya” başladığını hissediyor ve bu da oyunda bir dönüm noktası. Ama
Kemal Başar bu repliği de doğramış.
Hamlet hâlâ annesine karşı dürüst ve açıktır, “kaçık” da
değildir, “tuzağa karşı tuzak”
kuracağını söyler. O replik de Kemal
Başar’da yok.
Kemal Başar’ın Hamlet’i Kral’a “Tanıdığım bir hayalet var o anlıyor” diyor oysa S.Eyüboğlu,
“hayalet” yerine “melek”i (“cherub”) kullanmış
ki bence daha yerindedir.
Mezarcılar sahnesinin doğranması da hiç iyi gelmedi
bana. Belki de “çağdaş”tı onun için anlayamadım!
Yukardaki “doğrama”lardan sonra geriye kalana ancak Kemal
Başar “Hamlet” der bana göre. Bunları “doğrarsanız” ortada kalana Hamlet
denilebilir mi? Aslında yukarda
bahsettiğim hususlar Kemal Başar’ın temalarından biri olan “yalnızlığı” da yok
etmiş.
Hamlet’teki “iki
baba, iki oğul, iki kadın”dan neler çıkar neler.. Mesele dengeleri fark etmek
ve “bozmamak”.
“Halat”lı Dekor
Dekora (Murat Gülmez) şöyle bir baktım. Sahne arkasını yarım
ay şeklinde çeviren ve iki kademeli bir “halat duvarı”. Dairenin seyirci
tarafında sahne ortasına yönelmiş dört spot. “Dünya bir sahnedir” fikrine güzel bir gönderme. Yalın bir tasarım
ama gene mi halat? Bu halatlar Romeo ve Jüliet’te de vardı ama o sahnede sütun olmuştu,
kişinin hapishanesi gibiydi.(Kiliseye de gönderme yapıyordu) Hamlet’te ise
halatlar açılmış ve tüm sahneyi çevrelemiş ki bu bence sahne yani ülke yani dünya bir hapishanedir
algısına açık. Bu Hamlet’in repliğine de gönderme ama öte yandan Kemal Başar, bir “halat serisi” mi yapıyor
diye de düşündüm.
Dekor Tasarımındaki fikri beğendim ama mizansen açısından kullanımının yeterli olmadığını
düşünüyorum, bir önceki oyuna yaptığı çağrışımı ile de memnun olmadım, “yeni”
bulmadım. Sahneyi çevreleyen halatları bir an için hapishane demirleri olarak
düşünün ve sahneyi bir hapishane olarak hayâl edin. O demirleri yumuşatan
tiyatronun gücüdür de Kemal Başar, bunu bu bilinçte kullanabilmiş mi? Hayır! Mizansene bakarak oyuncuların giriş çıkışlarında bu “halat duvar”ın
anlamlı bir şekilde kullanıldığını algılayamadım. Şunu söylemem gerekir oyunun
tek “çağdaş” öğesi “halattan mezar”dı ama bence olmasa da olurdu. Zira “atraksiyon” olarak kaldı. Mezarlık
sahnesinde halatların düğümlerini çözmeye çalışan mezarcı resmi belki de oyun
boyunca sahnede asılı halatlardan birinin, “düğümlendiği” için toprağa
“düştüğünü” çağrıştırdı ama bu da “desteksiz” bir metafordu. Belki de mezarcı
kendi kaderinin düğümleri ile meşguldü kim bilir. Oyunun bütünündeki felsefî düzeyi
düşündüğümde benim “olmamıştan olmuş” yaratma gayretimin boş olduğunu anladım.
Kostüm’ün Verdiği
Mesaj
Kostümlerin(Tasarım: Berna Yavuz) özellikle kullanılan
malzeme açısından “zayıf” kaldığını, pantolon ve ayakkabıların ekonomiye kurban
gittiğini söylemem gerek. Sahneyi karartan rengin siyah ağrılıklı
olması sanırım yönetmenin tercihi.
Oyun başlayıp oyuncular sahneye gelince başka şeyler
olduğunu fark ettim. Kostümlere bakınca Hamlet’in siyah renk ağırlıklı bir oyun
olacağını hissettim. Bu bana Romeo ve Jüliet’in beyaz ağırlıklı olduğunu
hatırlattı. Hamlet’te kıyafetinden din adamı olduğu anlaşılan bir oyuncunun
kukuletası o karanlık içinde kırmızı kırmızı parlıyordu. O zaman “uyandım”,
Kemal Başar bir üçleme peşinde ve üçüncü oyun “kırmızı ve halatlı” Macbeth olmasın! Doğrusunu isterseniz bu trük çok kullanılmış,
hatta üç renkli bir film üçlemesi de var ama onlar “Fransız”. Hele “benim”
diyen bir Türk yönetmen denenmişi neden denesin?
Müzik ve Işık
Onlarsız düşündüğünüzde etkisi yarı yarıya azalacak olan oyunda
Müzik (Can Atilla) ve Işık(Yüksel Aymaz)
atmosferi oluşturuyor ve oyunun her şeye rağmen seyirci üzerinde biraz da olsa
etki yapmasında payları büyük.
Müziğin özellikle başlangıçta yarattığı kilise “havası”nı
çok sevdiğimi söyleyemem ama müziğin oyunun alt yapısını(temelini)
oluşturduğunu söyleyebilirim. Mezarcı’nın türküsü her şeyin “kuşa” çevrildiği
oyunda bence uzun.
Dairenin seyirci tarafında belli arayla dizilmiş ve sahne
ortasını hedefleyen dört spot. Sahne önünde ise ışık yönü sahne boyuna paralel
ve birbirini hedeflemiş yerden yüksek iki ayrı spot. Bu sahne düzeninde en
belirgin ve çarpıcı bir görsellik, işlevselliği de ayrıca hünerli. Işık düzeninde önden yapılan aydınlatmada
sahne arkasının tümüyle kararması bence ışık ustalığı. Sahne önünün bu tür bir
yalnızlık mekânı olarak kullanılması da güzel bir düşünce.
Ama ışığın tam olarak kullanıldığını söyleyemem. Örneğin Hayalet’in Hamlet’e göründüğü sahnede önden
verilen ışık ile Hamlet’in gölgesi sahne fonunda büyüyor ve Hayalet Hamlet’in içinden
çıkıyor ve de bir parçası oluyordu(sanki) Bu mizansen tesadüfen çıkmamış ise(metne
bakınca “tesadüf” diyesim var) şahane bir yorum ancak yarım kalmış. O sahnede
önden verilen ışıklarla oynanarak gölgenin yer değiştirmesi ve Hamlet’in kendi
etrafında dönerek gölgesini yakalamaya çalışması mükemmel olurdu. Bu
“yalnızlık” temasına bir katkı olurdu. Hamlet,
bir kez geriye yani büyüyen gölgesine dönüyor genellikle seyirci arkasından
gelen Hayalet’e konuşuyor; dönerek ve
arayarak konuşmasını tercih ederdim. Öte yandan Hamlet’in içinden çıkan Hayalet
temasının oyunun genelinde kullanıldığını da söylemek mümkün değil. Oysa
rejinin temeli olabilirdi. Bu fikrin daha ileri bir kullanımı, Hamlet’in herkesin yüzünde Hayalet’i
görmesidir ki bence en esaslı “yalnızlık” o olurdu.
Oyunculuk
BeniM temel
eleştiriM Hamlet’in “bütün
olmamasına” yönelik. Hamlet güzel
parçaları olan ve güzellikleri de Shakespeare’in söyleminden alan bir oyun
olmuş. Bunu Arda Aydın, Hakkı Ergök, Lale Başar, Beste Bereket , İsmail
İncekara kendi kişisel yeteneklerini
ortaya koyarak başarıyorlar. Bu oyuncular, sıra kendilerine gelince virtüözitelerini gösteriyorlar. Kemal Başar, kadronun geri kalanının (Sertan
Müsellem, Mesut Yılmaz, Cemal Gönen, Hakan Eke, Kosta Kortidis, Alkış Peker,
Asena Doğan, Mehmet Emci) yeteneklerini göstermelerine yetecek metin bırakmamış ortada. Onlar için
bir değerlendirme yapmam onlara ayıp olur. Bu dengesiz dağılım da oyunun
“bütün” olmasının önündeki engellerden
biri. Okan Bayülgen’in “sesi”nin oyuna pazarlama dışında bir katkısı olduğundan
kuşkuluyum. (Kime “pazarlama” ise?)
Dans, Afiş, Fotoğraf,
Film, Ses, Prodüksiyon Sorumlusu, Asistan
Pandomim, dans, döğüş ve düello sahnelerini hiç beğenmedim,
yapay ve zayıf buldum. Öğretmen-öğrenci işbirliği verimli olmamış. (Koreografi:
Hugo Wolff)
Afiş’te(Nazlı Ongan) kullanılan son lifi kalmış koptu
kopacak halat, oyunun sahnesindeki halatları hatırlatması dışında bana özel bir
çağrışım yapmadı. Ne “koptu kopacak”? Oyunun “tema”sı ile ilgisi ne?
Karşıma çıkan oyuna ait fotoğrafları çok da beğenmedim. Ama
gördüklerimin Serhan Oksay’a ait olup
olmadığını bilmiyorum.
Meraklı olanlar internetteki kısa flmi(Yönetim: Tayfun
Dinçer) görmüşlerdir. Sanırım o kastediliyor. Bu arada oyunun 7,5 dakikalık bir
videosunu da gördüm. Her ikisi için de olumlu düşünüyorum. Ancak oyunun özeti
gibi olan video ticari olarak baktığımızda çok uzun.
Özellikle müziğin fon yaptığı bir oyunda ses( Şükrü Tümşen)
açısından bir sorun yaşamadık.
Bir gala gecesi olması nedeniyle isimleri anons edilen sahne
teknisyenleri Yaprak ve Yunus’u bu yazıda anmak isterim.
Oyunun Prodüksiyon Sorumlusu Emek Baylan, asistanı Bulut Güneş’in isimlerini de anarak Kemal Başar’ın “ekibini”
tamamlamış oluyorum.
Yönetmen Yardımcısı
En sona bilerek “yönetmen yardımcı”sını bıraktım, Kemal
Başar da onu “ekibinden” saymıyor(herhalde).
Ayrıntılarını bilmemekle birlikte yönetmen yardımcısının ( İrem Arslan
Aydın) yönetmen ile olan işbirliğinden memnun olmadığını biliyorum. Yönetmenin “ben, BEN” söyleminin İrem Arslan Aydın’a kulak verilmesinin önünü
tıkamış ve de onun katkısına gereken değerin verilmemiş olduğunu anlıyorum. Kemal Başar’ın genel söylemini bilenler için hem oyun metnine
verdiği isim hem de afişteki “reji ve dramaturji” ifadesi ile “her şeye”
sahiplenmesinin böyle bir duruma
neden olmaması şaşırtıcı olurdu.
Erdem
Yazının sonunu erdem
ile bağlamak istedim. Zaten Kemal
Başar’ın seçtiği diğer tema da “erdem”.
Oyunda kim erdemli? Erdem temasını nasıl anlatırız? Yokluğundan da
anlaşılabilir elbette ama öyle bir çaba var mı? Erdem nedir?
Erdem öylesine geniş bir felsefi kavram ki.. Tüm tanımları
göz önüne alıp Hamlet oyununda “erdem”i
aradım..
“Erdemli insan
yaşamını aklı ile yöneten, tüm karar ve
davranışlarına aklı ile yön veren insandır.”
“Sözlükte, ‘Ahlâkın
övdüğü alçak gönüllülük, yiğitlik, doğruluk gibi niteliklerin genel adı,
fazilet’ ve ‘insanın ruhi olgunluğu’ diye tanımlanır.”
“Platon erdemi bilgi
olarak tanımlar,’ Ancak bilgi sahibi olan erdem sahibi olur. Bilgi, değişmez
olanın bilgisidir, o da akılla korunur ve bilge doğru bilgiye sahip kimsedir’
der.”
“Erdem, cesarettir,
ketumiyettir. Gönlünü aklınla uzlaştırmak ve vicdan muhasebesi yapmaktır.
Vicdan için odaklanılacak olan yer kalbimizdir.”
Bunların hiç biri yok Kemal Başar’ın Hamlet’inde.. Hamlet’e
en yakın bulduğum şunlar:
“Friedrich Hegel:
Erdem, varlığın bilincidir.”
Ama Hamlet “var olmak
mı yok olmak mı” sorusunu soruyor.
“Joseph Butler:
Kişinin kendi kendini yargılamasıdır.”
Ama Hamlet kendini yargılar gibi görünüp aslında mazeret üretiyor,
sürekli bir kararsızlık ve kaçış hali içinde.
Bunları da “uyduramadım” .
Hamlet’e uymasa da şu sözlerin Kemal Başar’a bir hatırlatma
yapacağını söyleyebilirim:
“Plautus : Gerçek
erdem nedir, bilir misiniz? Kendini
beğenmemek, yaptıklarını yeter bulmamaktır.” “Erdem aşırı uçlarda bulunmama, ölçülü ve dengeli olmaktır.”
Bu Hamlet’ten bu dersi çıkarsak bence yeter.
Ben onun için “Kemal
Başar’ın Hamlet’i” dedim ya…
Melih Anık
Melih Anık'ın yazısında doğru ve yararlı bulduğum tek saptama:
YanıtlaSil"her şeyin “kuşa” çevrildiği oyun".
Yazıda anlamlı ve yararlı bulduğum tek cümle:
"Oyunun bütünündeki felsefî düzeyi düşündüğümde benim “olmamıştan olmuş” yaratma gayretimin boş olduğunu anladım."
Melih Anık "Asparagas Tiyatro" kafasıyla iyi tiyatro da yapılabileceğine dair safça umut beslemeye devam ettikçe; "gayretlerinin boş" olduğunu anlamakta her defasında geç kalmaya mahkum olacak.
Sansürcü Kemal Başar'ın bir "erdem" anlayışı olabileceğine de aynı saflıkla inanan Melih Anık diyor ki: "Tüm tanımları göz önüne alıp Hamlet oyununda “erdem”i aradım.."
Bize sorsa, oyunu görmeden söylerdik, bulamayacağını...
COŞKUN BÜKTEL
Sayın Fatma Güren,
YanıtlaSilMesaj adresim melihanik@gmail.com.. Yorumunuzu buraya gönderin size mesaj olarak cevap vermek isterim.
"Hamlet bu değildi" notuyla yorum yapan sevgili okur, Görüşlerinize katılıyorum ama maalesef isim bırakmamışsınız. Bu nedenle yayımlayamıyorum yorumunuzu. Özür dilerim.
YanıtlaSil