Büyünün Gözleri’ni, İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti
Ajansı Türkiye Üniversiteleri Tiyatro Şenliği kapsamında 28 Mayıs 2009’da Nişantaşı “Hadi Çaman Sahnesi”nde
Kafkas Üniversitesi Tiyatro Topluluğu’ndan Erdoğan Karaşah rejisinden
seyretmiştim. Oyunda ilgimi çeken şey ise metin olmuştu. Oyunun yazarının adını
ilk kez o gün duydum. Araştırdım kitabı
buldum, okudum. Oyun içindeki özlü sözler dikkatimi çekti. Herhalde bir
yerlerden derlenmiş bir araya getirilmiş diye düşündüm. Ancak yazarın internet
sitesini (http://mehmetmuratildan.hpage.com/)
bulunca şaşkınlığım daha da arttı. Zira yaşını başını almış birini beklerken
oyunun yazarı 1965 doğumlu idi ve oyunu
2000 yılında yani 35 yaşında yazmıştı ve de özlü söz yazmak yazar için 15
yaşlarında başlayan bir tutku halindeydi. Büyünün Gözleri’ne geçmeden önce yazarın
hayat hikâyesini özetlemek gerekiyor.
“ Mehmet Murat İldan 1982 yılında Ankara Yenişehir Lisesi'ni
bitirdi. 1988 yılında ODTÜ Ekonomi bölümünden lisans derecesi aldı. 1991’de
İngiltere’nin Essex Üniversitesi’nden mastır derecesi aldı. 1997’de, Essex
Üniversitesi’nde doktora yaptı. 1999 yılında iktisat mesleğini bıraktı; 6 ay öyküler
yazdı. 2000 yılından itibaren tiyatro oyunları yazarak profesyonel yazarlığa
geçti. 2000 yılında Ahmet Naim'e Armağan isimli kitapta 4 öyküsü yayınlandı.
2000 yılı Samim Kocagöz Öykü Yarışması’nda "Kara Sinek" isimli
öyküyle ikincilik ödülü aldı. 2000 yılında, Büyünün Gözleri isimli oyunu
Kadıköy Belediyesi Ulusal Oyun Yazma Yarışması'nda Birincilik Ödülü aldı. Oyun,
Yurdanur Salman tarafından İngilizce'ye çevrildi; ABD'de "Absinthe - New
European Writing" edebiyat dergisinde kısmen yayınlandı; William
Shakespeare, Galileo Galilei, Dilencinin Kehaneti, Emmanuel Arago'nun Günlüğü
ve Her Şey Marianne'la Başladı isimli oyunları da İngilizce'ye çevrildi.
Büyünün Gözleri 2004’te Maltepe Üniversitesi Tiyatro Yarışması En İyi Senaryo
Ödülü’nü aldı. Basılı Romanları Genç
Werther'in İlk Acıları (2007), Paris'in Altındaki Güller (2006) ,Antikacı
Arago'nun Günlüğü (2005); Basılı Tiyatro Oyunları: Üstat William Shakespeare
(2002), Mohandas Karamchand Gandhi (2002), Dilencinin Kehaneti (2001), Galileo
Galilei (2001), Sakyamuni (2000),
Büyünün Gözleri (2000), Ormanın Hayaletleri (2000); Basılı Öyküleri; Sisam Adası Aşıkları (2006)”
Parlak bir eğitim 4
yılda 18 oyun yazabilecek kadar doğurgan bir yazarlık kariyeri.. Pek çok ödül.. Özlü sözlerine ve de kitap isimlerine bakarak
bile sahip olduğu entelektüel birikim anlaşılır. Yazarın Shakespeare hayranlığı
ise hem internet sayfasından hem de Büyünün Gözleri’nden anlaşılıyor. Yazarın
ifadesi ile “’Büyünün Gözleri’, İtalyan halk tiyatrosu ekseninde yüzyıllar
öncesinden günümüze uzanan bir tiyatro anlayışıyla yazılmıştır. On altıncı
yüzyılda yaratılmış ve o dönemde yaşamış olan halk tarafından beğeni kazanmış
olan bir tiyatro tarzının içselleştirilmesinin doğal bir sonucu olarak ortaya
çıkmış bir oyundur bu.” Oyunda bu çaba öne çıkar. Âdeta “Bir Commedia dell’arte oyunu yazayım” kararıyla
başlayan bir çaba. Bu arada M.M.İldan özlü söz söyleme ile öylesine meşgul
ki örneğin şu gerçeği atlamış: Pellico: “Galileo
Galilei isimli bir matematikçi bütün İtalya’yı sallıyor!” repliği ile bize
oyunun Galilei’nin yaşadığı 1564-1642 yılları arasında geçtiğini söylerken iki
üç replik sonrasında Kont Montiverdi: “Âdeta bir gotik sanat harikası sivri mi
sivri! Milano Katedrali’nin kuleleri bile senin aklın kadar sivri değildir”
diyerek Pellico’nun dediği ile çelişiyor. Zira 1386’da inşasına başlanan Milano
Katedrali’nin sivri kuleleri 1856 tarihli. Bu tarihsel çelişki oyunun güzelliğini
bozmuyor. Hülya Karakaş rejisinde de bu “Milano katedrali” çıkarılmış.
(Dramaturg: Gökhan Aktemur)
Mehmet Murat İldan öylesine bir yazma tutkunu ki kendi oyunu
için de bir sayfa hazırlamış. (http://mehmetmuratildantiyatro.wordpress.com/2012/11/16/buyunun-gozleri-tiyatro-oyunu/)
Oyunun Konusu
Oyunun konusu o sayfada şöyle anlatılmış:
“Soylu bir adam, Kont
Monteverdi, kumar nedeniyle büyük bir borç altına girmiştir. Tek umudu, pek
bakımlı olmayan kızı Sinyora Vittoria’yı kasabadaki zengin tüccar Domenico’yla
evlendirmektir. Bunun için bir büyücüye başvurur ve büyücü de tüccarın saçından
bir tutam ister.
Kontun uşağı Pellico,
tüccarın berberini tanımaktadır ve tüccarın saçından bir tutam koparması için
berbere ricada bulunur; ancak berber, bekâr olduğu için ve evlendirilmek
istenen kızı da zengin sandığı için kendi saçını vererek bir kurnazlık yapar.
Bu kurnazlık ona çok pahalıya mal olur…
Berber Tartini bir
süre sonra kızın bakımsız ve alımsız olduğunu ve babasının da borç batağına
saplandığını öğrenir. Tek çare büyünün geçerli olmadığı bir manastıra
sığınmaktır. Ancak Tartini bir tanrıtanımazdır! Bir Fransisken manastırına
sığınırsa da dini hayata uyum sağlayamaz. Kont iflas ettiği için Pellico da bir
süre sonra aynı manastıra gelir…
Tartini intihar etmek
istemektedir. Ancak uşak Pellico ona bir fikir verir: Sinyora Vittoria’yı
öldürmek!”
Bu amaçla bir kiralık katil tutulur ve…. (Gerisini oyunu
seyrederek öğrenin.)
Oyunun Özellikleri
Olay örgüsü ve karakterlere baktığınızda oyunda Commedia dell’arte havası olduğunu
hissedeceksiniz. Ben oyunu ilk seyrettiğimde
Büyünün Gözleri’ni, Moliere karakterlerinin Shakespeare’ce konuştuğu bir
oyun olarak algılamıştım. Bugün de aynı kanıdayım. Oyunda özlü söz
“bombardımanı” var. (Yukarda bağlantı verdiğim sayfada oyundaki özlü sözleri
yazarının listelemesiyle bulabilirsiniz.) Bu da şöyle bir izlenim bırakıyor okuyanda:
Önce özlü sözler yazılmış, sonra da bu özlü sözleri kullanmak için oyun
karakterleri seçilmiş ve de olay örgüsüne karar verilmiş. Tersine izlenen bir
yol sanki. Hatta yazar, bazı özlü sözünü de dışarıda bırakmaya kıyamamış da
denilebilir. Karakterler kostümlerine bakmazsanız aynı “soylu sülale”ye aitmiş
gibi konuşuyor. Kendisiyle yapılan bir söyleşide yazar, “Bir
oyuna ya da bir romana başlarken ilk cümleyi yazarım, sonrasında ne
geleceğini bilmem, sisler içinde
ilerlerim; hiçbir zaman ne bir sonraki sahneyi bilirim ve ne de bir sonraki
bölümü. Okuyucu nasıl okuyorsa ben de öyle yazıyorum.” demiş. Bunun
zorluğunu mutlaka yönetmen çekmiştir.
Yönetimin Katkısı
Değerini ihmal ve göz ardı etmemekle birlikte yazar M.M.İldan
şanslı imiş ki iyi bir ekibin eline düşmüş. Oyunun yönetmeni Hülya Karakaş metni
derleyip toparlamış ama ruhuna dokunmadan metnin istediği görselliği yaratmış,
budayarak ortaya 80 dakikalık bir oyun
çıkarmış. Metinden gelen ağırlık sahnede hızlanmış. Bu derlenip toplamada dramaturg Gökhan Aktemur’un
rolünü belirtmek gerek. Sonuçta yönetimin
(yönetmen, yardımcısı(Ersin Umulu), dramaturg) yazar ile işbirliği sonucunda
metin yalın hale getirilmiş ve yönetmen “meyve”yi
olgunlaştırmış. En önemli husus oyun sonu ile ilgili. “Belki de hüzünlü dünyada mutlu olmanın tek
yolu büyüdür” mesajlı metindeki oyun sonu,
büyücünün "Güzellik bakanın
gözündedir. Ve yapılan hiçbir büyü gerçekten daha olağanüstü değildir. Ne kadar
ürkütücü bile olsa üstüne yürümek lâzım gerçeğin!" şeklindeki
sözleriyle bitirilmiş. Finalin gurup tarafından yapılan bir dansla bitirilmesi
ve müzik eşliğinde yalın bir gerçeğin tekrarlanması hem oyunun ruhuna uygun hem
de anlaşılır olma açısından yerinde. (“Hayat budur, onu yaşayın/ Dua etmeden
önce bağışlayın/ İncitmeden önce hissedin”)
Yönetmen(yönetim) neler yapmış derseniz: Oyun o kadar söz
ağırlıklı ki bunu dengelemek için minimal
bir anlatım seçmek lâzım, seçmiş: anlatılan hikâye öylesine düş gibi ki bu
düşün tiyatral karşılığı gerekirmiş, dekoru
fon perdesinde yaratarak gerekeni yapmış. Oyun “güldürü” sınıfında o da
sinevizyon görüntüleri dahil olmak üzere komik unsurları kullanmış. (Videodaki
kırmızı kurbağanın perde dışına zıplaması ve havuzdan çıkması, ağacın yer
değiştirmesi) Oyun sonu mesajı daha anlamlı hale gelmiş. Manastır sahnesini
seyirci arasında başlatmak, keşişlerin yüzünü göstermemek çok iyi bir
trük. Oyunda sadece Pellico’nun mask kullanması güzel. Zira oyunun
tek “fırıldağı” Pellico, diğerleri gerçek yüzleri ile ortada. (“Numara yap
kendin gibi olma”) Metinde erkek olan Pellico ve Büyücü rolleri kadınlar
tarafından oynanıyor. Çirkef, kötü, kumarbaz, kızını aşağılayan baba karakteri
“düzeltilmiş”. Bazı sahnelerde oyuncunun kendini tanıtması, “biz bu sahneyi
fazla uzatmadık mı?” repliğinin kullanılması gibi “epik” ögeler kullanmış ki bu
da anlatılan masala çok uygun. Ancak kafama
takılan bir şey var: Tüccar Domenico’nun saçı “gerçek” iken berberin saçının “hayâl”
olması bilerek yapılan bir seçim diye algıladım ama kolay anlaşılır olmadığını
söylemeliyim. Muhtemelen yönetmen büyünün “gerçek” olmadığını vurgulamak için
öyle yapmış olmalı. Bir de seyircinin oyuna ısınması biraz gecikiyor. Bunda
metnin masalsı anlatımının da rolü var.
Oyuncular
Bu oyundan aklımda yer eden ilk oyuncu Pınar Demiral. Vittoria’da “sevimsizden sempatiğe” dönüşü
mükemmel yaşatmış. Oyun içindeki bu şematik kalan değişim onun oyunculuğu ile
anlaşılır oluyor. Hatta şunu söyleyebilirim o sahneye girince salon daha bir
hareketleniyor. Bu reji açısından biraz gecikmiş bir reaksiyon zamanı.
Kutay Kırşehirlioğlu(Kont Monteverdi) ve Nazan Yatgın(Pellico) oyunun antresini yapan oyuncular. Pellico’nun
bir kadın tarafından oynanması da güzel bir tercih. Yatgın hakkını
veriyor. Onların “temperamanı” oyunu
belirliyor. Bence bu görevi de hakkını vererek yapıyorlar ancak metnin
“dolu”luğu ve de söylem seyirciyi ilk girişte şaşırtıyor mu ne? O anlardaki
espri düzeyi de “farklı”.
Hülya Karakaş’ın (Metastasio) “büyücü” (Büyücü de metinde erkek rolü ama
sahnede kadın) gibi abartılmaya ve “klişeleşmeye” müsait bir rolde tutturduğu
dengeyi dikkate sunmak isterim. Başkasına anlatılması zor bir rol ama o oyunun
yönetmeni olmanın avantajını da kullanıyor.
Oyunculuğunu beğendiğim Murat Coşkuner’i (Tartini) bazı sahnelerde fazla heyecanlı buldum. Belki
de açılış “temperamanı”nı devam ettirmek istiyor. Bazı sahnelerde sakin olması
gerek. Aynı heyecanı oyun boyunca sürdürmek oyununu tekdüzeleştiriyor.
Ömer Barış Bakova(Tüccar Domenico- Keşiş) ve Özgür Dağ(Katil-Keşiş) rolün imkanlarını iyi değerlendirmişler. Bu
ikili yüzleri görünmeyen keşişlerde de başarılı.
Tasarımlar
Bir koltuk, bir havuz demeyin minimal sahne tasarımı, fonda
yansıyan mekân görüntüleri, sahneleme ile bir bütün oluşturuyor, ben çok
başarılı buldum. (Sahne Tasarımı: Rıfkı Demirelli)
Işık fazla gölgeli. Sanıyorum sahne imkânsızlıklarının da
bunda rolü var. Ancak “büyü”, masal atmosferini iyi veriyor. (Işık Tasarımı: Mahmut Özdemir)
Kostüm Tasarımı(Eylül Gürcan) bence bu masalsı metne çok
uygun.
Baba Zula tarafından yapılan müzik ,oyunun naifliğine uygun
ama yüksek volüm sözlerin anlaşılmasında
güçlük yaratıyor.
Video Tasarım’ın (Aksel Zeydan Göz) başarılı olduğunu
düşünüyorum. Ben Şehir Tiyatroları’nda ne video tasarımlar gördüm. Bu oyundaki çok iyi.
Efekt Tasarımı (Nesin Coşkuner) başarılı.
Büyünün Gözleri’nin başarısı yazar seçimi ve metne uygun
reji ve de ortaya çıkan biçemden kaynaklanıyor. Hepsinde de Hülya Karakaş ismi
var. Başarıdaki büyük payı Hülya Karakaş’a vermek yanlış olmasa gerek.
Büyünün Gözleri, hem tiyatral hem de içerik olarak “dolu” bir
oyun. Ben seyretmekten çok keyif aldım.
Melih Anık
Ödüllü Oyunlar 2 – Mitos Boyut- 109
Not: Yazı Milliyet Blog'da yayımlanmıştır.
Not: Yazı Milliyet Blog'da yayımlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder