19 Nisan 2014 Cumartesi

“5 Fasılda Tükenmek” – KaST(Kadıköy Sanat Tiyatrosu)

Kadıköy Sanat Tiyatrosu’nu(KaST) Striptiz isimli oyunla tanıdım. Mehmet Avdan’ın rejisi için gitmiştim, iki oyuncu (Salih Usta ve Serdar M.Bakioğlu) tanıdım. Sahne üstünde işlerini son derece ciddiyetle yapan ve kendilerine hayranlıkla baktıran bu iki genç sahneden indiklerinde sanki hayatı umursamaz gibi görünüyorlardı. Salih Usta’nın hep bir telaş içindeymiş izlenimi veren hareketleri, içinin mahremini saklayan gülüşleri, gözlerindeki pırıltıya sinmiş samimiyeti; Serdar Bakioğlu’nun sizi dinlerken aklından onlarca şeyi geçirdiği izlenimi veren bakışları ama sonra söylediğinize verdiği cevaplar ve şimdilerde çok da üstüne gitmediği blogundaki sıra dışı yazıları, bu iki genci gözümde farklı bir yere oturttu. Yaptıklarını paylaşmak istiyorlardı ama kimseden de bir şey beklemiyorlardı. Bana yaptıklarını daima  duyurdular ama ne yazarsam ne söylesem hiç “alınmadı”lar, bildikleri yolda devam ettiler.  Başlangıçta KaST olarak açtıkları salon şimdi KaST Salon olarak devam ediyor.Yapmak istediklerini kendi sitelerinde açıklamışlar:

KaST SALON, 2007 yılında sahne sanatları alanında mevcut sanat anlayışı dışına çıkarak araştırmalar ve deneyler yapmak, alternatif bakış açılarına mekan sağlamak ve bu projeleri seyirciye ulaştırmak amacıyla kolektif bir oluşumla kurulmuştur.
Bu anlayıştan yola çıkarak başka ekiplere performanslarını sahneleme imkânı ve disiplinler arası proje üretme olanakları sağlamaktadır.
KaST SALON’da Tiyatro 3 ve Tiyatro KaST ortak projeler üretmekte ve tiyatro araştırmalarını birlikte yürütmektedir.”

KaST Salon, 2011 İBBŞT ile "Kısalar Festivali"nin mekânlarından biri oldu. KaST bir ara salonundan ayrıldı Kadıköy ‘de başka bir salonda sanatını icra etmeye devam etti. O sırada “Masanın Altı” isimli oyunu oynadı ben de seyrettim ve yazdım. KaST değişik topluluklarla ortak projelere imza atarak  2010 Haydarpaşa Bahar Festivali’nde, 2012 Galata Görünürlük Projesi kapsamında  sokakta tiyatro yaptı. Galata’daki gösteriyi çok beğendim. KaST, baştan beri söylediğine sâdık kalarak “mevcut sanat anlayışlarının dışına çıkarak araştırmalar ve deneyler yapmaya” devam ediyor. “5 Fasılda Tükenmek” de bu kapsamda bir deneme.

5 Fasılda Tükenmek’i Güneş Çağlar derlemiş, Gonca Yalçıner ile birlikte yönetmiş. Gösteri 5 fasıldan oluşuyor: İnkâr, Öfke, Pazarlık, Depresyon ve Kabul.

Kendi anlatımları ile  “Beş Fasılda Tükenmek bir distopyayı anlatır. Adı neoliberal kapitalizm olan bir distopya. Unutmak, inkâr etmek, tüketmek için kurulmuş, toplu katliamlarla, kirli garajlarda yapılan işkencelerle ortadan kaybedilen insanlarla inşa edilmiş bir distopya. ‘ Bugün yine bir yerere özgürlük getirdiler. Barut ve kanla kaplı bir özgürlük. Ne de olsa tanımını onlar yapmıştı, bize yalnızlıca tüketmek düşer’

Demir leblebi gibi bir tanım. İddialı.. Büyük… “Teşekkür edilen” isimlere(Elizabeth Kubler Ross, Slavoj Zizek, Naomi Klein, Zygmunt Maumann)  bakınca işin daha zor olduğunu anlıyorsunuz.  Dersim’i ve 5 Nolu’yu Cezaevi’ni anlatan Çayan Demirel gösterinin yerel yanı.  Konu demirden olunca çiğnemesi de çok zor oluyor. Bu hem gösteriyi kurgulayanlar için hem de seyirciler için geçerli. Metni yazan Güneş Çağlar, birbirinin devamı gibi görünmeyen beş ayrı fasıl kurgulamış. Her bir fasıl kendi içinde bir şeyler söylüyor ama birbirine bağlamak için yükseğe çık(arıl)mak gerek. Metin bence bu yüksekliği sağlamıyor. Gösterinin karakterlerine baktığınızda bu kopuşu görmek mümkün: Guru, Alfredo Fettuçini, 1000 Kere Kaybolan ve Tanrı. Her biri akıllıca tasarlanmış ama hepsi bir arada “Peki ama ne?” hâline koyuyor sizi(beni).

Birinci fasıl çok iyi bir giriş yapıyor gösteriye. “Ne kadar çok o kadar çok” ile azgın kapitalizmi tanıyorsunuz hemen. Özgürlüğün içinin boşalmakta; “kendinizi iyi hissettiren kitaplar”ın o aldatıcı dünyasının da kapitalist sistemin dayattıklarından olduğunu hissediyorsunuz.  Güneş Çağlar da çok iyi oynuyor Guru’yu. Bölümün sonunda Spartaküs’e “bağlanmışken” Alfredo Fettuçini’ye âni geçiş zorlama geldi bana. Ama yemek üzerinden “koku”ya bir geçiş yapılması düşünülmüş.

İkinci fasılın “koku” üzerine kurulması da iyi bir düşünce. Ama o da fasıl sonuna doğru etkisini kaybediyor. Tanrı’nın konumlandırıldığı yer de çok tekrar edilmiş bir tema.

Üçüncü fasılın saatten yola çıkarak neden kurulduğunu anladım/anlamadım. Guru’nun bu sahnedeki yeri ilk giriştekinin tamamen dışında. Yadırgadım.

Dördüncü fasıl insana çektirilen işkenceler üzerine kurulmuş, “tüm işkenceciler aynı kişi”. Benim birinci fasıldan sonra en beğendiğim fasıl bu.

Beşinci fasıl ise Tanrı kavramı üzerinden bir “toparlama”. Tüm olayları bağlamak için seçilmiş bence kolaycı bir yaklaşım olmuş. Oysa daha derinleşme bekliyor insan. (sanırım bu oyunun tümünde yapılmalı, tek sahneyle gösteriyi kurtarmak kolay değil)  Örneğin tesadüfen şu sıralarda okuduğum bir kitapta (André Malroux- “Karşı Anılar”-İletişim) karşıma çıkan Hinduizm’den örnekler vereyim. Hinduizm’de “insan, yasayı yâni kast görevini gözlemlediğinde  ve kendi kimliğini onunla keşfettiğinde Tanrı’yla birleşir” inancı var. “İşte önündeyim sana tapmak için / Ey benden başkası olmayan Tanrım benim” “Ey Tanrım sen ki inananların tahayyül ettiği biçimleri alırsın” Gösterinin çaresiz ve umutsuz bittiğini düşünüyorum. Oysa gene Hinduizm’den bir alıntıyı dikkate sunayım: “Kim öldürebilir ki ölümsüzlüğü

Beş Fasılda Tükenmek ufkumu açan bir gösteri ama başta da dediğim gibi demir leblebi gibi bir konuya dalmış. Fikir olarak ilginç ama metin olarak eksikleri var gibi geldi bana. Dikkat çekmek istediğim husus ise “göstermek” üzerine kurulu bir çalışma, ne demek istediği açık değil ve yapısında  “umutsuzluk” hâkim.
Ben tiyatroda masa başı çalışmasının yâni metinden(Güneş Çağlar) başlayarak ön tartışmaların ve okumaların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Sanırım ön hazırlık yeterli olmamış. Rejide(Gonca Yalçıner ve Güneş Çağlar) değiştirmek ise hayli güç.  

Oyunda kullanılan bir yönetim masası var. Oyuncular sırayla o masada görev yapıyor. Yaptıkları da kameradan(Serdar Kurt) ekrana yansıtılıyor. Bu da düşünce olarak iyi ama uygulama olarak başarılı değil. Kameradan yansıyanların ne olduğu kolay anlaşılmıyor olaylarla ilgi kurmak zor. Görüntüler net değil. Ekrana yansıtma olan bir oyunda ışığı(Kara İlker) ayarlamak da kolay değil. "A capella" olarak müzik(Ceren Özkarataş) bence oyunun en başarılı yanı. Bu oyunda da iki iyi oyuncu tanıdım, Güneş Çağlar ve Cevher Güzey. Salih Usta ve Serdar Bakioğlu hakkında olumlu düşüncelerim  sürüyor.

“Beş Fasılda Tükenmek” ilginç bir deneysel bir çalışma. Gençlerin okuma ufuklarının genişliğini görmek  umut verici. Bence dağılmaya açık çok şey söylemek yerine  sınırlı bir alandan başlayarak genişlemek en iyisi.

KaST’ın yaptıklarını merak ediyor, her zaman duyurmalarını bekliyorum.  


Melih Anık

Not:  "Kamerayı Gonca kullanıyor. Işıkta da Dilek Altun duruyormuş."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder