30 Ocak 2023 Pazartesi

Bir Ali Poyrazoğlu Gösterisi: DESİDERATA İnsan Sesine Konan Kuş

 Ali Poyrazoğlu kendi tiyatrosunu 1972 yılında kurar. 2022 tiyatrosunun ellinci yılıdır. Ülkemizde uzun soluklu tiyatro sayısı iki elin parmaklarından az. Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu o ‘az’lardan biri.  Geçen elli yıl içinde Türk Tiyatrosu’na yol gösteren nice oyunun altında onun imzası var. Ama kısa bir özet yaparsak: 350 dizi bölümü, 100 ‘talkshow’, 65 filmde baş rol, 35 kitap, onlarca  oyun çevirisi, 20 yıl gazetelerde köşe yazarlığı radyo programcılığı konferans panel atölyelerle 600 bin kişiye verdiği eğitim, üniversitede hocalık.. Bu arada yurt dışında farklı dillerde oyunculuk yönetmenlik. Ali Poyrazoğlu kendi tâbiriyle yıllardır ‘pedal çeviriyor’ bisikleti devirmeden sürüyor. Birkaç disiplini ‘tokuşturarak’ farklı bir zenginlikle yarattığı seyircisi onun peşini bırakmıyor.



Arkadaşı olmaktan gurur duyduğum Ali Poyrazoğlu her karşılaşmamızda yeni yeni projelerden söz eder bitmez enerjisi ile  geleceğe umutla bakar. Elinin altındaki projeleri başkalarına da verir. Son günlerde yaşadığı yangın felaketi,  koleksiyon değeri olan yılların birikimini kül etmiş olsa da o yaşadığı hüznü yeni bir doğuşa çevirmek için yeniden başlıyor.  Desiderata işte o günlere rastlayan ve 2500 kalbin birlikte atmasına neden olan bir gösteri.

Kelimeler kifayetsiz kalınca müzik gelir yardıma. Müzik yol gösterir, yol arkadaşı olur, teselli olur, dert ortağı olur, sevincin dili olur. Müzikle yeni pencereler açılır nefes alırız bulutları dağıtırız. Müzik geçmişle geleceği bağlar. Herkesin bir müziği vardır ama notalar bizi birbirimize bağlar.  Müzik ‘kuşlara tel olur’.  Desiderata kuşlara yuva olan müziğin sesin hikayesidir.

Desiderata ‘arzu edilen şey’ demek. Max Ehrman 1920’de ‘Dilekler’ şiirinde demiş ki:

‘ Kendi mesleğine karşı duyduğun ilgiyi kaybetme

Çünkü değişen zaman içinde sahip olduğun gerçek mülktür.

Beklenmedik bir talihsizlikte seni koruyan güç olması için ruhunu besle

Tüm hayal kırıklıklarına karşı dünya hâlâ güzeldir’


Ali Poyrazoğlu sanki bu dizelerin kahramanı. Bu düşünceleri seyircilere ulaştırmak için sanatını yapıyor. ‘Kendi ile tanışıp ötekine anlatma hâli sanat. Sanat insan kendisiyle el sıkışsın diye var. Birer kanadı kopmuş iki kişinin birleşip çift kanatla uçması için var.  Sanat dertli zamanlarda yere sağ salim inişi sağlayan bir paraşüt. ‘ diyor Ali Poyrazoğlu. Onun tanımıyla hepimiz altımızda ağ olmadan sallanan birer trapezciyiz.  Ali Poyrazoğlu’nun gösterileri  bir siyasi görüşün reklam yüzü olmadan  ülkemiz insanını, kadınını ve de Atatürk’ü anlatmak için birer vesiledir.  Yenilenmiş ve çoğalmış olarak çıkarsınız o gösterilerden.   

Poyrazoğlu ‘İnsan Sesine Konan Kuş’ başlığı altında sunduğu gösteriye şöyle bir girişi yapıyor:

‘ İnsan ağzından çıkar da

Boşluğa uzanır

Gezmeye gider

İnsan sesi

 

Ölür gidersin de

Sesin kalır

 Ses kuşlara tel olur

 

Bir kemanın göz yaşları

Çellonun özlemi

Bir piyanodan çıkan tuş sesi

Konsunlar diye kuşlara yuva olur.

 

Müziktir işte o insan sesine gizlenen

Konuşsunlar diye bütün aşklar adına

Kuşlara telleri geren

 

İnsan sesine konmak

Zaten kuşun işi bu’(Ali Poyrazoğlu)

 

Desiderata   Carmen Prelude Act 19,Entr’acte 2-4(Bizet),  Havanaise Op 83(Camille Saint Saéns), Zigeunerweisen Op 20(Pablo de Sarasate), Goyescas İntermezzo(Enrique Granados) dan oluşan bir gösteri.

Poyrazoğlu’na Zdravko Lazarov(Orkestra şefi), Nesrin Gönüldağ(Mezzosoprano), Murat Güney(Bariton) Oleksandr Samoylenko(keman) ve İstanbul Devlet Opera ve Balesi orkestrası tüm enerjileri ve heyecanları ile eşlik ediyor.

 Ali Poyrazoğlu birbirinden şık kostümler içinde orkestrayı yönetiyor müziği dillendiriyor ve eserlerle ilgili anekdotlar anlatıyor. Onun canlandırmasıyla eserler de canlanıyor. Ağzına baktıran bir anlatıcı bir büyücü Ali Poyrazoğlu. Sesler boşluğa uçuyor kuşlara tel oluyor.

‘Müziğin tellerine konunca kuşlar

Arzu başlar

Desidereta

İnsan sesi ile verdiği şekil

Dayanılmaz kılar bakılan şeyi

Sarılırsan ancak ateşi söner.’(Ali poyrazoğlu)


 Sarılın ki yakmasın arzunun ateşi.

Artık sokaklarda kuşların konduğu tellere farklı bakacağız.

 Ufuk ve gönül açan bu gösteri  11 Şubat 2023’de AKM’de ikinci kez sunulacak.

Kaçırmayın.

Melih Anık

23 Ocak 2023 Pazartesi

Oyun Hamuru Muamelesi Yapılmış Bir Oyun: Kutlama(İBBŞT)

 Tiyatro Mottom:

Sahnedeki oyun hayatı fark etmemizi sağlıyor hayatı daha iyi okumamıza yardım ediyor hayata ilişkin pratik yaptırıyor mu? Tiyatro niye var?

İngiliz tiyatrosunun ve ‘absürd’ tiyatronun en önemli temsilcilerinden biri sayılan  2005 Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi Harold Pinter soyadına atıfla ‘Pinteresque’(pinterimsi) şeklinde tanımlanan bir üslubun yaratıcısıdır. Oyunları çoğunlukla karanlık dar ve kasvetli odalarda geçer. Suskunluğun hâkim olduğu ortamlarda oyun karakterleri korku endişe tehdit hisleri altında şiddetin görünen görünmeyen  yüzüne tanık olur. Yazar çoğu zaman erotik fanteziler kullanarak karşı tarafı baskı  altında tutma alt etme tümüyle yok etme ile dramatik gerilim yaratır. Pinter Nazilerin Yahudileri yok etme sürecinde insanlık dışı dramları ve savaşın en acımasız örneklerini yaşamış.  Kendi ifadesiyle ‘Gestapo olgusu birçok insanın dolaşım sisteminde yer etmiştir.’ 

Pinter’in oyunlarında gerçek hayat, estetik kaygıyla eleştirel bakış açısıyla verilir. Eserlerinde Samuel Beckett etkisi  Oscar Wilde nüktesi hissedilir. Eserlerinin dünyanın bütün ülkelerindeki seyircilere ulaşması eserlerin ‘zamansız ve yersiz’ olmasından dolayıdır. Müstehcen kelimeler kullanır. Durum müstehcen ise onu öyle anlatmak müstehcenlik değildir.

1980’den sonra eserlerinde siyasallaşma sürecine girdiği görülür. Yazarlığında ikinci dönem sayılan bu yıllarda siyaset ve siyasi aktiviteler  yazarın hayatında çok yer tutar ve bu da oyunlarına yansır. 1985 yılında Arthur Miller ile Uluslararası Yazarlar Kulübü adına ülkemize bir ziyaret gerçekleştirir. Bu ziyaret sırasında 1980 askeri darbesi ile tutuklanan siyasi parti liderleriyle yazarlarla sendika yöneticileriyle  görüşür. One For The Road ve Mountain Language gibi işkence ve şiddetin ele alındığı oyunlarının bu ziyaretin etkisiyle ortaya çıktığı söylenir ama yazar kesin bir bilgi vermez. Yazarın ülkemizdeki olaylar karşısındaki muhalif eylemleri  Hasankeyf’in tarihi dokusunu korumak amacıyla 2004 yılında yapımına başlanan Ilısu Barajı inşaatının durdurulmasına karşı uluslararası kampanyayı başlatan öncüler arasında yer almasıyla sürer.  Düşünce özgürlüğünden ve insan haklarından ödün vermeyen yaklaşımıyla traji- komik unsurları gözler önüne serer. Pinter  Vaclav Havel’e destek, 1990 Körfez Savaşına karşı çıkması 2003 Irak Savaşındaki işkence olaylarını protestosu ile siyasal duruşunu ortaya koyar.

2000 yılında yazdığı Kutlama oyun yazarlığına koyduğu son noktadır. Kutlama Pinteresque unsurların kara mizah grotesk sanatın tekrarlamaların duraksamaların bol yer aldığı kolay cümlelerin kullanıldığı ama  sofistike ifadelerle etkileyici bir oyundur. Oyun karakterleri son derece aşağı bir dille ve küfürlerle birbirlerine hitap eder; aristokrat şık giyimli zarif görünümlü halktan kopuk onların sıkıntılarından habersiz kendi zevkleri için yaşayan insanlardır. Elit tabakanın inançları fikirleri nedeniyle eziyet edilen şiddet gören aydınları dile getiren Garson gibi kendilerinden olmayan birinin araya girmesine tahammülleri yoktur.  Kutlama sosyal ayrışmayı açığa vuran parasal ve siyasal gücün kötüye kullanılmasını anlatan bir oyundur. Pinter vurdumduymaz insanları kullandıkları müstehcen dil ile yerin dibine batırır.

Türk seyircisi Pinter ile Kent Oyuncuları’nın sahneledikleri Kapıcı oyunuyla tanıştı. Doğum Günü Partisi, Git Gel Dolap, Issız Topraklar, Küller Küllere, Bir Tek Daha ülkemiz tiyatrolarında oynanmıştır.

 (Prof.Dr.İbrahim Yerebakan’dan derleme)

Kutlama, Parti Zamanı(1991) oyununun devamı gibidir. Karakterler sanki o oyundan çıkıp bu oyuna gelmişlerdir.  Parti Zaman’ında günlük yaşamdan kopuk elit insanların basmakalıp konuşmalar ve eğlencelerle egzotik yiyecek ve içeceklerle anlamsız bir şekilde zaman öldürdüklerini görürüz.  Kendi konforlarından başka hiçbir şeyi dert edinmeyen toplumsal yozlaşmanın kokuşmuşluğun otoriterleşmenin birer sembolü olan insanlar kendileri hakkında eleştirel söz duymaya tahammül edemezler.




İBBŞT ne Yapmış?

Perde kapalı. Sahnenin salon tarafında bir piyanist hazır. Perde açıldığında sahnede  iki yemek  masası görüyoruz. Birinde dört diğerinde iki kişi oturuyor. Dört kişilik masadakiler iki erkek kardeş ve onlarla evli iki kız kardeş. Şehrin en lüks lokantasına çiftlerden birinin evlilik yıldönümünü kutlamak için gelmişler. Diğer masada konuşmalarına  ve  erkeğin kadına muamelesine bakılırsa bir gecelik buluşma için bir araya gelmiş bir çift var. Perde açıldığında oyuncular yüzlerindeki maskeleri çıkarıyorlar. Seyirci için ilk izlenim: ‘Oyun günümüze getirilmiş’  Zaten o sırada arkadaki büyük ekran televizyonda salgına ait görüntüler var. Hastane, yoğun bakım  mezarlık, gömme tecrit görüntüleri bunlar. Sonradan bu görüntülere savaş sahneleri şiddet ve  göçmen görüntüleri de ekleniyor. Dışarıda kaos sürerken lokantadaki insanlar keyf içinde ve kendi kişisel dertleri ile meşgul. Dünya yanmış umurlarında değil.  Bu başlangıç Pinter’e uygun. Ama oyun, giderek Pinter’den uzaklaşıyor.  Oyuncular sırayla sahnedeki(lokantadaki) ayaklı mikrofona geliyor şarkı ve şiir okuyor. Dans ediyor. Büyük hareketlerle kaçma kovalamacalar var sahnede. Sanki oyunun temposu hızlansın diye ve de seyirci sıkılmasın gülsün eğlensin diye yapılmış reji. Ama bu şekilde lüks lokanta esnaf lokantasına dönüyor.   Bu arada televizyon ekranındaki görüntüler tekrar tekrar dönüp duruyor. Piyaniste para atılıyor. Lokanta misafirleri ile lokanta çalışanları arasında flörtümsü yakınlaşmalar oluyor. Garson’un kaderi  ve ona ait son replikler tekstekinden farklı şekilde yansıtılıyor. (Seyredeceklere önceden anlatmak istemedim.)  

Bu oyunun rejisi son yıllarda sık sık tanığı olduğum bir durumun aynası.  Tiyatroda bu anlayış yönetmenlerin  klasik oyunları (Shakespeare, Brecht, Moliere, Pinter..vb) ‘kafalarına göre sahnelemeleri’ olarak ortaya çıktı. Yönetmenler klasik bir metni alıp ‘yeniden okuma’ adı altında keyiflerince değiştiriyorlar tekste ekliyor tekstten çıkarıyor. Tekst sanki bir oyun hamuru. Bu değişiklikler zorlama mizansenleri getiriyor. O zaman yazarın üslubu kayboluyor. Bu denemeler  ‘post modern’ sayılıyor ki ‘bırakınız yapsınlar’ ifadesiyle özetlenebilir. Savunma hazır: ‘İçinde yaşadığımız çağ toplum seyirci bunu gerektiriyor.’  Ben diyorum ki  ‘O zaman kendi oyununu kendin yaz.  Bir başkasının oyununu bozmaya ne hakkın var!’ Gene öyle bir örnek ile karşı karşıyım. Bu noktada ‘Yazarın eseri yol göstericidir. Amaç seyirciye mesajı aktarmaktır’ deniyor çoğu kez.  Yazarın üslubunun önemi yok mu? Tiyatro mektupla mesaj  dağıtan postacı mı? Ödenekli bir tiyatroda yönetmenin sorumluluk ve görevi ne? 

Pinter’in oyunlarında susuşların duraksamaların önemi var. ‘Pinter duraksaması- Pinter sessizliği’ diye bir şey var literatürde. Pinter oyunlarının ‘ruhu’ var.  İBBŞT rejisinde hem ağız hem beden gevezesi ruhsuz  bir takım insanlar gördük. “Sen boşver Pinter’i oyunu eleştir” deniyor. İyi de oyunun afişinde künyesinde Pinter’in ismi var. Onlar beni Pinter oyununa davet ediyor. Aslında o bir taahhüt. Seyirciye “Sana Pinter’i göstereceğim’ demektir. “Pinter’i göstermek” bir eylem insanı olan Pinter’in katıldığı eylemlerden(Körfez Savaşı, Irak Savaşı, Türkiye ziyaretindeki vurguları, Ilısu barajı   gibi..)  somut  görüntülerle hafızaları tazelemektir mesela.  Oyun broşüründe onun hayat hikâyesini verirken Türkiye ziyaretini Dağ Dili oyununu es geçmemektir mesela.  Bunları yapamıyorsanız siz Pinter oyunu yapmamalısınız. Çünkü yaptığınız ucuz kahramanlık oluyor. Tüm bu çerçevede oyunun sonunda oyuncuların yüzlerine taktıkları maskeler o ucuzluğun yansıması. Alkış almak amacıyla yapılan ucuz trüklerden.  Perdeyi piyanistin kapatması da Garson’un kişiliğinde yansıtılan mesajı yok etti. (Garson kapatsaydı da bir şey değişmez oyun kurtulmazdı.)

Seyirci için durum daha da vahim. Çok büyük bir kesim Pinter öyle bir yazarmış diye cehaletine yeni bir bilgisizlik daha ekleyerek çıkıyor salondan. Çoğu hiçbir şey anlamıyor. Kurumla yönetmenle oyuncularla ‘papaz olmasın’ diye oyunu beğenen şakşakçı eleştirmenler ortalığı dumanlıyor. 

 Ben Parti Zamanı ve Kutlama’yı birbirine bağlayabilen yazım içinde değindiğim hususları estetik bir çerçeve ile ortaya çıkarmış ‘Pinter okumasını’ ayakta alkışlarım. Pinter’i Pinter gibi hakkını vererek oyna yeter.  Komedisi içinde, düşündüren bir oyun çıkar ortaya ‘wit’li bir oyun. İBBŞT’nın Kutlama’sı  o düzey bir ‘wit’ten yoksundu. (Wit: akıl zeka ve nüktenin karışımı)  Vasatın çok altında bir oyundu.

Genel olarak sahnenin bir tarafında hareket varken diğer tarafında hareket olmaz. Zaten yönetmen de masadan masaya geçen konuşmalarda sözü olmayan masayı karartıyor. Bunu anladım ama oyun boyunca sahnede hareket varken arkadaki televizyon ekranındaki videonun dikkati dağıttığını fark etmemiş mi? Oyuna ön perdede o görüntülerle başla videoyu kes perdeyi kaldır oyuna gir olamaz mı? (Gerçi onu yapsa da oyun kurtulmaz.)

Oyuncular ‘oynadı’.  Oyunculuklarını bildiğim oyuncuların kabahati tamamen yönetmenden kaynaklanıyor. Karikatür olmak oyuncuların  seçimi değildir diye düşünüyorum. Yönetmenin dediğini yapmışlar bana göre.  Ama  Pinter ‘wit’ini yok etmiş bir oyuna katkı vermişler. Kaba saba bir şey çıkmış ortaya.

Dramaturg yönetmenin peşine takılmış.  O da onaylamış demek ki.

Dekor kostüm ışık oyunun en zararsız unsurları. İdare etti.

Ben bu oyunun eleştirisini yazarken ne yapayım?   Vazgeçtim Pinter’e  uyumundan sahnede gördüğüm ‘şey’ kendi kapsama ve sınırları içinde yazdığım bu eleştiriyi bile hak etmiyor. Tarihe kalsın diye yazıyorum bu eleştirileri.  Yönetmen Pinter tekstine oyun hamuru muamelesi yapıp kendince yeniden yoğurmuş. Ortaya çıkan ekmek yenmez.

Melih Anık

 

Not: 

Oyun künyesinde gene kimin hangi rolü oynadığı belli değil. Oyunculara sürü muamelesi yapılmış.

Yazımda kullandığım kaynaklar:

Kutlama(oyun) H.Pinter – Prof.Dr. İbrahim Yerebakan’ın önsözü  / Mitos Boyut Yayınları

Parti Zamanı(oyun) H.Pinter – Prof.Dr. İbrahim Yerebakan ‘ın ön sözü / Mitos Boyut Yayınları

Harold Pinter’in Nobel Edebiyat Ödülü’nü Kabul  Konuşması

The Essential PINTER - Grove Press New York

Oyun Künyesi

KUTLAMA

 YAZAN             :        HAROLD PINTER

ÇEVİREN           :        CEVAT ÇAPAN

YÖNETEN          :        YILDIRIM FİKRET URAĞ

DRAMATURG            :        DİLEK TEKİNTAŞ

SAHNE-KOSTÜM TASARIM       :        SEBAHAT ÇOLAKOĞLU

IŞIK TASARIMI          :        MAHMUT ÖZDEMİR

EFEKT TASARIMI      :        HARUN ÖZDAMAR

KOREOGRAF  : HAMİT ERENTÜRK

DEKOR UYGULAMA :        MURAT GÖKDEN

KOSTÜM UYGULAMA       :        HACER DURAN, AYNUR DURAN KOPUZ

YARDIMCI YÖNETMENLER       :        CAN ERTUĞRUL, ÇAĞLAR POLAT, ŞEHNAZ BÖLEN TAFTALI, YONCA İNAL

REJİ ASİSTANLARI    :        SERAP DOĞAN

SÜRE         :      60 Dk. / Tek Perde

                         

OYUNCULAR    :        CAN ERTUĞRUL, ÇAĞLAR POLAT, ERKAN SEVER, GİZEM AKKUŞ, ORÇUN TEKELİOĞLU, ÖZGÜR EFE ÖZYEŞİLPINAR, PINAR DEMİRAL, SELİM CAN YALÇIN, SELİN İŞCAN, ŞEHNAZ BÖLEN TAFTALI

16 Ocak 2023 Pazartesi

Kırmızı Donlu Hamlet 2022 (İBBŞT)

 Tiyatro Mottom:

Sahnedeki oyun hayatı fark etmemizi sağlıyor hayatı daha iyi okumamıza yardım ediyor hayata ilişkin pratik yaptırıyor mu? Tiyatro niye var?

Bu yazı üç saat süren oyunu seyretmek isteyen ya da seyreden meraklı seyircilere yol göstermek için yazıldı.

Oyunun Tarihsel Geçmişi

12. yüzyılın başlarında ölen Danimarkalı tarihçi Grammaticus Danimarka Tarihi isimli kitabında halk arasında yaygın bir söylence olan Amleth’i yazmış.

Belleforest bu hikayeyi 1567’de İngilizceye çevrilen Trajik Öyküler’ine dahil etmiş. 

Shakespeare de Hamlet’in konusunu Belleforest’ten almış.

Kimine göre Shakespeare yakınlık duyduğu ve hemen hemen Hamlet ile aynı durumda olan Earl of Essex’in ruhsal durumunu anlayabilmek için yazmış olabilir.

1594’de oynanan Ur Hamlet’in İspanyol tragedyası yazarı Thomas Kyd’in elinden çıktığına inanılır. Bu oyun kaybolmuştur ama uzmanlar Shakespeare’in bu oyundan yararlandığı olasılığını önemserler.

Öte yandan  Aeschylos’un Orestos üçlemesinde Sophocles’in Electra’sında aynı konu işlenmiştir. Shakespeare’in o eserleri okuduğuna dair bir kanıt yoktur.



Hamlet Üzerine Yapılan Araştırmalar Yorumlar

Hamlet ile ilgili geçmiş  tiyatro yapıcılarına cesaret vermiş gibidir.  ‘Shakespeare de başkasından almış biz de onun oyununa istediğimizi yapabiliriz’ anlayışı ile Shakespeare’e farklı elbiseler giydirmeyeni dövüyorlar sanırım. Dünyada en çok oynanan oyunlardan biri olan Hamlet’in neredeyse her sahnelenişi farklı bir yorumdur.  1936’da yayımlanan Hamlet Bibliography’de (Raven) 1935 yılına kadar Hamlet üzerine çıkan kitap ve inceleme sayısı 2167 olduğu belirtilmiş. Hamlet’i eleştiren ya da sahneleyen herkes oyun sanki ilk kez ele alınıyormuş gibi yepyeni bir yorumla eleştirmek ve sahnelemek gayreti içinde olur. Bu kadar çok uğraşılan bir oyun ile ilgili saçma sapan şeyler söylenmiştir. Claude Williamson’un 1661 ile 1947 yılları arasında Hamlet’in kişiliği üzerine yapılan yorumları derlediği neredeyse 800 sayfalık “Hamlet’in Kişiliği Üzerine Yorumlar” bu gerçeği ortaya koyar. (Mina Urgan)

Öte yandan Ayşegül Yüksel Hamlet ile ilgili psikolojik araştırmalardan bahseder ve sahneye koyucuların psikoloji uzmanlarının yorumlarından yararlandıklarını ve psikoloji kavramlarını ya da çözümleme yaklaşımlarını kullandıklarından bahseder.  Hamlet konusunda da malzeme de çok boldur.

Her Hamlet sahnelemesi yeni bir yorumdur. Sanki gökyüzü altında söylenmemiş söz yoktur. Ama dönemler ve nesiller değiştikçe yeni yeni Hamlet’ler görülecektir. Engin Alkan gibi araştıran bir tiyatro yapıcının da birikimi  anlayışı ve kişiliği ile Hamlet sahnelemesi en doğal hakkıdır. O da Hamlet’e kendi imzasını atmak istemiştir. (Ödenekli tiyatroda klasik eser sahnelenmesi konusuna yazımın içinde değindim.)

Alkan’ın Hamlet’ini eleştirirken ‘Bu da olur mu?’ deyip kestirip atmak  yerine  sahnelemeyi anlamaya çalıştım.

Hadi başlayalım.

Hamlet’in Konusu

Hamlet  babasını öldüren amcasının,  annesi ile evlenerek ülkenin kralı  olmasıyla hayatı darmadağın olan  otuz yaşında bir gencin yaşadıklarını/hissettiklerini anlatan bir oyundur. Üstelik o genç cinayeti ona hayalet olarak  görünen babasından öğrenir.  Hamlet durumu zihninde o kadar çok tartar ki düşünmeleri öfkesini bulanıklaştırır bütün oyun  intikamını almak için yapması gerekeni aramak ve karar vermeye çalışmak ile geçer. Oyunun ilk versiyonu altı saat sürüyormuş. Engin Alkan üç saatte Hamlet’in düşünmelerine tereddütlerine son verir.

Engin Alkan Rejisinin Ana Hatları

Alkan  Hamlet’in oyun sonunda ölürken en yakın arkadaşı Horatio’ya ‘Biraz daha katlan bu kötü dünyamıza benim hikayemi anlatmak için’ repliğinden yola çıkmış. Hamlet Horatio’ya tarihi bir görev vermiştir. Hamlet müzesine(anıt mezar?) giren turist(oyunculuk eğitimi alan bir genç) Hamlet metnini okurken Horatio olur eski Kral’a ait olduğunu sonradan anladığımız mezar önünde selfie çekerken yanında Hamlet’i görür. O andan itibaren Horatio Hamlet’in(oyunun) gözlemcisi oluyor.  Oyun boyunca sahnede bir kenarda duruyor/oturuyor bizim gibi oyunu seyrediyor. Sonlara doğru turist Horatio gene kitabına dönerek açtığı parantezi kapatıyor. Öyle yansımıyor ama siz Horatio anlatıyor da diyebilirsiniz ki bu bence çok iyimser bir yorum olur. Zira Horatio’nun varlığı var ile yok arasında yoka yakındır. İşlevsiz bir figür olmuştur. Mina Urgan Hamlet’in bir ‘Düşünce tragedyası’(Schlegel) olduğunu söylüyor. Tragedyası düşünceye düşman bir çevre içinde yaşamasından kaynaklanır. Hamlet düşüncelerini arkadaşı Horatio’dan başka hiç kimseye açıkla(ya)maz. İşte o Horatio Alkan’ın rejisinde sessiz bir muhabir olmuştur. Hamlet onunla paylaştığı şeyleri de kendi kendine söyler. Yâni kendi söyler kendi dinler. Hamlet’in meşhur tiratları da özensiz geçilince ‘düşünce adamı Hamlet' imajı silikleşmiştir. Horatio’nun oyuna bu şekilde katılması oyunun epik yanıdır ama iki epik parantez içindeki oyun dramatiktir.

Alkan Hayalet’i de oyundan çıkarmış. Bu daha önce de çok denenmiş bir trük. Ben de yönetsem çıkarırım. Ama Alkan hayaleti gerçekten çıkarmış mı?  Hayalet’in geldiğini aydınlatılan mezar ve sahne yanlarındaki panolardan anlıyoruz. Hayalet’in rengi beyaz ki bu ruhlara uygun bir renk.  Hayaleti duymuyoruz ama hayaletin ne dediğini Hamlet’in repliklerinden anlıyoruz. (Bunu oyun metnini bilenler anlıyor. Sıradan seyirci için ise ‘Ruh geldi!’) “Hayalet değil o Hamlet’in zihnindeki  aydınlanma(elektriklenme)”  diyebilirsiniz elbette. Eğer öyleyse ki muhtemelen öyle ışığa gerek yok. Zira her elektriklenme için ışıkları yakıp söndüreceksiniz oyun boyunca zihni elektrik dolu Hamlet’i  titreşen ışıklar altında oynatmak gerekir. Eğer halisünasyonlar görüyorsa Hamlet’in deli taklidi yapması da inandırıcı değil o durumda. Adam basbayağı çatlak demektir. Öyle mi? Aslında deli rolü ile söylediklerinden sorumlu tutulmayacak buna karşılık Kral ve Kraliçe’yi tedirgin edecektir.(A.Yüksel) Hayalet ile ilişkisi sonraki sahnelerdeki Hamlet’i zor durumda bırakıyor. (Hayalet’i görüyor mu yoksa kafasının içinde mi?) Palyaço burun takıp kırmızı don ve topuklu terliklerle sahneye girdiği sahnedeki Hamlet’i. (Kaçık rolü bunu yaptırıyor Alkan'a göre. Bence basit.)  O sahnede Alkan’ın rejisine göre rol yapıyor Hamlet. Yutturuyor da. Polonius  ‘Deli olmasına deli ama mantığı da yok değil’ diyor. Mantıklı bir delilik yâni.  Hamlet de söyler zaten ‘Kaçık rolünü oynamaya başlamalı’. 

Hayalet ve Fortinbras Üzerine Düşünceler

Bazı rejilerde Hayalet’i Hamlet’e oynatmışlar. Hamlet Kral’ı zor duruma düşürmek ve taraftar toplamak için kendisi bir tanık uydurmuş(sanki). Hayalet ile ilgili en yaratıcı yorumu şahane bir Hamlet çevirisi yapan Tarık Günersel’den duymuştum. Günersel Norveç Kralının yeğeni Fortinbras’ın  Danimarka’yı karıştırıp verdikleri toprakları geri almak  ve böylelikle eski bir hesabı kapatmak için yerli işbirlikçileri ile  hayalet oyununu oynattığı olasılığını söylemişti. (Dış güçler bizde çok kullanılır, değil mi?) Fortinbras karakteri Hamlet oyununun siyasi boyutunu gösterir. Komşu iki ülke Norveç ile Danimarka arasında süren çekişmeyi vurgular. Oyun içinde Demokles’in kılıcıdır.  Oyun sonunda Fortinbras iç çekişmelerle dağılmış ülkeyi geri alır. (Bu bize ders olmaz mı?)  Ama Alkan’a göre Fortinbras yok oyunda. Shakespeare’in yararlandığı metinlerde de Fortinbras’ın olmadığı, oyuna  Shakespeare’in eklediği düşünülüyor.(Ayşegül Yüksel) Alkan da ilk oyuna dönmek istemiş herhalde. Ayşegül Yüksel Shapiro’dan yaptığı bir alıntıda Shakespeare’in çağına olan duyarlığını vurguluyor : “Eski dinsel inancın yerine yenisinin geldiği bir dünyaya doğmuş Elizabeth’in  ve Tudor Hanedanı’nın sonunun gerilimli bekleyiş sürecini yaşamış Shakespeare tanıdık bir geçmiş ile belirsiz bir gelecek arasındaki korkunç boşlukta yaşamanın anlamını resmetmiştir” İçinde yaşadığımız dünya bundan daha iyi nasıl anlatılabilir. Fortinbras’ı çıkarırsanız oyunun toplumsal/siyasi yönü kalmaz. Alkan öyle istemiş belli ki. 

Hamlet’in Psikolojik İncelemesi ve Engin Alkan Rejisi

Alkan oyunu Ayşegül Yüksel’in ayrıntılı olarak anlattığı ‘Psikoloji Biliminde Hamlet Yorumları’ çerçevesinde ele almış. Freud  Oedipus kompleksi ya da Elektra karmaşası ile açıklamış ama Hamlet’in annesiyle sevişme isteği taşımadığını söylemiş. Amca Kral Hamlet’in bastırılmış çocukluk isteklerini somut olarak gerçekleştirmiş. Hamlet’e dokunan da bu imiş. Ernest Jones’a göre Hamlet Ophelia’yı gerçekten sevdiğinde değil başka erkekleri hep ona yeğlemiş olan annesine nispet olsun diye seçmiş. Lacan’a göre temel sorun fallusa kimin sahip olduğudur. Bir zamanlar eski Kral’ın(babanın) simgelediği fallus artık annesiyle evlenen amca Kraldır. Alkan Hamlet’in annesi ile ilişkilerinde bilinç altı hisleri gösterme eğilimindedir. Hamlet’in annesinin elbisenin omuzlarını sıyırması çıplak omuzlarını tutması sonra peruğunu ve elbiselerini çıkartması  bu eğilimin dışa yansımasıdır. Oyunun en ilginç ânı Ophelia’nın boğulmasına tanık olan(bu özgün oyunda yok) Kraliçe’nin onu kurtarmak amacıyla harekete geçen korumayı bir el hareketi ile durdurmasıdır. Bu jest annenin de Hamlet’e karşı ‘boş’ olmadığını gösterir Alkan’a göre. Oğlunun sevgilisinin ölümüne göz yumarak oğlunu bir başkasıyla paylaşmak istemediğini gösterir. Takip eden sahnede Kraliçe Laertes’e olayı –dili geçmiş zamanda anlatır. Olayı hem görmüş hem görmemiş gibidir. Halide Edib çevirisinde –mış’lı zaman kullanmıştır. T.S Eliot ‘Bir ananın işlediği suçun bir oğulda ne gibi tepkiler uyandırdığı’ olduğunu söylemiş. Alkan buna yakın/yatkın.

Rogers Gardner ‘Bilge yaşlı adam ile baştan çıkarıcı anne arketiplerini uzlaştırmaya uğraşır. Kahramanın ilgisi bir zamanlar annesiyle yaşamış olduğu sevgi dolu birlikteliği yeniden yaşama yönündedir. Hamlet’in sorunu yaratıcılığın sezginin incinebilirliğin gizemin simgesi olan kadınca yanını bastırdığını görmekteki başarısızlığıdır. Jung’a göre insanı olması gerektiği gibi gösteren persona(maske) içsel olarak kadınsılıkla özdeşleştirilen zayıflıkla dengelenir. Birey dışsal olarak güçlü erkek rolünü oynadıkça içsel olarak kadınlaşır. Hamlet narsist coşkulu kadınsı fallik özellikleriyle sonsuz oğlan çocuk arketipine sıkışıp kalmıştır.’ (A.Yüksel) Alkan’ın Hamlet’i kırmızı don ve parıltılı terlikle sahneye çıkarması yukarıdaki yorumlara eğilimini göstermektedir. Kırmızı donlu Hamlet bu oyunu magazinsel olarak konuşulur hale getirdi. Öte yandan Mina Urgan’a göre Hamlet’in kadınsı yönü yoktur. Üstelik saldırgan belalı bir erkektir. Rosencrantz ve Guildenstern’i acımasızca ölüme gönderir. Laertes ile dövüşür. Polonius’u öldürür. Kral’ın ağzına zehir dolu kupayı boşaltır.(Koruma nerelerde?) Ama yönetmen özgürlüğü diye de bir şey var. 

Alkan’ın bir başka yorumu şu replikten kaynaklanıyor(sanki)

Hamlet: (oyuncuya) ‘Vay benim eski dostum. Sen amma da sakal koyuvermişsin ben görmeyeli. Allah vere de sesin kalp  altınlar gibi çatlak çıkmasa boğazından’ Shakespeare döneminde kadın rollerini erkek çocuklar oynarmış.  Oyun içindeki oyunda kraliçeyi oynayan  oyuncunun peruğunu çıkardığı zaman ortaya çıkan görüntüsü otuz yaşındaki Hamlet’in çocuk rolünde gördüğü oyuncunun Hamlet’ten daha çabuk yaşlandığı izlenimini veriyor. Zaman ona çok acımasız davranmış olmalı(!) Batista adeta bir ‘drag queen’. Batista’yı bu kadar uç noktaya götürmeye gerek var mı?

Engin Alkan Rejisinde Kadınlar

Sahneye holiganların sırtında ve onların tezahüratlarıyla gelen Kral'ın yanında Kraliçe ‘Yaşasın Danimarka’ diyor ki bu önemsenecek bir çıkış. Bu Kraliçe’nin ülkenin bütünlüğüne olan hassasiyetini gösteriyor ki Amca Kral ile evlenmesinin bir mazereti olarak yorumlanabilir. Alkan’ın Hamlet’inde Kraliçe ve Ophelia dışında sahnede kadın yok. Danimarka’da kadın kalmamış gibi bir  izlenim doğuyor. Kraliçenin(kadınların) de taraftarı olmalı.  Keşke Alkan  Kral’ı omuzlarında sloganlarla sahneye taşıyan futbol holiganı gibi duran saray erkeklerinden bazısını kadın yapsaydı da holiganlar azalsaydı.  Batista’yı erkek oyuncuya oynatan Alkan bunu yapabilirdi. Ayrıca bu Shakespeare dönemine de uyardı.

Engin Alkan Rejisinde Gözüme Batanlar

Fötr şapkalı Polonius’un oğluna nasihat ederken ve de Kraliçe’ye akıl verirken cebinden çıkardığı defterde yazılanları mekanik olarak tekrarlaması onun bir budala olduğunu göstermek için yapılmış sanki. Polonius ‘aptal ve yandaş politikacı’ tipine bir gönderme sanki.  Oyunda aykırı duruyor. (‘Çıkıntı’ deniyor böylelerine.) Oyunda ‘Zavallı’ olarak dolaşan Polonius’un Hamlet’i annesinin çağırdığını haber verirken  ‘babalanması’ hoyratlaşması olmamış.

Horatio’yu cep telefonu ve selfie ile bugüne getirince ve bir anıt mezardan Hamlet’e bakınca Hamlet’in ‘çağdaşımız olması’ büyük bir soru işareti haline geliyor. Laertes elinde kılıçlarla sahneye girip çıkarken Hamlet’in ve korumanın ceplerinde tabanca taşımaları, Hamlet’in Polonius’u tabanca ile vurması oyun sonundaki kılıçlı vuruşmayı  post modern yapıyor. Ayrıca tutarsız.

Kralın korumasının Kral’ı korumadığı oyun sonunda anlaşılıyor ama Alkan  Ophelia’nın ölüm sahnesi için onu oyuna katmış sanırım.

Kralın görevlendirdiği Guildenstern ve Rozancrantz’a para dolu çanta verilmesi bugünün algısına bir gönderme.

Tanrı önünde çıplak kalmak bir metafor olarak kullanılır ama Kral’ın üstünü çıkarması ve yüzünü boyamasının oyuna bir şey kattığını düşünmüyorum.

Dekor

Belli ki dekor tasarımı ile de titiz bir çalışma yapılmış. Ben Panteon ve Les İnvalides(Napolyon’un anıt mezarı) izlenimi aldım. Çatı iskeleti anıt mezar formunu vurguluyor. Ortada bir mezar yeri var ki içinde eski Kral var Ophelia, Kraliçe ve Hamlet giriyor. Tarihin mezarlığı demek daha doğru. Metaforik anlamda kullanılmış.  Arkadaki kolonun o ayrık duran çatıyı taşıdığı izlenimi verilmiş. Kolon dibindeki çukur başlangıçta Hamlet’in kendi ile baş başa kaldığı bir inziva köşesi izlenimini verdiyse de oyun içinde yol geçen hanına döndü. Arkasındaki geçiş yeri dar olmalı ki oyuncular o açıklığı atlamak zorunda kaldı.  Yanlardaki ışıklı panolar sanki birer ayna……olsaydı keşke. Zaman zaman renk değiştiren ama anlamlı sonuçların çıkmadığı panolar olmuş. Hayaletin gelişi ile ortadaki mezar ve o panolar beyaz ışıkla aydınlanıyor. Diğer sahnelerde ise renklerin kendine göre anlamı vardır muhtemelen ama ‘anlatmadığını’ düşünüyorum.

Oyunculuk

Oyunculuklar için bir şeyler yazılması âdettendir. Bu oyunun künyesinde rol dağılımları verilmiş. İBBŞT bu  konuda bir karar verse  iyi olacak. Kimi oyunda rol dağılımı var kiminde yok. Alkan’ın ‘yönetmen tiyatrosu’ oyunculukların öne çıkmasını önlüyor onları  mekanik hale getiriyor. Oyuncular ‘görev yapıyor’. Oyunculuk skalasını hakkınca değerlendirmek zor. Bence genel seviye orta. Özgün Akaçça(Hamlet) Zeliha Bahar Çebi(Ophelia) ışığı olan oyuncular.

Işık hayaleti işaret etmesi dışında oyuna bir şey katmıyor. Kostümler i ikiye ayırmak lazım. Birinci grupta Hamlet Ophelia Kralice var. Kalanlar ikinci grupta. Birinci gruptakilerin kostümleri üzerine ince düşünülmüş ikinci gruptakilerin kostümleri depodan toplanmış gibi. Bana en garip gelen Polonius’un kostümü oldu.  Aykırı dursun diye yapılmış sanki.   

Bu Oyun Neden Yapılmış ve Ödenekli Tiyatroların Görevi Ne?

Seyrettiğim günden beri kendime soruyorum. Bu oyun neden yapılmış? Neden bu yorum? Bu kapsamda ödenekli tiyatroların sorumluluk ve görevlerini düşünüyorum ister istemez. Gençler Shakespeare’i nasıl tanıyacak?  Ödenekli tiyatrolarda yönetmenler kendi mesleki hayallerini gerçekleştirirken ne kadar özgür olmalı? Ya da ne yapmalı? Mesela oyun sonrasında ya da özel toplantılar vasıtasıyla özellikle gençlere klasik oyunları anlatsalar mı? Böyle bir Hamlet yapan Engin Alkan bence zorunda.  Ülkemizde daha alfebenin ilk harfinde iken son harfine zorlanan büyük bir kesim var. Tiyatroda da böyle.  Fikri, liderinin dediklerinden ve  takip ettiği köşe yazarı ve medya fenomeninden kaynaklı, okumayan düşünmeyen yarı cahillerle dolu toplum. Entelektüel(?) kesim için de geçerli bu dediklerim. ‘Aydın’ olmanın içi boş şimdi.  Onun için anlasa da anlamasa da oyun sonu ayaklara fırlayarak alkışlarıyla ‘cahilliğini gizleyen’ seyircilerle dolu her salon. O seyirci bu gösteriyi Shakespeare’in Hamlet’i sanacak. Eleştiriler ise övmeye ayarlı. Övmezsen ‘dövüyorlar’ ‘küsüyorlar’. Çıkışta seyirciye ‘Hamlet neden kırmızı don giydi?’ diye sor bakalım ne cevaplar alacaksın?  Ödenekli tiyatrolarda  dramaturglar ne yapar? Kendi kişisel hayallerini gerçekleştirmeye çalışan yönetmenler karşısında ne kadar güçlüler?



Bu Hamlet'in iki afişi var. Soldaki oyun kitapçığında  sağdaki İBB Şehir Tiyatroları'nın internet sayfasında. Afiş oyunu anlatır. Hangisi derseniz bence ikisi de değil. Ama zihinlerde karışıklık olduğu kesin.
Alkan’ın Hassasiyeti

Alkan başta ve sonda  bir cümleyi söyletir Horatio’ya: ‘Dünyada bütün  işi yemek ve uyumak olan insana insan denir mi?’  Alkan kişisel olarak şikayet ettiği insanlara bir mesaj vermek istemiş belli ki. Ben bu cümlenin arkasındaki düşüncenin Alkan’ın bir gazeteye verdiği röportajda söylediklerine bağlıyorum. Ancak bu oyun için çok zayıf kalıyor bu cümle.

Sonuç

Engin Alkan’da kendi içinde bütün olan başka oyunlar seyrettim. Bu oyun akla gelen şeylerin bir araya getirildiği ‘toplama’ bir oyun olmuş ama ‘bütün’ değil. Ayrıca çok uzun.   Engin Alkan Hamlet için ‘Kabın şeklini almak değil, kabı kırmak isteyen biri.’ demiş. ‘Goethe Hamlet’i içine sadece güzel çiçekler konulması gereken incecik porselenden yapılmış bir vazoya benzetmiştir. Bu vazoya bir meşe dikince vazo kırılıvermiştir.’(M.Urgan) Galiba bu cümle Alkan’ı etkilemiş. Bir yazının finali için iyi bir cümle verdi bana:  Alkan porselen vazoyu kırmış. Bu Hamlet gelecekte kırmızı donu ile hatırlanacak. Yazık.

Melih Anık

Kişisel şikayetim:

Mezarcılar  sahnesi ben çok severim. O sahnenin böyle oynanması ile ilgili şikayetim var. Bu kadar kötü yorumlanan mezarcı sahnesi daha önce hiç görmedim.

Hamlet’in tiratları çok meşhurdur. Şiirseldir.  Ben de çok severim. Maalesef Alkan’ın rejisinde tiratlar sıradanlaşmış. Hamlet’in estetik havası zarar görmüş. Hiç değilse olduğu gibi bırakılsaydı da  şiirsel bir tad ile ayrılsaydım salondan.

Engin Alkan ile Röportaj

https://tiyatrodergisi.com.tr/engin-alkan-hamlet-kabin-seklini-almak-degil-kabi-kirmak-isteyen-biri/

HAMLET Künye

Yazan: William SHAKESPEARE

Çeviren: Sabahattin EYÜBOĞLU

Yöneten: Engin ALKAN

Dramaturg: Sinem ÖZLEK,

Dekor  IşıkTasarımı: Cem YILMAZER,

Kostüm Tasarımı: Nihal KAPLANGI,

Efekt Tasarımı: Metin KÜÇÜKYILMAZ,

Hareket Düzeni: Senem OLUZ,

Dövüş Koreografisi: Murat TURHAN,

Yönetmen Yardımcıları: Hüseyin TUNCEL, Sevinç ERBULAK, Selin TÜRKMEN,

Asistanlar: Deran ÖZGEN, Kamer KARABEKTAŞ, Osman KABA, Yılmaz AYDIN

Hamlet : Özgün AKAÇÇA

Claudius : Doğan ALTINEL

Horatio : Onur ŞİRİN

Gertrude : Elçin ATAMGÜÇ

Ophelia : Zeliha Bahar ÇEBİ

Polonius : Zafer KIRŞAN

Laertes : Direnç DEDEOĞLU

Rosencrantz : Tevfik ŞAHİN

Guildenstern : Alp Tuğhan TAŞ

Osric : Destan BATMAZ

1.Mezarcı : Mehmet Emre ERTUNÇ

2.Mezarcı : Emrah Derviş SOYLU

Gonzago : Cihat Faruk SEVİNDİK

Batista : Doğan ŞİRİN

Lucianus/Papaz : Oğuzhan OĞUZ

Koruma : Hüseyin Emre ŞEN

Soylu : Deran ÖZGEN

 

Dekor Uygulama: Sırrı TOPRAKTEPE,

Kostüm Uygulama: Sibel USANMAZ,

Işık Uygulama: Fatih KARA, Gökhan DAVULCU, Ali ÖZKIR,

Efekt Uygulama: Nesin COŞKUNER,

Sahne Terzileri: Mehmet SOYLU, Nezahat TUNA

Sahne Kuaförleri: Ufuk CAN, Eray KABİLOĞLU

Aksesuar Sorumluları: Bilal Zafer KURUOĞLU, Tunahan ALTUN, İlyas ÖZCAN, Kadir KARATAŞ

Sahne Teknisyenleri: Dursun SARIAHMET, Seyit KIRDI, Mert Ali METİN, F. Mehmet ÖZKARDAŞ,

Yusuf ŞAHİN, Koray SATIR, Burak YILMAZ

Grafi̇k Tasarım: Alper YILMAZ, Fotoğraflar: Ahmet ÇELİKBAŞ, Broşür Uygulama: Koray GÜN

İ̇lk Oyun: 05 Ekim 2022, Süre: 165 Dk./ 2 Perde

Çeviri, edisyon karşılaştırmaları ve dramaturji çalışmalarına katkılarından dolayı; Nazif Uğur Tan, Anıl Can

Beydilli, Mehmet Ergen, Esra R. Akçay Duff ve eşi Damien Jade Duff’a, yönetmen yardımcılarımız;

Oya Kaptanoğlu ve Gökhan Doğrusoy’a katkılarından dolayı çok teşekkür ederiz.

Kaynak

Hamlet (oyun) Sabahattin Eyüboğlu tercümesi

Hamlet(Oyun) Halide Edib Adıvar tercümesi

Hamlet(oyun) Orhan Burian tercümesi

Hamlet(oyun) Tarık Günersel tercümesi

Shakespeare ve Hamlet Mina Urgan

William Shakespeare Yzyılların Sahne Büyücüsü Ayşegül Yüksel

Çağdaşımız Hamlet Jan Kott

William Shakespeare Terry Eagleton

8 Ocak 2023 Pazar

İBB Şehir Tiyatrosu'nda Suat Derviş ve Fosforlu Cevriye 2022

 Yazıma bu oyunu repertuvara alan İBBŞT’nu kutlayarak başlamak isterim. Bunun birkaç nedeni var: Suat Derviş’i gündeme getirmesi, Gülriz Sururi’yi anma vesilesi yaratması, bir ödenekli tiyatronun sorumluluk ve görevini idrak ederek  konusunu kendi toplumundan alan ve toplumsal çıkarımları olan bir oyun seçmesi,  Türk Tiyatrosu’nda tamamen ‘bizden’ olan bir müzikli oyun oynayarak bir taraftan müzikli oyun ekiplerinin ve de seyircinin  yetişmesine katkı vermesi, tiyatroda örnek olması, canlı orkestra ile bir müzikli oyunu 35 liraya halka ulaştırması. Bu nedenlerle bu oyunu  Zorlu PSM vb özel kurumların ithal malı ve fahiş fiyatlı  müzikli oyunlarına yüz kere tercih ederim. Seyrettiğim gün salondaki  beğeni alkış ve nidalardan sosyal medyadaki övücü paylaşımlar ile oyunun kapalı gişe oynanmasından emeğin karşılığının alınmış olmasından da memnunum. Ancak bu giriş yazımın geri kalanındaki eleştirilerime engel değil. Böyle bir oyun için çok emek harcanmış. Ama  ben eleştirilerimde  emeği bir oyunun başarısı için yeterli kavram olarak almıyorum.



Suat Derviş

Fosforlu Cevriye romanının yazarı Suat Derviş(1905-1972)  eğitimli ve varlıklı bir aileden gelir. Kendisi de çok eğitimlidir. 1919-1920’de ablası Hamiyet Hanım’la birlikte Berlin’de Sternisches Konservatuarı’nda okur. Berlin’de müzik eğitiminin ona uygun olmadığına kanaat getirip gizlice Edebiyat Fakültesi’ndeki Felsefe bölümüne geçiş yaparak eğitimine devam eder.   Suat Derviş “İnsan sadece kişisel hazlardan, mutluluklardan ibaret değil  kurduğu ve içinde yaşadığı topluluğa karşı bazı ödevleri sorumlulukları olan bir canlıdır” (Kuçuradi) ifadesinin yaşayan bir örneğidir.

Suat Derviş  topluma karşı bir mücadele hâlindedir. Bu mücadelesi “etik” meselesi ve ahlâkı sorgulaması üzerinde yükselir. Kişiyi iyi ve doğru yapan nedir? Toplumun ahlâk anlayışının sınırları ve sorunları nelerdir? Suat Derviş eserlerinde önce kişinin kendisi için iyi ve doğru olanı sonra da bunun toplumun standartları ile olan uyumunu veya çatışmalarını sorgular erkek dilli ahlâkla çatışır ve “feminist bir ahlâk” örneği sunar. Romanda toplum tarafından dışlanan karakterlerin “ahlâkını” ortaya koyar  “sokaktaki ahlâkın” ne olduğunu sorgular. Bu karakterler içinde hırsızlar, esrar satıcıları, orospular, kadın satıcıları vb vardır.  Romanda  vücudunu satan kadınlardan bahsederken “güvenilir  mert becerikli melek yüzlü” şeklinde ifadeler kullanması onun duruşunu ortaya koyar.

Suat Derviş Lozan ve Montrö konferanslarını muhabir olarak izlemiştir.

1926’da İkdam Gazetesi’ne kadın sayfası hazırlamıştır. 1970’te Türkiye Devrimci Kadınlar Derneği’ni kurar. “Niçin Sovyetler Birliği’nin Dostuyum” yazısı Derviş’in komünistliğini tescilleyen bir metin olur. Bu yazıdan sonra Suat Derviş ataerkil bir toplumda kadın olarak yazmanın bedelini öderken bir de ‘komünist’ olarak yazmanın dışlayıcı etkisini yaşar. Suat Derviş mücadeleyi bırakmaz ve gazeteci Neriman Hikmet ile birlikte 1937’de Yeni Edebiyat dergisini kurar.

Nazım Hikmet’in ‘Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını / Bir kere eğemedim bu kadının başını’ dediği kadındır.

Suat Derviş Attila İlhan’ın O Karanlıkta Biz romanının kahramanları arasındadır.

Suat Derviş  Türk romanını Batı’ya tanıtan ilk isim, Avrupa’ya gönderilen ilk kadın gazeteci, ‘Fransızca’ya tercüme edilen ilk Türk romancı, ilk toplumcu-gerçekçi yazar olarak anılır.

Gülriz Sururi

Gülriz Sururi Liz Behmoaras’ın Suat Derviş Efsane Bir Kadın ve Dönemi isimli kitabını  okuduktan sonra  Behmoaras’a  ‘Onu tanıdığım güne dönmek  kıymetini bilemediğim için özür dilemek isterdim. Keşke bir gün Fosforlu Cevriye’yi oyunlaştırabilsem’ diye yazar. Suat Derviş ile yıllar önce bir araya gelmişlerdir. Suat Derviş romanı Gülriz Sururi’nin oyunlaştırmasını ve Cevriye’yi oynamasını istemiştir. Gülriz Sururi o günlerde kayıtsız kalmıştır. Ama romanın oyunlaştırma hakkı ondadır. 28 Şubat- 16 Mart 2008 tarihleri arasında romanı oyunlaştırır. Oyunun müziklerini yapması için  Atilla Özdemiroğlu’na teklif götürür kabul görür.  Özel tiyatrolarda sahnelenmesinin mümkün olmayacağını anlayınca  Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin’e telefon açar. Çok sıcak karşılanır. 2008’in Ağustos’undan itibaren çalışmalar başlar ve Fosforlu Cevriye o yıl sahneye çıkar. Üç yıl sahnede kalır.

Gülriz Sururi romana yaptığı eklemelerle ‘sokaktaki ahlakın’(ahlaksızlığın)  toplumun kurumlarına sinmiş ahlaksızlığın yanında daha ahlaklı kaldığını vurgulamış gibidir. Bu çerçeve içinde Suat Derviş’in temel meselesinin altını kalın çizgilerle belirginleştirmiştir. Ancak romanın geniş kapsama alanını bir oyunda sahneye getirmek zordur. Bu nedenle de uyarlamanın Suat Derviş’in romanının içeriğini tam yansıttığını söyleyemeyiz.  Ancak diyaloglar içinde ince dokunuşlar ‘forshadow’lar dramaturjik olarak Sururi’nin tiyatrodaki ustalığını gösterir.     

Fosforlu Cevriye(Roman)

Roman annesi ve babası olmayan kendi deyimiyle mantar gibi yerden bitmiş Cevriye adlı bir sokak kadınının hayatını anlatır. Romanın en önemli meselesi toplumun dışına itilmiş alt sınıfların hayatını anlatmak ve onları sistemin dışına iten sebeplere kişilere ve düzene odaklanmaktır. Yazar toplumun dışında kalmış karakterlere odaklanarak  onların sesi olur ahlaki ve sınıfsal sorgulamalar yapar. Ben Cevriye’nin kişiliğinde Carmen’den(Bizet) izler görüyorum.

Fosforlu Cevriye ( İBBŞT)

Kısaca söylemem gerekirse seyrettiğim Fosforlu Cevriye(İBBŞT) ne Suat Derviş’in kişiliğini ne romanı ve yazmaktaki amaçlarını yansıtıyor. İBBŞT’nın Fosforlu Cevriye’si tiyatroda bilinen eğlendirmeye öncelik ve ağırlık veren trükleri kullanarak seyircinin ‘damar’ına yönelmiş.  Yönetmen  “Böylesi kült bir roman karakterini sahneye taşırken özellikle romanın okurlarına karşı sorumluluk hissediyordum. Sırtımı romana dayayarak, sahnede kurulmasını istediğim dünya için çeşitli değişiklikler yaptım. Sonra Dramaturg Gökhan Aktemur ile metnin dramatik yapısını daha da güçlendirmek için çalıştık” diyerek  Gülriz Sururi’nin ‘romana sırtını dayamamış ve sağlam bir dramatik yapı kuramamış olması’ gibi yanlış anlaşılmaya açık bir ifade kullanmış olsa da aslında Gülriz Sururi’nin tekstinin büyük bir bölümünü ve akışını kullanmış. Gülriz Sururi’nin tekstinde olmayan idamlık Şefika’nın hikâyesi, hamam sahnesi, yolu sokağa düşmüş fiyakalı genç, çok sık araya katılan  dönem şarkıları, elinde kaşıklarla sahneye giren şortlu şapkalı Hacı Ağa, Sümbül Dudu’nun seyirciyi eğlendirmek için söylediği kantoların çokluğu,hastaneden yeni çıkmış Cevriye’nin elinde bir bezle altını silerek sahneye girmesi(düşük yapmış) ve  elindeki kanlı mendili sahne kenarına atması, Güllü’nün sahne arkasına attığı terliğin bir sahne sonra orkestra şefi tarafından Güllü’ye iade edilmesi, seyirciye atılan çantanın  salona inen oyuncuya seyirci tarafından verilmesi, sahnede gereksiz koşuşturmalar, ikinci perdenin başındaki  Haldun Dormen’in müzikli oyunlarının finallerini hatırlatır ama gereksiz sahne, meyhanede kavga sahnesi ‘sırtını romana dayamak’ olmuyor bence. Bunlar dramatik yapıyı da güçlendirmemiş. Aksine karikatürleştirilen tipler sulandırılmış sahneler  oyunun Suat Derviş çizgisinden uzaklaşmasına neden oluyor.  Romanı ve Gülriz Sururi’nin tekstini bilince ‘Metnin dramatik yapısını güçlendirmek ‘ iddiası ise havada kalıyor tabii ki. Oyun ağırlaşmış temposunu yitirmiş uzamış da uzamış.(Ara ile birlikte üç saat beş dakika) Hele Cevriye ağır paketi denize atarken dengesini kaybederek başını kayığın tahtasına çarpması sonucu bayılıp denize düşerken  duyulan tabancadan ateşlenmiş iki el silah sesi yanlış bir ifade veriyor  ve hiç de romana sırt dayandığını göstermiyor.

Roman Cevriye’nin sürgünden kaçıp İstanbul’a gelişi ile başlıyor ve ‘flash back’lerle ilerliyor.  Gülriz Sururi olayları sıraya dizmiş kronolojik bir anlatım yaratmış ve oyunu Cevriye’nin hastaneden çıkışı ile başlatıyor. İBBŞT da aynı akışı kullanıyor.  Öte yandan  Gülriz Sururi’nin romana sadakati de sorgulanabilir ama ilk oynandığı dönem(2008) ve kurum(Ankara Devlet Tiyatrosu) dikkate alınırsa İBBŞT(2022) onun kadar  cesaretli olamamış. Gülriz Sururi karakolda babasının ismi ile polisleri selama durduran delikanlı mahkemede ‘ Kız çok güzel / Rakının yanında iyi gider’ diyen hâkim karakterlerini kendisi yaratmış. ‘Romana sırtını dayamış’ İBBŞT Sururi’nin bu köpürtmesine kıyamamış aynen oynuyor.  Ama Gülriz Sururi’nin tekstindeki Kırk Yamalı Hoca’yı sahneye çıkaramamış. Gülriz Sururi sanki bugünleri görerek   bir Hoca  yaratmış ama İBBŞT makaslamış sahneye getirememiş. Kırk Yamalı Hoca romanda var. Derviş romanda şöyle anlatmış: Kirli, günahkar hayatında Kırk Yamalı Hoca’nın ona öğrettiği affedici  rızk verici, yaratıcı Allah'a karşı duyulan inanç nasıl temizleyen bütün günahlardan yıkayan bir bucak ise ona karşı duyduğu his de kendisini hayatın kirlerinden günahlarından uzaklaştıran bir melce (barınak sığınak) olmuştu.” Cevriye’nin kişisel gelişiminde çok önemli bir rolü var Kırk Yamalı Hoca’nın. Adam’ı tanıdıktan sonra Cevriye’nin Kırk Yamalı Hoca’nın anlattığı cennetten Adam’ın cennetine geçişini gösteriyor Suat Derviş. Kırk Yamalı Hoca Cevriye İşçi sahnesinde ‘iş tutmak’ için işçiden aldığı parayı dua etmesi için Hoca’ya vermesi Gülriz Sururi’nin ‘cinliği’ ama  Suat Derviş’in dünya görüşünün dramatik bir ifadesi.  Gülriz Sururi’nin yarattığı Kırk Yamalı Hoca’nın sahneye getirilememesi üstünde durulması gereken bir konu. 2008’den bu yana Türkiye’nin değişiminin de aynası. Romanı ve Sururi’nin metnini bilmeyenler  için atlanacak  bu hususu ben dikkate sunmak istedim.  Ödenekli tiyatroda oto sansür de denebilir. Hadi Sururi’nin hocasını almamışlar anladım ama Suat Dervişin hocasını koysaydılar oyuna bâri diye düşündüm.

 Romanda hayat hikayesi anlatılan pek çok karakter var. Arap Cemile, Çatlak Marika  Güllü Fışfış, Torpil şeref,  sele Şevket, Madrabaz Nuri, Kös Ayten .. Gülriz Sururi de onların hikâyelerine  gir(e)memiş. Romana sırtını dayamış ve kendince eklemeler yapmış İBBŞT o eklemeler yerine bu karakterleri işleyebilirdi. Zira Suat Derviş’i anlamak için o karakterlerin işlenmesi iyi olurdu. Suat Derviş birbirlerine yardım eden bu insanları anlatırken  ‘sokağın ahlakı’ diye bir fikrin peşinde. Cevriye mahkemede eline esrar paketi tutuşturanın ismini vermez . Suat derviş der ki: ‘Cevriye bu işten yakasını kurtamadı. Onda bir sokak ahlakı inancı vardı.

Romandaki Adam’ın Nâzım Hikmet ve/veya Reşat Fuat Baraner olduğu söylenir. İBBŞT keşke bunu hiç değilse Adam’ın görüntüsünde kullanmış olsaydı.

Karakolda ayna var şarkısının gerisinde de nice dramlar var. Karakolda Ayten’in ölümünü gören sokak kadınları dışarı çıkarken kimselerin bakmadığı o pis bulanık aynada kendilerine bakar yüzlerini gözlerini düzeltir saçlarını tararlar çoraplarını çekerler çamurlu ayakkabılarını mendille silip ‘sokağa’ çıkar. Suat Derviş ‘Biraz evvel Ayten'in başına gelenin korkusu hava­da bir ihtar gibi sallanıyordu.Hepsinin içinde şuurlu veya şuursuz bir korku uyur gibiydi. Kendilerine nasip olan neticeyi görmüşlerdi. Günün birinde bir karakol köşesinde, bir kaldırımın kenarında bir arsanın yabani otları arasında, bir hendeğin içinde tek başlarına bu dünyadan aynlmak.’ İBBŞT karakol sahnesinde sahnede bir aynayı gezdirip çıkarıyor. Karakolda ayna var bu şekilde ‘kanıtlanıyor’(!) ama aynanın romandaki yeri ve anlamı karikatürleştiriliyor.

İBBŞT’nin dramatik yapıyı güçlendirmek için bulduğu çözümler(!) reji anlayışını da  gösteren örnekler.

Ama Allah için  Sümbül’e söyletilen ‘ Başka bir para itibar görüyorsa bu işte başka bir iş var demektir’ sözü İBBŞT’nin ‘muhalefetini’(!) gösterirken oyunun genelinde doğaçlamaya ve seyirciyi güldürerek alkış alma eğilimi bence ‘güçlendirilmiş’(?) dramatik yapıya bir tehdit gibi geldi.    

Özellikle ödenekli tiyatrolarımızda kadrosu ve oyun künyelerinde isimleri olan dramaturgların ne iş yaptıklarını merak ederim. Dramaturg orada olmayanın sesidir bence. Yâni bu oyunda  Suat Derviş’in Gülriz Sururi’nin. Benim gördüklerimi görmemiş olabilir mi? Gerek yazarın gerek oyunlaştıranın/uyarlayanın fikriyatını  ruhunu korumak değil midir görevi? Belki de dedi ama dinletemedi. Yönetmen bildiğini okudu. Ama künyede  ismi olan  kabahate ortaktır.

Oyunun künyesinde oyuncuların isimleri arka arkaya yazılmış sürü gibi. Bu oyunculara haksızlık. Uyardım ama yazıyı yayımladığım güne kadar düzelmedi. Orkestrada hangi enstrümanı kimin çaldığını, oyunun reji asistanlarını biliyoruz da mesela Cevriye’yi hangi oyuncunun oynadığı yazılmamış. Ayıp günah.Tanıdığım oyuncular da var tanımadıklarım da. Ben de bu künyenin hak ettiği  oyuncu eleştirimi şöyle yazıyorum: Genel olarak iyi oynandı. Oyunculuk ortalaması ortalamanın biraz üstünde idi. İyi oynayanlar var idare edenler var göze çarpanlar var.

Oyunun teknik yapısına katkı verenleri de isimleri ayrı ayrı belirtilmiş olsa da  tek tek değerlendirmeyeceğim.  Oyuna katkılarından dolayı bazılarını tebrik ederim bazılarını uyarırım.  Yeri gelmişken söylemek isterim ki Gülriz Sururi’nin teksti şarkı sözleri ve Atilla Özdemiroğlu besteleri ile bir bütün. İBBŞT yeni besteler yaptırmış. İBBŞT’nın künyede Atilla Özdemiroğlu’na ait bir şey bırakmamış olması da vefasızlık gibi geldi bana.

İBBŞT seyircinin duygularına oynamış aklına değil. Bu duygusal yöneliş eğlendirme niyeti ile birleşince Suat Derviş’in hayatını adadığı düşünsel iklimden çok uzakta bir gösteri çıkmış ortaya.

Sonuç İBBŞT yöneticilerini ödül vericileri Suat Derviş’i bilmeyen romanı okumamış olan seyirciyi memnun edebilir ama beni üzüyor.

Melih Anık



Notlar: 

Gülriz Sururi tekstinin İBBŞT tarafından  bana gönderilmesi amacıyla gösterdiği anlayış ve verdiği izin için Sayın Zeynep Miraç’a teşekkür ederim.

İBBŞT müzikal demiş ama oyun müzikli oyun.

Gülriz Sururi de ‘uyarlayan’ değil ‘oyunlaştıran’

‘Sırtını dayamak’ birine bir şey güvenmek dayanmak anlamına geliyor. Bir romana sırtını dayamak  yaptıklarının temeli romanda var demek. Romana sadık kaldık demek. İBBŞT’nin Fosforlu Cevriye’si bu ifade ile seyirciye yanlış bilgi veriyor.




Oyunun Resmi Künyesi

FOSFORLU CEVRİYE

YAZAN

:

SUAT DERVİŞ

UYARLAYAN

:

GÜLRİZ SURURİ

YÖNETEN

:

YELDA BASKIN

MÜZİK BESTECİ

:

OĞUZHAN BALCI

DRAMATURG

:

GÖKHAN AKTEMUR

DEKORTASARIMI

:

BARIŞ DİNÇEL

KOSTÜMTASARIMI

:

TOMRİS KUZU

IŞIK TASARIMI

:

KEMAL YİĞİTCAN

KOREOGRAF

:

MARAL CERANOĞLU

ORKESTRA ŞEFİ

:

HAKAN ELBİR

EFEKT TASARIMI

:

YUNUS NALCI

YARDIMCIYÖNETMENLER

:

CEREN HACIMURATOĞLU - GÖZDE İPEK KÖSE

REJİ ASİSTANLARI

:

AYBAR TAŞTEKİN - CAFER ALPSOLAY - BUĞRA CAN ILDIRIŞIK

SÜRE

:

160 Dk. / İki Perde

OYUNCULAR   

:    

   AYŞE GÜNYÜZ DEMİRCİ, BERK SAMUR, BESİM DEMİRKIRAN, BİNNUR ŞERBETÇİOĞLU, CEYSU AYGEN, ÇAĞATAY PALABIYIK, ELİF VERİT, EMRE YILMAZ, HAKAN ÖRGE, IRMAK ÖRNEK, NUR SAÇBÜKER OTAN, SAMET SİLME, TUĞRUL ARSEVER, YAĞMUR DAMCIOĞLU NAMAK, YUNUS ERMAN ÇAĞLAR, ZEYNEP CEREN GEDİKALİ

İlgi:

Yararlandığım kitaplar makaleler yazılar:

Fosforlu Cevriye (Roman) Suat Derviş

Suat Derviş Fosforlu Cevriye (Oyun) Oyunlaştıran Gülriz Sururi

Suat Derviş Efsane Bir Kadın ve Dönemi(Belgesel roman)  Liz Behmoaras

Zefiros(Anılar) Gülriz Sururi

Başını Eğmeyen Celileler Cavideler Cevriyeler Suat Derviş’in romanlarında Ahlak Meselesi  - Arş. Görevlisi Dr. Gülçin Oktay Erkoç - Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Yeni Türk Edebiyatı Anabilim Dalı

https://dspace.ankara.edu.tr/xmlui/handle/20.500.12575/77308

Suat Derviş: Kadınların yıldızları gönüllerince seyretme haklarını savunan gazeteci Kübra Derin

https://journo.com.tr/suat-dervis

 Behçet Necatigil’e Mektup

 https://www.gazetekadikoy.com.tr/edebiyat-hayatindan-hatirlamalar/suat-dervis-behcet-necatigil039e-mektup

Unutulmaya Direnen Kadın  (Berat Günçıkan / Cumhuriyet Dergi / Sayı 469 / 19 Mart 1995)

https://edebiyatsoylesileri.com/post/637397358840348672/suat-dervi%C5%9F-unutulmaya-direnen-kad%C4%B1n

Yönetmenle yapılan röportaj

https://www.birgun.net/haber/fosforlu-cevriye-sahnede-parliyor-412454