2 Ekim 2021 Cumartesi

Sosyal Medyada Yazışmak Gayya Kuyusuna Düşmektir

 

Sosyal medya herkesin fikirlerini ortaya attığı bir yer. Geçen gün bir tiyatro oyuncusu ile aramızda geçen konuşmayı paylaşacağım. Aralara düşüncelerimi yazacağım.

Şöyle bir paylaşım yapmıştım:

Melih Anik  : Seyretmek istemeyeceğiniz oyun nedir diye sormuştum bir kaç gün önce. Tabii ki tiyatro camiası cevap veremez. Yârin zülfünden korkarlar. Benim listemde Azizname(Y.erten) ve Tarla Kuşuydu Jüliet(içinde engin alkan olan) var.

Buna gelen cevap ve devamı aşağıda:

OYUNCU: Tiyatro camiası derken bütün herkesi zan altında bırakıyorsunuz..Kendi adıma o sorunuzu görmedim, görsem Nalınlar, Çil horoz,Derya gülü gelirdi ilk olarak aklıma...

( Nalınlar ve Derya Gülü  Necati Cumalı’ya Çil Horoz Oktay Rıfat’a ait. Yazarları öbür diyara uçmuş. Şu anda da bu oyunları oynayan bir tiyatro yok. Oyuncu bana cevap vermiş gibi yapıyor ama benim verdiğim CANLI örneklerin benzerlerini söyleyemiyor. Olabilir. Şu sırada onun için  öyle bir oyun yoktur ama ‘zan altında bırakıyorsunuz’ ne? Cevap veren ondan başkası çıkmadı. Diyelim ilgilenmediler görmediler. İlgilenseler görseler yazarlar mıydı? Hayır. Görmezden gelmek sesini çıkarmamak tiyatro âleminin özelliği değil mi? Yahu bu kardeşler arkadaşlar benim yazılarımı okudukları halde ses veremiyor. Her ödül haksızlığına göz ve kulaklarını kapatıyorlar. Ben benimle yaptıkları konuşmalardan bilirim. Bana hak verir ama seslerini çıkarmazlar. Hatta ‘biliyorsun ortamı’ falan derler. Yâni ben onlardan öğreniyorum ortamın öyle olduğunu. Bu oyuncu da ortam çok uygun kendisi de cengavermiş gibi davranıyor. Beni de zan altında bırakmakla suçluyor)

Cevap verdim:

Melih Anik Yaşayanlardan örnek verseniz? Benim örneklerime bakar mısınız?

Oyuncu:  evet tabii ki,izlemediğim, okumadığım hiç bir noktaya yorum yapma adetim yoktur. Azizname oynarken ben bölgelerde, yılda 3 oyunda oynuyordum.

(Satır aralarında ne var? İzlemediğin okumadığın oyunlar hakkında yorum yapıyorsun diyor. Yücel Erten’in Azizname’sini ve de Engin Alkan’ın Tarla Kuşuydu Jüliet’ini seyretmişsem yeni sahnelemede ne yaptılar diye merak eder miyim? Etmem. Ayrıca bu internet çağında oyundan kısa videolar fotoğraflar paylaşılıyor. Onlara bakmaz mı insan! Ben bakarım. Onlardan da yönetmenlerin kendilerini aşamadıklarını havanda su dövmeye temcit pilavını yeniden ısıttıklarını anlamak zor mudur? Oyuncu saldırarak savunuyor kendini. Ama Azizname oynanırken yılda üç oyunda oynaması seyretmemek için bir mazeret sanki. Azizname son 20 yıldır o kadar çok oynandı ki hangi oynanışından bahsediyor bilmiyorum. Ülkemizde Azizname’yi kaçıramasınız.)

Konuyu açmak için yazdım:

Melih Anik Şimdi oynanan oyunlar arasında seyretmem diyeceğiniz oyun yok mu?

o    Oyuncu : Ben Istanbulda yaşıyorum, izlemeden çok nadiren, izlemem diyorum,fakat en önemlisi, o kadar çok cenazem oldu ki bu yıl (benim sorunum tabii ki)yeni sezonda,kendi beğeni çerçevemde, izledikten sonra, kendi öznel fikrimi beyan edeceğim oyunlar olabilir, izlemeden,izlemem demek pek adetim değildir ama bir oynun da 30 bin versiyonunu(başka eller dokunmadıysa)izlemek pek adetim değildir

(Yâni İzmir’deki Azizname’yi izlemek kısmet olur mu bilmem diyor. Gene aynı vurgu: izlemeden çok nadir  izlemem derim. Kaçak güreşiyor ama bana dokunacağını düşündüğü imaları yapmaktan da vaz geçmiyor. Son cümlesi yola geldiğini gösteriyor ancak gizli itirafım mı yapıyor emin değilim. Azizname ve Tarla Kuşuydu Jüliet’e yönelik bir ima var.)   

Melih Anik Anlaşamadık gene. Ama zan altında bıraktığımı kolaylıkla söylüyorsunuz. İzlemeden iması da ayrıca bir dokundurma. Ne sorduğumu hiç anlamamışsınız. Verdiğim örnekler de size bir şey söylememiş.

Oyuncu:  yoo anlıyorum, siz,sizinle aynı fikirde olmayan ya da gözlemlemek için zaman isteyen insanların, sizi anlamadığına inanmak istiyorsunuz belki..Aynı fikirde olmak zorunda değiliz ki...Siz ile sohbet çok keyifli ve değerli, iyi ki aynı fikirde değiliz (bazı konularda)😊 Haa bu arada ben dokundurmayi çok sevmem,içimden geçeni söylerim, sizin gibi😊

(Gene bir suçlama: ‘Sizinle(benimle) aynı fikirde olmayan ya da gözlemlemek isteyen insanların sizi anlamadığına inanmak istiyorsunuz belki. Aynı fikirde olmak zorunda değiliz ki.’ Benimle aynı fikirde olmayan insanlarla bir meselem yok. Ben pek çok insanla aynı fikirde değilim. Benimle de aynı fikirde olmayan yüzlerce kişi olabilir. Ama aynı fikirde olmadığım insanların beni anlamadığına inanmak  istediğimi nasıl uyduruyor? (Benim dilime cümle aklıma fikir yerleştirenlerden nefret ediyorum) Benim sorum açık ve net: Seyretmek istemeyeceğiniz oyunlar var mı? Örnek de vermişim. Konuyu da ‘Aynı fikirde olmak zorunda değiliz ki’ye getirmiş. Benim hakkımda kendi karar veriyor ve havari olup sıyrılmaya çalışıyor. Başkalarının fikirlerine saygı gösteren(!) biri o. Dokundurmayı da sevmezmiş. Hadi canım.)

Devam etmeye değmez. Hatta Oyuncu’nun hayatımın içinde kalmasına da gerek yok. Oynadığı yönettiği oyunu seyretmem de gereksiz.  

Melih Anik ‘Anlamsızlaşmaya başladı bu konuşma. Geceniz hayrolsun’

dedim ve kapıları kapattım.

Melih Anık

1 Ekim 2021 Cuma

Fırsat Kaçırılmış bir Oyun: Madam Giyotin(Kültüral)

ABD’li Lauren Gunderson (1982) çoğunlukla tarih bilim ve edebiyat alanlarında ünlü kadınları anlatan oyunlar yazıyor. Ülkesinde 2016’dan bu yana yaşayan yazarlar arasında en çok oyun yazanlar  ve oyunları en çok oynanan ilk 20 yazar listelerinde yer  almış. Madam Giyotin 2015 yılında   ‘Bay Area’ Oyun Yazarları Festivali’nde geliştirilmiş ve 2016’da ‘Cincinnati Playhouse in the Park'ta ilk kez oynanmış.

Oyunun özgün adı The Revolutionists(devrimciler). Türkçeye Madam Giyotin diye çevrilmiş(Gülay Gür) Bu, oyundaki gerçek kişiler üzerine inşa edilmiş üç kadının giyotinle idam edilmesinden kaynaklanıyor. Genellikle eylemi icra edene verilen ‘giyotin’(cellat gibi) bu kez giyotin kurbanlarını anlatan bir oyuna isim olmuş. Çekici ama bence  yanlış bir isim. Zira oyun ‘giyotin’e rağmen bildikleri yolda yürüyen ‘devrimci’ kadınları anlatıyor. Devrimciler(ya da Devrimci Kadınlar) oyuna  daha çok uyan bir isim olurdu.

Oyunda dört kadın var. Oyun yazarı feminist insan hakları savunucusu Olympe De Gouge Marie Antoinette hakkında yazdığı oyun yüzünden  monarşiyi yeniden canlandırma  suçundan,  suikastçı Charlotte Corday Fransa’da ’terör dönemi’(1793-94) diye anılan dönemin  liderlerinden Marat’yı öldürdüğü için kraliçe Marie Antoinette vatana ihanetten giyotinle başları kesilen üç tarihi kişilik. Haitili isyancı Marianne Angelle o dönemde Fransa’nın sömürgelerinden olan  Saint Dominik’in(şimdi Haiti) kadınlarını ve bağımsızlık fikrini  temsil eden bir kişi. Oyun 1793’de geçiyor ki bu tarih gerçekte kadınların idam edildikleri tarih.

Oyun kişileri gerçek hayatta bir araya gelmemiş. Hepsi yazarın zihninde. Zaten oyun, yazarın konu araması ile başlıyor ve rollerin sahneye çıkışı ile oluşuyor. Corday son repliğini arıyor Antoinette kendini savunuyor Marianne ise devrim peşinde. Yazarın bu üç kadına bakışı yumuşak ve anlayışlı. Ona göre ‘erkeklere devrimlerin nasıl yapıldığını gösteren kadınlar’ onlar. Yazar ’Bizi(onları) bir topluluk hâline getirecek heyecanlı ve eğlendirici bir oyun’ ‘Adaletsizliği protesto etmek için güçlerini birleştiren kadınları’ yazmak istiyor. Ve Marianne’a söylettiği gibi  Çocuklarımıza bırakabileceğimiz sıkı bir kahkaha’olsun.

Yazarın seçtiği biçim ‘meta tiyatro’ Sonraları Brecht’te ‘yabancılaştırma’ olacak biçim: ‘İzleyicinin mevcudiyetine ilişkin bir farkındalığın ifadesi’  Bu açıdan baktığımızda ‘Bütün dünya seyircidir’gibi metinlerarası bir gönderme tam da meta tiyatroya uygun. Ya da Marianne’in ‘ Oyun yazarına iyi davran. Senin o bıçağı tuttuğun gibi o da kurguyu elinde tutuyor’ repliği  oyundaki  biçimin ip uçlarını veriyor. Beni en çok çarpan repliği Marianne söylüyor:  “Fransızlar Batı’da köle kolonisi çalıştırırken özgürlük uğruna devrim yapıyorlar” Bu döneme yıllar sonra bakışın bir ifadesi. Tam bir yabancılaştırma. Görüldüğü gibi meta tiyatro biçimine uygun replikler aslında oyunu döneminden çıkarıp bugüne getiriyor. (En çarpıcı repliği yazımın kapanışına bıraktım.) Ben oyunu izlerken Olympe Corday’i giyotin altında görünce yazarın ağzından  ‘Ben böyle yazmamıştım’ ‘ Hayallerimizi yazamıyorsak gerçekleri yazalım’ dedim gayri ihtiyari.

Yazar çok titiz. Oyunun başına ‘ritm olarak noktalama işaretleri’ ve ‘Dialog fontlarının gösterdiği vurgu seviyeleri’ başlıkları altında kullandığı noktalama işaretleri ve fontlarla oyuncuya yol ve yön gösteriyor.

Yazımın bu girişi yönetmenin(Yağmur Yağmur) rejisini  anlatmak için gerekli. Bu zamanda internet üzerinden pek çok şeye ulaşmak mümkün olduğu için yönetmen belki de onlardan uzaklaşmak amacıyla  kendince bir düzen oluşturmuş. Farklı olmak adına yapılan tercihler oyunu sahnede canlandırmak için gerekli trüklerin ıskalanmasına oyunun sunduğu fırsatların değerlendirilmemesine neden olmuş.  Sahnede giyotinin olmaması böyle bir tercih belki de. Oysa giyotin kadınların başları üzerinde duran bir tehlike seyirciye  atmosferi hatırlatan bir simge ve kadınların cüretini gösteriyor.  Kadınlar giyotine rağmen öyle davranıyorlar.  Yönetmenin tercih ettiği ve oyuncuları içinden çıkartıp içine soktuğu dört cam vitrin(Sahne tasarımı: Yağmur Yağmur) oyunu ‘müzelik’ yapmış. Bu zamanımızda da var olan kadın kahramanları/kahramanlıkları da müzeye gönderiyor. Ancak müzede Marie Antoinette’in ilk çıkışı  vitrinden olmuyor . O daha sonra vitrine giriyor çıkıyor. Algı birliğini bozan bir trük. Fraternite(malûm slogan-Liberte egalite fraternite) aceleye getirilmiş gibi. Oyunda yargılamayı yapan rol. İki oyuncu tarafından maske ile oynanıyor. Benim tercihim oyuncuların esas rollerinin kostümlerinden çıkmaları olurdu.

Oyun aslında bir imkân sunuyor dünle bugünü birleştirmek adına. Örneğin bugünün yazarının düne gitmesi, içinde seçenekler taşıyan işlenebilir bir ayrıntı. Marianne oyun sonunda hayatta kalması ile çağlara umut veren bir sesleniş olabilirdi.  Oyun sonunda ‘herkes için devrim’ levhasını bir çelenk gibi giyinebilir ve oyunu bitirebilirdi.

Yazar ısrarla oyunun komedi olduğunu söylüyor. Tekst bana komedi gibi gelmedi ama belki de rejide komedi kayboldu. Ancak oyuncuların yüksek perdeden heyacanlı ve tempolu oyunculukları bir komedinin tezahürü olarak alınabilir mi bilmiyorum. Dördü de iyi oyuncu ama özellikle üç oyuncunun ‘aynı’ olması beni mutlu etmedi. Kostümleri farklı ama oynayışları aynı. Bence bu bir  ‘casting’ hatası. Zeliha Gürsoy, Çiğdem Yıldız ve Merve Güran iyi oyuncular olmalarına ve iyi oynamalarına rağmen bu oyunda oyunculuklarındaki benzerlik nedeniyle  bir araya gelmemeleri gereken bir üçlü. Betül Arım farklı oyunculuğu ile beni şaşırttı. Çok beğendim yorumunu.

Kostümler(Gaye Kızılışık) göz alıyor ama görev  yapmıyor. Kişilikleri yansıtmasını isterdim.Taşıyanları da çirkinleştirmiş. Bana kalsa oyun sonunda başlarını giyotine verenlere bir örnek kefen tarzı bir kostüm giydirirdim. Oyun boyunca üstlerinde taşıdıkları nesnelerden oluşan kostüm Marianne’ı çağımıza getirirdi. Yönetmen dönem ve dönemsizlik arasında kalmış gibi geldi bana.

Marianne’ın sırtında ve şeffaf  kumaş üzerine yazılı ‘herkes için devrim’ yazısı beni rahatsız etti. İfade marka etiketi gibi duruyor ve içeriği hafifletiyor. Yönetmenin oyuncunun sorumluluğunu taşıyan bir dış göz olduğunu ve hiç ihtiyaç yokken onun ‘çirkin’ görünmesine/olmasına izin vermemesi gerektiğini  düşünüyorum.

Müzik( Kintu Works & Muntu Works – Aytun) oyunun atmosferini oluşturmada yeterli.

Online izlediğim oyunun çekim açılarını (Video Yönetmeni ve Kurgu: Noyan Ayturan) görselliği (Görüntü Yönetmeni: Hasan Öztaş) ses( Emir Buğra Kazak) ve ışığını(Ayşe Sedef Ayter) beğendim. Belli ki özenli bir iş olması için çalışılmış.

 Oyun İKSV Tiyatro Festivali programı kapsamında. Oyunun festivalden önce seyirci ile online buluşmasına şaşırdım. Bu ilk defa bu yıl olmuyor. Salgından  önce seyirciyle buluşan başka oyunlar oldu.  Bence festivaller prömiyerlerin yapıldığı buluşmalar olmalı.

Madam Giyotin bu hâli ile fazla uzun. Bence budanmalıydı.  Yönetmenin oyunun Türk seyircilere ulaşması için gayreti ve metnin sunduğu olanakları kullanışı yeterli değil. Beğendiği bir metni sahnelemek istemiş ama sağlam bir reji yapamamış.

Oyunda sevdiğim bir replik şu: “Ülkemi olması gerektiği kadar iyi olmadığı için utanacak kadar sevmek vatana ihanetse o halde öyleyim

Tiyatromun olması gerektiği kadar iyi olmadığı için utanacak kadar gördüğümü yazmak  tiyatro yapıcıları kızdıracaksa ne yapayım ben böyleyim.

Melih Anık

21 Eylül 2021 Salı

Oyunculuk Eğitimi Üzerine

 Sosyal medyaya ‘oyunculuk’ yazın ve araştırın. ‘Kurs’ ‘atölye’ adı altında yüzlerce ilan karşınıza çıkacak.  İlanlarda  haftada 2  ve  6 ile 12 saat arasında ve de 4-8 ay süreli çalışmalar göreceksiniz.  Eğitimin alt detayları hepsinde ortak :  Diksiyon, doğaçlama, oyunculuk, sahneleme, hareket ve dans, müzik teorisi. Diğerleri varken ‘Oyunculuk’ neden ayrı bence muamma. Ben çok da mantık aramıyorum. Piyasa böyle. İlanlarda alışılmış bir jargon var. ‘Müşteri’nin duymak istediklerini veriyorlar. Evet ‘Müşteri’ dedim. Zira bu kurs ve  atölyelerin çoğu(nezaketimden öyle diyorum) ticari bir iş. Tiyatrodan para kazanamayanların başvurdukları bir yol. Ülkedeki tiyatro sanatı ile ilgili bir stratejinin parçası değil. Konservatuar sınavlarına hazırlanmak isteyen gençlere umut  rüyası yaşatıyorlar. Bu konuya ayrıca dikkat etmek lazım. Zira bir takipçim ‘konservatuar garantili kurslar 50 bin TL’ye çıkıyormuş dedi. Bu başka türlü bir operasyon. Konservatuardaki arkadaş ile ortak çalışılıyor demek.  Ama benim kafamın almadığı bir şey var. Eğitim konservatuarların amacı ve görevi değil mi? Dışarıda eğitilmiş oyuncuyu almanın ne anlamı var? Onlar yeteneği bulmayacaklar mı? Oysa kendi programlarının ilk yılını kolayca geçirmiş oluyorlar böylece. Ama işin bir başka yönü de var. Ham meyva isteyen konservatuar hocaları da azıcık eğitimli öğrencileri beğenmiyor  ‘bozuk mal’ muamelesi yapıyor(muş). Hepsi bir ‘ekol’ ya!!

Kısaca ‘O yapıyor ben niye yapmayayım’ ya da ‘ben ondan iyi yaparım’ın geldiği yer bu kurslar atölyeler. Genel kanı üniversitelerde iyisini bırakın hiç eğitim verilmediği yolunda. O eksikliği tamamlıyor(!) bu kurslar atölyeler. Tiyatrolar yüksek eğitimli oyuncu arıyor. Vay canına sayın seyirciler! O tiyatroları yüksek oyuncular yönetmenler yönetiyor (sanki). Tiyatronun ihtiyacı sadece oyuncu mu? Eğitim yoksa tiyatroyu var eden her bir konuda(yazarlık ışık dekor müzik vb) da eğitim verilmiyordur üniversitelerde.  Yazarlık (ama yaratıcı!) kurslarını da bu kapsamda değerlendirmek lazım. Ödenekli özel fark etmiyor herkes öğretme peşinde. İBBŞT’na yazarlık kursu için 1000(bin) kişi başvurmuş. BİN! Hepsini kabul etmişler. Hangi kadroyla bu işi yapacaklar Allah bilir. Onlar da biliyor ki zamanla azalır bu kalabalık. Dostlar alışverişte görsün! Ben bir kurstan çıkan bir oyun hatırlıyorum. Kahvehane geyiği gibiydi. Bir başka oyun ise oynayan topluluğun disiplini ve ciddiyeti ile ayağa kalktı. Bir başka oyunu ise ödenekli tiyatronun dramaturgları mahvetti.   Benim önerim oyunları seçip sahnede geliştirmek. Oyun yazma yarışmaları da bir âlem. Ahbap işi..

Ödenekli tiyatroların verdiği kursların kontrolü siyasi bir elde. Özel tiyatrolarda da bir ‘abi’ var. Siyasi elin umurunda değil tiyatro zira o  seçim malzemesi. Belki de yandaş ayarlama stratejisinin bir kolu  tiyatro. Zira kursiyerler eve slogan götürebilir. Tiyatro ile seçmenlerin evlerine girebilirsiniz.  Özel tiyatro abilerinin de şişirilme ihtiyacı karşılanıyordur. O eğitimlerde tecrübe diye bok koklatıldığı  söyleniyordu. Mesele eğiticinin kim olduğu ile başlıyor. Öyle birine düşersin ki koklamaya şükredersin. Ama kişisel zaafların giderildiği yer olmamalı tiyatro.

Hani bir söz  var : ‘kendi  himmete muhtaç dede/nerede kaldı gayriye himmet ede’ Yâni kendisi oyunculuk eğitimini tamamlamamış başkasına mı oyunculuk öğretecek! Kendisi oyuncu olmuşların ise hocalık etmek için pedagoji  formasyonu var mı dersiniz?  

Tiyatromuzdaki gençlerin çoğu hatta hepsi orta ve alt ekonomik sınıflardan gelme.  4 aylık bir kursun 2000 TL ve üzeri olduğunu düşünürseniz aileler de zor durumda. Çocuklar oyunculuk ile sınıf atlasın diye uğraşıyor tıpkı topçular gibi. Bir dizi yakalarsa hayatı kurtulur diye düşünülüyor. Gençler de akıllı aslında. Kurslar aracılığıyla şöhretli abi ablalara yanaşma imkanı buluyor. Göze girerlerse onların eteğine tutunarak ödenekli tiyatrolara dizilere kapağı atabilirler. Bunu yapan topluluklar var ülkemizde. Karın tokluğuna oyunlarında oynatıp dizilerden para kazandıran aracılar yâni. Ya da kendileri bir yere gsy olunca ekibini(!) unutmayanlar..

Peki ama oyunculuk  diksiyon dans hareket müzik doğaçlama mı sadece? Kafasının içi boş bir oyuncu bu konularda ne kadar başarılı olabilir? Öncelikle Özgür Sanat’ın gereklerini yerine getirmesi lâzım. Trivium(dilbilgisi,diyalektik,hitabet) ve quadrivium (aritmetik, geometri, müzik, astronomi)  bilgisine ve eğitimin temeline sahip olması gerekiyor oyuncunun. Bu disiplin adına ‘üniversite’ dediğimiz kurumlarda alınır kurs ve atölyelerde değil. (Tabii ki üniversiteye gelen öğrenci de tamtakır. O da ayrı bir sorun.) Mesleğinde temel eğitimi almış  oyuncu kurs ve atölyelerle meslek içi eğitimini yapar ve bu ömür boyu sürer. Bizim üniversitelerimizde var mı bu temel? YOK.  Tiyatro eğitimi verdiği söylenen okulların çoğu taşımalı öğretmenler ile ‘idare’ ediliyor. Çoğunda esaslı bir kadro da yok.  Eğitimin tümüyle baştan yapılandırılması şart. Kurs ve atölyeler bence üniversitelerin yerini alamaz almamalı. Ama ülkemizde almış gibi. Bu kaos yaratıyor ve durumun vahametini daha da derinleştiriyor. Adı oyuncu ama aslında oyunbazlar sardı piyasayı.

Melih Anık

Not: Bazıları için çuvaldız olduysam özür dilerim. Ben ‘at sineklerinin’ gerekli olduğuna inanıyorum. Affola.   

6 Temmuz 2021 Salı

Sayın Tunç Soyer’e Açık Mektup

 Sayın Başkan,

İzmir BB olarak İzmir’e şehir tiyatrosu kazandırma girişiminizi heyecanla ve takdirle izliyorum. İzmir için eksikliği duyulan bu kurumun tesis edilmesi için gayretlerinizi samimi bulduğumu bilmenizi isterim. Ancak son günlerde sosyal medya aracılığıyla yayılan ve büyüyen şikayetlere baktığımda bir şeylerin yanlış gitmekte olduğunu düşündüm. Bu benim için sürpriz olmadı. Zira ben İzmir BB Şehir Tiyatroları’nın kuruluş aşamalarını yakından takip ettim zaman zaman da uyarılarımı yaptım. Ama kendini seçtiren GSY uyarılarımdan hoşlanmadı. Kendi facebook hesabında aramızdaki yazışmaları bir araya getirerek beni takipçilerine(öğrencileri, müritleri vb) şikayet etti ve onların bana hakaret etmesine kapı açtı  yol gösterdi. Kamusal bir kurumun başında olan şahsın bu kibir dolu davranışlarının kişisel boyutunu bir yana bırakarak kamusal varlığının gereğini yapamamış olmasını oturduğu koltuğu içine sindirememiş olmasını dikkatinize sunmak istiyorum. Zira GSY titrini isminin önüne koyduğu andan itibaren yaptıkları söyledikleri sizi de bağlar. Eleştiriye tahammülsüzlük görüntüsü işgal ettiği koltuğun sorumluluk ve yükümlülüklerine de terstir. Bunca yıldır tiyatronun içinde olan bu şahsın şekilde bile olsa eleştiriye tahammül etmesi beklenir zorunludur.  Şu sıralarda 'mücadelesi'ni kendi kişisel facebook hesabından yapıyor. Tuhaf değil mi? Ayrıca kendisini eleştirenleri özerliğe karşı gelmekle itham etmekte ve kendini ‘ak’lamaya çalışmaktadır. Bu tür davranış biçimlerinden ülkemizin çektiklerinin en yakın şahitlerinden biri de sizsiniz. Ülkece şikayet edilen bir oyunun belediyeniz sınırları içinde  oynanmasına izin vermeyeceğinizi umarım.

 Yoğun gündeminiz olanları izleme fırsatı vermemiştir. Ben size buradan özetlemeye çalışacağım.

 Danışma Kurulu GSY adaylarına çağrı yaptı. Yücel Erten, Cezmi Baskın, Eren Aysan, Hülya Nutku, Levent Üzümcü, Zeynep Altıok, Orhan Alkaya’dan oluşan Danışma Kurulu ‘Ödenekli tiyatrolar konusunda deneyim ve birikim sahibi oyuncu  ya da rejisör olmak‘ şartı ile aslında nereye doğru yürüdüklerini ima etmişler. Biz Yücel Erten GSY olunca anladık. Zira bu danışmanların önüne bu özellikte kaç kişi çıkabilir ülkemizde? Adaylardan 3 yıllık hedefleri, repertuvar perspektifleri  ihtiyaç duyacakları konuk sanatçı ve teknik eleman sayılarını da belirterek somut projelerini sunmaları bekleniyor. İlanda Danışma Kurulu’nun iki adayı seçip ve Başkan’a yani size son kararı vermeniz için sunacağı belirtiliyor. İlana sayıları 40’a varan kişi adaylık için başvurmuş. Bazıları çok iyiniyetle sosyal medya üzerinden kendilerini tanıttı. Ah ne kadar safça! Yücel Erten adayları değerlendirecek kurulun bir üyesi. Hep o konuştuğuna göre başkanı.  Basına yansıdığı şekliyle Danışma Kurulu üyelerinin teklifi doğrultusunda ön değerlendirme öncesinde Yücel Erten  kuruldan ayrılmış GSY için başvuru dosyasını vermiş. Demek ki Yücel Erten dahil olmak üzere Danışma Kurulu başvuranlar içinde kafalarına uygun aday bulamamış.  İçlerinden biri olan Yücel Erten’i aday olmaya yüreklendirmişler. Konunun etik açıdan yorumunu bir kenara bırakarak ‘conflict of interest(çıkar çatışması)’ açısından kararın yasal olarak  sorunlu olduğunu düşünüyorum. Sizi diğer adaylar için  empati yapmaya davet ediyorum. Zira onlar değersizleştirildi ve büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Meğerse büyük bir oyunun figüranı olmuşlar. Ama bu noktada ‘şeffaf yönetim’ ilkesini hatırlatmama izin verin. Siz şeffaflıktan yanasınız. Adaylar kendilerini İzmir Youtube kanalında tanıttı mı? Seçmenleriniz belediyenizdeki diğer ihaleleri şeffaf izlerken şehir tiyatrosu ile ilgili gelişmeler şeffaf bir şekilde ortaya kondu mu?  Maalesef hayır. Gerekli mi idi? Yüzde yüz. Siz seçimle gelmiş bir Başkan’sınız ve de her konuda olduğunuz gibi tiyatro konusunda da şeffaf olmak zorundasınız. Temsil ettiğiniz parti ve kişisel beyanlarınızdan biz bunu duyduk.(Şu anda bile ŞT Yönetmeliği’ne ulaşmak mümkün değil. Ben mesaj yazdım telefon ettim istedim. ŞT yönetimi vermiyor. Kimler kazandı açıklanmıyor. Devlet sırrı mı bu!!!) Şehir Tiyatrosu ile ilgili süreç maalesef kapalı kapılar arkasında cereyan etmiştir etmektedir.

Danışma kurulu duman doğru çıksın örneğinde olduğu gibi Yücel Erten’in yanında Telat Yurtsever’in ismini size sunarak iki aday sunma ‘görevini’ tamamladı. Bu noktada bir hususu dikkatinize sunmak isterim:  Danışma Kurulu’ndan biri aday olursa kaç aday sunulursa sunulsun kim seçilir? Tabii ki Danışma Kurulu’nun eski üyesi  yâni Yücel Erten. Yücel Erten seçileceğinden emin olmadığı bir yarışa girer mi? Hayır. Bu durumda şekil şartı doğru olsun diye iki aday sunuldu size. Yücel Erten ve Telat Yurtsever. Siz de Yücel Erten’i seçtiniz. Bu aşamada şartları sağlayan bir tek o vardı çünkü. Telat Bey de figüran oldu. Ona ayıp olmadı mı?  Bu sizi yönlendirmek anlamını taşıyor. İş kitabına uyduruluyor.  Danışma Kurulu size eşit olmayan iki aday sunarak kararınız üstüne ipotek koyuyor. Siz bundan memnun musunuz? Bu size ve şahsınızda Başkanlık makamına hakaret anlamı taşımıyor mu?

Telat Yurtsever eğitimini Hamburg’da tamamlamış ve Almanya’da tiyatro yapan bir tiyatro yapıcı. İsmi The Hamburger Sprachwerk ile anılıyor. Adı geçen kurum  Hamburg Kültür otoritesi tarafından kurulmuş. Ama bir ödenekli kurum tecrübesinden bahsetmek mümkün değil. Sanıyorum Danışma Kurulu’nun Alman ekolüne bir gönül bağı bar. İki adayı da Alman kültüründen seçmiş. İlginç olan iki adayın İzmir ile ilgisi ve benzerliği turist olmaktan öte değil. Yücel Erten’in bir artısı var: O turneye oyun getirmiş olabilir. Oyunları İzmir’de oynanmış olabilir. Devlet Tiyatrosu GSY iken de İzmir DT ile ilişkisi olmuş olabilir. Ama bir ayağı Kıbrıs’da. İzmir’de yaşamamış bile.  İzmir BB ŞT açısından ‘Ödenekli tiyatro tecrübesi’ ifadesinin  mevcut bir kurumu yönetmiş olma ile yetmemesi gerektiğini düşünüyorum. Zira siz ‘sıfırdan’ başlıyorsunuz. Yücel Erten mevcut kurumlarda görev yapmış. Hazır düzenlere gelmiş. Kurmak ile mevcut kurumda çalışma arasında büyük fark olduğunu benden çok sizin anlayacağınızı düşünüyorum. Ama benim esas itirazım İzmir BB ŞT’nun başına İzmir’de ikamet eden bir İzmirlinin seçilmemiş olmasınadır. Danışma kurulu müracaatlar içinde başka aday bulamamış Almanya'dan Telat Bey’i koymuş  Kıbrıs'tan Yücel Bey’in karşısına. Siz bunda iyi niyet buluyor musunuz? Biliyorum ki İzmir’de yaşayan ve tiyatro yapan onlarca GSY adayı bulabilirsiniz. Yücel Erten’den farkları onun kadar yaşlı olmamalarıdır. Ama ‘tecrübe yaşta değil baştadır’. Ayrıca ‘ununu elemiş duvara asmış’ olmamak da lâzımdır. 9 Eylül gibi tiyatromuza nice yetenek ve yönetici kazandırmış bir üniversitemiz var. NEDEN siz İzmir dışında arıyorsunuz kadrolarınızı?

Sayın Başkan

‘Kitabına uydurarak’  yapılan GSY seçiminin aşamalarından haberdar ve de bu koşullarda tercih yapmışsanız hemen  görevinizden istifa etmeniz gerekir. Yok ‘kandırılmışsanız’ ki ben öyle olmasını umuyor ve diliyorum Danışma Kurulu’nu hemen lağvetmeniz ve GSY atamanızı geçersiz kılmanız gerekir. Yeni bir ekiple işe başlamak şaibeli bir sürecin taşınmasından çok daha iyi olacaktır. Tiyatro sanatı bunu kaldırmaz.

Tiyatro yapıldığı yer ile ilgili bir sanattır. Hele ‘şehir tiyatrosu’ derseniz anlam ve derinlik artar. Şehir tiyatrosu özel tiyatroların rakibi değildir mesela. Başarısı üç kuruşa bilet satıp doluluk oranı ile övünmek de değildir.  Bu noktada Muhsin Ertuğrul’un idealist yaklaşımı ile doğmuş ama o ‘gittikten’ sonra hiç tartışılmamış ‘şehir tiyatrosu’ olgusundan bahsetmek gerekir. Şehir Tiyatroları şehir merkezlerinde post sermiş tiyatrolar değildir. Şehrin tüm metrekaresinde varlıklarını göstermeli ve ‘tiyatro’yu en uzak köşelere götürmelidir. Sizin ‘mahalle ve köy tiyatroları’ girişiminiz bu düşüncenin ürünüdür. Ancak yetersizdir. Sekiz ilçe arasında taşeron eliyle yürütülen bir projedir.  Şehir Tiyatrosu aslında bu fikrin de sahibi ve takipçisi olmalıdır.

İzmir’de 30 ilçe var. İlçelerin 24’ü CHP’li 4’ü AKP’li diğer ikisi de İYİ Parti ve MHP’den. Tiyatro konusunda en etkin hangisi derseniz ALİAĞA Belediyesi(MHP) derim. Diğerleri Seferihisar(Sizin eski yuvanız) ve   Bademler(Urla)dir. Diğerlerinin planı programı yok. Gösterişten öte gitmeyen işler yapılıyor. (Dikili Çandarlı’da yaşıyorum. Bilmekten öte burada tiyatro yaparken yaşadıklarımdan öğrendiğim çok şey var. Bunları Genel Sekreter yardımcınıza da anlattım ama değişen bir şey olmadı.)  İşte Şehir Tiyatrosu’nun vizyonu merkezde salon doldurmak kamyon üstünde çocuk tiyatrosu yapmaktan öte büyük olmalıdır.  Amaç tiyatro seyircisine ‘tiyatro ile düşünsel seyri’  öğretmektir.  Zira ‘tiyatro ile seyreden insan’ iyi seçmen olur. Seçmeyi bilir. Yâni sizler onları sadece eğlendirmek için tiyatro kurmuyorsunuz. Büyük bir ufuk açıyorsunuz.  Ayrıca şehrinizde mevcut özel tiyatroların da önünü açma sorumluluğunuz var. Bir anlamda açacağınız özgürlük ve demokrasi bayrağı ile onlara gölge olursunuz. Arkanızdaki güç ve  şehir tiyatrosu eliyle meydanları özgürleştirirsiniz. Şehir tiyatrosu öncelikle şehrin meselelerini sahneye getirir hemşehrileri ile çözüm yollarını tartışır. Şehrin içinde ikamet eden tiyatro gönüllülerinden bir birliktelik yaratılır. Onlar aracılığıyla tiyatro evlere girer. Hayal ediyorum elbette. Bunların hiçbiri olmadı ülkemde. Şehir tiyatroları kendi krallıklarını kurdu ve üç beş kişinin elinde oyuncak oldu. Böyle bir şehir tiyatrosu yapacaksanız yapmayın.

Sayın Başkan

Şehir tiyatrosu kurma arzunuzu  anlıyorum. Ama kurmadan önce bir ‘arama konferansı’ yaptınız mı? Nasıl bir şehir tiyatrosu gerekiyor İzmir’e, biliyor musunuz? İzmir’de 270 bin kadar tiyatro izleyicisi var. Aslında bu satılan bilet sayısı. 4 milyonluk şehirde 60 bin kişi tiyatroya bilet satın alıyor demektir bu. Ekonomik durumları ne bu insanların? Yüzde 11 yoksulluk sınırında. İstihdam oranı yüzde 47. Ortalama net maaş 1700 TL. Şehre 2 milyona yakın tursit geliyor.(Turistlere yönelik tiyatro için ne düşünüyorsunuz? Gelişmiş dünya şehirleri gösterileri izlemek için gelen turistlerden olağanüstü paralar kazanıyor. Şehir tiyatrosu bunun için ne yapacak?) Komşularla ilişkiyi yumuşatmak halkları birbirine bağlamak  için tiyatro çok iyi imkanlar sunuyor. Sizin GSY’nizin hedefleri ne? Aslına bakarsanız hedefleri önce siz koymalı ve bunu becerebilecek kadroyu kurmalı idiniz. Arama konferansının amacı da o olmalıydı. Oysa siz işi başkalarına bıraktınız.

Yücel Erten özerklikten bahsetmiş . Şehir Tiyatroları Yönetmeliği ortalarda yok. Ben internette aradım bulamadım.(Lütfen ulaşılabilir kılın) Onun için orada nasıl bir özerklik var bilmiyorum. Lafta kalmış olabilir.. İzmir BB Belediyesi organizasyonunda silsile usulü birbirine bağlı direk organizasyon bağları var. Kültür ve Sanat Daire Başkanı, Şehir Tiyatrosu Müdürü, koordinatörü gibi pozisyonlarınız ve Şehir Tiyatroları Müdürlüğü Şubeniz var.  Bunlar içinde Yücel Erten'in GSY olduğu Şehir Tiyatroları nerede? GSY’nin bahsettiği özerlik modeli nedir? Bir fotokopi makinası almak için satın alma şubesindan ihaleye çıkmasını istemek midir? Evet özerlik şarttır ama bu organizasyon biçimi içinde değil. Sizin başkanlığınız  sizden sonra gelecek başkanların iki dudağı arasına bağlı bir sistemi önleyecek bir yapı kurmak için bir şans olabilir. Lütfen bu şansı kaçırmayın.

Gelelim oyuncu seçim sınavlarına. Sosyal medyayı takip edin. Çocuklarımızın nasıl aşağılandığını görerek üzüleceksiniz. ‘Mimlenmekten’ korkmuyor artık onlar. ŞT sınavlarının böyle bir yararı oldu. Kaybedecek şeyleri kalmayan insanlar onlar. Konuşmaya başladılar. Onları aldattılar. Onların umudunu çaldılar. Torpil olacağına inandırıldılar. Eşitsizlik ve adaletsizlik bir kere daha onların boynunu büktü. GSY ve Danışma Kurulu  YÖK’e bağlı okullar tanımıyla tiyatroyu böldü. MSM ve benzer kurumları dışarıda bıraktı. Danışma Kurulu ve GSY’nin ne nefreti var bu kurumlara?

Ben kadronun böyle kurulmaması gerektiğini yazdım. Dünyadaki örneklere göre önce bir repertuvar ve stratejik plan yaparsınız. Ona göre oyuncu seçersiniz. Elinizde oyun yoksa hangi yaş aralığına göre oyuncu alacaksınız? Seçtiklerinizi hemen kadroya almamalısınız. Bir çekirdek kadro yaratır maaşlı kadrolarınızı çok kısıtlı tutarsınız. Proje bazında yapılanırsınız. Kadro uzun vadede şekil alır ve sabitlenir. Ama her zaman kısıtlı bir maaşlı kadro ile çalışmak gerekir.  Bunu yapmazsanız ‘atm’ memurları ile doldurursunuz kurumu. İşsizlik bu kadar yüksekten herkes bir yerlere kapağı atmaya çalışıyor. Kapağı atan sabit maaşa geçiyor kurumda rol ve rejisör beğenmeme hakkını(!) kullanıyor ama dışarıda tiyatro dizi yapmaya devam ediyor. Bunları çözmek gerekiyor. Ben olsam İzmir’de ikamet etmeyeni kuruma almam. Onlardan istenecek en önemli husus kabul edildikleri durumda ikametgahlarını İzmir’e aldırmak olmalıdır.  Seçici jüri müracaat eden 800 kişiyi bir iki dakika ‘şarkı söyle dans et’ ile değerlendirmiş. Sonuçları telefondan bildirmişler. Aynı kişi sabah reddedilmiş akşam kabul edilmiş. Ama en kötüsü jürinin kendini Olimpos’ta oturuyor sanması. Türlü maddi olanaklarını zorlayarak İzmir’e gelen gençler yüzlerine bakmayan onlara değer vermeyen kibir abidelerini görünce isyan etmiş. Hocaların onlara sınava girecek başka iller önermeleri de işte bu acımasız kibrin bir sonucu.

Bizim tiyatromuzda militer bir yapı var. Emretmeye çanta taşıtmaya angarya yüklemeye alışmış bir HOCALAR ordusu var. Onlar koltuk buldu mu azıtıyorlar. Benim maddi beklentim olmamasına rağmen bana da öyle davranmayı denedikleri için biliyorum. Bu davranışlara bakarak sahneden oyunlarla söyledikleri anlamını kaybediyor. Yaptıkları ile yaşamları uyumsuz . Bu kafa İzmir'de olmamalı.

Önerim bu GSY ve danışmanlar gurubundan kurtulmanızdır. Baştan başlayın lütfen. İki gün sonra dönüşü olmayan bir yola girerseniz fiyaskonun boyutu ve bedeli büyük olur. Ben böyle bir tehlike görüyorum. 50 yıla yakın iş ve 70 yıla yakın hayat tecrübem bana bunu söylüyor.

Saygılarımla.  

 Melih Anık

Tiyatro yazarı

Notlar:

Daha önce de zatınıza sosyal medyadan kerelerce yazdım. Hiçbir geri dönüş almadım. Bu mektubumu da siz görmezseniz tarih görür.

Siz bir milyon beş yüz bin  oy almışsınız Akp’nin de oyu bir milyon. Şehir tiyatroları bir kesimin tiyatrosu olamaz. Tiyatro birleştirir. Bunu yapamıyorsa varlığı kuşkuludur. O zaman ‘goebbels’i sık sık anarız.

Gösteri  bazında pek çok ihale açıyorsunuz. Onların bütçelerini topladığınız zaman epey bir para ediyor. Bence bu işleri yendien yapılandırın(Şehir Tiyatroları bünyesine alın.) Size müracaat eden gençleri de ilçelerinizde bu amaçla değerlendirin. En azından CHP’li 24  ilçede bu gençler için iş imkanları doğacaktır. Her biri 2-3 kişi istihdam etse bir tiyatro birlikteliği yaratırsınız.Tüm bunlar olaya geniş bir vizyondan bakmakla mümkündür. Ama önce meclisteki çoğunluğunuzu da kullanarak izmir’e gerçekten ÖZERK bir tiyatro kazandırın. Bu imkanı kaçırırsanız gelecek sizden hesap sorar.

Sonradan ek:

Tiyatroyu tiyatrocular yönetir denir ya yanlıştır. Tiyatroda iki başlı yönetim gerekir: Sanat yönetimi ve işletme yönetimi.


18 Haziran 2021 Cuma

Çok Başarılı Bir Oyun: İkiz (Ege Sanat Atölyesi)

İkiz’i izledikten sonra yazar-yönetmen Pınar Yılmaz’a mesaj yazdım konuşalım mı diye. Oyunu okumadan önce telefonda yaptığımız  görüşmede ben izlenimlerimi aktardım Pınar Yılmaz yapmak istediklerini anlattı. Onunla konuşurken ben notlar aldım o da not aldığını söyledi. Sanıyorum birbirimizi besledik. Pınar Yılmaz teksti gönderebileceğini söyledi. Çok mutlu oldum. Gönderdi. Okudum. Yazımı yazıyorum.



Öncelikli amacım Pınar Yılmaz'ı tanımak idi. Kendimi de sınamak istedim. Ne anlatmak istemişti ne anlamıştım. Benim için alışılmadık  olarak oyunu önceden okumadan izledim.  Şu anda da başka bir sınavdayım: Nasıl yazayım?

Bu yazıyı yazarken oyunu seyredecek seyircileri düşündüm. Ben yazarla konuşmuş  izledikten sonra metni okuduğum için onların önünde sayılırım. Ama yazımla oyunun gizemini, seyircilerin kendi keşif macerasının keyfini kaçırmak istemiyorum. Amacım bir kapı aralamak. Teksti okuduktan sonra rejiye saygım arttı ancak zihnimde bir soru dönüp duruyor:  Bu tekst sahneden seyirciye ne kadar geçecek ?

Seyirci oyunun isminden yola çıkarak algısını inşa eder genellikle. ‘İkiz’ bu yüzden önemli.  Oyunu yazarken seyirciye  elimden geldiğince yol göstermek istiyorum. Bir ipucu vereyim:  Tekst ve sahnede görünen birbirinin ‘ikiz’i. Yaşam ile ölüm de. Biz ‘ikiz’lerin ne kadar farkındayız? Her şey zıddıyla var. Oyuna övgüm ve yergim de ‘ikiz’.


Oyun başladığında sahne tasarımı bana bir elması hatırlattı. Oyuncu elmasın içindeydi. Dıştaki pırıltıyaya rağmen karanlıktı elmasın içi. Elmas içten kırılacak yaşam başlayacaktı. Zaman zaman buzullar arasında   içinde Ursula’yı hapsederek  denizde yaldızlı ışıklar saçarak parıldayan elmastan  bir balık gördüm sahnede. Buzun içine hapsolmuş bir 'can'dı belki de.  Ama kesinlikle emindim ki bu oyun bir trajedi idi. Önce Medea geldi aklıma. Hoze(metinde öyle yazılmış) ve Ursula’yı duyduğumda yakaladım Yüzyıllık Yalnızlık’tı çıkış noktası. Oyun sonunda oyunun romanı anlatmadığını ama romandaki büyülü gerçekçiliği yarattığını anladım. Oyunu sevmemin nedenlerinden biri belki de en önemlisi bu. Romandaki motifler iç içe geçirilerek yeni bir metin yazılmıştı ve Jose ve Ursula ve de balık ile yeni bir hikâye anlatılıyordu.Gözleri görmeyen Ursula ‘ile’ Hoze, gözlerindeki ışığın koca beyaz bir balık tarafından çalındığına inanır. Hoze, koca beyaz balığı öldürmek üzere bataklığa gider. Ursula, Hoze’nin gidişiyle iyice ağırlaşan yalnızlık çilesini, insan “ile” buz tutmuş dünya arasındaki bir hesaplaşmaya dönüştürür.”(Oyun metninden) Ursula  Hoze/Balık’ın ardında yalnızlığın girdabında çırpınıyordu. İnsanın kısıtlılığı oyunun trajedisini yaratıyordu. (Kaderin karşısında insan) “Oyuncu sahnede bu yalnızlığı, bu yarayı aşmak üzere rolüyle, oyunuyla buluşuyor ve yarasını bir yaratıma dönüştürerek birken ‘iki’ oluyor. ‘İKİZ’imiz yaramızdan doğuyor.”(Oyun metninden)

Masa başı çalışması çok iyi yapılmış bir oyun bu. Üzerinde çok düşünülmüş. Ayrıntılara dikkat edilmiş. Teksti bilince sahneye aktarılışındaki titizliği daha iyi anlıyor insan. (Ey eleştirmen teksti okuman gerek! Sen de oku ödül jüri üyesi!)  Ben çağımızın trajedisi böyle olmalı dedim içimden. Tekstin ana kaynaktan yeni bir hikâye yaratmasından, tekst ile uyumlu sahne tasarımından, eklenen parçalardan, kostümden, ışığın kullanımından, oyuncunun disiplinli fiziksel devinimlerinden, sahne üzerindeki sekiz topuzla müzik aletlerinin kontrol edilmesinden oyuna özel yazılmış müziğin tekst ile uyumlu akışından ortaya çarpıcı bir gösteri çıkarılmış. Keşke tekstte yazan ‘deprem’i ve ‘HB’yi seyirciye hissettirecek yollar  bulunsa.  Keşke oyuncu yükseltiden bir kez sahneye inse. Keşke  sahnedeki topuzlar ışığı da kontrol etse dekora eklemeleri de oyuncu yapsa  ve kontrolün ipleri oyuncunun elinde olsa. Böylelikle dekora ekleme yapanlar da  olmasa. (Çok mu şey istiyorum? Tiyatromuzun teknik olanakları tamam olunca olacak. Zira İkiz’de gördüğümüz  gibi hayâl eden tiyatro yapıcılar var ne mutlu ki.)


Bu noktada durdum. Ülkemizde yenilikçi eserlerin seyirciye ulaşımında zorluklar var. Yapılan işler çok kısıtlı sayıda seyirci arasında rağbet buluyor. Büyük emeklerle yapılan oyunlar hak ettiği ilgiyi görmüyor. Bu konuda projeyi hayata geçirenler de seyirciler de kafa yormalı.  Her zaman verdiğim bir örnek var. Mıknatısın demiri çekmesi için mıknatıs ile demir arasında yeterli bir mesafe olmalı. Çok yakın olurlarsa birbirine yapışırlar. Aralarındaki mesafe çok olursa demir mıknatısın çekim alanında olmaz.  Mıknatıs yâni aydın ve öncü olanlar  mesafeyi ayarlamalı. Tiyatronun yaygınlaşması ve özellikle kültürel zenginliklerin geniş kesimlere yayılması için belli çevrelerin dışına çıkılması gerekiyor. İkiz’in tiyatral başarısını alkışlarken bu hususu dikkate sunmak istiyorum. Bir elmastan çıkan trajik ‘ikiz’ler yaşam ile ölümü diri ile ölüyü ve ‘büyülü gerçekçiliğin’ bu yorumunu tüm  tiyatro severler seyretse keşke.  Ben oyunu canlı seyretmek için fırsat kovalayacağım.

Melih Anık

Not:

1-Jüriler çıkın İstanbul’dan. Başka şehirlerde de ödüllük oyunlar var. Ey ödenekli tiyatrolar çağırın İkiz’i sahneleriniz  şenlensin. Göreviniz önünüze gelene para vermek değil hak edeni desteklemek.

2- Oyunun  ekibini çok başarılı buldum ve tanıtmak istedim.

 

İKİZ KÜNYE

Yazan & Yöneten: Pınar Yılmaz

Oyuncu: Sezen Demirer

Sahne & Kostüm & Afiş Tasarımı: Cemre Yemin Gülveren

Işık Tasarımı: Alpdoğan Selçuk

Çalgı Tasarımı: Ozan Özdemir

Müzik: Davood Mohammadi

Teknik Ekip: Ogüncan Kurşun, Tanıl Levent

Fotoğraflar: Banu Ertok

Trailer: Ilgınsu Koçoğlu

Grafik Tasarımı: Efekan Kahraman

Oyun, 80 dk.

 

 

Pınar Yılmaz (Yazan & Yöneten), 1982 yılında Hakkari’de doğdu.  2000 yılında tek kitabı “Yereboz” yayımlandı. 2000-2005 yılları arasında çeşitli yazıları “Uç”, “Öteki-siz”, “Rüzgar” ve “Kültablo” gibi edebiyat dergilerinde yayımlandı.

Amerikan Kültürü ve Edebiyatı (Ege Üniversitesi) üzerine çalıştığı lisans eğitimi sırasında (2001-2005) Ege Üniversitesi Tiyatro Topluluğu’nda (EÜTT) yer aldı. Ardından Studio Oyuncuları’nda Şahika Tekand yürütücülüğünde oyunculuk eğitimi aldı. Sonrasında Essex Üniversitesi East 15 Acting School’da (İngiltere) Shakespeare, Adaptasyon, Biyomekanik Oyunculuk ve Doğaçlama ve Buluş modüllerini tamamlayarak Tiyatro Yönetmenliği üzerine yüksek lisans derecesi aldı. Bu süreçte Gitis Üniversitesi’nde (Rusya) Natalia Zvereva, Nikolai Karpov ve Zakirov Aydar yürütücülüklerinde Stanislavski ve Meyerhold oyunculuk yöntemleri ve hareket üzerine çalıştı.

Türkiye’ye döndüğünde Maltepe Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü’nde üç yıl boyunca oyunculuk, sahneleme, metin çözümleme ve dramaturji dersleri verdi; Bölüm oyunlarında reji danışmanlığı yaptı. Çeşitli oyun eleştirileri, festival, proje-gözlem ve röportaj yazıları “TEB Oyun”, “Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölüm Dergisi” ve “Kadmos Report”ta yayımlandı.

2007 yılında Türkiye tiyatro öğrencilerini temsilen, 2017 yılında da tiyatro çalışmalarının sunumunu yapmak üzere Epidaurus Tiyatro Festivali’ne (Yunanistan) katıldı.

2012 yılında “Kadmos Projesi” (Uluslararası Genç Sanatçılar Buluşması) kapsamında, 2015 yılında da gözlemci olarak Avignon Tiyatro Festivali’ne (Fransa) katıldı.

2013 yılında üç tragedyanın kolajı olan (“Bakkhalar”, “Medea”, “Kral Oidipus”) ilk bağımsız projesi “Sürgün”ü tamamladı ve oyun başta İstanbul olmak üzere Türkiye’nin çeşitli tiyatro festivallerinde sahnelendi.

2005 yılından bu yana aralıklarla çocuklarla tiyatro çalışmaları yürütmekte; çeşitli projelerde oyunculuk ve reji-dramaturji danışmanlığı yapmaktadır.

2010 yılından bu yana oyuncu benliğine yönelik “Neden Oynuyorum? Nasıl Oynuyorum?”, doğalcı rol ve sahne çalışmasına yönelik “Ben ve O” ve soyutlama yoluyla bedensel yaratıma dayalı “Oyunculuk ve Barış” atölyelerini yürütmektedir. “Oyunculuk ve Barış” atölyesini 2018’den bu yana Ege Sanat Atölyesi (ESA) oyuncuları ile sürdürmektedir.

2018’den itibaren İzmir’de yaşamakta ve Dokuz Eylül Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü’nde doktora çalışmasını sürdürmektedir.  Son olarak İKİZ oyunuyla oyuncu benliği (mikrokozmos/yaratık) “ile” büyük evren (makrokozmos) arasındaki ilişki üzerine çalışmaktadır.

   

Sezen Demirer (Oyuncu), 1996 yılında Kocaeli’de doğdu. 2014-2019 yılları arasında Halkla İlişkiler ve Tanıtım (Ege Üniversitesi) üzerine çalıştığı lisans eğitimi sırasında Ege Üniversitesi Tiyatro Topluluğu’na (EÜTT) katılarak topluluk bünyesinde çeşitli oyunlarda oyuncu olarak yer aldı. 2018 yılında Ege Sanat Atölyesi’ne (ESA) katıldı. Oyunculuk tekniğini geliştirmek üzere Anas Abdul Samad (Impossible Theater Group) yürütücülüğünde “Fiziksel Tiyatro”, Gamze Güzel yürütücülüğünde “Chekhov Tekniğine Giriş  ve Lecoq Temelli Oyunculuk”, Tetsuro Fukuhara (PI Art Butoh) yürütücülüğünde “Butoh Space Dance”, Hüseyin Karabey yürütücülüğünde “Hüseyin Karabey ile Kamera Önü Oyunculuk” ve Cansu Ergin yürütücülüğünde “Çağdaş Dans Tekniği ve Doğaçlama Yoluyla Beden Farkındalığı” atölyelerine katıldı. ESA bünyesinde projelenen çeşitli oyunlarda sahneye çıktıktan sonra 2018 yılında Pınar Yılmaz tarafından yürütülen soyutlama yoluyla bedensel yaratıma dayalı “Oyunculuk ve Barış” atölyesine başladı. Üç sene devam eden atölyenin bir ürünü olarak Pınar Yılmaz tarafından yazılan ve yönetilen İKİZ oyununda oynamaktadır.

Halen Ege Üniversitesi’nde Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nde yüksek lisans çalışmasını sürdürmekte ve kamusal alanda tiyatro üzerine araştırma yapmaktadır.

 

Cemre Yemin Gülveren (Sahne & Kostüm & Afiş Tasarımı), 1996 yılında İzmir’de doğdu. 2018 yılında Sahne Tasarımı (Dokuz Eylül Üniversitesi) üzerine çalıştığı lisans eğitimini birincilikle tamamladı. “Harold Pinter’ın Git Gel Dolap Oyununun Sahne Tasarımı Çalışması” başlıklı mezuniyet projesi Anasanat Dalı’nın en iyi tezi seçildi.

2014’ten bu yana DEÜ GSF, Tiyatro Salt, Ege Çağdaş Eğitim Vakfı, Zorlu Performans Sanatları Merkezi Çocuk Tiyatrosu, Forum Bornova Çocuk Kulübü, Ateş Sanat, İzmir Büyükşehir Belediyesi Mahalle ve Köy Tiyatroları Festivali, Tiyatroevi ve Ege Sanat Atölyesi’nin çeşitli projelerinde dekor tasarımı, resimleme, efekt ve teknik uygulamanın yanı sıra kostüm ve aksesuar tasarımı yaptı. 2015 ve 2017 Uluslararası Kukla Günleri bünyesinde gerçekleştirilen “Çorap Kukla Yapım Atölyesi”nde atölye yürütücülüğü yapan Cemre Yemin Gülveren aynı zamanda çeşitli kısa metraj film, video klip ve moda çekimi projelerinde konsept tasarımı ve resimleme de yapmaktadır.

Sergileri arasında “İdol Resim Atölyesi Karma Sergi” (50x70 Karakalem Natürmort), “Prague Quedrennial Karma Sergi”  (Dönüşüm Temalı 25x10 Beyaz Maket), “İzmir Sanat Karma Sergi” (Kumaş ve Mukavva Üzerine Doku Çalışmaları / 25x10 Üç Boyutlu Maket Çalışmaları), “Elizabeth Dönemi Stilize Kadın Kostüm Tasarımı ve Antik Yunan Dönemi Kadın Kostüm Tasarımı ve Saç Aksesuarı” ve “Osmanlı Dönemi Stilize Kaftan Tasarımı” bulunmaktadır.

Son olarak Pınar Yılmaz tarafından yönetilen İKİZ oyununun sahne, kostüm ve afiş tasarımı olmak üzere görsel tasarım ve uygulama çalışmalarını yaptı.

 

Alpdoğan Selçuk (Işık Tasarımı), 1985 yılında Aydın’da doğdu. 2012 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladı. Lisans eğitimi sırasında tiyatro ve müzik eğitimi almaya başlayan Alpdoğan Selçuk, 2006 yılından itibaren İzmir’de özel tiyatrolarla çalışmaya başladı. Bu süreçte özel olarak ışık tasarımına yönelerek başta İzmir ve İstanbul’daki tiyatrolar olmak üzere çeşitli oyunlarda ışık tasarımı ve uygulaması yaptı.  

2013-2015 yılları arasında Aydın Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’nda ışık tasarımcılığı yapan Alpdoğan Selçuk, 2015 yılından itibaren çalışmalarını bağımsız olarak sürdürmektedir. Son olarak Pınar Yılmaz tarafından yönetilen İKİZ oyununun ışık tasarımını yaptı.

 

               

      

Ozan Özdemir (Çalgı Tasarımı), 1982 yılında İstanbul’da doğdu. Müzik eğitimine 2010 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Müzik Bilimleri Bölümü’nde başladı. 2007 yılından itibaren çalgı yapımıyla ilgilenmekte ve Şinadika grubunda santur ve lavta çalmaktadır.

Kurulduğu yıldan bu yana Müziksev Müzik Müzesi’nde gönüllü olarak çalışan Ozan Özdemir, aynı zamanda Müziksev Çalgı Yapım Atölyesi’nin kurucularındandır. 2011 yılından bu yana aynı atölyede çalgı bakımı, onarımı ve restorasyonu ile ilgilenmektedir. Asıl çalgısı santur olmakla birlikte lavta, gitar, buzuki, çeng ve kopuz gibi çalgıları da çalmaktadır. Yanı sıra curabab, rezonans telli gitar, çağlama gibi çeşitli deneysel çalgı çalışmalarını sürdüren Ozan Özdemir, Müziksev Müzik Müzesi’nde dönemsel olarak çocuklar için doğal malzemelerden çalgı yapım atölyeleri düzenlemektedir.

Ozan Özdemir 2014 yılında Fransa’da düzenlenen Odusseia Musica Kültür, Müzik ve Sanat Programı’nda çalgı yapım stajyerliği yaptı. 2016 yılında Çalgı Yapımcısı Christian Rault’un düzenlediği “Çalgı Yapım Atölyesi”ne katılımının ardından Anadolu Müzik Kültürleri Araştırma Derneği tarafından düzenlenen Geçmişten Geleceğe Müzik Yolculuğu Festivali kapsamında köy okullarında “Doğal Malzemelerden Çalgı Yapım” ve “Müzik Köyü 2017” ve “Müzik Köyü 2018” projelerinde “Çalgı Bakım ve Onarım” atölyeleri yürüttü. Çalgı tanıtımı ve sınıflandırması üzerine araştırmalarını sürdüren Ozan Özdemir, 2017 yılında Müziksev Müzik Müzesi bünyesinde “Orta Asya’dan Anadolu’ya İki Tellinin Yolculuğu” projesini düzenledi. Proje kapsamında igil, ıklığ ve kıl kopuz çalgılarını Müziksev Danışmanı Güner Özkan ile birlikte tasarladı ve sergiledi. 2018 yılında İzmir İyi Tasarım Günleri kapsamında İzmir Kültür, Sanat ve Eğitim Vakfı’nda “Minyatür Çalgı Yapım Atölyesi”ni düzenledi ve Çalgı Yapımcısı Namık Kemal Acar ile birlikte atölyede eğitim verdi.

2007 yılından bu yana Santur Atölyesi’nde yöresel ve deneysel çalgı yapım çalışmalarını sürdüren Ozan Özdemir, son olarak Pınar Yılmaz tarafından yönetilen İKİZ oyununda sahneye gömülü çalgı tasarımı yaptı.

 

Davood Mohammadi (Müzik), 1987 yılında Şiraz’da (İran) doğdu. 10 yaşındayken tar, gitar ve piyano çalmaya başladı. Müzik eğitimine 2000 yılında İran Müzik Konservatuvarı’nda başlayan Davood Mohammadi, 2013 yılında Tahran Soore Üniversitesi’nde Geleneksel Pers Müziği üzerine lisans eğitimini tamamladı. Tar, gitar, piyano, armonika, perküsyon ve fujaranın yanı sıra çeşitli telli ve nefesli çalgılar olmak üzere 16 enstrüman çalabilen Davood Mohammadi’nin “Davidrum” ve “Sentiment” adını verdiği ve 2020 yılında çıkardığı ilk albümü “Void”de kullandığı iki özgün çalgı tasarımı bulunmaktadır. 2002 yılından bu yana solo ve grup performansları yapan Davood Mohammadi, aynı zamanda ses çalışmaları üzerinden bedensel ifade eğitimi vermektedir. Çeşitli albüm projelerinde süpervizörlük, beste ve düzenleme çalışmaları yapan Davood Mohammadi, yanı sıra film, kısa film, belgesel, animasyon, reklam ve oyun müzikleri de yapmaktadır.

2017 yılından itibaren çalışmalarına İzmir’de devam eden Davood Mohammadi, 2002 yılında İran’da gerçekleştirilen “Dünya Barış Konferansı” da dahil olmak üzere İzmir Devlet Türk Dünyası Dans ve Müzik Topluluğu ve Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuvarı ile birlikte yirmiden fazla konser verdi.

İzmir’e yerleştikten sonra Ozan Özdemir ile birlikte Santur Atölyesi’nde çalgı yapım çalışmalarını sürdüren Davood Mohammadi son olarak Pınar Yılmaz tarafından yönetilen İKİZ oyununun müziklerini besteledi.

 

Banu Ertok (Fotoğraflar), 1977 yılında Duisburg’ta (Almanya) doğdu. 1994-1999 yılları arasında Endüstri Mühendisliği (Dokuz Eylül Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi) üzerine tamamladığı lisans eğitiminin ardından 2006 yılında Endüstri Ürünleri Tasarımı alanında (İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü, Mühendislik Bilimleri) yüksek lisans derecesi aldı.

2010 yılından bu yana fotoğraf sanatıyla ilgilenen Banu Ertok, İFSAK bünyesinde Oktay Çolak tarafından yürütülen “Portre Fotoğrafçılığı”, Timurtaş Onan tarafından yürütülen “Proje Geliştirme: Işık ve Gölge” ve Ezgi Bakçay Çolak tarafından yürütülen “20. yy Sanatında Fotoğraf” atölyelerine katıldı.

Kişisel projeleri arasında etnik bir azınlık olarak hayatta kalmaya çalışan “Kıbrıs Maronitleri”, Türkiye’de boks sporunu ele alan, maçlara hazırlık, sporcular, boks hakemleri, ulusal ve uluslararası müsabakaları fotoğrafladığı “Boks”, farklı ortamlarda perküsyon dersleri alan çeşitli engelli grupların hayata bağlanışları üzerine bir çalışma olan “Sevgi Davulları” ve hızlı nüfus artışı ve şehirleşme ile ortaya çıkan barınma probleminin özellikle büyük şehirlerde yarattığı dönüşüm ve beraberinde yaşanan sorunları fotoğrafladığı ”Türkiye’de Konut, Yerleşim ve Barınma Problemi” çalışmaları bulunmaktadır.

Sergileri arasında küratörlüğünü Akın Mısırlıoğlu’nun yaptığı “Fotopya’nın Yüzleri” (Karma Sergi), küratörlüğünü Timurtaş Onan’ın yaptığı “Işık ve Gölge” (Karma Sergi), 2013 İnsan Kaynakları Zirvesi için zirveyle aynı adı taşıyan “Enerjiyi Yaratanlar” (Karma Sergi) bulunmaktadır.

Fotoğraf Gösterileri arasında Almanya, Hollanda ve Belçika’nın çeşitli şehirlerinden insan hikayelerinin konu edildiği “Gölgeden Işığa Şehir Hikayaleri”; araştırmaları arasında “Yüzüklerin Efendisi Filmlerinde Zaman, Mekan ve Objelerin Birbirleriyle Uyumunun Tasarım Açısından İrdelenmesi”, “Fellini Sinemasında Mekansal ve Mimari Temaların İrdelenmesi”  ve Antonio & Piero Pollaiuolo tarafından 1475 yılında yapılmış tablonun sanat tarihi bağlamında yorumlanması üzerine “Aziz Sebastian’ın Şehadeti” bulunmaktadır.

Türkiye, Sırbistan, Amerika, Arjantin, İsveç, Malta, Slovenya ve Galler’de çeşitli sergilemeler yapan Banu Ertok’un ödülleri arasında Salon Ödülü (1st International Exhibition of Photography: “Leskovac 2011”, Sırbistan), Gümüş Madalya (7. Uluslararası Orhan Holding Fotoğraf Yarışması 2011, Türkiye) ve Altın Madalya (International Exhibition of Photography: “City Life 2012”, Sırbistan) bulunmaktadır.

2014-2015 yıllarında İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda fotoğraf sanatçılığı yapan Banu Ertok, çalışmalarını 2019’dan bu yana İzmir Devlet Tiyatrosu’nda sürdürmektedir. Son olarak Pınar Yılmaz tarafından yönetilen İKİZ oyununu fotoğrafladı.