22 Eylül 2022 Perşembe

İstanbul BB Şehir Tiyatroları 2022-23 Sezonunu Açtı

 İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları 20 Eylül 2022 tarihinde 2022-23  sezonu repertuvarını açıkladı. Dolaylı bir davet aldığım İstanbul’da olsam katılmayı düşüneceğim açılışı instagram canlı yayınından izledim. Dolaylı davet olmasının nedenini tahmin edebiliyorum. Genel Sanat Yönetmenleri benimle birlikte görünmek istemiyor. Zira ‘mâlûm kişiler’in hâlâ ‘ağır top’ oldukları bir kurumda GSY dikkatli olmak istiyordur. Bu arkadaşlar arkadaşları ile saldırıyor bana. Ödenekli bir kurumda ekipleşmek de büyük beceri doğrusu. Bazı kurumlarda ‘dernek kardeşliği’ bağ kurmanın önemli bir yolu. Hatta yönetim biçimi olmuş.  Maalesef Türk Tiyatrosu herkesin bildiği ama başıma iş gelir diye dillendirmediği bir düzen içinde.  Makamında kutlama ziyareti yaptığım tek GSY Süha Uygur oldu. O da ondan gelen bir davet nedeniyle idi. Ben de çekinmeden onun odasına kadar çıktım kahvesini içtim. Planlarını projelerini dinledim. Ama onu da rahat bırakmadılar. Sezonu ona açtırıp bir ay sonra Mehmet Ergen’i GSY yaptılar onun yerine.  Ben bugüne kadar tiyatro yapıcılarla ilişkilerimi görünmez tutmak için gayret ettim. İlk amacım onlara zarar vermemekti. İnsanlar düşman gördükleri ile dost olanları düşman belliyor. Kendisi ile fotoğraf çektirdiğim ve sosyal medyada paylaştığım çok az sayıda tiyatro yapıcı var. Bu onların yarattığı güven duygusu nedeniyledir.



Sezon açılışının sönük geçtiğini söylemek isterim. Fotoğraf ve videolardan gördüğüm kadarıyla katılım çok değildi. Kurumun kendi personeli bile az ilgi göstermişti sanki. Mehmet Ergen’in minimal sezon açılışı bile ‘maksimum’du. 20 Eylül’deki katılımdaki azlığın Mehmet Ergen’in görevden alınışına duyulan üzüntüden kaynaklanmamış olmasını dilerim.

Yeni GSY Ayşegül İşsever’in ne yapacağını merakla bekliyordum. Salgın dönemine Mehmet Ergen’in Genel Sanat Yönetmenliğinde  giren ve geçiren İBBŞT dönemsel sıkıntılar yaşadı elbette ancak ödenekli bir kurumun başına uçaktan atılan Mehmet Ergen’in paraşütsüz çakıldığını söyleyebilirim. Zira o paraşüt ödenekli kurum tecrübesi idi ve yıllarca tiyatro yapan  Mehmet Ergen 100 yıllık bir kurumu yönetebilecek deneyim ve birikimde değildi. Ben her zaman İBBŞT’nin kurumun içinden bir GSY çıkarması gerektiğini bunun mümkün olduğunu iddia ettim. İBB yönetiminin biraz zaman kaybederek de olsa dediğime gelmesinden memnun oldum.

2022-23 sezonunun ana teması “İstanbul Klasiklerle Buluşuyor” olarak belirlenmiş. Ben sezon temalarının oyunların genel özelliklerine göre yapılmasını sevmiyorum. Mehmet Ergen de az kişili neredeyse boş sahneli oyunların ‘satışını’ ‘minimal’ ismi ile yapacağını düşünmüştü. Ödenekli tiyatrolar dönemin meselelerine odaklanmalı. O meseleyi ‘klasik’ sayılan oyunlarla yapmanıza itiraz etmem. Ama sanırım İBBŞT politikaya ‘dokunmadan’ sezonları geçirmek istiyor.  İBB gündeme uygun  repertuvar yapmalıydı. Yapabilir mi? Bunca yıldır yaptı mı? Yapabilir ama yapmadı. Kültür Daire Başkanı’nın olmadığı bir kurum koordinatörlük ve vekillik mekanizmaları ile işi sürdürüyor. Bu da İBBŞT’nin repertuvarına yansıyor elbette.  Ben Çandarlı’da yaptığım oyuna ‘İnsan yaşıyorken özgürdür’ ismini verirken İBBŞT’nın yapamadığını yapmışım demek ki. Nâzım’ı çok seviyorsunuz bilirim. ‘Bir orman gibi kardeşçisine’ sezonu olamaz mıydı? 16 milyonu kucakladığını her fırsatta yineleyen  Başkan’ın niyetine de uygun olurdu bence. Ödenekli tiyatroların ve genel olarak siyasilerin  bilmediği bir şey var: Tiyatronun birleştirici gücünü bilmiyorlar(umursamıyorlar/değer vermiyorlar). Birleşme  aynı salonda yan yana nefesleri karıştırarak oyun oynamak/seyretmek değil. Bir arada olursunuz ama birleşmiş olmazsınız. Amaç  seçtiğiniz oyunlarla ülke insanını BİRLEŞTİRME’ye katkı vermek  olmalı. Ülkenin tüm etnik özellikleri ile bir ve bütün olduğunu göstermek olmasına yardımcı olmak. Ülke içinde barışa omuz vermek. Tüm yurttaşların   Hamlet seyretmesi ülkeyi birleştirmez. “Çürümüş bir şeyler var Danimarka’da” repliği ayrıştırıcı olabilir. (Ayrıca çok da sakız oldu. ) Ülkeyi ele geçiren Fortinbras’a iyi bakarsanız belki bir çıkış bulabilirsiniz. Ama niyet ve irade gerek. Tabii ki bilgi ve birikim. Ve de ülke sevgisi. Kendine Osmanlı diyen Ermeni kökenli bir yazarın oyunu üzerinden imalar yaparak bir yere varamazsınız cepheleşirsiniz.

İBBŞT’da bu sezon repertuvarı ikiye ayırmak gerekiyor. Mehmet Ergen’den miras kalanlar ve Ayşegül İşsever’in seçtikleri. Ergen’in repertuvarından Moby Dick, Kutlama, Antigone, Hastalık Hastası, İfigenia, İki Efendinin Uşağı  İBBŞT repertuvarının ‘klasikler’ başlığına uygun olarak devam edecektir umarım. Yaftalı Tabut, Hayat Der Gülümserim, Gül’e Ağıt, Kısraklı Kadın, Kimse Öyle Şeyleri Konuşmuyor Artık da repertuvarda devam edeceğini düşündüğüm  oyunlar.  Ekim 2022 programı da bize onu söylüyor. Bazı oyunlar ise sezon  sonu gelmeden silinir.  İşsever repertuvarında Fosforlu Cevriye, Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım dışında Türk yazar yok. İsimlerine itiraz edemeyeceğimiz büyük oyunlar seçilmiş: Hamlet, Tartuffe, Cadı Kazanı, Bir Halk Düşmanı. Yanlarına Godot Geldi, Çingene Boksör, Kuğunun Şarkısı, Komik Para, Oscar’ı (ve Ergen’den kalan klasikleri) koyduğunuzda ortaya nasıl bir üst başlık çıkıyor? İBBŞT ne diyor? Bunlar konuşulmaz ama her repertuvarın gerekçeli kararını okumak isterdim. Var mıdır? Bana ‘klasikleri oynuyoruz’ yetmiyor. Eski oyunlarındaki performanslarına bakınca bence tekrara düşmüş yönetmenler ile de bir yere varılamaz. Yeni ufuklar açılamaz. Hiç değilse bazı klasik oyunların yönetmenleri yazarlarının ülkelerinden olsaydı. Ufkumuz açılırdı belki. Benim gibi geçmişte çok iyi örnekleri hafızasına kaydetmiş biri için Fosforlu Cevriye dışında beni heyecanlandıran bir oyun yok. Bugün genç olsam bu repertuvara genel kültür olarak bakardım sadece. ('Kitabı alıp okuyacağına ucuz bilet ile git seyret.beğenmezsen ilk yarı sonunda çıkarsın') Kanımı ateşlemez beni itelemezdi.

Dikkat ediyorsunuz elbette. Repertuvarın tümü Batı tiyatrosu kalıpları içindeki oyunlardan seçilmiş. Peki bizim geleneksel tiyatromuz nerede?  Orta Oyunu bizim değil mi? Köy Oyunlarımız? Bu oyunları ve oyunculukları yaşatacak olan KİM? Anladığım kadarıyla İBBŞT böyle bir görevi olduğunu hatırlamamış ya da onlardan ‘klasik oyun’ bulamamış.

İBBŞT oyuncu ve yazarlık kursları ile oyuncu ve yazar yetiştirme yeri değildir. Eğitimli oyuncunun ustalarla birlikte  meslek içi eğitimini aldığı, genç oyun yazarlarınca teslim edilen oyunların sahne üzerinde olgunlaştırıldığı yâni iş başında uygulamalı eğitim verilen yerdir. Aynı örneği tekrar tekrar veririm Alevli Günler ile İstanbul Halk Tiyatrosu hem oyunu geliştirmiş hem de yazarı eğitmiştir. Ama İBBŞT dramaturglarının Türkiye Kayası’na yaptıkları zulümü hatırlayınca duraklıyorum. Mehmet Ergen’in 1000 kişiyi kabul ettiği yazar atölyesi modelinin yararı yoktur. Muhsin Ertuğrul yazara gitmiş. Bence doğrusu da odur.  Ayrıca ödenekli tiyatroların Türk edebiyatının önemli roman ve hikâyelerini uyarlamalarla sahneye çıkarmak gibi bir görevi vardır.

İstanbul’da yabancı olsam ne yapardım diye düşünürüm zaman zaman. Mümkünse tüm oyunlarda İngilizce ‘surtitle’ olmalıdır.

Oyunların seçiminde  iktidar eleştirisinin öne çıktığını anlamak zor değil. Ama 16 milyonu kucaklıyorum diyen bir Başkan’ı anlamamış onun yönetimindeki bir tiyatro ile karşı karşıyız. Bu repertuvar çok entelektüel. Her zaman olduğu gibi sadece belli  bir görüşün ilgi göstereceği halkla bütünleşmeyecek bir oyunlar bohçası. Çok ödüller alır. Ama küçük bir çerçevede kalır. 16 milyonluk İstanbul’da İBBŞT’nın sattığı bilet sayısı 600 bin civarında. Yaklaşık  100 bin seyirci. Tiyatroda 16 milyonun kucaklanmadığı açık. Seyirciyi arttırmak için neler yapılabilir ciddi ciddi düşünmek gerekiyor. 

GSY İstanbul’un çok geniş bir alana yayılmış olmasından ve  uçlara tiyatro götürmekten bahsetti. Aslında dediği oyun götürmek idi tiyatro götürmek değil. İkisi birbirinden farklı. İBBŞT’nin tiyatroyu uçlara götürmek için yapması gereken şey yerinden yönetimdir.

Toplantıda dokunulmadığına göre özerlik şimdilik masa altında. Seçim öncesi iş çıkarmak istememişlerdir. Kolay olmayacak ama bir yerden başlanması gerekiyor. En azından bu yönetim varken  mücadele başlamalı. Konu tartışmaya açılmalı.

Pazar matinelerinin kaldırılmış olmasını anlamıyor kabul etmiyorum. Ben Cumartesi günleri de çalıştığı için Pazar’ı bekleyen pek çok kişi tanıyorum. Hele bugünlerde bu pek çok insana hafta sonunu sanat ile değerlendirme imkânı verecektir.

İstanbul’da değişik dillerde tiyatro yapan topluluklar var. İBBŞT’nin onlara ilişkin ne yapacağı hususu konuşulması tabu olan bir konu. (Onlar da 16 milyona dahil) Çok dilli tiyatro yapmak için Belgrad Drama Tiyatrosu, Yugoslav Drama Tiyatrosu, Yunanistan’dan Pire Şehir Tiyatrosu ve Bosna’yla görüşmeler devam ediyormuş yurtdışına da açılan çalışmalar ve faaliyetlerde bulunmak için çabalar varmış. Pekiyi de ülke içinde ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu, Eskişehir Şehir Tiyatroları, Bakırköy Belediye Tiyatrosu ve Lefkoşa Belediye Tiyatrosu’yla da dönüşümlü olarak oyun alışverişlerinde bulunup seyircinin farklı oyunlarla da karşılaşmalarını sağlamak iyi bir düşünce. Buna Şehir Tiyatrosu olan başka şehirler de katılmalı. (Diyarbakır, Gaziantep vb) Başkan oralara gidiyorsa ‘şehrin tiyatrosu’ neden gitmesin?

İBBŞT Edebi(repertuvar) Kurulu ve Yönetim Kurulu üyelerini sayfasında paylaşırsa çok iyi olur. Ona buna sorarak sonuca varılamıyor. (Birilerine sordum. Hâlâ cevap yok.) Ayrıca İBBŞT Yönetmeliğinin de sayfalarında paylaşılması doğru olacak. Şeffaflık gereği tabii ki.

Doluluk oranı bir başarı değildir. Bilet fiyatı çok düşük olan bir kurumun tiyatrosunda biletlerin satışa çıkar çıkmaz bitmesi bir başarı sayılmaz. Seyirci için en ucuz eğlence İBBŞT’da oyun seyretmektir. Bu fiyatlarla aldığı bileti yakabilir oyunun yarısında çıkabilir.  Ama sunulan oyunlara bakınca giderek şöyle bir algı oluşmaya başladı. Bu fiyatlarla bu kadar tiyatro. Oysa İBBŞT’nin sorumluluk ve görevi yüksek standartları uygun fiyatlarla seyrettirmek olmalıdır. Bunun önündeki engeller kaldırılmalı kurum birkaç rejisörün tekelinden kurtarılmalıdır. Ufku geniş yönetmen ve oyuncularla sınırları zorlayan görkemli rejiler sahneye çıkarılmalıdır. Benim gözlemim şu anda İBŞŞT’da bir Beklan Algan gibi vizyoner yönetmenin olmadığıdır. Ama İBBŞT dışarıdan onu bulmuyor(aramıyor?) nedense. Belki de içeridekiler izin vermiyor kim bilir. Beklan Algan gibi birisi yoksa GSY’nin dediği Deneme Sahnesi’ni kim(ler) yönetecek? Bu noktada İBBŞT içindeki Çağdaş Gösteri Sanatları Merkezi’nden bahsetmemiz gerekiyor. Yazılı amaçları hedefleri ile ufuk açabilecek bir merkez. Yönetimsel tutumlar yüzünden sürekli olarak etkin olamayan  merkezi Emre Koyuncuoğlu yönetmeye çalışıyor. Koyuncuoğlu eğitimi , yaptıkları ve emelleriyle benim çok beğendiğim bir tiyatro insanı. Onun ÇGSM ile birlikte Deneme Sahnesi’ni yönetmesi  İBBŞT ve tiyatromuz için bir şans olur. Yeter ki engel olunmasın serbest bırakılsın.

Ben her zaman ülkemizde ödenekli tiyatroların varlığına inandım. (Ama bu halleri ile değil.) Zira ödenekli tiyatrolar tiyatro alışkanlığını arttırır tiyatronun yaygınlaştırılmasını seyircinin çoğalmasını sağlar. Bu aynı zamanda özel tiyatroların da önünü açar açmıştır.  Öte yandan ödenekli tiyatrolar buz kıran gemiler gibi ülkedeki bazı mecraların değişmesine yardımcı olabilir. Bu kapsamda uluslararası tiyatro zirvelerini düzenlemek ödenekli tiyatroların görevidir. İBBŞT yılda bir düzenlenecek uluslararası tiyatro zirveleri ile dünyadaki tiyatro yapıcıları ülkemize getirerek onların ülke yöneticileri ve yerel tiyatro yapıcılarla buluşmasını sağlamalıdır. Zira bizi yönetenler tiyatro bilmiyor. Bu vesile ile öğrenirler.

Daima Genç ve  Daima Çocuk günlerinin  devam etmesini kapsama liselerin de alınmasını isterim. Daima Genç ve Daima Çocuk  Günler genç yazarların oyunlarına öncelik vermelidir hatta zorunlu kılmalıdır. Bu yazar atölyesinden daha işlevseldir. 

100 yılı aşmış bir kurum olarak İBBŞT’nın birikimleri çoktur. Bu birikimlerin bir müzede sergilenmesi gerekir. İBBŞT Tiyatro Müzesi bir an önce hizmete alınmalıdır. Öte yandan dijital olarak gelişen  tiyatro kütüphanesinin fiziken açılması da iyi olur. Kütüphaneden araştırmacıların eleştirmenlerin yararlanması oyun dağarcığına ulaşmaları  GSY’in iki dudağı arasından çıkarılmalıdır.  Eski belgelerin afişlerin yeni baskıları kuruma gelir sağlayabilir.

İBBŞT’nin youtube hesabı seyircinin bilgilendirilmesi için kullanılmalıdır. Zaman zaman izlediğim bazı videolar arkadaş muhabbetinden öte gitmedi. Ekrandan oyunculuk ve yazarlık eğitimi verilemez. İBBŞT’nin görevi de değil. Repertuvardaki oyunlar hakkında bilgilerin sohbetlerin  prova görüntülerinin paylaşılacağı programlar çok yararlı olacaktır. Dünyaya bakın. İngiltere'deki tiyatroların sayfalarını inceleyin. 

İBB Atık Yönetim Müdürlüğü’nün “İleri Dönüşüm Atölyesi” ile işbirliği yapılarak birkaç çocuk oyununun her şeyini geri dönüşüm atölyesinden dönüştürülen malzemelerle üretmek, yenilenebilir enerji kaynaklarının verimli kullanımına yönelik çalışmalar kapsamında çatısı uygun olan sahnelere  güneş panelleri konulması, şehrin farklı yerlerine yerleştirilecek kiosklarda  seyircilerin daha kolay bilet alabilmesini sağlamak güzel projeler.

İBBŞT özel tiyatrolarla rekabet etmemelidir. Özel tiyatroların kısıtlı imkanları ile yapabilecekleri oyunları onlara bırakmalıdır. Ben kurum dışından yönetmen ve oyuncularla ortak projeler yapılmasından yanayım.  Bunun kuruma ve tiyatromuza enerji katacağını düşünüyorum.

Senede bir iki defa çocuk oyunları izliyorum. Maalesef iç açıcı değil. Yetişkinlerin bile seyretmek isteyeceği görkemli oyunlar yapılmalı. Yurt dışından yönetmen getirilmesi çok iyi olur. Antalya BB Şehir Tiyatrosu örneği iyi incelenmeli.

İBBŞT’da GSY’nin işi çok zor. İpte yürümek gibi bir şey. Kurum içi dengeleri korumak başlı başına bir iş. Kurumun başında zerafeti ve güler yüzü ile tiyatro sanatı için ve adına çok olumlu bir fotoğraf veren  Ayşegül İşsever’e kolaylık diliyorum.   

Ben konularla ilgili düşüncelerimi bugüne kadar çok paylaştım. Okunduğunu biliyorum ama ne tiyatro yapıcılardan ne de tiyatro severlerden hiç geri dönüş almadım. Sanki suya yazdım.  Olsun. Bir tiyatro sever olarak Türk Tiyatrosu’na katkı yapmak bana yetiyor. Yazarken bir amacım  da zamanı kaydetmek. Geleceğe bir şeyler bırakmanın mutluluğu içindeyim.

Melih Anık

3 Eylül 2022 Cumartesi

Yetmiş Birinci 4 Eylül

 

İlki doğduğum gün. 2022 yılında onu çıkarınca kalanların sayısı ise yaşım: 70

Sabah doğmuşum. 6:30 gibi. Burcum Başak yükselenim de Başak. Ölüm yılına bakarak annemle beraber 63 yıl aynı dünyada kalmışız. Ancak evlenip annemin evinden çıkana kadar 26 yıl birlikte yaşamışız. Babamla 20 yıllık bir beraberliğim var. Kızımla 38 yıldır beraberiz. Yaşadıklarımızın yoğunluğuna ve rakamlara bakarak Fügen ile birlikteliğimin hayatıma yön verdiğini açıkça söylerim. Bir Yay ile 48 yılı tamamladım. 70 yılın 48’i. Bu kadar uzun süreyi birbirini etkilemeden geçirmek mümkün değil.  Artık burcumu soranlara ‘Yayımsı Başak’ diyorum bu nedenle. Biz çocuklarımızı eğitiriz. Ya da eğittiğimizi sanırız. Lalin ile geçirdiğimiz 38 yıl ayrı bir eğitimdir benim için. Annem ve babamla geçen 46 yıla ‘temel eğitim’ dersem Fügen ve Lalin’le geçen 86 yıl şahane bir ‘yüksek eğitim’ sayılır. Yaptığım bu matematik bazılarınıza ‘absürd’ gelebilir. Her ilişki özeldir ve insan her insan ile ayrı yaşar yılları. Üniversitede ‘double major’ yaparlar hani. Ben onlarca insan ile  kaç ‘major’ yaptım kimbilir.

Jyväskylä Üniversitesi(Finlandiya) yaşlılık bilimi (gerontoloji) uzmanlarından Taina Rantanen gözetiminde yapılan araştırmada, 1910 ve 1914 yıllarında doğan yetişkinlerle yaklaşık 30 yıl sonra dünyaya gelenler karşılaştırılmış. Her iki yaş grubu da sırasıyla 1989 ve 1990 ile 2017 ve 2018 yıllarında incelemeden geçirilmiş. Her iki yaş grubuna da önce 75 yaşında ve ardından 80 yaşında yüz yüze gelinerek 6 fiziksel deney ile 5 bilişsel yeteneğin ölçüldüğü sınamalardan oluşan aynı deneyler dizisinin uygulanmış.

Araştırmacılar kuşaklar arasındaki farklılıkların her şeyi kapsamadığına akciğer fonksiyonu değerlerinin şaşırtıcı bir biçimde aynı kaldığına ve -bir olasılıkla son dönemlerde okullarda ve gündelik yaşamda ezberleme yetisi eskisi gibi önemsenmediğinden olsa gerek- bir dizi sayının anımsanmasını gerektiren kısa süreli bellek sınavında bir ilerleme kaydedilmediğine tanık olmuş. 

 Elde edilen bu bulguların birçoğu öteki topluluk araştırmalarıyla örtüşüyormuş. Örneğin, Hollanda’da 2018 yılında yayımlanan bilişsel yaşlanmayla ilgili bir araştırmada 1931 ile 1941 yılları arasında doğan yaşları geçkin yetişkinlerin bir dizi bilişsel sınavda 1920’lerde dünyaya gelmiş yaşıtlarını gölgede bıraktıkları  ancak yine kısa süreli bellek konusunda iki grup arasında herhangi bir farklılık olmadığı görülmekteymiş. 

Danimarka’da yapılan 2013 tarihli bir araştırma da doğum yılıyla bağlantılı farklılıkların çok ileri yaşlara dek sürebileceğini ortaya koymuş. 1915 yılında dünyaya gelen 95 yaşındakilerin bilişsel bir sınavda 1905 doğumlu 93 yaşındakilerden çok daha başarılı oldukları görüldü. Araştırmada daha geç bir tarihte doğan grubun yürüyüş hızı ve kavrama gücü açısından herhangi bir üstünlük göstermediği ancak o grubun üyelerinin -banyo yapma ve giyinme gibi- günlük yaşam etkinlikleri konusunda daha becerikli oldukları da görülmüş.   

İnsanların daha iyi yaşlanmalarının çeşitli nedenleri var. Bu nedenlerin başında daha iyi sağlık hizmetleri ve sigara içme oranlarındaki düşüş geliyor. Fiziksel işlevlerin irdelendiği Finlandiya araştırmasının baş yazarı Kaisa Koivunen’e göre daha geç tarihte doğan yetişkinlerde en ağır basan unsur onların fiziksel açıdan çok daha etkin olmaları ve daha iri bedenlere sahip olmalarıydı. Bu da onların daha sağlıklı beslendiklerine işaret etmekteydi. Beyinsel işlevler konusunda en önemli etmenin de eğitim görme süresi olduğu görülüyordu. 

ABD Ulusal Yaşlanma Enstitüsü yöneticilerinden Luigi Ferrucci, eğitimin yaşlanma ve sağlık açısından son derece güçlü bir etki yarattığını belirterek “Daha iyi bir eğitim sayesinde bir olasılıkla gelir düzeyiniz de daha yüksek olacaktır. Bu da doktora gitme, iyi beslenme ve bedene zarar vermeyecek bir işe sahip olma olasılığının da daha yüksek olması anlamına gelir” diyor. Gelir düzeyi yüksek olan ülkelerde bu tür üstünlüklerin yalnızca yaşam süresini uzatmakla kalmayıp bu sürenin çok daha sağlıklı bir biçimde geçirilmesine de olanak tanıdığı görülüyor. 

Kısacası günümüzde 70 yaş belli olanaklara sahip olan şanslı bir kesim için yeni 60 olabilir ama herkes için aynı durum söz konusu olmayabilir.

Dikkat ederseniz araştırma yapılan ülkeler Hollanda, Danimarka Finlandiya.. Yaşam kalitesinin üst düzeyde olduğu ‘insan’a hürmet eden ülkeler. Bizim ülkemizde erken yaşlanmış gençleri görmek çok mümkün. Zira ülkemizin ‘insan’a saygısı ve sevgisi yok. Her anı sürprizli  bir ülkede 70 yıl yaşamış bir insan olarak şanslı olduğumu düşünüyorum. 

Temel amacım babamın öğütlediği gibi ‘yaptığım işi en iyisiyle yapmak’ oldu. Bu çalıştığım yerlerde kalabalıklar arasından seçilmemi sağladı. Patron işine yarayana(bana) iyi davrandı. Çalışkan güvenilir ve iş bitiren eleman olmam döneme göre iyi bir gelirin kapısını açtı. Çalışma hayatı açısından dönem de uygundu. Piyasa ‘geminin yolda karşılaştığı fırtınaları değil geminin limana yanaşıp yanaşmadığı’ ile ilgilidir hep. Ne mutlu ki ben çoğunlukla gemiyi limana yanaştırdım. Patronun oğlunun okul arkadaşı sosyal dernek vb kuruluşların içinde  olmadan meslekte bir pozisyona gelmek  mümkün değildi(r). Ben kendi çabamla ulaştım bazı pozisyonlara. Toplumlar kapalı klanlar içinde yaşar. Hindu değilseniz bu çemberden zihnen teselli ile kurtulmak da mümkün değil. Sanırım hâlâ da öyledir.  Patron yâni kendi işimin sahibi olamadım ama işçi arı olmak bana yetti.  Aldığım resmi eğitim yanında yukarıda sözünü ettiğim eğitimler ve de ‘yaşadıklarımdan öğrendiklerim’ bana çok yardımcı oldu. Başıma gelen belalara da o şekilde dayandım. Aklıma yatmayan hiçbir işin altına girmedim. Girdimse başıma geleceklere hazırlıklı oldum. Bunu en iyi avukatım  anladı. Babamın hatırladığım  ikinci öğüdü idi : Çok önemli yazıları göndermeden üstünde  uyudum yâni bir gece geçmesini bekledim.  İş hayatından erken ayrılmış olmama rağmen bugünün keyfini çıkarmamı sağlayan şeyler daha önce biriktirdiklerimdir. Sanat kitaplar tiyatro edebiyat müzik seyahat vb konularda topladıklarım şimdi hayata başka bir gözle bakmamı ve yaşamamı sağlıyor. Lisede okuduğum bir kitapta ‘Mutluluğunuzu kimseye borçlu değilsiniz’ cümlesini okumuştum. Bu beni çok etkiledi. Başardığım şeyler sonunda Ferhat gibi kendi sırtımı kendim okşadım ‘Aferin Melih’ diyerek. Başıma gelen kötülükler için ‘Bunlar benim hatalarım’ deyip başkalarını suçlamadım mazeret üretmedim.( ‘Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı’A.Behramoğlu)

’Your Erroneous Zones(Hatalı Alanlarınız) Wayne W.Dyer’ başucu kitabım oldu. ‘Hayatınızın kontrolünü elinize alın’ şeklinde tanıtımı vardı kitabın. Hayatınızın efendisi olmak benim inandığım bir düstur oldu. Kitaptan çok yararlandım. Bu anlayış yüzünden çok da gemi yaktım.  Bir bölümün başlığı ‘You don’t need other’s approval.’ Başkalarının onayına ihtiyacınız yok. Onay beklemedim.  Alkış beklemedim. Ödül beklemedim. Almak için 'atraksiyonların' içinde olmadım. Bu beni özgürleştirdi. Hayatıma yön veren ikinci kitap ‘İyi İnsan İyi Vatandaş’ idi. Şimdi geriye baktığımda iyi insan ve iyi vatandaş olduğuma inanıyorum.

Üniversite yıllarımda ve sonra iş hayatımda didişken biri idim. Saatlerce tartışırdım. Şimdi seseldim. Zira artık tartışma adabı da yok oldu. Ancak zaman zaman eski Melih çıkıyor ortaya gene.

Dilimizde bir söz var: Yaş yetmiş iş bitmiş. Yaşamak bir iş ise biten bir şey yok. Emekliliği yok yaşamanın.

Cahit Sıtkı ‘Yaş otuz beş yolun yarısı eder’ derken 46 yaşında öleceğini bilebilir miydi?

İlahi Komedya’yı yazmaya 35 yaşında başlayan "hayat yolculuğumuzun ortasında kendimi karanlık bir ormanda buldum." diyen Dante de 56 yaşında ölmüş.

Yarını bilmiyoruz. Tarih uzaktan bakınca anlaşılıyor. Kendi tarihime şimdi uzaktan ve yükseklerden bakıyorum. Tarancı ve Dante'den daha şanslıyım.

Babam ölene kadar inançlı sayılabilecek bir gençtim. 1972’de 20 yaşımda iken babamı kaybedince eskisi gibi olamadım. Kuran başta olmak üzere kutsal kitapları  satırların altını çizerek okudum. Notlar düştüm işaretler koydum sayfa kenarlarına. Hâlâ da ara sıra okurum. Sorgulamaya yargılamaya başladım. Vicdanım rehberim oldu. Ülkede zorluklar içinde yaşayan çoğunluğa bakınca yaşadığım hayat için onlardan özür dilemek istiyorum. Vicdanımın oluşmasında dayım Nazım Merey’in çok katkısı var. Onun yönlendirmesiyle kitap okumaya başladım. İlk okuldaydım. Okumam için bana verdiği ilk kitap Kuyucaklı Yusuf idi. Onun sayesinde ilk okulu bitirene kadar Türk yazarlarının belli başlı romanlarını okumuştum. O günlerde oluşan vicdanım hâlâ beni sorguluyor denetliyor.

Aynı anda farklı konularda kitaplar okudum. Farklı olayları merak ettim. Burnumu soktuğum her olayda yeni bir şey öğrendim. Edindiğim tecrübeler başkalarınca yadırganan zaman zaman  aşırı tedbirli olmama yol açtı. Ülkem hakkındaki karamsarlığımın nedenlerinin başında çok önemli olaylar içinden geçmiş olmamın rolü var. Perdenin arkasını gördüm.

Zor bir insan olduğumu kabul ederim. Benimle geçinmek pek de kolay değildir. Açık sözlüyümdür zor beğenirim. Ama iyi yanlarım katlanılmamı kolaylaştırır. Güvenilir biriyim yalandan nefret ederim. Sorumluluk taşırım. Şefkatliyim. Merhametliyim.  Sır tutarım. İyi insanlar beni anlar.

Anları yaşamak istedim hep. Ânın keyfine varmayı istedim.Yarın olacaklar için bugünden tasalanmamayı istedim. Becerdim diyemem. Bizimkisi gibi yarını belli olmayan bir ülkede bunu yapmak kolay değil. Yaşadığınız ülke kaderinizi belirler. Coğrafya kaderdir. Buna bir de yaşadığınız dönemi ekleyin. ‘Nereden buraya bu zamanda düştük diyenlerimiz’ çoktur. 1952’den itibaren ülkede yaşananları listelemeye başlamıştım. Bir yerden sonra bunaldım içim şişti. Neler yaşadık neler. Kaç darbe yaşadık? Neye yaradı o darbeler? Bitmeyen bir savaşın içindeyiz. Paramparçayız. Uluslararası oyunlarla ülkemiz ciddi risklerle karşı karşıya.   Atatürk’ten sonra nerelere savrulduk. Hak ettik mi? Etmedik. Şimdi ise durum daha da vahim. İçimde umudun zerresi yok.  Sanıyorum ülkemin düzeldiğini de göremeyeceğim.

Sonunu görmeden mutlu yaşadım deme demiş ya bir filozof ben de hastalanmadan başkasına muhtaç olmadan en azından bugünün havasında yaşayıp aniden ölürsem mutlu yaşadım sayacağım.

Bundan sonra daha kaç 4 Eylül yaşarım kimbilir. Bilmemek iyidir. Ânı yaşayalım.  

Melih Anık