1 Mart 2022 Salı

Seyirciye Hoş Görünmek İçin Yapılmış Bir Oyun: Acting(Tatbikat Sahnesi)

 Elvin ve Erdal Beşikçioğlu’nu beğenirim. Beğenimin temelinde okuduğum ve dinlediğim  röportajları ve de tiyatro ile ilişkileri var. Tatbikat Sahnesi’nin web sitesinde yapılan açıklama beni onlara daha da yaklaştırır:

Devlet Konservatuvarı Tatbikat Sahnesi veya kısa adıyla Tatbikat Sahnesi, Türkiye’de çağdaş tiyatro anlayışının yerleşmesinde önemli etkisi olan bir  tiyatro topluluğuydu.

1940 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı’na bağlı olarak kurulan Tatbikat Sahnesi, 1949 yılında Devlet Tiyatroları’nın kurulmasıyla kapandı. Tiyatro, ilk çalışmalarını Carl Ebert ile yaptıktan sonra Muhsin Ertuğrul yönetiminde devam etti.

Devlet Tiyatroları’nın temelini oluşturan Tatbikat Sahnesi, Ankara’daki seyirciye çağdaş tiyatroyu tanıtarak bu konuda öncülük etmişti.

Ne var ki, 1949 yılında devlet tiyatrolarının kurulmasıyla kapanan Tatbikat Sahnesi, bu güne kadar devlet idaresine gelen siyasi partilerce, bu sanat okullarından mezun olan sanatçı adayları için mesleki kariyerlerini geliştirtecek, tatbik edecek bir imkan sağlayamamıştır. Bu ülküden yola çıkarak Tatbikat Sahnesi;

Nitelikli sanat beğenisini geliştirmek,toplumumuzun sanat yaşamına ve dünya sanat ortamına aktif bir biçimde katılmak, katkıda bulunmak amacından yola çıkarak kurulmuştur. Bu amaçla sahnemizde sergilenecek tüm performanslar üretim içinde öğrenim düşüncesini benimseyen, dünyayı doğru algılayan ve yorumlayan, özgür, yapıcı, yaratıcı, aydın, atak ve eleştirel bir bakış açısıyla uygulanmaktadır.”

Fazla söze gerek var mı? Kurulduğu yıldan(2013) beri Tatbikat Sahnesi’nin imzasını taşıyan oyun listesi de repertuvar yapımındaki titizliği gösterir. İyi oyunlar seçilmiş.

Bir Delinin Hatıra Defteri – Nikolay Gogol
Mezarsız Ölüler (2014) – Jean-Paul Sartre
Tüy Kalemler / Quills (2014) – Doug Wright
Woyzeck Masalı (2015) – Georg Büchner
Antabus (2015) – Seray Şahiner

An-Blink (2015) – Phil Porter

Aşk Aptalı (2016) – Sam Shepard
Hizmetliler (2016) – Jean Genet
Ceza Külliyesi (2016) – Franz Kafka
Tüy Kalemler / Quills (2016) – Doug Wright
1806 Laveyn (2017) – Süleyman Karaahmet
Gidion’un Düğümü (2017) – Johnna Adams
Woyzeck Masalı (2017) – Georg Büchner
Pal Sokağı (2017) – Ferenc Molnar
Delirium (2018) – Enda Walsh

Oksimoron (2018) – Robert Dubac
Bernarda (2019) – Federico Garcia Lorca
Takan Takana (2019) – Laurent Baffie
Muse / Bir esin perisi davası (2019) – Fadik Sevin Atasoy

Nina(2019)-Matéi Visniec

Fahrenheit 451(2021)- Ray Bradbury

Cehennem(2021)- Jennifer Haley

Acting(2022)- (Xavier Durringer)

 


Beşikçioğlu çifti ile tek yüz yüze karşılaşmam Gidion’un Düğümü oyunundan sonra oldu. Ayaküstü sohbet ettik. Mesafeli ama karşısındakine değer veren davranışlarını sevgiyle hatırlarım.  Gidion’un Düğümü’nde de  ufak gibi görünen ama büyük sonuçları olan bir ‘dokunuş’ yapmışlardı.  Elvin Hanım yönetmenin elindeki oyuna istediğini yapabileceği konusunda ısrarcı idi. O akşam eleştirilerim karşısında Elvin Hanım’ın nazik ama yerinden kıpırdamayan tutumunu anlaşmamış olsak da sevdim.

Ben tekst tutucusu bir seyirci/yazar  olmamaya çalıştım.  Rejisör yazarı aşabilirse aynı tekste anlamlı ve tutarlı bir elbise giydirebilirse neden olmasın! Bu noktada ‘aşmak’ kelimesini bilerek kullandım. Çünkü işin özü orada. Başkasının elbisesini bir gece giymek için borç olarak alıyor ve kendi zevkinize göre orasını burasını düzelterek kalıcı izler bırakıp iade ediyorsanız bu en azından elbisenin sahibine ayıp. Borç alacağınıza kendi elbisenizi kendiniz dikin. Ciddi oyun yazarları oyun hakkında sizden daha çok düşünüyor. Ben Tatbikat Sahnesi’nin başkalarının tekstlerinde  yaptığı bu radikal değişikliklere çoğunlukla anlam bulamadım. Acting’de de öyle oldu. Oyunu 'okuma' yerine kendi fikirlerine göre teksti  kullanmışlar.

Aslında değişmesi gereken ama değiştirilmeyen oyun isminden başlayayım. Oyunun özgün ismi ‘Acting’(2002). Topluluk aynen kullanmış. Afişte ‘olmak ya da olamamak’ da yazıyor ama oyun ‘Acting’ olarak tanındı. Türkiye’de Türkçe oynanan bir oyunun ismi neden (özel bir isim değilse) yabancı olsun? Tiyatro lisan ile yapılan bir sanat. O nedenle dile özen göstermek gerek. Bu telif hakkını elinde tutan ajanstan(Onk) geliyorsa daha önce oyun ismi değişikleri oldu. (Bana Bir Picasso Gerek) Yâni ben mümkün olacağını düşünüyorum. Sen ne derdin derseniz aklıma gelenler şunlar : Oyuncu, Oyuncu Olmak(Yoksa Olmamak mı?), Hamlet Oyuncusu, Sahne mi TV mi(kötü), Dolandırıcı(Dolandıran) Oyuncu ama hiçbir şekilde Acting değil.  

Yeri gelmişken şunları da yazıda kaydedeyim. Oyunun özgün dildeki hâlini bilmiyorum. Ama Türkçe söyleme(Cem Şahin) anlamında düzeltilmesi gerektiğini düşündüğüm birkaç noktayı belirteyim:

‘Uzun zamandır mı buradasın?’ Bence ‘Uzun zamandan beri mi buradasın?’

‘Bir sürü staj yaptım’ Bence ‘Çok staj yaptım’

‘Yüznumarada okurdum’ Bence ‘Helada okurdum’

‘Sigaradan bir fırt çekmek’ Bence ‘Sigaradan bir nefes çekmek’

Tatbikat Sahnesi ile diğer gözlemim Türk oyunu oynamamaları. Sanıyorum Elvin Hanım İle Erdal Bey DT’da oynadıkları Türk yazarlarına ait oyunların kendilerine yettiğini düşünüyorlar. Belki de yukarıdaki alıntıladığım hedeflerine bakınca Türk Tiyatrosu’nda ‘çağdaş oyun’ bulamıyorlar. ‘Dünya sanat ortamına’ yerli oyunlar oynayarak ‘aktif’ katılacaklarını katkıda bulunacaklarını düşünmüyor olabilirler.(yabancı oyunları içeriden okumak da bir katkıdır ama yapılmış mı?) İyi de 2013’den bu yana bu amaç gerçekleşmiş mi? Tanınmasını daha çok  Erdal Beşikçioğlu’nun dizide canlandırdığı  ‘yerli-milli’ role borçlu olan bir topluluğa seyircinin  yabancı oyunlara rağmen ilgi göstermesini nasıl açıklamalıyız? Seyirci Erdal Bey’i görmeye geliyor oyunlar umurunda değil mi diyelim? O zaman seyircinin 'nitelikli sanat beğenisini' geliştirmek hedefi nerede kaldı? Oyunu seyrettiğim akşam seyirci g.te b.ka s.ke güldü patlatılan şampanya mantarının salona uçmasını köpüklerin sofitaya yükselip aktörün başına düşmesini alkışladı.  Pasta savaşını sevdi. Çevremde en az on kişi oyun süresince telefonları ile meşgul oldu ve oyun sonunda ayağa fırlayarak çılgınca alkışladı.  Bu seyirci mi eve gittiğinde ‘geceleyin sigarasından bir fırt çektiğinde, tekrar oyunu düşündüğünde oyuncu/oyun aklından çıkmayacak öyle ki konuşamayacak kadar… Anca o zaman “vay amına koyayım ne kadar iyi, nasıl da inandım nasıl da etkiledi, bayağı iyiymiş”(oyundan Robert) mi diyecek? Peki ne kalacak bu oyundan? Cinsel küfürler, şampanya pasta ve trans birey. Bu mudur?

Tekstte Horace’ın(Ahmet Melih Yılmaz) cinsel kimliğine dair bir ima yok. Aksine diş fırçalarından cinayet bıçakları yapan /satan 'Marsilyalı' Horace  tekstte şöyle geçiyor:

GEPETTO – Hiç. Hakkında söylentiler var ama gerçeği sahteden ayırt etmek imkânsız. Suskunluk yasası, omerta. Çözülmemenin en basit yolu susmaktır. Onun için; La Canebière karın deşeni, Castellane boğazlayıcısı, Calanques kasabı, Marsilya Limanının boğaz keseni, Panier tetikçisi, kuzey mahallelerin katliamcısı, Saint[1]Charles mumyacısı, Opera'nın seri katili, Parislileri kazığa oturtan diyorlar. Hatta söylentiye göre, havalandırmada fanatik taraftarlardan biri “PSG, Paris’in Sahadaki Gavatları”  dediğini duymuş. Ama bunların hepsinin bir efsane olmamasından pek emin değilim. Olympique Marsilya'nın  intikamcısı evet; çılgın pizzacı, Gaëtan'ın sağ, Zampa'nın sol kolu da, bütün bunlar gerçek. Görüyorsun işte korkunç şeyler  Marsilya doğumlu bir mafya babası. Anlatıyorum kılını bile kıpırdatmıyor. Onunla gerçeği öğrenmek imkânsız, sanki tüm bu olaylar onu alakadar etmiyormuş da aklından geçip doğruca duvara gidiyormuş gibi. Böyle olduğuna bakma, aşırı hassastır. Bir gün bir sinek ezdim amına koyayım, ağlamaya başladı. Kendime dedim ki; Gepetto bu sinekle hayatının en büyük mallığını yaptın. Boğazıma bir diş fırçası geçirip de hiç uyanamamaktan korktum. Ama onun dışında çok iyidir, bana hep kendi yoğurdunu verir. Emin olduğumuz tek bir şey varsa o da...

ROBERT – Marsilyalı olması.

GEPETTO – Aynen, özbeöz Marsilyalı. Korsika-Sicilya-Yunan-Katalan Marsilyalısıdır. Sapına kadar. Tek başına bir efsane.”

Yönetmenler(Elvin Beşikçioğlu ve Erdal Beşikçioğlu Y.Yardımcısı: Selin Tekman) bu diyalogu kesmiş. ‘Şitrih(budama) yapmışlar’ yâni. Horace’ın trans birey olmasının tek bir nedeni kalıyor. Oynayan oyuncunun trans birey olması ve Beşikçioğlu çiftinin diziden de tanıdıkları bir oyuncu arkadaşa iş vermek istemeleri olabilir. Benim Beşikçioğlu çiftini sevmeme bir neden daha oldu ama oyunun yorumunu beğenmedim. Bence ‘Marsilyalı’ Horace tiyatroya gönül vermiş iki kişi için içeriden bir tehlikeyi  riski temsil ediyor. (72.Koğuş'taki Kaptan hep aklımda.O da az konuşur.) Horace’ın oyun sonunda ‘değişimi’ koğuşta yaratılan tiyatro sahnesinin onu bile etkilediğini gösteriyor. Ama sahnedeki  Horace bu imkanı ortadan kaldırıyor.  Ayrıca sahnedeki Horace’ın  cinayet âleti yapacağına inanmadım.  Horace tekste göre  dövme mürekkebi de yapıyor. Yönetmenler onu ve parmakların üstüne (her bir parmağa bir harf: t..o.. b.. e.. or.. not.. t..o..b..e..) yapılması hayal edilen ‘to be or not to be’  dövmesi diyalogunu da budamış. Hamlet’ten bahsedilen bir oyunda eksiklik değil mi? Pastalı şampanyalı sahneden daha elzem bence.

Sahnedeki şampanyalı pasta fırlatmalı sahne ise yönetmenlerin buluşu. Zorlama bir kutlama olmuş. Horace’ın kostüm değiştirerek dolaşması önü perdeli ranzanın arkasına saklanması oyunu dağıtıyor. Gereksiz yoruma neden oluyor. Sahnede Gepetto’nun o perdenin arkasına gidişi de çok ucuz. Ben Horace’ın ‘sağlam’ bir mafya olmasını tercih ederdim. Bu hâliyle oyuna katkısı yok. Yâni yönetmenler yazarı ‘aşamamış’.

Gardiyan rolü kaldırılmış. Hiç değilse ses olarak kalsaydı. (Kameralarla koğuş izleniyor ve Gardiyan dışarıdan müdahale ediyor gibi.)  Zira onun söyledikleri 'dışarıdan görünüşü' temsil ediyor. Ayrıca son repliğe de açılan bir parantez olurdu.

'Go to the fucking point'(sadede gelmek) ilki budanmış. ikincisi yerinde. Çehov'u hatırlatmam gerekli mi? 

Yazar oyunun başına “Gepetto ile Robert palyaçodur ve kırmızı palyaçonun beyaz palyaçoyla oynadığı gibi oynarlar” diye yazmış.  Çevirenin notu şöyle: “Beyaz palyaço; güzel, şık, havalı, muzip bazen de otoriterdir. Kırmızı palyaço ise tamamen densiz, sakar olup her türlü şaklabanlığa soyunur. Kırmızı iyi niyetli olmasına karşın beyazın işini sürekli baltalar.” Aklınıza hemen ne geldi? Hacivat Karagöz veya Kavuklu Pişekâr değil mi? Teksteki nota rağmen yönetmenlerin buna hiç dokunmamaları üstüne gitmemeleri topluluğun repertuar seçimi ile tutarlı. Doğru mu? Bence yanlış. Ayrıca  yurt dışında olabilir ama yurt içindeki hapishanelerde bira içilmesi normal mi? Yönetmenler üstüne şampanya eklemiş.  Bir yabancı oyunu Türk seyircisine sunarken onun algıları ile uyum içinde olmak bir tür uyarlamaktır. Bira ve şampanya oyuna HİÇBİR şey katmazken oyunda tutmak gereksiz. Teksteki Horace’ı silip atarken tedirgin olmayan yönetmenler birayı atamamış.  Oyunda Gepetto’nun çırıl çıplak iki ayağı üstünde kalamaması ve yatağın arkasına saklanması nasıl bize özgü bir şey ise diğer ayrıntılarda da yerel değişiklikler yapılabilir. Ayrıca sahnedeki trans birey Horace yerine kalıplı ve mafya suratlı Horace’ın teksteki gibi sırtına konulan beyaz çarşaf ile heykel yapılması oyuna başka bir boyut katardı diye düşünüyorum.  

 Gelelim tekste.

İki kişinin(Gepetto ve Horace) yaşadığı koğuşa yeni bir mahkûm(Robert) gelir. Gepetto eski bir dolandırıcı Horace ‘Marsilyalı’ dilsiz Robert eski bir oyuncudur.  Eskiden beri oyuncu olmak isteyen Gepetto Robert’in kendisini oyuncu yapmasını ister. Robert oyunculuk öğretirken geçmiş ortaya çıkar. Bir nevi arınma(katarsis). Tiyatroya da çok uygun. Konu kısaca bu.

Gepetto malûm Pinokyo’nun ustası babası. Robert ‘Oyuncular oyun hamuru, kukladır’ diyor. Tiyatro kokusu aldığım tekstte kafama takılan husus  dolandırıcı  Gepetto’dan  tiyatro oyuncusu çıkarma girişimi. Bence tiyatroya saygı değil. Yanlış algıları körükleyecek bir husus. Televizyonun reddi tiyatronun yüceltilmesi oyunun tanıtımında yazdığı gibi ‘TV programlarına ağır bir eleştiri’ yok oyunda. Hele bu yorumda seyircinin anladığını da sanmam.  Tiyatro oyuncusu olmak isteyen Gepetto’nun ‘Televizyondan suratıma denk geleceği o dakika için yaşıyorum’ demesi  Robert’in tv yapımcısı ile yaşadıkları tiyatronun karşısında televizyonun sapasağlam durduğunu göstermiyor mu? Koğuştaki televizyona gösterilen tepki aslında kişisel hesaplaşmalar düzeyinde kalıyor.   Oyunun sonu da yönetmenlerin buluşu ama teksteki sahneden daha etkileyeci değil. (Yazarı aşamamak) Ama en önemli bulduğum eksiklik oyun rejisinin bizim geleneksel tiyatromuz üzerine kurulmamış olması. Oradan çıkarak seyirciye ne hatırlatmalar yapılabilirdi. İşte o zaman yazar aşılmış derdim.

Oyunda kullanılan müziği(The Eye of The Tiger) de gereksiz ve tutarsız bulduğumu söylemek zorundayım.(Anlıyorum 'Gün gelecek, gün gelecek ve kapı benim için çaldığında o kapının arkasında hazır olacağım, bir boks şampiyonundan daha da hazır.' repliğinden yola çıkılmış. Tekste Maria Callas da var ayrıca ama sahnede yok.)  Oyunun ruhunu ben başka türlü 'okudum' Her oyunun bir ruhu var. Bu müzik ruhu yok ediyor. Gepetto’yu Rocky’e  bağlamak rejiye hareket  getiriyor ama bu Gepetto’nun replikleri ile yorumu arasında kalmasına neden oluyor. Gepetto naif bir hayalperest. Hamlet rolüne ip atlayarak hazırlanmak bana doğru gelmiyor.  Oyunun ışık tasarımı(Varol Tüfekçi) bence kötü. Karanlığa eğilimli bir tasarım var. Karanlığın bile ‘aydınlık’  bir tasarımı olmalı sahnede. Bu tamamen karanlık. Tekste(sahnede yok) bir sahnede Robert havaya seyirci kafaları çiziyor. O (salondaki) seyirci kalabalığı ekrana yansıtılabilirdi ya da sahneye gölgeler hâlinde düşürülebilirdi.  Kostüm tasarımı(Tatbikat Sahnesi) Horace'ın giydiği kıyafetlere odaklanmış defile gibi. Başka işlevi yok.  Dekor(Barış Dinçel) iş görür.  Televizyon ekranının Horace’ın yatağına bağlı olması sadece arkasını görmemiz ve sesleri duyuyor olmamız  teknik bir nedenden kaynaklı olabilir belki ama bir fırsatı heba etmek anlamına geliyor. Televizyon ekranı pek çok şeyi  yansıtarak daha işlevsel kullanılabilirdi. Horace’ın imal ettiği cinayet âletini gösterebilir, Gepetto’nun televizyon’dan öğrendiği film ve karakterleri yansıtabilirdi. Dekorun kuruluşu ve  arkasının ve sofitanın  açık olması sesleri dağıtıyor ve salonda anlaşılma sorunu yaratıyor. Robert(Erdal Beşikçioğlu) ve Gepetto’yu(Fatih Sönmez) oynayan oyuncuların mırıl mırıl konuşmaları insanı yoruyor.  Oyunculukları aldım kabul ettim. Bence sıradan ‘görev tamamlanmıştır’ seviyesinde. İnsanı itmiyor ama oyuna bir şey  katmıyor da. Bu tekst için fazlası gerekir miydi? Bence  evet.  

Acting seyirciye hoş görünmek için yapılmış bir oyun. Orta ve altı seyircinin beğenisini baz almış. Bu Tatbikat Sahnesi'nin 'nitelikli sanat beğenisini geliştirilme' hedefinden çok uzakta bir sahneleme. Tekst 'harcanmış'. 'Seyirci' de harcanmış. 

Oyun evime en fazla 500 adım mesafede CKM’de idi. Bu zamanda Kadıköy’e inmiş hele hele Bakırköy’e gitmiş olsaydım çok acınırdım. O kadar fedakârlığa değmez diye düşünüyorum.

Melih Anık


not 2 Mart 2022 -1

Oyunun yönetmenlerin Erdal Beşikçioğlu'nun canlandırdığı Robert şunları söylüyor:

"Aslında tekstsiz bir oyuncu oyuncu bile değildir figurandır silüettir. Asıl Tanrılar yazarlardır.Yazarlar olmadan oyuncular da olmaz.Onlar olmadan yarattıkları dünya yok" 

Tatbikat Sahnesi yöneticilerinin bu replikleri odalarının en özel köşesine yapıştırmalarını dilerim.

not 2 mart 2022 - 2

Dünyada trans bireyler ile olmayan diğer mahkumların bir arada tutulduğu cezaevi koğuşları var mı?