3 Şubat 2020 Pazartesi

‘Canlı Bomba’ : Hedda Gabler(Tiyatro Pangar)


Tiyatro Pangar Hedda Gabler’i sahneledi. Patrick Marber İbsen’in oyununu ‘yeniden yazmış’. İngilizcede ‘adapted’ ‘new version’ ‘reinvented’ ‘updated’ denilmiş.  Tiyatro Pangar ‘uyarladı’ diyor. ‘Adapte etme’nin anlamı geniş: ‘Uydurmak(uymak’tan), uyarlamak, intibak ettirmek, klimatize etmek’. Bana ‘uygun gelen’ ‘intibak ettirmek’. ‘Klimatize etmek’ de ironik olarak doğru. Zira ‘yatağı havalandırmak’ deriz ya Marber İbsen’in metnini ‘havalandırmış’,  sadeleştirmiş ve kısaltmış. Temelde oyunun sahne akışı, diyalogların sırası ve şekli aynı. Bu arada ufak tefek dokunuşlar yapmış. Marber’in yaptığına birkaç örnek vereyim:


(Tercümeler: İlk tırnak içi: Şaziye Berrin Kurt ikincisi Beliz Güçbilmez çevirisi. Sanırım iki tercüme de özgün dil dışındaki tekstten yapılmış. Bu nedenle çevirenlerin katkısını da akılda tutmak gerekiyor.)

 ‘Halama sen der misin?’ yerine ‘Teyzecim der misin?’  
‘Senin yanıp tutuştuğun kız’ yerine ‘Bütün erkekleri baştan çıkardı..Sen dahil’
Bunlar farklı ifadeler ama anlamı çok değiştirmiyor. Marber bazen şu örnekte olduğu gibi gizli ifadeyi  açık yapıyor. 

‘Tenkid edilecek hiçbir hareketi kalmamıştı’ yerine ‘Evet birkaç yıldır içmiyor’
‘Böyle bir vazifenin ne olacağını Allah bilir’ yerine ‘Bende hiç yaşama hüneri yok ki’

Bazı ifadelerde karakterin aklındakinin ‘dili’ oluyor. Yâni İbsen bunu anlatmak istemiştir diyor.

‘İçim sıkılıyor da ondan’ yerine ‘Sıkıntıdan kurtulurum’
‘İçiniz mi acıdı?‘ yerine ‘Sen ve merhamet?’
‘Tren de yolunda devam ediyor’ ‘Trende olsaydık’
‘Dehşetli bir iç sıkıntısına’ yerine ‘Kendimi sıkıntıdan gebertmek’

Bazen de karakterin oyun içindeki konumunu anlatan değişiklikler yapıyor:

‘İnsanın mukadderatına hâkim olmak istiyorum’ yerine ‘Başkasının üzerindeki gücümü sınıyorum’
‘Bu yavan kelimeyi kullanmayın rica ederim’ yerine Marber( Beliz Güçbilmez) ‘Gıcıklaşma’ diyor ki biz buna güncelleşme(!) diyoruz. Bence bu ‘gıcıklaşma’ çok ‘gıcık’. Zira İbsen’i öldürüyor. Ayrıca da role uygun değil.


Dünyada  ’Hedda The Destroyer’ diyenler var. Yâni ‘Yıkıcı Hedda’. ‘Destroyer’ ‘muhrip’ demek yâni ‘savaşçı’. Hedda’nın kadın Hamlet olduğu da söyleniyor. Hedda ile Medea arasında ilgi kuruluyor. Hedda Gabler’in ölümde bile estetik aramasına  ‘toxic aestheticism’i(zehirleyen estetik)  gündeme getirmiş.
Bu okumalar  ‘zamanın ruhu’nu anlatıyor bize. Zamanın ruhu İbsen’i de kendine uyduruyor ve ‘minimalizm’ ‘sahneye çıkıyor’. Mehmet Birkiye rejisi dünyada yaygınlaşan ‘minimal’ sahnelemenin etkisinde. Konuya geri döneceğim ama bu noktada Hedda Gabler hakkında biraz bilgi vermek isterim. Daha önceki bir sahneleme için yazdığım eleştiriden alıntılar yapacağım. (İsteyen yazının sonundaki adreslerde o yazıların tamamını okur.)

(ALINTI)

İbsen, Hedda Gabler’i Nora’dan 11 yıl sonra, 1890 yılında yazmış. Ben iki oyun arasında benzerlikler buldum. Ancak Nora ile Hedda Gabler’in sonları arasında önemli bir fark var. Bu farkın geçen 11 sene içinde İbsen’e mi yoksa toplumsal değişikliğe mi vermek lâzım, bilmiyorum. Ama İbsen ve Hedda Gabler denilince pek çok önemli akımdan  ve isimden bahsetmek gerekir. Romantizm, idealizm, modernizm, simgecilik, gerçekçilik, metatiyatrosallık, dekadanlık, Sartre, Baudelaire, Nietzsche, Kierkegaard, Darwin, Freud, Jung…    Hedda Gabler için, “İbsen yanlış anlaşmaların senfonisini yazmış” denilmiş. İbsen “Derin bir şiirsellik ve düşüşler var oyunda. Çevresi Hedda’yı korkutuyor. Çevreye rezil olma korkusu da denilebilir” demiş. Hedda, içinde yaşadığı dünyaya uyamıyor, ondan beklenen rolü oynayamıyor. Unutulmaması gerekir ki Hedda Gabler karakteri sahnede iken Freud ve Jung’un bilinçaltı kuramları henüz yazılıp yayımlanmamıştı.
Hedda Gabler’de konu edilen, “Mary Wollstonecraft’ın “Kadın Haklarının Savunusu”(1792) adlı kitabında ele aldığı toplumsal hastalıktır. ”Kadınların güdük bırakılarak nesneleştirilmesi, bu yolla boyunduruk altında tutulması. Bunun sonucunda erkekler de gelişip uygarlaşamaz, çocuk-kadınların yetiştirdiği çocuklar da. Toplum çoğunlukla sağlıklı, gelişkin, bağımsız bireylerden oluşmadığı sürece âdil ve sağlam bir düzene kavuşamaz. Nora erkeğe eşit bir kadın olmaya çabalaması gerektiğini anlamıştır; Hedda’ysa erkek gibi değil, erkek olmak ister.”

Bu ifadelerin karşılığını içinde yaşadığımız toplumda göremeyecek kaç kişi var? Tutsaklığı artan bireylerin köle düzeninde kurtuluş nasıl gelecek? Kadına evi dışında hayat hakkı tanımayan bu “erkekler düzeni” hangi programın bir parçası? Hedda Gabler’i anlamamız için onlarca neden var.

Oyunda Hedda dışındaki üç kadının hayata bağlanma yolu ortak, başkasına yararlı olmak. Toplumsal düzen bundan başkasına izin vermiyor. Miss Tesman, ölen kardeşinin yerine bir başkasına bakmayı; Thea, Lovborg’un kitabı üzerinde şimdi de Jorgen ile çalışmayı; Berte ise Jorgen’e göz kulak olmayı seçmiş. Yani bu kadınlar başkaları için yaşamayı görev olarak kabullenmişler. Ama kadınlara verilen görevlerin hiç biri ekonomik bir getiri/katkı sağlayan işlerden değil. Kadınların içinde “işçi” gibi görünen Berte bile “gönüllü” hizmetçi gibi. Oyunda eceliyle ölen hala, Hedda’nın içinde yaşadığı toplumdaki kadını anlatıyor. Hayatlarını başkalarının uydusu olarak geçiren kadınlar ecelleriyle ölüyor. Hedda dışındaki üç kadının sonu aynı olacak.  Hedda bunun dışında kalmaya çabalıyor, kendi kaderinin efendisi olmak, kendisi olarak var olabilmek istiyor. İbsen bu kadınları göstermekle Hedda’yı dolaylı olarak anlamamızı sağlıyor sanki.  Hedda toplumun kadına verdiği göreve biraz da “erkekçe” isyan eden bir kadın. Erkekler ile olan ilişkisinde bu var.  Öte yandan “kadının erkek olması” bugünün algısıyla pek çok yöne açık bir konu.
Oyunda üzerinde durulması gereken birkaç kelime var. Biri “koz”. Yargıç Brack Hedda üzerinde bir baskı kurmak için ona karşı bir “koz” bulması gerektiğini söyler. Hedda’nın Lovborg’un ölümü üzerine “Eilert Lovborg hayatla ‘koz’unu paylaştı. Yapılacak tek doğru hareketi yapma cesaretini gösterdi” demesi aslında Brack’a da bir cevaptır, insanın hayatla paylaşması gereken bir “koz”u vardır.
İkinci kelime “huzur”dur. Metin içinde çeşitli şekillerde kullanılır. Bu kadar çok kullanılmasına karşın “huzursuzluk”,  atmosferin genel karakteri gibidir. Miss Tesman’ın ölen kardeşi, “huzur”a kavuşmuştur. Hedda’ya göre intihar ederek hayatını sonlandıran Lovborg’un intiharında da “huzur” vardır. “Bir kaderi şekillendirebileceğini bilmenin verdiği huzur”
Bir başka kelime kadının soyadıdır. Oyunun başında Jorgen’in Thea’yı genç kızlık soyadı olan Rysing ile hitabına karşı çıkan Hedda oyun sonunda Thea’nın Lovborg’un eserini tamamlama coşkusunu görünce ona soyadı ile hitap eder: “Aferin size, tatlı Bayan Rysing” Oyun içinde Hedda Tesman, Hedda Gabler’i arar. Kadının kendi soyadı ile anılması onun özgürlüğünün göstergesi gibidir ama öte yandan soyadı babadan gelmektedir.
“Modern tiyatronun kaynağını Ibsen’de saptayan eleştirmenler, modernist tiyatronun belirleyici öğesinin metatiyatrosallık olduğunu söylerler. Metatiyatrosallık, izlenen “gerçekliğin” oyun olduğuna, gerçek yaşamın da tiyatroya benzediğine dikkat çeken öğelerin toplamıdır. Bunun en tepe noktasında, Yargıç Brack’ın “Kimse yapmaz böyle bir şey!” demesi intiharın tiyatro sahnesi gibi düzenlenmiş olduğunu düşündürür. Hedda yaşamının dayanılmaz boşluğundan ve kıstırılmışlık duygusundan ancak ölümünü, kendi deyişiyle, “güzelce” kurgulayarak kurtulabilmiş, ölüm anındaki eril aşkınlık duygusu ona paradoksal olarak güç kazandırmıştır.”
(ALINTI)

Hedda Gabler’i nereye koyalım?  

Balayından dönmüş Hedda ve Bay Tesman  yeni evlerindeki yeni hayatlarına alışma dönemindedir. Tesman bir akademisyendir ve üniversitedeki yeni poziyonu için umutlu bir bekleyiş içindedir. Bu arada geçmişte Hedda’nın sevgilisi olmuş  bir arkadaşları(Lövborg) çıkar gelir. Geçmişi alkol ile mücadele ile geçmiş şimdilerde o savaşı kazanmış gibi görünen biridir. Basılmaya hazır son kitabı Tesman’ın hayranlığını kazanır ama onun gibi bir rakibinin olması da korkutur. Hedda yıllar sonra karşısına çıkan eski sevgilisi ile ilgili geçmişini ve zorlayarak sürdürdüğü yeni hayatını gözden geçirir olayları kendince kontrol etmek ister.
Hedda toplumsal koşulların insanı sıkıştırdığı konumdan, ‘kadın’a verdiği görevlerden rahatsız. Bencil. Sıkılıyor. Sıkıntısı başkalarının hayatına karışması ‘onların kaderini çizmesi’ sonucunu doğuruyor. Bundan keyif alıyor. Bir tür ‘manipülatör’ Bu bir ‘isyan’ mı yoksa ‘kişilik bozukluğu’ mu? Belki de hayattan hınç alıyor.  Ben hala ve Bayan Elvsted’e bakınca Hedda Gabler’i ‘kötülük’ timsali gibi görmeye başlıyorum. Ama esas mesele başka. Bence Hedda Gabler içinde erkeği taşıyan bir kadın. Dışı kadın ama içi erkek. Evin bahçesinde silah talimleri yapması da bir gösterge. Brack’ın tehdidine verdiği cevap da aslında zamanına göre ‘erkekçe’ bir tepki. ‘Kadınlık’ görüntüsü bir nevi ‘kamuflaj’. Aslında onun içinde bulunduğu toplumda yaşadığı sıkıntı  kimliğini yaşayamamak, ortaya koyamamak. Toplumsal kurallara uyup evleniyor ama kadın rolünü oynamak pek de istediği bir şey değil. Cinsel kimlik karışıklığı yaşıyor. Kendini eve hapsetmesi de bundan dolayı belki de. Evin dışına çıkmayan tek rol Hedda Gabler. Oyun boyunca hep evin içinde. Diğer roller girip çıkıyor. Ev bir süre sonra onun hapishanesi oluyor. İbsen’in metnindeki ‘hamilelik’  iması belki de zamanına göre bir tür ‘yumuşatma’.  (Oyunu ‘toplumsal baskı altındaki insan’ penceresinden yorumlamak ve genişletmek  mümkün mü?)


Mehmet Birkiye rejisinde metafor yüklemesi var. Ön oyun, dekorun çatılması, akortsuz piano, sahnede dolanıp duran selfiler çeken hizmetçi Berte ( ki İbsen’in tekstinde Bay Tesman’a göz kulak olur. Halanın evdeki gözü.), engelli arabası ile sahnede tur atan hala, Hedda’nın piano çevresinde dönmeleri, kanape üstünde debelenmesi, saksılar arasında emeklemesi, oyuncunun sahneye ilk girişinde  sahnenin bir kenarında beliren fotoğrafı, iç seslerin ‘konuşturulması’…..  Sadece minimalist bir reji değil Birkiye ‘düşünce  tiyatrosu’ da yapmış. (Afif Yesari’ye bir dua gönderelim.)  Metatiyatrosallık, minimalizm, düşünce tiyatrosu, ‘akıllı telefon’ Berte  ve mecazlar oyunu eklektik(toplama) yapmış.  Sonuç: Birkiye biçimi daha çok seviyor.  Sıkıntıya vurgu yapmış. Hedda'yı sıkılan kadın yapması yeterli değil. Neden sıkıldığının ortaya çıkması gerek. Hele dünyada İbsen ve Hedda Gabler hakkında yapılanlara ve yorum arayışlarına bakınca Birkiye’nin oyunu ‘tuttuğu’ nokta net değil, anlaşılmıyor ve de sadece 'görsel' kalıyor.

İbsen ve tekst hakkında yukarıda yazdıklarımı bilen biri sahnede gördüklerini bir yere oturtamayacak. Muhtemelen ‘dağılacak’.  Ama İbsen’i unutsam oyun ne diyor? Kötü kadın Hedda ‘yakalanacağını’ anladığında kendini imha eden ‘canlı bomba’ olmuş. Bu basit sonuç benim canımı sıkıyor. Hayatta kalanların gözleri önünde bir insanın ölümü karşısında duruşları bence çok ‘soğuk’ ve acımasız. Her şey  ‘minimal’ de artık o kadar da değil.

Oyunun çok iyi bir oyuncu kadrosu var: Demet Evgar(Hedda), Nazan Diper(Juliana), Merve Satılan(Berte), Tuğrul Tülek(Tesman), Yeşim Koçak(Mres.Elvsted),  Tolga Çiftçi(Brack),  Osman Karakoç(Lovborg)

Oyunculuk yorumunda Hedda’nın ‘inceliklikleri’  ortaya çıkmıyor. Oysa Hedda çok derin bir rol. Nüanslar onu belirliyor.  Ayrıca onun dışındakiler onu belirliyor/anlatıyor. Diğer rolleri bu anlamda yorumlamak lâzımdı. Hedda'nın üstünde rejiden kaynaklı o kadar çok hareket yüklemesi var ki sözdeki nüanslar kayboluyor.  Tesman’ın o kadar zayıf bir karakter olarak yorumlanmasını doğru bulmadım. Belli ki Hedda’nın gücünü abartmak için Tesman  harcanmış.  Hedda’yı bir kriter olarak alıp diğer rollere baktığımda Lovborg ve Mrs.Elvsted yorumları oyunculuk stili açısından diğerlerinden farklı. Her ikisi de duygunun önde olduğu karakterler çiziyor. Brack yorumu sözlerin içindeki entrikacı karakterin ortaya çıkmasını önlemiş.  Julianna’nın şefkatinin kelimelerde kalmaması iyi olurdu. Zira o Tesman’ı anlatıyor aslında. Berte’yi ben rol olarak görmedim o bence akıllı telefondu.

Çağrı Beklen’in oyunun yönüne paralel giden/çizen daha iyi müzik tasarımlarını izlemiştim. Kostümlerde(Gamze kuş) özel bir şey dikkatimi  çekmedi. Sahnede  az(minimal) şey var ama dekor tasarımı(Cem Yılmazer) ‘minimalistik’ değil. Özellikle minimal anlayışa rağmen dekoru 'ağır' buldum. O kadar büyük kurguya  rağmen ışığın oyuna bir boyut kattığını düşünmüyorum.  İç seslerin ‘konuştuğu’ sahnelerde ışık (Cem Yılmazer) hareketleri yavaşlatsa mıydı diye düşündüm. Hareketlerin (Tuğçe Tuna) zaman zaman anlık(doğaçlama) olduğu izlenimine kapıldım.

Oyunu CKM’de seyrettim. Salonun ortasında oturdum ancak sesleri anlamakta zorlandım. Bunun nedeni bence sahneyi yanlardan ve üstten kapatan bir perdenin olmaması idi. Sahne sesleri yuttu, emdi.

Tiyatro Pangar’ın Hedda Gabler’inin en iyi yanı ‘tiyatro gibi’ bir oyun sahnelenmiş olması idi. Bu kadar içi boş oyunların cirit attığı bir ortamda yorumu beğenmemiş olsam da oyunun oynanmasını bu nedenle olumlu buluyorum. 

Melih Anık

 Daha önce  Emre Koyuncuoğlu rejisi ile sahnelenen Hedda Gabler için yazdığım yazı şurada:
 O yazıyı yazmadan önce İbsen ve modernleşme üzerine yaptığım derleme de şu adreste:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder