Tiyatro Pangar Hedda Gabler’i sahneledi.
Patrick Marber İbsen’in oyununu ‘yeniden yazmış’. İngilizcede ‘adapted’ ‘new
version’ ‘reinvented’ ‘updated’ denilmiş.
Tiyatro Pangar ‘uyarladı’ diyor. ‘Adapte etme’nin anlamı geniş:
‘Uydurmak(uymak’tan), uyarlamak, intibak ettirmek, klimatize etmek’. Bana
‘uygun gelen’ ‘intibak ettirmek’. ‘Klimatize etmek’ de ironik olarak doğru.
Zira ‘yatağı havalandırmak’ deriz ya Marber İbsen’in metnini ‘havalandırmış’, sadeleştirmiş ve kısaltmış. Temelde oyunun
sahne akışı, diyalogların sırası ve şekli aynı. Bu arada ufak tefek dokunuşlar
yapmış. Marber’in yaptığına birkaç örnek vereyim:
‘Halama sen
der misin?’ yerine ‘Teyzecim der misin?’
‘Senin yanıp tutuştuğun kız’ yerine
‘Bütün erkekleri baştan çıkardı..Sen dahil’
Bunlar farklı ifadeler ama anlamı çok
değiştirmiyor. Marber bazen şu örnekte olduğu gibi gizli ifadeyi açık yapıyor.
‘Tenkid edilecek hiçbir hareketi
kalmamıştı’ yerine ‘Evet birkaç yıldır içmiyor’
‘Böyle bir vazifenin ne olacağını Allah
bilir’ yerine ‘Bende hiç yaşama hüneri yok ki’
Bazı ifadelerde karakterin aklındakinin
‘dili’ oluyor. Yâni İbsen bunu anlatmak istemiştir diyor.
‘İçim sıkılıyor da ondan’ yerine
‘Sıkıntıdan kurtulurum’
‘İçiniz mi acıdı?‘ yerine ‘Sen ve merhamet?’
‘Tren de yolunda devam ediyor’ ‘Trende olsaydık’
‘Dehşetli bir iç sıkıntısına’ yerine ‘Kendimi
sıkıntıdan gebertmek’
Bazen de karakterin oyun içindeki
konumunu anlatan değişiklikler yapıyor:
‘İnsanın mukadderatına hâkim olmak
istiyorum’ yerine ‘Başkasının üzerindeki gücümü sınıyorum’
‘Bu yavan kelimeyi kullanmayın rica
ederim’ yerine Marber( Beliz Güçbilmez) ‘Gıcıklaşma’ diyor ki biz buna
güncelleşme(!) diyoruz. Bence bu ‘gıcıklaşma’ çok ‘gıcık’. Zira İbsen’i
öldürüyor. Ayrıca da role uygun değil.
Dünyada ’Hedda The Destroyer’ diyenler var. Yâni
‘Yıkıcı Hedda’. ‘Destroyer’ ‘muhrip’ demek yâni ‘savaşçı’. Hedda’nın kadın
Hamlet olduğu da söyleniyor. Hedda ile Medea arasında ilgi kuruluyor. Hedda
Gabler’in ölümde bile estetik aramasına
‘toxic aestheticism’i(zehirleyen estetik) gündeme getirmiş.
Bu okumalar ‘zamanın ruhu’nu anlatıyor bize. Zamanın ruhu
İbsen’i de kendine uyduruyor ve ‘minimalizm’ ‘sahneye çıkıyor’. Mehmet Birkiye
rejisi dünyada yaygınlaşan ‘minimal’ sahnelemenin etkisinde. Konuya geri
döneceğim ama bu noktada Hedda Gabler hakkında biraz bilgi vermek isterim. Daha önceki bir sahneleme için yazdığım eleştiriden alıntılar
yapacağım. (İsteyen yazının sonundaki adreslerde o yazıların tamamını okur.)
(ALINTI)
İbsen, Hedda Gabler’i Nora’dan 11 yıl sonra, 1890 yılında
yazmış. Ben iki oyun arasında benzerlikler buldum. Ancak Nora ile Hedda
Gabler’in sonları arasında önemli bir fark var. Bu farkın geçen 11 sene içinde
İbsen’e mi yoksa toplumsal değişikliğe mi vermek lâzım, bilmiyorum. Ama İbsen
ve Hedda Gabler denilince pek çok önemli akımdan ve isimden bahsetmek
gerekir. Romantizm, idealizm, modernizm, simgecilik, gerçekçilik,
metatiyatrosallık, dekadanlık, Sartre, Baudelaire, Nietzsche, Kierkegaard,
Darwin, Freud, Jung… Hedda Gabler için, “İbsen yanlış
anlaşmaların senfonisini yazmış” denilmiş. İbsen “Derin bir şiirsellik
ve düşüşler var oyunda. Çevresi Hedda’yı korkutuyor. Çevreye rezil olma korkusu
da denilebilir” demiş. Hedda, içinde yaşadığı dünyaya uyamıyor, ondan
beklenen rolü oynayamıyor. Unutulmaması gerekir ki Hedda Gabler karakteri
sahnede iken Freud ve Jung’un bilinçaltı
kuramları henüz yazılıp yayımlanmamıştı.
Hedda
Gabler’de konu edilen, “Mary Wollstonecraft’ın “Kadın Haklarının
Savunusu”(1792) adlı kitabında ele aldığı toplumsal hastalıktır. ”Kadınların
güdük bırakılarak nesneleştirilmesi, bu yolla boyunduruk altında tutulması.
Bunun sonucunda erkekler de gelişip uygarlaşamaz, çocuk-kadınların yetiştirdiği
çocuklar da. Toplum çoğunlukla sağlıklı, gelişkin, bağımsız bireylerden
oluşmadığı sürece âdil ve sağlam bir düzene kavuşamaz. Nora erkeğe eşit bir
kadın olmaya çabalaması gerektiğini anlamıştır; Hedda’ysa erkek gibi değil,
erkek olmak ister.”
Bu
ifadelerin karşılığını içinde yaşadığımız toplumda göremeyecek kaç kişi var?
Tutsaklığı artan bireylerin köle düzeninde kurtuluş nasıl gelecek? Kadına evi
dışında hayat hakkı tanımayan bu “erkekler düzeni” hangi programın bir parçası?
Hedda Gabler’i anlamamız için onlarca neden var.
Oyunda Hedda dışındaki üç kadının hayata
bağlanma yolu ortak, başkasına yararlı olmak. Toplumsal düzen bundan başkasına
izin vermiyor. Miss Tesman, ölen kardeşinin yerine bir başkasına bakmayı; Thea,
Lovborg’un kitabı üzerinde şimdi de Jorgen ile çalışmayı; Berte ise Jorgen’e
göz kulak olmayı seçmiş. Yani bu kadınlar başkaları için yaşamayı görev olarak
kabullenmişler. Ama kadınlara verilen görevlerin hiç biri ekonomik bir
getiri/katkı sağlayan işlerden değil. Kadınların içinde “işçi” gibi görünen
Berte bile “gönüllü” hizmetçi gibi. Oyunda eceliyle ölen hala, Hedda’nın içinde
yaşadığı toplumdaki kadını anlatıyor. Hayatlarını başkalarının uydusu olarak
geçiren kadınlar ecelleriyle ölüyor. Hedda dışındaki üç kadının sonu aynı
olacak. Hedda bunun dışında kalmaya çabalıyor, kendi kaderinin efendisi
olmak, kendisi olarak var olabilmek istiyor. İbsen bu kadınları göstermekle
Hedda’yı dolaylı olarak anlamamızı sağlıyor sanki. Hedda toplumun kadına
verdiği göreve biraz da “erkekçe” isyan eden bir kadın. Erkekler ile olan
ilişkisinde bu var. Öte yandan “kadının erkek olması” bugünün algısıyla
pek çok yöne açık bir konu.
Oyunda üzerinde durulması gereken birkaç kelime var.
Biri “koz”. Yargıç Brack Hedda üzerinde bir baskı kurmak için ona karşı
bir “koz” bulması gerektiğini söyler. Hedda’nın Lovborg’un ölümü üzerine
“Eilert Lovborg hayatla ‘koz’unu paylaştı. Yapılacak tek doğru hareketi yapma
cesaretini gösterdi” demesi aslında Brack’a da bir cevaptır, insanın hayatla
paylaşması gereken bir “koz”u vardır.
İkinci
kelime “huzur”dur. Metin içinde çeşitli şekillerde kullanılır. Bu kadar çok
kullanılmasına karşın “huzursuzluk”, atmosferin genel karakteri gibidir.
Miss Tesman’ın ölen kardeşi, “huzur”a kavuşmuştur. Hedda’ya göre intihar ederek
hayatını sonlandıran Lovborg’un intiharında da “huzur” vardır. “Bir kaderi
şekillendirebileceğini bilmenin verdiği huzur”
Bir
başka kelime kadının soyadıdır. Oyunun başında Jorgen’in Thea’yı genç kızlık
soyadı olan Rysing ile hitabına karşı çıkan Hedda oyun sonunda Thea’nın Lovborg’un
eserini tamamlama coşkusunu görünce ona soyadı ile hitap eder: “Aferin size,
tatlı Bayan Rysing” Oyun içinde Hedda Tesman, Hedda Gabler’i arar. Kadının
kendi soyadı ile anılması onun özgürlüğünün göstergesi gibidir ama öte yandan
soyadı babadan gelmektedir.
“Modern
tiyatronun kaynağını Ibsen’de saptayan eleştirmenler, modernist tiyatronun
belirleyici öğesinin metatiyatrosallık olduğunu söylerler. Metatiyatrosallık,
izlenen “gerçekliğin” oyun olduğuna, gerçek yaşamın da tiyatroya benzediğine
dikkat çeken öğelerin toplamıdır. Bunun en tepe noktasında, Yargıç Brack’ın
“Kimse yapmaz böyle bir şey!” demesi intiharın tiyatro sahnesi gibi düzenlenmiş
olduğunu düşündürür. Hedda yaşamının dayanılmaz boşluğundan ve kıstırılmışlık
duygusundan ancak ölümünü, kendi deyişiyle, “güzelce” kurgulayarak
kurtulabilmiş, ölüm anındaki eril aşkınlık duygusu ona paradoksal olarak güç
kazandırmıştır.”
(ALINTI)
Hedda Gabler’i nereye koyalım?
Balayından dönmüş Hedda ve Bay
Tesman yeni evlerindeki yeni hayatlarına
alışma dönemindedir. Tesman bir akademisyendir ve üniversitedeki yeni poziyonu
için umutlu bir bekleyiş içindedir. Bu arada geçmişte Hedda’nın sevgilisi
olmuş bir arkadaşları(Lövborg) çıkar
gelir. Geçmişi alkol ile mücadele ile geçmiş şimdilerde o savaşı kazanmış gibi
görünen biridir. Basılmaya hazır son kitabı Tesman’ın hayranlığını kazanır ama
onun gibi bir rakibinin olması da korkutur. Hedda yıllar sonra karşısına çıkan
eski sevgilisi ile ilgili geçmişini ve zorlayarak sürdürdüğü yeni hayatını
gözden geçirir olayları kendince kontrol etmek ister.
Hedda toplumsal koşulların insanı
sıkıştırdığı konumdan, ‘kadın’a verdiği görevlerden rahatsız. Bencil.
Sıkılıyor. Sıkıntısı başkalarının hayatına karışması ‘onların kaderini çizmesi’
sonucunu doğuruyor. Bundan keyif alıyor. Bir tür ‘manipülatör’ Bu bir ‘isyan’
mı yoksa ‘kişilik bozukluğu’ mu? Belki de hayattan hınç alıyor. Ben hala ve Bayan Elvsted’e bakınca Hedda
Gabler’i ‘kötülük’ timsali gibi görmeye başlıyorum. Ama esas mesele başka.
Bence Hedda Gabler içinde erkeği taşıyan bir kadın. Dışı kadın ama içi erkek.
Evin bahçesinde silah talimleri yapması da bir gösterge. Brack’ın tehdidine
verdiği cevap da aslında zamanına göre ‘erkekçe’ bir tepki. ‘Kadınlık’ görüntüsü
bir nevi ‘kamuflaj’. Aslında onun içinde bulunduğu toplumda yaşadığı sıkıntı kimliğini yaşayamamak, ortaya koyamamak.
Toplumsal kurallara uyup evleniyor ama kadın rolünü oynamak pek de istediği bir
şey değil. Cinsel kimlik karışıklığı yaşıyor. Kendini eve hapsetmesi de bundan
dolayı belki de. Evin dışına çıkmayan tek rol Hedda Gabler. Oyun boyunca hep
evin içinde. Diğer roller girip çıkıyor. Ev bir süre sonra onun hapishanesi
oluyor. İbsen’in metnindeki ‘hamilelik’ iması belki de zamanına göre bir tür ‘yumuşatma’. (Oyunu ‘toplumsal baskı altındaki insan’
penceresinden yorumlamak ve genişletmek mümkün mü?)
Mehmet Birkiye rejisinde metafor yüklemesi var. Ön oyun, dekorun çatılması, akortsuz piano, sahnede dolanıp
duran selfiler çeken hizmetçi Berte ( ki İbsen’in tekstinde Bay Tesman’a göz
kulak olur. Halanın evdeki gözü.), engelli arabası ile sahnede tur atan hala, Hedda’nın
piano çevresinde dönmeleri, kanape üstünde debelenmesi, saksılar arasında emeklemesi, oyuncunun sahneye ilk
girişinde sahnenin bir kenarında beliren
fotoğrafı, iç seslerin ‘konuşturulması’…..
Sadece minimalist bir reji değil Birkiye ‘düşünce tiyatrosu’ da yapmış. (Afif Yesari’ye bir dua
gönderelim.) Metatiyatrosallık,
minimalizm, düşünce tiyatrosu, ‘akıllı telefon’ Berte ve mecazlar oyunu eklektik(toplama)
yapmış. Sonuç: Birkiye biçimi daha çok
seviyor. Sıkıntıya vurgu yapmış. Hedda'yı sıkılan kadın yapması yeterli değil. Neden sıkıldığının ortaya çıkması gerek. Hele dünyada İbsen ve Hedda Gabler hakkında yapılanlara ve yorum arayışlarına bakınca Birkiye’nin oyunu ‘tuttuğu’ nokta net değil, anlaşılmıyor ve de sadece 'görsel' kalıyor.
İbsen ve tekst hakkında yukarıda
yazdıklarımı bilen biri sahnede gördüklerini bir yere oturtamayacak. Muhtemelen
‘dağılacak’. Ama İbsen’i unutsam oyun ne
diyor? Kötü kadın Hedda ‘yakalanacağını’ anladığında kendini imha eden ‘canlı
bomba’ olmuş. Bu basit sonuç benim canımı sıkıyor. Hayatta kalanların gözleri
önünde bir insanın ölümü karşısında duruşları bence çok ‘soğuk’ ve acımasız.
Her şey ‘minimal’ de artık o kadar da
değil.
Oyunun çok iyi bir oyuncu kadrosu var:
Demet Evgar(Hedda), Nazan Diper(Juliana), Merve Satılan(Berte), Tuğrul
Tülek(Tesman), Yeşim Koçak(Mres.Elvsted),
Tolga Çiftçi(Brack), Osman
Karakoç(Lovborg)
Oyunculuk yorumunda Hedda’nın
‘inceliklikleri’ ortaya çıkmıyor. Oysa
Hedda çok derin bir rol. Nüanslar onu belirliyor. Ayrıca onun dışındakiler onu belirliyor/anlatıyor. Diğer rolleri bu anlamda yorumlamak lâzımdı. Hedda'nın üstünde rejiden kaynaklı o kadar çok hareket yüklemesi var ki
sözdeki nüanslar kayboluyor. Tesman’ın o
kadar zayıf bir karakter olarak yorumlanmasını doğru bulmadım. Belli ki
Hedda’nın gücünü abartmak için Tesman
harcanmış. Hedda’yı bir kriter olarak
alıp diğer rollere baktığımda Lovborg ve Mrs.Elvsted yorumları oyunculuk stili
açısından diğerlerinden farklı. Her ikisi de duygunun önde olduğu karakterler
çiziyor. Brack yorumu sözlerin içindeki entrikacı karakterin ortaya çıkmasını
önlemiş. Julianna’nın şefkatinin
kelimelerde kalmaması iyi olurdu. Zira o Tesman’ı anlatıyor aslında. Berte’yi
ben rol olarak görmedim o bence akıllı telefondu.
Çağrı Beklen’in oyunun yönüne paralel
giden/çizen daha iyi müzik tasarımlarını izlemiştim. Kostümlerde(Gamze kuş)
özel bir şey dikkatimi çekmedi.
Sahnede az(minimal) şey var ama dekor
tasarımı(Cem Yılmazer) ‘minimalistik’ değil. Özellikle minimal anlayışa rağmen dekoru 'ağır' buldum. O kadar büyük kurguya rağmen ışığın
oyuna bir boyut kattığını düşünmüyorum. İç
seslerin ‘konuştuğu’ sahnelerde ışık (Cem Yılmazer) hareketleri yavaşlatsa
mıydı diye düşündüm. Hareketlerin (Tuğçe Tuna) zaman zaman anlık(doğaçlama)
olduğu izlenimine kapıldım.
Oyunu CKM’de seyrettim. Salonun
ortasında oturdum ancak sesleri anlamakta zorlandım. Bunun nedeni bence sahneyi
yanlardan ve üstten kapatan bir perdenin olmaması idi. Sahne sesleri yuttu, emdi.
Tiyatro Pangar’ın Hedda Gabler’inin en
iyi yanı ‘tiyatro gibi’ bir oyun sahnelenmiş olması idi. Bu kadar içi boş
oyunların cirit attığı bir ortamda yorumu beğenmemiş olsam da oyunun
oynanmasını bu nedenle olumlu buluyorum.
Melih Anık
Daha önce
Emre Koyuncuoğlu rejisi ile sahnelenen Hedda Gabler için yazdığım yazı
şurada:
O yazıyı
yazmadan önce İbsen ve modernleşme üzerine yaptığım derleme de şu adreste:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder