28 Aralık 2014 Pazar

Tiyatroda Doluluk Oranı

Ülkemizde tiyatroya  ilgi yoktur. Seksen milyona yaklaşan nüfusu olan ülkemizin tiyatro seyirci sayısı çok azdır. Devlet Tiyatroları ile İBB Şehir Tiyatroları’nın verilerinin güvenilir olması icap eder. Onlardan elde ettiğimiz bilet sayısından yola çıkarak ve bazı tahminler yaparak yılda  beş milyon civarında tiyatro biletinin satılmakta olduğunu buluruz. 80  milyonluk bir ülkede bu rakam durumu ortaya koyar ama daha vahim olan seyirci sayısıdır. Kişi başına satılan bilet sayısı tahminine göre değiştiği ve bu konuda da veri olmadığı için herkes seyirci sayısı konusunda kendi rakamını ortaya ‘atar’. Benim ‘attığım’ rakam, olan kişi başına 5 biletten yola çıkarak Türkiye’deki tiyatro seyirci sayısı en çok bir milyon civarındadır. Ülkedeki cehalete bakarak bunun bile yüksek olduğunu, gerçek tiyatro seyirci sayının bir milyonun altında olduğunu hissediyorum. Bir tiyatro seferberliği yapılıp tiyatroya gitme alışkanlığının arttırılması gerekir. Yıllardır konuşulan, tartışılan bu konuda elle tutulur bir gelişme olmamıştır, böyle giderse olmayacağı da kesindir.

Tiyatronun gerçek sorunu, tiyatronun yaygınlaştırılmasıdır. Oysa son zamanlarda hem de bir ödenekli tiyatro tarafından(İBBŞT) çok kullanılan ‘doluluk oranı’  ifadesi  tiyatronun yaygınlaştırılması konusu üzerinde yanlış bir algıya sebep olmaktadır. Zira doluluk oranın artması ile tiyatroya ilginin artması arasında olumlu bir bağın yaratıldığı izlenimi verilmektedir.

Özel tiyatrolar için ‘doluluk oranı’ elbette anlamlıdır. Yaşamaları, eğer vergi vb konularda bir düzenleme yapılmayacaksa sattığı bilet  sayısına bağlı olan tiyatroların ‘doluluk oranı’na bakması çok doğaldır. Onların stratejisinin ‘seyirci memnuniyeti’ olmasının yadırganacak bir tarafı yoktur. Oynadıkları oyunlarla kendi seyircilerini oluşturmak, ‘ayağı alışanı’ kaybetmemek zorunda kalacaklardır. Dikkat ederseniz ‘seyirci oluşturmak’ dedim ‘seyirci eğitmek’ demedim. Öyle bir görevleri de yok zorunlulukları da. Bu görev ve zorunluluk ödenekli tiyatrolara ait. O nedenle ve hem de ifadeyi gündeme sokan tiyatro ödenekli olduğu için bu yazımda ‘ödenekli tiyatrolardaki  ‘doluluk oranı’nı incelemek istiyorum.

Her şeyden önce ‘doluluk oranı’nın doğru hesap edilmesi gerekiyor. Örneğin 100 kişilik bir salonunuz var. Bu haftada 700 ayda 2800 kişilik bir koltuk kapasitesine sahip olduğunuz anlamına gelir.(Matineleri  hesaba katmıyorum) ‘Doluluk oranı’, kapasite ile ölçülür. Hafta dört gün perde açarsanız haftalık seyirci sayınız 400 aylık 1600 olur. Haftada dört gün oynayarak salonlarınızı yüzde yüz dolu olsa ‘doluluk oranı’ (1600/2800) eşittir yüzde elli yedi olur. Siz bunu bu hesabı  bilmeyene yüzde yüz diye ‘satabilirsiniz’. Doğru olur mu?  Olmaz! Ödenekli tiyatro, kaynakları da doğru kullanmak durumundadır. Onun için de kullanılmayan salonlar kaynak israfı demektir. Aynı şekilde kadronuzun da verimli kullanılabilmesi şarttır. Ama bu hesaptan daha önemli  hususlar vardır.     

Öncelikle ‘ödenekli tiyatro’ kendi ülkesindeki ve dünyadaki nitelikli örneklerini sunmak zorundadır. Ülkedeki tiyatro ufkunu genişletmelidir. Gündem oluşturan olaylara tiyatro penceresini açmalıdır. Okullarla yakın olmalıdır. Her bir ödenekli tiyatro binası bulunduğu çevrenin cazibe noktası olmalıdır. Ben bir yazımda tiyatromuzun sahibi olmayan hususlarını yazmıştım. (http://melihanik.blogspot.com.tr/2011/11/tiyatromuzda-bunlarn-sahibi-kim.html)  Onlarla sınırlı kalmamak üzere düşünen her insan tiyatroda nelerin olmadığını çok iyi bulur. İşte ödenekli tiyatro, o sahipsiz konuların ucundan  tutmalıdır. Yâni ‘doluluk oranı’na gelene kadar üzerinde durulması gereken onlarca husus vardır. Bunlar ödenekli tiyatroların görevidir.   Zira ona bu  görevi  ülke kaynaklarından ayrılan pay yüklemektedir.

Ödenekli tiyatrolar olanakları ile tiyatronun çerçevesini belirleyen kurumlar olduğu için onların yaptıkları özel tiyatroları da çok ilgilendirir. Bu nedenle ödenekli tiyatroyu yönetenler , ‘doluluk oranı’ üzerinden başarılarını ölçerek özel tiyatrolarla rekabete girmezler. Özel tiyatrolara yardım ederler. Boşluklarını onlarla doldururlar.
Ödenekli tiyatroları yönetenlerin onlardan beklenen misyonun  ve vizyonun farkında  ve de sahibi olması beklenir.

Her şirkette olduğu gibi ödenekli tiyatrolarda da göreve yeni gelenler kendisinden önceki yönetimleri suçlamak eğilimindedir. Kurum tembelleşmiştir, seyirci sayısı azalmıştır. Nitelik sorunu vardır. Ekonomi iyi yönetilememiştir. Kısaca bu önceki dönemin çekilen fotoğrafı  yeni yöneticinin ne yapmak istediğini de ortaya koyar. ‘Beni, bu yerdiğim hususlar ile eleştir’ demektir bu. İster istemez konu kişiselleşmiş olur ve ortada olmayan ile rekabetçi bir yarışa döner. Her yönetici elbette ki kurumun kendisinden önceki durumuna yönelik yergileri de biliyordur. ‘Doluluk oranı’ bizim ülkemizde tiyatroyu bilmeyenlerin yaptığı yergilerin en başında gelir. Siyasi  niteliklidir. Yönetici bu saldırıya karşı korunmak için  kendi siperini kazarsa yaptığı iş siyasileşiyor, işin kontrolü başkasının eline geçiyor, siper ona mezar hâline geliyor demektir.

Elbette düşüncelerimi reddeden karşı argümanlar vardır. ‘Doluluk oranı’nın bir başarı olarak öne çıkarılması bir strateji de olabilir.  ‘Doluluk oranı’nın arttığını göstererek(gözlere sokarak) kurum içinde  güven, kurum dışına da mesaj verme kaygısı öne geçer. Böylelikle bu geçici başarı rakamı ile kuruma ‘dokunulmasının’ önlendiği, dıştan gelmesi olası müdahalelerin önlendiği fısıldanır. Bu fısıltının  kurum içi ‘birlik beraberlik’in çimentosu olmasına çalışılır. Hatta buna karşı çıkanlar casus, işbirlikçi diye suçlanır.  Bu kişiler, yeterince güçlenince(?) yapılacak gerçek devrimin(!) düşmanları olarak hedef gösterilir.  Oysa bu düşünce bir hayâlden ibarettir. Siz bu planları kurarken başkalarının da planları ve sizin oynadığınız oyundan haberi vardır. Ama sizin tuttuğunuz yol, ‘seyirci yalakalığı’na dönüşür. Bu sırada da seçilen oyunların nitelikleri tartışılır hâle gelir, kurumun ana değerleri erimeye başlar.  Esas tehlike işte o zaman başlar. Kurum olmak sadece zamana bağlı bir şey değildir. Esas olarak kurum olabilmek, kurumu saygın hâle getirmek ve tiyatro düşüncesinin temellerine zarar vermemektir. Gerisi boş laftan ibarettir. Bence ödenekli tiyatroda ‘doluluk oranı’ boş laftır ve kişisel bir hırsın göstergesidir.. 


Melih Anık 
....

1 yorum:

  1. Merhaba,

    Gölgede kaldığını sanarak, üzerinde düşünmeye üşendiğim bu yazının ne denli önemli olduğunu şimdi biraz daha iyi anladım. Yeniden okudum, yine okudum ve yeniden okumanızı, yine okumanızı öneririm...

    Bulunmaz

    YanıtlaSil