Matéi Visniec tarafından yazılmış Nina ya da İçi Doldurulmuş Martıların Hassasiyetinden oyunu bu
sezonun üstünde durulması gereken oyunlarından biri belki de en önemlisi. Oyun kitap
olarak Nina ismiyle Mitos Boyut tarafından basıldı. Burak Üzen çevirmiş. Oyunu
Tatbikat Sahnesi Erdal Beşikçioğlu
rejisi ile sahneledi. Oyundaki üç rolü Elvin Beşikçioğlu(Nina), Ünsal Coşar(Treplev), Erdal
Beşikçioğlu(Trigorin) canlandırıyor. Dekor ve kostüm tasarım Barış Dinçel, ışık
tasarım Mahir Köksal video mapping Can
Akyürek yönetmen yardımcısı Selin Tekman afiş tasarım: Hande Şiri. Oyuncular ve
tasarımlar konusunda bir şeyler yazmayacağım. Her biri yaptıkları işte belli
bir düzeyin üstünde isimler. Bu oyunda da bilinçli olarak rejinin onlara
verdiği görevi yerine getiriyorlar. Bu oyunun dikkate değer özelliği rejisi.
Ben de reji üstünde duracağım.
Oyunun ismindeki ‘içi doldurulmuş’ ve ‘hassasiyetinden’
seçimleri bana doğru gelmiyor. Birincisinin farklı anlama da gelebileceği(koltuğu
doldurmak, hakkını vermek mesela) ve anlamı kaydıracağı; ikincisinin
özgün isimdeki (de la fragilité des mouettes empaillées) ‘de la
fragilité’nin ‘kırılganlık’ olduğunu
hassasiyetin de kırılganlık olmadığını düşündüğüm için değiştirilmesi gerektiği
kanısındayım. Benim önerim Nina ya da İçi Samanla Doldurulmuş
Martıların Kırılganlığı.
Bu noktada Çehov’un Martı’sındaki martı sembolünü hatırlamak gerekiyor: Çehov’un Martı’sında Treplev martıyı öldürüp
Nina’nın ayaklarının dibine bırakır. ‘Kendimi
de böyle öldüreceğim’ der. Trigorin martının doldurulmasını ister ama
aylar sonra kendisine içi samanla
doldurulmuş martı verildiğinde istediğini hatırlayamaz. Oysa o ölü martıdan
ilk görüşünde esinlenmiş ve bir hikâye yazacağını söylemiştir. Onun yazmayı
düşündüğü hikâyedeki mutlu ve özgür genç kız Nina, ona o ölü martı gibi yazık eden kendisidir. Bu ileride olacaklara bir göndermedir.(forshadowing)
Ama martı hem Treplev’dir hem Nina.
Tekstte masanın üstünde olan içi doldurulmuş martı Beşikçioğlu rejisinde bir
heykel gibi sahnenin bir kenarında bir kaide üstündedir. Bu ince ayrıntı bizi
rejiye sokar yavaştan. Treplev kendini heykel yapmış diyebilir miyiz? Ama Nina
da Treplev’in zihninde heykelleşmiştir belki de. Bu noktadan itibaren rejinin
yaptıklarına daha dikkatli bakmaya başlarız. Erdal Beşikçioğlu oyunda değinilen
hususları sahnede değerlendirmek istemiş. Sahne tasarımındaki pencere ‘Her replik bir peneceredir umuda doğru’
repliğinin, ‘Nina’yı bekliyoruz’
repliği ‘Godot’ göndermesinin, sahne
atmosferinde oluşturulan hayâl, hayalet duygusunun ‘perili bir ev biliyorum’ repliğinin yansımasıdır. Ama Erdal
Beşikçioğlu rejisini ‘Ortaya çıkan yeni
bir edebiyat akımı varmış dada diyorlarmış’ repliği üzerine kurmuş ve dadaist bir sahneleme yapmak istemiş. Oyunun
mesajı bu kurgudan çıkmaktadır. Bu dadaizmin tanımına uyan bir sahnelemedir.
Nina’da gördüğümüz reji bir protestodur
aslında. Onun için Nina ergenliğe geçememiş kız gibi
konuşur, onun için bavul o kadar büyüktür, donmuş asker evin içine çatıdan
düşer, zaman zaman replikleri balta ve silah sesleri yerine abartılı bomba
sesleri keser, Treplev ve Trigorin öyle kürkler giyer, onun için yerlerde
buruşturulup atılmış kağıtlar döşemeyi kaplamıştır, Trigorin uykudan kalkınca
ışık aydınlanır . (Geyik başı ile donmuş asker paralelliğinin kullanılmamasına
da hayıflanıyorum. Tekstteki donmuş askeri tercih ederim. Pencere de düşse iyi olurdu.) Oyun gerçek ile hayâl arasında salınır durur. Sarkaçlı
saatin bir durup bir çalışması da sanki kesik kesik ve zorlukla ve de
zorlanarak hatırlanan bir geçmiş çağrışımı yapıyor bende.
Beşikçioğlu tekstin gerçeği(!) ile çok ilgili değil bir
ruh hâlini yansıtmak istemiş. Bu toplumda entelektüel kesime derinlemesine işleyen
ruh hâli bence. Barbarlığa, entelektüel katılığa, dengesizliğe, estetikçiliğe,
burjuva değerlerinin tiksinçliğine, rezilliğine karşı bir duruş ortaya koyarak
seyirciyi şaşkınlığa düşürmek ve sarsmak istiyor. Böyle
yaparak oyunun Çehov’un Martı’sı ile bağını kesmiş, yeni bir oyun gibi yeniden
var etmiştir. Postmodernden sonra yeniden dada (sanki). Ama bu bir ütopyanın da ölümüdür ki Visniec’in dediği komünist
ütopyanın yarattığı düş kırıklığına benzer. Oyunun metninde devrim tartışması Marx’a
göndermedir. Trigorin tarih perspektifinden Marx’a cevap vermektedir.’Devrimler hiçbir zaman hiçbir sonuca
varmadı. İnsanlığın gerçekleştirmesi gereken tek devrim halkları daha insani
kılmaktır’
Benim kanaatim şudur ki Visniec’in Nina’sı seyretmek için
Çehov’un Martı oyununu bilmek gerekir. Buna Visniec’in dilinden ‘yeniden
ziyaret etmek’ diyebiliriz. Visniec ‘Zaman
zaman kendi kendimizi anlayabilmek bilhassa da ütopyadan yoksun bu çağdaş
dünyayı anlayabilmek için biz bugünün sanatçıları dünyanızı yeniden ziyaret
etmenin kesin zorunluluğunu hissediyoruz..Hatta karakterlerinizi yaşatmaya
devam etmek için yeni bölümler yazmayı da..’ Trigorin ‘öykümde başarısız
bir kadın oyununun hikâyesini anlatıyorum’ derken Çehov’da söylediği söze bir
nazire yapmaktadır. Yâni Visniec Çehov’a yakın durmaktadır.
Oyunun Japon Kaze Tiyatrosu’nda doğması oraların
dinginliğini de içerir. Bu nedenle Beşikçioğlu’nun dinginliğe vermediği önemi ben verirdim. Beşikçioğlu
Ütopya’yı distopyaya çeviren bir oyun yapmış. Tatbikat
Sahnesi’nin de bu rejiyle seyirci talebi açısından risk aldığını düşünüyorum. Ben
bu oyunu böyle yapmazdım. Ama bu rejiden yansıyan ince eleme sık dokumaya da
saygı duyuyorum.
Bazı oyunlar size ulaşmaya çalışır. Nina ‘sen bana ulaş
diyen’ ve seyirciye ev ödevi veren bir oyundur. Bu yazımı ve aktif olarak teksti okuyarak giderseniz
önünüzde açılan pencereyi daha kolayca değerlendirme şansınız olur.
Melih Anık
Not: Dadaizmi hatırlatayım:
“Dada, Dadaizm veya Dadacılık 1.Dünya Savaşı yıllarında
başlamış kültürel ve sanatsal bir akımdır. Dada Dünya Savaşının barbarlığına, sanat alanındaki ve
gündelik hayattaki entelektüel katılığa
ve erotizme bir protesto olmuştur. Mantıksızlık ve var olan sanatsal düzenlerin
reddedilmesi Dada'nın ana karakteridir Bu akım, dünyanın, insanların
yıkılışından umutsuzluğa düşmüş, hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna
inanmayan bir felsefi yapıdan etkilenir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından
gelen boğuntu ve dengesizliğin akımıdır. Dada’cı
yazarlar, kamuoyunu şaşkınlığa düşürmek
ve sarsmak istiyorlardı.
Yapıtlarında alışılmış estetikçiliğe karşı çıkıyor, burjuva değerlerinin tiksinçliğini, pisliğini, iğrençliğini, berbatlığını, rezilliğini
vurguluyorlardı.Toplumda yerleşmiş anlam
ve düzen kavramlarına karşı çıkarak dil ve biçimde yeni deneylere
giriştiler...” (vikipedi)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder