11 Aralık 2018 Salı

Moda Sahnesi'nde Mouawad'ın Kıyı'sına Çıkmak


Yazar, yönetmen oyuncu Wajdi Mouawad(1968)iç savaş nedeniyle ailesi ile Lübnan'dan önce Fransa'ya(1978), orada beş yıl yaşadıktan sonra Kanada'ya göç etmiş.  Şimdi(2018) Fransa'da Théâtre National de la Colline'in yöneticisi.

Kıyı(Littoral)(1997) Vaatlerin Kanı(The Blood of The Promises)  dörtlemesinin ilk oyunu. (Diğerleri 'Fires', 'Forests' ve 'Skies')




Yanık(Yangınlar) ülkemizde sahnelenen ilk Mouawad oyunu. Mouawad 2017 İstanbul Tiyatro Festivali'ne kendi oynadığı  Yalnız isimli tek kişilik oyunu ile geldi. Kıyı(Littoral) Mouawad'ın ülkemizdeki üçüncü oyunu. Filmi de yapılmış. Moda Sahnesi oyunu Kemal Aydoğan rejisi ile sahneledi. Oyunun yabancı versiyonu  ile ilgili YouTube'da bazı videolar var.  Tavsiye ederim.

Wajdi Mouawad yalnızca kültürlerarası alışverişin bir ürünü değil, aynı zamanda içinde yaşadıkları kültürlerarası ikilemlerin sonuçlarıyla yüz yüze kalan ergen karakterlerin yazarıdır. Ütopik bir bakışla tiyatro nehirlerin buluştuğu noktadır dersek Mouawad'ın oyunlarında bu özelliği görmek mümkün. 

Yazar kurgusal bir dünya yaratırken yaşadığı ruhsal serüveni tanımlamak için 'tavanların şeffaflığı' ifadesini kullanır.  Bu tavan metafizik, eğlence, trajedi ve transendental olanın buluştuğu  filozofik ve ruhsal yolculuğun kapısıdır. Bu yolculukta sürgündeki çocuklar kendileri ile barışır ve ait olmayı ve kendini tamamlamayı öğrenir. Mouawad'ın metinlerinde geçmiş travmaların içinden geçerken dünü ve bugünü anlatan  anılar, tarihsel olaylar ve hayatta kalma konuları vardır. 

Kıyı'nın kahramanı Wilfrid bir seks ilişkisi hâlindeyken gelen bir telefondan babasının ölüm haberini alır. Uzak olduğu ve hakkında çok az şey bildiği babasını onun doğduğu topraklara gömmek için gerekli izinleri alır ve yolculuk başlar. Teyzeler ve dayılar babanın ne kötü bir insan olduğunu anlatır ona. Zira onlara göre doğum yaparken ölen annenin ölümünden onun zayıf bedenine rağmen hamile kalmasına neden olan baba sorumludur. Wilfrid babanın topraklarına geldiğinde onu Wazaan isminde bir kör karşılar. Wazaan'ın katılımıyla oyun kültürlerarasılığa şahane bir atmosfer sunuyor. Ve Orta Doğu'ya antik ve mitolojik bir anlam katıyor. O toprakları savaş yakıp yıkmıştır. Wazaan sanki  Antik Yunandan fırlamış bir hikâye anlatıcısıdır. Wazaan Wilfrid'in bu topraklara geldiğinden beri işittiği sesin Simone'a ait olduğunu söyler. Kadın kocasının ölümünden beri acı çığlıklar atmaktadır. Bu çığlıklar Orta Doğu'nun çığlıklarıdır belki. Ardından Ame, Sabbe, Massi ve Josephine  çıkar karşısına. Hepsi toplumun 'kenarları'ndan gelmişlerdir, hayatlarına bir anlam vermek için yaşar gibidirler. Josephine savaşta ailesini kaybettikten sonra kaybolanların isimlerini topladığı rehberler yapmaktadır. İsimler yaşarsa hatıralar da yaşayacaktır. Tarih canlanacaktır. (Moda Sahnesi bu isimler arasına Türkiye'den bazı isimleri eklemiş. Mustafa Kemal var mıydı? Ben mi kaçırdım yoksa? )

Wilfrid insanlarla konuştukça kendini ve hayatın anlamını keşfeder. Yolda karşılaştığı herkes ona kendi hikâyesini anlatır. Babayı karada gömecek bir yer bulunamaz . Onlar da babayı kıyıya gömmeye karar verirler.


Oyundaki karakterler mezarlardan, mezarlıklardan geçerek kıyıya ulaşır. Aslında kıyı bir kurtuluş demek, babanın âsude bir sessizliğe gömülmesi ile ruhunun dinlenmesi ve bir türlü geçmişle uzlaşma ve de yeni bir başlangıç  demek. Onu doğduğu topraklara emanet etmek için taşıyan oğlu göçmen Wilfrid'in ve  yolda karşılaştığı savaştan yaralı bedenleri ve ruhları ve de geçmişleri ile uzlaşma arayan arkadaşlarının temiz hava soludukları yerdir kıyı. Umutlu bir başlangıcın 'kıyı'sıdır da aynı zamanda. 

Mouwad bu oyunu yazmak için Oepidus, Hamlet  ve Budala'dan esinlendiğini söyler.  Biri babasını yanlışlıkla öldürmüştür(Ame). Biri babasının ölümüne şahit olmuş onun kesik başını ellerinde tutmuştur. Babasının ölümünün intikamını almak peşindedir(Sabbe). Üçüncüsü (Wilfrid) babasını hiç tanımamıştır. Mouawad'a göre bu üç kişi aynı hikâyeyi nöbetleşe anlatmaktadır. (Mouawad'ın tarihe bakışında bu geniş ufuk -tarihsel, edebi olarak- etkileyici.) Aralarındaki esas mevzu baba oğul ilişkisi ve ölümdür. Ölümden korkulur mu? Ölüm bir şeyin sonu mudur? Başlangıçta sadece Wilfrid'in babası olan hayalet  baba(Hamlet'in hayalet babasına gönderme!) oyun sonuna doğru hepsinin babası olur. Hepsi ölü babaya sahip çıkarlar.

Oyundaki ikinci esrarengiz karakter şövalyedir.  O da baba gibi bir hayal(et)dir,  Wilfrid'in en iyi dostudur, kuvvetidir, beyninin yarısıdır. Wilfrid 'Çocukken babam Guiromelon adındaki bir şövalyenin öyküsünü anlatırdı bana. Şövalye her gece düşmanlarıyla savaştıktan sonra gelir kendini denize bırakır orada uyurmuş ve her gecenin sabahında dalgalar şövalyeyi tekrar kıyıya getirirmiş onu yaşama geri verirmiş.'  der. Mouawad bu hikâye ile baba ve şövalyeyi 'kıyı'da birleştirir.  

Kıyı açık denizlere açılır. Baba 'Bedenimin sürüklenip gitmesini istemiyorum. Beni uzaklara atmayın beni dalgaların insafına bırakmayın. Dalgalara kapılıp meçhule karışmak istemiyorum' der. Onlar da Josephine'in rehberlerini babayı kıyıda tutmak için çıpa olarak kullanmaya karar verirler.  Böylelikle  baba ülkesinin topraklarına bağlı kalacak ve hafıza olarak gelecek nesillere yaşananları hatırlatacaktır. Bir bakıma Mouawad 'çoban ve sürü'ye de gönderme yapmaktadır.

Oyunun ilginç özelliklerinden biri yazarın uydurduğu 'mise en abyme' dir. 'Mizanabim' Türkçede "erken anlatım" olarak geçer. Rüyada rüya görmek ve bunun sonsuza kadar iç içe sürmesi mizanabime örnektir Yabancılaşma ögesi sayılabilir. Oyundaki film ekibi ve çekilen film mizanabim örneğidir. Wilfrid filmde kendini oynar. Ama filmde bir aktördür ve aktör kendini oynarken aynı zamanda da Wilfrid rolünü oynamaktadır. Wilfrid kendini rol olarak oynar. Bu bizi çok katmanlı bir yapıya sokar. Bu bizi hayatın bir kurgu olduğu fikrine getirir. Bize 'Hayat kurmacadır' der ve bir bakıma epik anlatım katar oyuna. Aslında filmin direktörü, Wilfrid'in kendi acısını azaltmak için yarattığı bir karakterdir. Wilfrid hayatın bir kurgu olduğuna inanarak acısını hafifletir. Direktör 'Ben mevcut değilim ama acaba sen var mısın?' diye sorar Wilfrid'e. Wilfrid 'sanki bir film içinde yaşıyorum' derken hayatın aslında bir rüya olduğunu vurgular. Yazar bu noktada  'Theatrum Mundi'(dünya bir  sahnedir) nosyonu ile tanıştırır bizi. 'Dünya bir sahnedir hepimiz bize verilen rolleri yaparız' diyen Shakespeare'i anmamak ne mümkün! Bir başka açıdan Wifrid'in yolculuğunu filme alan film ekibi yolculuğa Batı gözüyle bakıyor. Onların olayları baktıkları pencere Wilfrid'in yaşadıklarının bulanıklaştırılmış ve bozulmuş bir kopyası gibidir.


Wilfrid oyunun sonunda 'Elimden tutan bir hayalet olmadan kendi başıma yürümem lazım karanlıkta yüreğimde bir ruhla. O ruh olmanı istiyorum. Sana inanmam için seni görmeme gerek yok artık. Çocukluk bitti şövalye.' der. Şövalye görünmez olacaktır artık.  Bu 'babalar öldüğünde büyür çocuklar'  dizesini akla getirir sanki.

Oyunun metni gerçek ile fantazyanın iç içe geçtiği bir atmosfer öneriyor. Hayalet baba, şövalye ve yönetmen ve de film ekibi Wilfrid'in kafasının içindedir. Başlangıçta hayalet baba ile iletişim kuran sadece Wilfrid. Bu iletişimin de fantastik olduğunu söylemek gerekiyor. Babanın topraklarında karşılaşılan kişiler gerçek ama oyun sonunda hepsi aynı fantazyanın içine giriyor. Fantazyadan umut doğuyor. Bu nedenle reji, gerçek ile fantazya, zihinde olan ve konuşturulan ile gerçek arasındaki ayrımı iyi verebildiği oranda başarılı olur.  Mouawad'ın metninde karakterler sözcüklerde anlaşılan mekân değiştirirler. Bu bir türlü zihin oyunudur. Metin içerisinde bu tür trükler yönetmene değişik renkler sunar ve sahneyi boyaması için ipuçları verir.    

Kemal Aydoğan'ın rejisi yukarıda belirttiğim fantastik olan ile gerçeği birlikte verebilecek nitelikte değil. Fantazya ile gerçeğin birbirleri arasında geçişleri net ve akıcı değil. Oyuncuların müzisyen olup sahneye atlamaları, kıyıya ulaşınca sahneye çekilen perde, seçilen müzikler güzel ayrıntılar ama oyuna katkıları güzellik olmaktan ileri gitmiyor, 'eklektik' kalıyor. Mouawad'ın Yalnız isimli oyunda yaptıkları henüz hatırlarımızda canlı iken Kıyı'nın rejisi son derece basit kalmış. Meselâ baba beyaz elbiseler içinde. Bunun cesede en yakışan renk olduğu akla gelebilir ama bu gerçek hayatta öyledir. Baba figürü geçmişten çıkıp gelen, zihnin derinlikliklerinde aydınlanan, anılarda yaşayan, ölü olduğu kesin ama oğlunun zihninde konuştuğu da dikkate alındığında metaforik bir karakterdir. Bu karaktere beyaz giydirerek dolaylı kefen çağrışımı yaptırmak(ki bence çok düz ve basit) yerine gri/siyahlar giydirerek dumanlı sisli bir atmosferden çıkarmış gibi yapmak ve bazı sahnelerde babayı  sadece sesiyle duyurmak  oyunun gri/siyah atmosferine  çok şey katacaktır.  Hatta babanın kıyıya varmadan fiziken ortaya çıkmaması sadece bir ses olarak kalması da bir çözüm olabilirdi. 

Wifrid'i oynayan oyuncunun babayı oynayan oyuncuyu sırtında taşır gibi yaparken babanın da kendi ayakları üzerinde yürüyerek oğluna asılması estetik değil. Oğulun üzerindeki yükün illa fiziksel olarak gösterilmesi gerekmiyor. Ayrıca zihinsel olanı cismani bir zarfa sokuyor ki reji anlayışını sorgulamamıza neden oluyor.  

Oyunda verilen aranın da yanlış yerde olduğunu düşünüyorum. Bence Wazaan ile başlamalı ikinci perde. Bu iki ayrı dünya(âlem) arasındaki ayrışmayı ortaya koyacaktır. Rejinin bu farkı belirtme amacını görmedim.

Moda Sahnesi'ndeki Kıyı'nın esas sorununun maddi olanaklar ile ilgili olduğunu bu nedenle de metnin  istediği görselliğin ve teknik altyapının sağlanamadığı düşüncesindeyim. Ben sahnelemeyi bu nedenle iki boyutlu, düz ve seyirci açısından yorucu buldum. Modern dönem oyunları teknolojiyi dikkate alınarak yazılıyor. Mouawad gibi yazarlar teksti kendi kafalarındaki görsellikle sahneledikleri, yazılı metinlerde yönlendirici parantez işlerini kullanmadıkları ve eksikliğin doldurulmasını yönetene ve de  'okuyan'a bıraktıkları için yöneten ve okuyanı kendi hayalleri ve ufukları ile sınıyor gibiler. Bu tür metinlerin derinliğine ulaşmak biraz zor oluyor.
Kıyı 'büyük reji' istiyor, 'büyük' oyunculuklar istemiyor. Oyunda rol alan oyuncuların başarısı tek tek olmaktan ziyade birlikte yapılan işten kaynaklanıyor. Kıyı'da öne çıkan bir oyunculuk yok. Dekor, kostüm, müzik ve ışığın belirgin bir katkısından da bahsedemiyorum.

Oyun İmge Kitapevi tarafından kitap haline geldi. İmge Kitapevi'nin 'Çağdaş Tiyatro Kitaplığı'nın yöneticisi Ayberk Erkay tiyatroya pek çok eser kazandırmış bir çevirmen. Eser seçimlerini beğeniyorum. Tiyatromuza ve ufkumuza katkısı büyük. Eğitiminin tiyatro üzerine olması ve hocalığı da çevirdiği eserlere ayrı bir tat katıyor. Çağdaş Tiyatro Kitaplığı'nı takip etmenizi öneririm.     

 Kıyı seçimiyle çok doğru ama sahnelemesi ile başarılı bulmadığım bir oyun. İllaki seyretmek istiyorsanız oyunun kitabını okuyun önce. Benim yazımı okursanız iyi olur. O zaman sahnede gördüklerinizi daha bir anlayarak bakarsınız.

Melih Anık

Kaynaklar:

Kıyı (İmge Kitapevi - Çeviren:Ayberk Erkay)

On the Intracultural Encounters in Wajdi Mouawad’s Theatre - Yana Meerzon - University of Ottawa

Bharucha, Rustom. Theatre and the World: Essays on Performance and Politics of Culture. Columbia, MO: South Asia, 1990.
http://littexpress.over-blog.net/article-wajdi-mouawad-littoral-70282156.html

İlgili wikipedi sayfaları

Yanık oyunu yazım: https://melihanik.blogspot.com/2012/03/skntl-bir-oyun-yank-istanbul-dt.html

Yalnız oyunu yazım: https://melihanik.blogspot.com/2018/08/2017-18-tiyatro-sezonunun-zirvesi-yalnz_2.html

Kıyı ile ilgili bir video https://www.youtube.com/watch?v=_usXHXDrETU

Oyunun Künyesi:

Yazan: Wajdi Mouawad
Çeviren: Ayberk Erkay
Yöneten: Kemal Aydoğan

Sahne Tasarımı: Bengi Günay
Müzik Direktörü: Ulaş Özdemir
Işık Tasarımı: İrfan Varlı
Kondüsyoner: Yeşim Coşkun

Oynayanlar

Asistanlar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder