18 Nisan 2009 Cumartesi

Deri Ceket- “Koyuna saydılar bizi… Oyuna Geldik!” - İBB Şehir Tiyatroları

Oyunun başlama zilleri yerine koyun çıngırakları kullanılmış. Oyun başlamadan “Oyuna gelmenize 10 dakika…. 5 dakika var….” anonsu yapılıyor. Ve son an anonsu : “Oyundasınız” ve cep telefonları için son bir hatırlatma :”Tekrar söylememize gerek yok siz biliyorsunuz”
Seyirci önde giden koyunun peşine takılır . ( mı ! (?))
Yazar
Deri Ceket, 2000 yılında hayata veda eden Stanislav Stratiev’in 1976 yılında yazdığı bir oyun . ( İlk oyununu ısrar üzerine 1974 de yazmış : Roma Hamamı… )32 yıl öncesinden ve “Demir perde” kokan bir oyun.
1941 Sofya doğumlu olan yazar II dünya savaşının içine düşmüş ve 1990 yılına kadar Stalinizm’in damgasını vurduğu bir ülkede yaşamış.
“Halev Çekler, Mrozek Polonyalılar için neyse Bulgarlar için de Stratiev odur” (Anna Karabinska) denen bir yazar.
Dili espirili ,duygulu, seçtiği konular ilginç ve kullandığı ögeler zekice …
Konu
Dil bilimci aldığı deri ceketin yaka ve kollarındaki kürkü traş ettirmek ister. Olay, yönetmence(Arif Akkaya) eklendiğini sandığımız ön oyundan sonra berber koltuğunda başlar. Berber tipik bir doğu bloku işçisidir. Kapı dışında bekleyen kişinin patron değil devletin bir görevlisi olduğunu anlarız.
Berber, adamın isteğini ciddiye almaz ve sorun çıkmadan dükkandan göndermek için(belayı savuşturmak) ona bir öneri yapar. Kürkü, koyun kırkıcısına kırktırmalıdır.
Adam öneriyi ciddiye alır ve her yanıyla yozlaşmış bir bürokrasi ağına düşer. Ceketin kürkünü kırktırır kırktırmasına ama teşkilat, yapılan işlemi kayıt altına almak ister. Yapılan işi kayıtlara onların dili ve anlayışı ile geçirilmesinde ısrar ederler. Deri ceketin kırkılması işi adamın koyununun kırkılması diye kayıt edilir. Olay da bu noktadan sonra gelişir. Bürokrasi bir süre sonra adamın peşini bırakmaz ve koyunu olmayan adamdan “koyun sahibi olmanın” vergisini ister.
Dil Bilimci içine düştüğü durumdan bunalır ve işi deliliğe vurur. Deri ceketi otlatmaya çıkarır. Olay, sonunda televizyona konu olur ve medya baskısından çekinen bürokratik düzen kendi yarattığı saçmalığı kendisi ,gene kendi bildiği yoldan çözer.
Söylem,Zaman ve Yorum
Bu anlamda olaya baktığımızda olayın başlangıcı o dönem için sadece demir perde ülkelerine mal edilen ve pek de yadırganmayan bürokrasi ile başlar ama o düzene pek de uygun olmayan bir medya müdahalesinin bürokrasiyi köşeye sıkıştırması ile çözülür. Bu anlamda sorunun kaynağı, devletçi düzenden kaynaklanan bürokrasidir . Sorun liberal anlayışın kuralları ile çözülür. Değişmeyen tek şey bürokratik gelenektir.(?) Bürokrasinin “isterse” duruma uygun çözümler bulabileceği de vurgulanmış olur. Ama kurtuluşun medyanın dokunması ile gelmesi de içinde yaşanılan düzende bir başka naif ya da inandırıcı olmayan bir tesbittir. Belki de yazar medyaya rolünü hatırlamaktadır.
Oyunda geçen “Kiminin görüşleri var kiminin evi” ise eskimiş bir söylem.Bu 60 lı yılların toplumcu jargonuna uyan bu görüşün 2000 li yıllarda taraftarının artık kalmadığını görmüyor muyuz?
Oyunun Yönetmeni Arif Akkaya oyunu şöyle özetliyor: “Genç bir idealistin bürokrasi çıkmazındaki mücadelesine hoş geldiniz.”
Adamın idealistliği, düzenin vaaz ettiği yalana ortak olmamaktaki direnmesidir.Bu direnme arkadaşları ile arasını açar ama ona inanan(ya da yaşadığı hayat içinde sıkıldığı için seçenek arayan) başka bir yol arkadaşı bulur. Arkadaşların arasının açılmasında oyunda geçen “Dürüstlük, ilke ve prensipler dostların arasını açar” sözü yerine “Herkes kendinden yanadır” demek daha doğru olur kanısındayız. “Dürüstlük,ilke ve prensipler” oyunun genel havasından çıkan bir durum değil.(Eğer siz illaki de öyle anlayacağım diye hazır değilseniz!)
Bir arkadaş kişisel nedenler (aile kurmak vb) ile ayrılıyor gurupdan..Diğeri ise adamın mükemmellikçiliğinden sıkılıyor. “Yol arkadaşı”nın olaya katılması aşk ile açıklanmış..Tüm bu ilişkiler oyunun üst başlığındaki düzen sorgulaması altında zayıf ve naif kalıyor.
Yazar insancıl..Belki de içinde yaşadığı politik ortam, “insancıl” dialoglarla eleştiriyi “yumuşatarak” dolaylı yollardan anlatmasına zorlamış onu. Düzenin ezdiği insanlara sıcak bakıyor ve onların içlerini dökmelerine izin veriyor.Zaman zaman duygusal tonlarda konuşturarak kişileri düzenin dışına çıkarıyor. Hepsinin “Mazereti var”. Oysa düzen, kişilerin de sorumluluğu ve de namusu değil midir?
I .perde finalinde yolları ayrılan iki arkadaşın kucaklaşmasını alkışladı seyirci. (Seyircimiz duygusal tepkiler veriyor.) Seyirci “Ocaktan sorumlu devlet bakanı” sözünü de alkışlıyor. Seyirci “durumdan” muhalefet çıkarmaya çalışıyor.
Yönetmen “arada” kalmış.. Son günlerin deyimiyle “ılımlı”. Ne “Evraka göre ölüyse her şey yolundadır” , ne “Gerçeği düşüneceğine kendini düşün” sözlerini hakkıyla değerlendirebiliyor ne de oyunda kendine özgü bir yorumu vurgulayabiliyor. Bu oyunun ona yaptığı bir “Aziz”lik,.Zira oyun güzel ayrıntıları (“Ocak toplayan adam”ın odasındaki radyatör çalışmıyor odası soğuk..Ocağı var ama ateşi yok) anlamlı bir bütünlüğe taşıyamıyor.
Absürd Tiyatro ve Deri Ceket
Deri Ceket’de de sanki iki oyun bir arada yazılmış. Oyunun ana çizgisini tayin eden deri ceket ile asansörde kalan adamın hikayesi iç içe geçirilmiş. Deri cekete paralel giden “Asansörde Kalan Adam” hikayesi harcanmış . Aslında her iki hikaye yeterince derinleştirilmediği için ortaya iki yarım çıkmış.
Deri Ceket’in çıkış noktası inandırıcı değil. İçinde yaşadığı rejimde saçma olanı denemesi normal karşılanabilir. Saçma, burada asıl hedefi güldürü öğesi altında gizlemenin yolu sanki. Saçmanın karşılığı “absürd” olabilir ama Stratiev’in oyunu “absürd tiyatro” değil.
Oyun saçma iki olayı anlatıyor. Adamın içine sıkıştığı ortam absürddür ama ortaya çıkana absürd tiyatro dememiz zor.
“Sanatsal uyumsuzluğun bir yöntemi vardır.Evrenin kaosunu doğru olarak iletebilmek için bu kaosu ifade edecek en uygun biçimi bulmak gerekir.Bu da günlük konuşmadaki anlamı ile saçmalayarak değil dramatik anlamda geçerli olan saçmayı gerçekleştirerek sağlanır.Bunun başarılabilmesi için yazarın özgür olması,doğada karşılığı bulunmayan imgeler yaratacak yetenekte olması gerekir….Sahnenin çok boyutlu ortamı,ışığın sesin hareketin görüntünün dilin eşzamanlı olarak kullanılması ile yaratılan imge dokusu bir bütünlük aştır.Bu bütünlük absürd tiyatronun şiirsel yaratıcılık ilkesidir.” (Sevda Şener –Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi)
Belki de absürdü Shakespeare’in söylettiği Polonius’un sözleri ile tanımlamak mümkün:
“Bu delilik ama zaptı raptı olan bir delilik.(Deli olmasına deli ama mantığı da yok değil)
Absürd , saçmalayarak yapılan bir şey değildir. Yazar özgür ve yetenekli olmalıdır. Yazarın oyunu yazdığı dönemde özgür olmadığını biliyoruz ama yeteneklerini de bu oyunda sonuna kadar kullanamadığı düşüncesindeyiz. Bu nedenle de sahneden şiirsel bir bütünlük yansımıyor.
Belki bunda konunun inandırıcı olmamasının etkisi de var. Yani “Zaptı raptı olan bir delilik” yok ortada.
Karşılığını bizim mizahımızda bulabileceğimiz Aziz Nesin’lik dediğimiz hikayelerde konu, inandırıcıdır.
Yönetmenin Seçimi
Oyunun kısaltılması belki daha iyi olurdu. Bundaki en iyi budama da asansördeki adamın hikayesini kısaltmakla/kaldırmakla olabilirdi. Asansördeki adamın hikayesi tek başına çok etkileyici ama oyun gereksiz uzamış, tempo düşmüş.
Deri Ceket’in bürokratik sorunu asansördeki adam ile çözülmüş ama bürokrasi sorunu çözmek istesin, gerekçe mi yok! Arif Akkaya gibi metne önem veren titiz ve ciddi bir tiyatrocunun oyun metnini bozmak istememiş olmasını da saygıyla karşıladık.
Dekor
Oyunun en etkili özelliklerinden biri dikdörtgenler prizması şeklinde tasarlanmış kutular.(Dekor tasarımı : Gamze Kuş) Üzerinde kapılar bulunan bu kutuların lego gibi birleştirilmesi,dağıtılması ve de insan ile “oynaşması” mükemmel bir boyut katmış yoruma . Bürokrasinin sahne üzerindeki kimi zaman üstünüze gelen bunaltıcı kimi zaman labirent olup yolunuzu kaybettirici, kimi zaman sanki bir yere çıkıyormuş gibi duran ama “çıkış yok”u vurgulayan yapısallığı oyunla çok iyi bir uyum içinde. Daha doğrusu ana motifi vermekte oyundan da başarılı.
Ama “Kuzuların Sessizliği” filminin afişinden ne ima ediliyor? Kuzu ile kurulan ilgiyi biz kuramadık. ”Kuzu kuzu oyuna gelen” seyirciye yapılan bir ima mı? Gerekli miydi?
Bir de Hikmet Körmükçü’nün sıcacık oyunculuğu kaldı aklımızda ..

Melih Anık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder