Berkun Oya'yı onun kendi yazdığını(Eller Yukarı Bu Bir
Oyundur) beğenmediği yıllardan tanıyorum. O bu gerçeği oyundan 3 yıl
sonra(2012) bir gazete yazısında itiraf etmiş. Takip eden yıllarda televizyonda
da yaptığı bazı işler beni çok çekmedi.
Aramızda bir mesafe oldu hep. 2003 yılında onun uyarladığı Yaban, 2007 yılında İyi
Seneler Londra da aramızı ısıtmadı. Krek'te yaptığı oyunlar çok ses getirdi, özel
"Berkun Oya seyircisi" oluştu. 2002 yılından bugüne kadar pek çok ödül
aldı Berkun Oya. Ama ben hep uzak durdum. İstanbul Devlet Tiyatrosu Bayrak'ı
sahnelediğinde(2017) ihmal ettiğim yazarı tanımak istedim. Ben de değiştim tabii ki. Seyretmeden önce
okuduğum tekst, Bayrak(2008), zihnimdeki Berkun Oya imgesini değiştirdi. Oyunu
seyrettim.
19 Aralık 2017 Salı
15 Aralık 2017 Cuma
Nahid Sırrı Örik'in Edebi Kişiliği, İhanet'in Hikâyesi ve Tasarımlar
Bu, Kafa Dergisi'nin Ocak 2017 sayısında yayımlanmış olan yazının devamı niteliğindedir. O yazı ile birlikte okunmalıdır.
MÜZİK TASARIMI (ÖZEL BİR İSİM YOK)
Yönetmenin,
yazarın Alın Yazısı piyesinden esinlenerek oyunun içine yerleştirdiği Müzeyyen
Senar şarkıları atmosfer yaratmakta başarılı. Ancak ben Müzeyyen Senar'ın oyuna
katılış yerleri ile hem fikir değilim. Mâdem oyun içinde var o zaman
perdenin derinlerden gelen bir "Müzeyyen Şarkısı" ile açılması ve
sahnenin yavaş yavaş aydınlanmasını isterdim ki oyun sonundaki Müzeyyen şarkısı
açılan parantezi kapatmanın anlamı olsun. İkinci Perde'nin başında bir şarkı
daha olması gerekiyor diye düşünüyorum ki bu, arada geçen zamanı da
vurgulayacaktır. Üçüncü Perde'nin ve oyunun sonunundaki Müzeyyen
Senar şarkıları ile hem fikirim. Ancak oyun sonunda Müzeyyen Senar'ı pusların
içinden çıkararak hayâlden gerçeğe dönüştürmesini ve de perdeye yansıtılan ve olmadığı
halde gerçek algısı veren aile albümünü sevdiğimi söyleyemem. Oyunun, pencere
perdesinin kapanması ile bitmesi iyi olurdu. Vardar Ovası şarkısı anlamlı bir
güzellik ama oyun bittikten sonra geliyor.
DEKOR TASARIMI(Hakan
Dündar)
Birinci ile
ikinci perde arasındaki dekor farkı, sosyal değişimi göstermesi yönünden
yeterli değil. Birinci Perde dekorunda Anadolu motifli bir sedir eksik. Nahid
Sırrı, "Isparta halısının yerine yerde acem halısı vardır" derken
aslında bir ayrıntıya dikkat çekmiş. Bu bence değişim fikri için için bir yol
göstermeliydi diye düşünüyorum. Özen Yula halı kullanmamış keşke kullansaydı
zira sahne çıplak kalmış. Genel olarak dekorun bu kadar geniş bir alana
yayılmasının nedeninin turnede oynandığına bağlamak istiyorum. Özellikle
Zonguldak'taki ev çok büyük. Herhalde Ankara'da daha küçük sahnede oynanıyordu
oyun.
KOSTÜM TASARIMI(Özge
Akarsu)
Kostümlerin
zaman içinde değişiminde de dekorda seçilen eğilim geçerli. Birinci perdedeki
Sacide sonraki sahnelere göre daha mütevazı, Macide ise Zonguldaktaki evinde
baba evindekinden daha mütevazı giyinmeliydi. Bu Sacide'deki zenginlikle
gelişen ihtişamı, Macide'de de ise tevazuyu göstermeliydi. İnsanların abartılı
kıyafetlerinde(Örik'in tanımına uysa da) yansıyan batı taklitçiliğini gerçekçi
bulmadım. İktisat Bakanlığı Genel müdürlerinden Mahmut Ata ile zevcesi(eşi)
Fıtnat'ın kostümleri bence fazla modern. Modernleşmesinin onlardaki
yansımasının bir sınırı olduğunu anlamalıydık. Gönüllülüğü değil zorakiliği
hissetmeliydik. Züppeliğin ve bozulmanın simgesi olan Halim Bey ve oğlu
karşısında itidali ve geleneği yansıtmalıydılar. Özellikle yalnız oldukları
sahnede Mahmut Ata ve Fitnat'ın gelenekselden kopamadıkları gösterilmeliydi.
Halim Bey karşısında ise yapmacıklıkları(sakarlıkları) ortaya çıkmalıydı.
IŞIK(OSMAN UZGÖREN)
Işığın oyunda yaratıcınbir öge olarak kullanıldığını düşünmüyorum.
Birinci
perdenin sonunda Sacide'nin yere düşüşü bir çeşit "foreshadowing" ama
bir başka benzeri yok oyunda tek kalıyor.
Oyun öncesi
fuayenin hazırlanması Devlet Tiyatroları'nın son zaman oyunlarında rastlanan
bir Özen Yula klasiği olma yolunda. (Gayri Resmi Hürrem'de de benzer bir ön
oyun var.) Döneme ait fotoğraflarla hazırlanmış panolar, o dönem kıyafetleri
ile arzı endam eden oyuncular seyirci için bir hoşluktan öte gitmiyor diye
düşünüyorum. Seyircinin oyuna hazırlanmasını sağlıyor mu emin değilim.
Nahid Sırrı Örik'in Edebi Kişiliği
Nahid Sırrı Örik, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı hakkındaki "Sönmeyen Ateş" isimli oyunu 1932-1933 tarihleri arasında yazmış, 1936 yılında yeniden gözden geçirmiş. Yazarın "Halkevlerinde oynanması hakkı Halkevlerine aittir" notu da dikkate alındığında, o döneme bugünden bakan bazı yazarlarca Nahid Sırrı Örik'in bu eseri, "ulusal kimliği tiyatro ile kurmak" üst başlığı altında "sanatta dirijizm"e örnek olarak gösterilmektedir. "Cumhuriyet'in o döneminde hiç söz edilmemiş olması, oynandığı hakkında hiç bilgi olmaması bir garip" (Raşit Çavaş) (Dirijizm, devletin ekonomik faaliyete sistemli bir şekilde müdahalesi anlamında olup, devlet kontrolü altındaki egemen ekonomik sistemi iade eder."(Bünyamin Aydemir) "Bir siyasi inkilap rejiminin edebiyat ve sanata da uzayan dirijizmi"(Reşat Nuri))
Nahid Sırrı Örik tiyatroyu çok ciddiye almış bir yazardır. Bahriye Çeri'nin "Bir Cihan Kaynanası: Nahid Sırrı Örik" isimli kitabında Örik'in tiyatro salonları, oyuncular, yönetmenler, eleştirisi üzerine yazdığı pek çok yazıdan bahsedilir. Örik tiyatro eleştirisi de yazmış ve eleştirmen ve de eleştiri üzerine bir takım kriterler koymuştur.
Oğlak Yayınları tarafından basılan Bütün Oyunları kitabında Örik'in altı oyunu yayımlanmıştır. O oyunlardan biri olan Alın Yazısı oyunundaki Mualla ile oğlu Şefik, Çehov'un Martı'sındaki Arkadina ile oğlu Treplev'den esinlenilmiş gibidir. Örik'in Çehov'dan etkilendiğini gösteren önemli bir örnektir.
Tahir Alangu'ya göre Nahid Sırrı Örik'in "düzgün, rahat, heyecansız bir ifadesi" vardır. Alangu, "Nahid Sırrı Örik, olup bitenleri yakından gözlemekle beraber, onlar(Sadri Ertem, Reşat Enis) kadar kadar sert ve hırpalıyıcı olmaya lüzum görmeden zaman zaman müstehzi de olabilen duygusuz bir anlayışla konulara el atıyordu." demiş. Örik, tarihimizde hiç de alışılmadık bir II. Abdülhamid çizmiştir(Abdülhamid Düşerken). "Ne kızıl sultandır ne de ulu hakan.Bazı fotoğraflarının saptadığı gibi biraz soğuk, biraz bıkkın biraz bezgin."(Selim İleri)
Nahid Sırrı'nın kadın kahramanları onu unutulmaz kılar. Kardeş ilişkileri, kıskançlık, ihanet, merhamet duygularının dehlizlerinde dolaştırır okuyucusunu. Çıkara dayanan evlilikler, kadınlar için kurtuluş yoludur.
Nahid Sırrı için ihanet anahtar kelimedir. Devletine, eşine, hayâllerine ve nihayet kendine ihanet onun dünyasının demirbaşlarındandır. (Kayahan Özgül)
Nahid Sırrı olay hikayesinden durum hikayesine geçişimizde bazen katalizör bazen de adaptör rolünü üstlenen üç beş isimden biri olduğu üzerinde genellikle durulmaz.(Kayahan Özgül)
Nahid Sırrı'nın diyalogları günümüz için bile çok nettir. Kişiler birbirlerinin yüzlerine çok açık konuşur zihinlerindeki apaçık ortaya koyar. Tarafların sukûnetle karşıladıkları bu yüzleşmeler belki de dramanın ihtiyacı olduğu gerilim yaratmaz ama okuyucuyu, seyirciyi "insanca" bir durum içinde düşünmeye davet eder. Zaman geçişleri saklı cümleler içinde verilir.
"Celal bir senden beri serbest"(Mahmut Ata),"Bir seneden beri yaptıkları seyahatleri bir düşün"(Celâl) "Üç senden beri bu manzarayı seyrediyoruz"(Celâl), "Halim'i tam ondokuz gün evvel bir sabah şafak vaktinde yarı giydirilmiş bir halde getirdiler, kocanız oyun masasında öldü dediler"(Sacide) Nahid Sırrı'nın zaman geçişlerini verdiği repliklerdir.
"Celal bir senden beri serbest"(Mahmut Ata),"Bir seneden beri yaptıkları seyahatleri bir düşün"(Celâl) "Üç senden beri bu manzarayı seyrediyoruz"(Celâl), "Halim'i tam ondokuz gün evvel bir sabah şafak vaktinde yarı giydirilmiş bir halde getirdiler, kocanız oyun masasında öldü dediler"(Sacide) Nahid Sırrı'nın zaman geçişlerini verdiği repliklerdir.
"İhanet"in Hikayesi ve Oyuna Ait Bazı Notlar
Oyun önce, "Bir Canda İki Dert" ismiyle İstanbul Şehir Tiyatroları'na teklif edilmiş, 3 Aralık 1930 tarihli dramaturgun "Telif olmak itibariyle güzeldir" notu üzerine "oynanacak" kararı çıkmış ancak sahnelenmemiş. Yazar bir büyük hikaye olarak eseri 1938 yılında hikâye olarak yayımlamış. 1939 tarihli tefrika edilen “İki Kız Kardeş ve Bir Delikanlı” isimle tefrika edilen öykü ise İhanet'in uyarlamasıdır.
Yazar, 1953 yılında Devlet Tiyatroları'nın talebi doğrultusunda bir takım değişiklikler yapmış oyunun ismi "Bir Postta İki Aslan" iken "İhanet" olmuş ve repertuvara alınmış. Ancak yönetmenin isteksizliği nedeniyle oyun sahnelenememiş. (Oğlak Yayınları Raşit Çavaş'ın notları)
Nahid Sırrı Örik değişen, modernleşen Türkiye'ye kadın erkek ilişkileri açısından bakıyor. Sacide nişanlısına "Emniyetine sahip olmak için sana gündelik raporlar vermeyi reddediyorum" "Sokağa kalın çarşaf giyip çıkacak, evde harem dairesinde kafesli pencereler arkasında oturacak değilim ya!" diyerek "batılılaşmayı" öyle anlayan Türk kadın tipinin örneğini dile getiriyor. "Saçlarımı bile öptürmedim" diyerek kadın erkek ilişkisini bir replikte veriyor. "Sigara dumanından rahatsız olmayan kızlar" Örik'in ince gözlemini yansıtan bir ayrıntı. Sacide annesine "Babamın kabul ettiğinin senin reddetmen hiç bir zaman vaki olmamaştır" derken eski aile düzeninde kocasına muti karılık yapan kadını hatırlatıyor.
Nahid Sırrı Örik, taşranın roman ve hikâyemize girmeyişinden şikayetçidir. Hatta Türk Romanın Coğrafî durumu başlıklı makaleler yazmıştır. Eserinde Zonguldak'ı seçmesi de tesadüf değildir.1926'da İş Bankası Fransız sermayesi ile ortaklaşa Kozlu Kömür İşleri şirketini kurmuştur. Bankanın %51'i İş Bankası'na ait olsa da hâkim güç Fransız'dır. Ereğli Şirketi mahallenin ortasına bir kilise oturtmuş, iki de papaz mektebi açmıştır. Kasaba bir sömürge kasabası gibidir. (Kayahan Özgül)
İLGİ:
Bütün Oyunları- Oğlak Yayınları
Sanatkarlar- Oğlak Yayınları
Eski zaman Kadınları Arasında-Oğlak Yayınları
Bir Cihan Kaynanası- Bahriye Çeri- Hece
Abdülhamid'in HAremi- Arba Yayınları
Ankara- Yakup Kadri Karaosmanoğlu- İletişim
Martı- Çehov- Maarif Vekaleti
Sanatta Dirijizm- Bünyamin Aydemir- Mitos Boyut
Ulusal Kimliği Tiyatro ile Kurmak- Elif Çongur- İmge
OYUN EKİBİ:
YÖNETMEN
ÖZEN YULA
YÖNETMEN YARDIMCISI
İCLAL KARADUMAN
DEKOR TASARIMI
HAKAN DÜNDAR
KOSTÜM
TASARIMI
ÖZGE AKARSU
IŞIK
TASARIMI
OSMAN
UZGÖREN
KOREOGRAFİ
BANU DEMİR
YÖNETMEN
YARDIMCISI
İCLAL
KARADUMAN
OYUNCULAR
MEHMET AKAY
SERPİL GÜL
BAŞAK VURAL
NUR SERENGÜL
ŞİVAN BİNİCİ
LEVENT
ÇELMEN
KIVANÇ
DEĞİRMENCİ
SELVER KINIK
ONURLU
DİDEM RUHİ
ERKAN ERKOÇ
MERVE NUR
TÜRKAN
FATMA NUR
İSMAİLÇEBİ
CEM SEL
DUYGU BİÇER
VOLKAN ÖZMAN
OZAN ARABACI
ULAŞ KARADAĞ
EYLÜL AYKUT
ÜSLUP ÇALIŞTIRICISI
HÜLYA AYDOĞDU
SAHNE AMİRİ
M.MURAT TANGAL
KONDÜVİT
SİNAN GÜNEŞ
6 Aralık 2017 Çarşamba
21. İstanbul Tiyatro Festivali Üzerine Düşünceler
21.İstanbul Tiyatro Festivali bitti. Ben 9 gösteri için
bilet satın aldım. (Yabancı toplulukların tümünü programıma aldım.) III.Richard
iptal edilince 8 gösteri ile tamamladım festivali. Tiyatroya politik müdahale
oldu, o nedenle Ostermeier ve Schaubühne İstanbul'a gelmedi diye düşünüyorum.
2012 yılında Festival ONUR Ödülü almış Ostermeier'in "korkuyorum"
diye İstanbul'a gelmemesi onun adına büyük fiyaskoydu. Yönetmen, politikanın
kuklası oldu. En azından onun İstanbul'a gelmesi gerekiyordu. Ostermeier'in Türkiye'ye, İKSV'ye borcu var.
Kolay kolay ödeyemez. Umarım İKSV Schaubühne ile sözleşmesini sağlam tutmuştur
ve gerekli tazminatı almıştır.
Bu yılın Onur Ödülü Angelin Preljocaj'a verildi. Preljocaj
ödül töreninde "Bak gelebilen geliyor" diyerek Ostermeier'ı nazikçe
iğneledi.
24 Kasım 2017 Cuma
İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda "Aile Prodüksiyonu" : Günün Çorbası
İstanbul Devlet Tiyatrosu "aile prodüksiyonu"
sunar: Günün Çorbası
Yönetmen Taner Tunçay çevirmiş, yönetmiş, eşi Nermin Koçak
Tunçay ile şarkı sözlerini uyarlamışlar, Taner Bey'in hayâli baş rolde eşini
oynatmakmış, oynatmış. Bu cümlenin sonunu şöyle bağlamak geçiyor içimden:
İstanbul Devlet Tiyatrosu da "hani bana hani bana" demiş. Devlet
Tiyatroları'nın bu tür çalışmalara açık(yol geçen hanı) olduğunu öğrenmiş
olduk. "Canım ne var bunda? Sen oyuna bak. Oyun iyi olmuşsa bize ne
aileden!" diyenler olacaktır. Oyun ile ilgili düşüncelerim de olumlu
değil.
23 Kasım 2017 Perşembe
Pedro Penim'in ÖNCE'si
Tiyatro
Festivali'nin kitabında Önce için şunlar yazılmış:
"İstanbul ve
Lizbon’da benzer anlamlar taşıyan iki sözcük çalınır kulaklara: Melankoli
duygusuna, acı veren şimdiki anın inkârına, pek çok kültürde rastlanan yitip
gitmiş bir mutluluğa duyulan özleme işaret eden ve de çoğunlukla bir tespit
olarak dile getirilen hüzün ve saudade. Buenos
Aires’de bu his mufa, Moskova’da toska,
Memphis’de blues, Wales’de hiareth, Torino’da mestizia adını
alır, ancak başka hiçbir yerde Portekiz ve Türkiye’de olduğu kadar yaygın bir
tesiri yoktur bu sözcüklerin. Portekizli yönetmen Pedro Penim, iki yıl önce
İstanbul’a taşındığında şehirdeki bu duygu durumunun etkisi altında kaldı. Onu
İstanbul’dayken evinde hissettiren bu sözcükler, yönetmene bu iki duygu durumu
arasındaki benzerlik hakkında yazmak için esin kaynağı oldu. Lizbon ve
İstanbul’a hâkim olan bu duygu, İskenderiye’nin iç sıkıntısından Prag’ın
ürpertisine, Glasgow’un kasvetinden Boston’ın umursamazlığına, ihtişamlı bir
geçmişe özlem duyulan, şimdiki zamanın gerilimlerine tarihin dehlizlerinde
yanıt aranan pek çok başka yerde de kendini gösterir. Önce,
seyirciyi 2017’den başlayarak bir melankoli atlasının kılavuzluğunda zamanda
yolculuğa davet eden bir performans."
Ne çarpıcı bir paragraf!
22 Kasım 2017 Çarşamba
Bir Fiyasko: Bak Bizim Şarkımızı Çalıyorlar(İBBŞT)
"They're Playing Our Song" işinin ustası Neil
Simon'un 1979 tarihli müzikli oyunu. Ancak çok iyi bir müzik düzenlemesi ile
katlanılabilir bu oyunu İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları "kaçak
gecekondu" gibi bir yapımla repertuvarına almış, seyirci kandırıyor. Bak
Bizim Şarkımızı Çalıyorlar adıyla pazarlanan çakma müzikli oyun soğuk havada üç
saatini sıcak bir yerde geçirmek isteyenler için tavsiye edilir bir gösteri.
Bence avm'ye gidin daha iyi.
18 Kasım 2017 Cumartesi
Emre Koyuncuoğlu'ndan PUNTA ATMAK
Türkiye'de klasik tiyatronun
dışında bir gösteri yapılıyorsa benim
aklıma ilk Emre Koyuncuoğlu gelir. Emre Koyuncuoğlu klasik tiyatroyu da iyi
bildiğini gösteren oyunlar da sahnelemiştir. Özgeçmişi bizde çok alışılmadık
kadar uluslararasıdır, 'dolu'dur ve de o, enerji ile yoluna devam
etmektedir. Yabancı bir ülkede, yabancı bir toplulukla, yabancı oyuncularla
oyun sahneleyen pek az sayıdaki yönetmenden biridir Emre Koyuncuoğlu. İBB Şehir
Tiyatroları kadrosunda olan Emre Koyuncuoğlu kurum bünyesindeki Çağdaş Gösteri Sanatları Merkezi'ni yönetti. Ayşenil
Şamlıoğlu ayrıldıktan sonra merkezin yok
sayılması, ödenekli tiyatrolarımızın nasıl yönetildiği konusunda da bir fikir
verir elbette. İBB Şehir Tiyatrolarının kafa yapısı ve muhayyilesi Emre
Koyuncuoğlu'nun yaptıklarını idraktan uzaktır. Bunun vahim ve acı tarafı da
İBBŞT yönetiminin tiyatronun dünyada yaşadığı evrimi görmüyor oluşunun ortaya
çıkmasıdır. Tabii ki görev ve
sorumlulukların bilincinde olmadığının da.
Punta Atmak, Emre
Koyuncuoğlu'nun son çalışması, bir
hareket tiyatrosu örneği. Topluluk kullandıkları masklardan dolayı mask
tiyatrosu demeyi seçmiş. Oyun Brecht'in
Kafkas Tebeşir Dairesi isimli oyununun farklı bir okuması. Bertolt Brecht’in Kafkas Tebeşir Dairesi oyununun
Mehmet Ulusoy tarafından Paris’te kurulan Özgürlük Tiyatrosu’nda sergilenen metninden ve de Kuzgun Acar’ın bu oyun için tasarladığı 140 adet masktan
esinlenilerek hazırlanmış. Yasemin Nur'un maskları tasarım ve kullanılan
malzemeler açılarından çok ilginç. Kuzgun Acar'ı çok iyi hatırlatıyor. Emre Koyuncuoğlu metnin sonunu farklı bağlamış. Kadınların baş rolde
oldukları yeni bir dünya hayâli elbetteki kadınların uzlaşması ile mutlu bir
sona ulaşacak. Kadro, yurt dışında değişik ülkelerde hareket, fiziksel, mim
tiyatrosu dallarında eğitim almış oyunculardan oluşmuş.
Gösterinin anlatımı dağınık geldi bana. Fazla parça
parça. Bütünlük ve birbirini besleyen sıralama arıyor insan. Sanıyorum ki seyirci Kafkas Tebeşir Dairesi ile ilgiyi
oyunun sonlarına doğru kuracak. O zaman seyrettiklerini anlamlandırabilecek. Bu
ise başlangıçta seyrettiklerinden yola çıkarak kendi kendine kurduğu dünyanın
yıkılması demek. Bence özellikle düzeltilmesi
gereken bir kusur bu. Işık, yerleşim, sahneye giriş çıkış düzeni vb ile ilgili
eksikliklerde mekânsal kısıtlamaların(Taşra Kabare Sahnesi) payı çok. Ama bir şey var ki o ekibe bağlı,
o da her oyuncunun kendine bakması. Sahne, maalesef disiplinli bir çalışma
eksikliğini gösteriyor. İsmi üstünde bu hareket tiyatrosu, iyi bir beden ve önceden
iyi çalışılmış hareketlerin sahnesi burası. Eksiklik, hareketlerin tesadüfi
olduğu gibi bir izlenim bırakıyor. Galiba oyuna ilk verdikleri isim (Kuzgun Acar'dan
İlhamla Mask Tiyatrosu) onları "maskelerin arkasındayız ya"
düşüncesine ve maskelerin cazibesine kaptırmış.
Bir gece önce Terzopoulos imzalı bir gösteri
seyrettikten sonra hareket tiyatrosunda kalıcı başarının, sağlam bir üs olmadan gelmeyeceğini
düşündüm. Punta Atmak bu konudaki düşüncelerimi sabitledi. Zira hareket tiyatrosu niteliği gereği yalın
ve basit olandan beslenen, birlikte ve sürekli çalışmaya/yaratıcılığa çok
ihtiyaç duyulan bir sanat dalı. Sadece doğuştan gelen yetenekle yapılacak ve
sürdürülecek , göçebe gibi oradan oraya taşınırken yarın ne olacak diye kuşku
ile bekleyerek yapılacak bir iş değil. Aslında Türkiye'de yapılacak bir iş
değil ama şanslıyız ki bu işe gönlünü adamışlar var da büsbütün kurumaktan
kurtuluyoruz. Oyunun adını ilginç
bulmuştum ama oyunla bağıntısını kuramamıştım. Şimdi düşünüyorum da aslında bu gençler bu
işlerle punta atarak sanatı hayatımıza tutturmaya çalışıyor.
Melih Anık
Oyunun Künyesi:
· Yönetmen:
Emre Koyuncuoğlu
· Mask,
Kostüm ve Yerleştirme: Sibel Horada, Yasemin Nur
· Müzik:
Çiğdem Borucu
· Işık: Arek
Nişanyan
· Oyuncular:
Cemre Buğra Ün, Doğa Nalbantoğlu, Elif Sözer, Ladin Avşar, Sencan Oytun Tokuç,
Sedef Gökçe, Su Güneş Mıhladız, Tules Tuğba Birincioğlu
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)