17 Eylül 2011 Cumartesi

Paektu Dağının İnsanları : KORE’ler ve “… İZM”ler


Güney Kore’ye herkes gidiyor da 24 milyon nüfuslu Kuzey’ine giden az. Yerel rehberin söylediğine göre yılda 4000 yabancı turist geliyormuş Kuzey Kore’ye. “Dost” ülkelerden(Çin,Rusya vb) gelenler de 25000 kişi.. Bir zamanlar yılda iki milyon sayıya ulaşan Güney Kore’lileri “yabancı”dan saymıyor Kuzey Kore. Geçmişte yaşanan bir olay nedeniyle şimdi onlar da gelmiyormuş.
Güney Kore’de Kuzey Kore’nin 70 km yakınına gidip de sınırı oluşturan “askerden arındırılmış bölge”yi geçemediğiniz için bir saatlik yolu bir günde alarak Pekin üzerinden Kuzey Kore’nin başkenti Pyongyang’a gidiyorsunuz. Yani iki Kore, o kadar yakın ama o kadar uzak.
Güney’in tüm renklerine rağmen esas “renkli” olan taraf Kuzey. Ayrıca satın aldığım ve  okudukça bana Brecht’i hatırlatan halk hikâyelerindeki akıl ve duygunun buluşması da beni oraya yönlendiriyor, kalbimi orada bırakıyorum.

10 Eylül 2011 Cumartesi

Kültür Politikaları ve Bir Kültür Çınarı : Faruk Pekin


Faruk Pekin, hazırlayıp sunduğu tv programına davet ettiği iki kişi ile ülkemizdeki “kültür politikası”nı konuşuyor. Misafirlerden biri örnek verirken, esas sorunun AKM’nin yıkılması falan olmadığını  ama AKM gibi 5-6 tane daha AKM olsa içinde yaşadığımız kültür ortamının onları tam kapasite ile kullanabilecek kültür üretimi yapılabileceğinden kuşku duyduğunu dile getiriyor. Yanında getirdiği üç beş  evrakı gösteriyor “İşte bizde kültür politikaları üzerine yapılanın hepsi bu!” diyor. Oysa yıllardır Türkiye(İstanbul desem daha doğru) kültür hayatını yöneten bir kurumun başında. O kurum ne yapıyor acaba?  İstanbul’da yıllardır düzenlediği  gösterilerle nasıl bir kültür politikası ve yeni kültür değerleri yarattı? Yoksa var olanı mı “kullandı”("sömürdü" ağır mı olur?) ve "günü kurtardı"?

4 Eylül 2011 Pazar

Yazar ile Hayâli bir Sohbet


Yazar- Ben Yazar… Sizin adınız nedir?
Eleştiren – E…
Y- Soyadınız? Sizi bir yerden tanıyor gibiyim de.
E- A……
Y- Evet… Siz eleştiri yazıyorsunuz.
E-  “Düşüncelerimi” yazıyorum.
Y- Benim oyunumu da yazdınız.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

OYUN SEÇME SANATI


(Benzerlikler tesadüfidir. )
OYUNCU 1 -       Sezon açılacak biz hala oyun seçemedik
OYUNCU 2 -       Sezonun ilk günü perde açılacak diye bir şey mi var?
OYUNCU 1 -       Sezonun ilk günü ne zaman?
OYUNCU 2 -       1 Ekim.
OYUNCU 3 -       Biz devlet tiyatrosu muyuz ? Biz özel tiyatroyuz. Keyfimiz ne zaman isterse o gün açarız.
OYUNCU 1 -       Öyle ya.. Bizim sezonun başı  bizim sezonu açtığımız gündür.
OYUNCU 2 -       Peki bizim oyunun ilk günü ne gün olacak?
OYUNCU 1 -       Oyunu seyircili oynadığımız  ilk gün.
OYUNCU 3 -       Oyun yok ortalarda siz ilk günden bahsediyorsunuz.
OYUNCU 2 -       Yardım için başvuruyu da kaçırdık.
OYUNCU 1 -       Boş ver iyi oldu.  25 kez oynamak var.  Bir de hesap kapatması sıkıntılı. Parayı alırken iyi            de hesap kapatırken kötü oluyor. Hem biz özgür bir tiyatroyuz.
OYUNCU 2-        Yardım da yardım olsa..Gazete ilânına bile yetmiyor.
OYUNCU 3 -       Ödüller de var. En az 15 kez oynanacak aday olmak için. 75 kişilik salonda..
OYUNCU 2 -       Ödüle ne gerek var?
OYUNCU 3 -       Olur mu.. İlanlarda işe yarar. “Ödüllü oyun”  İyi duruyor.
OYUNCU 2 -       Seyirci de ödüllü oyun istiyor.
OYUNCU 1 -       Kolay canım. Yaparız bir şeyler. Daha ortada oyun yok biz  ödül hesabı yapıyoruz. 
(sessizlik)

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Devlet Klâsik Türk Müziği Korosunun Düşündürttükleri

 Fırsat buldukça  T.C.Kültür ve Turizm Bakanlığı Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü İstanbul Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nun konserlerini  takip etmeye çalışıyorum.  24 Ekim 2010 tarihinde saat 11:30’da CRR’da “Cumhuriyet Konseri”ni izledikten sonra bu yazıyı yazmıştım. Son zamanlarda Gündüz Vassaf’ın 3 Temmuz 2011 tarihli Radikal’de yayınlanan “Türk-İslam Sentezi, Bach, Metallica”; Cihan Aktaş’ın 11 Temmuz 2011 tarihli Taraf gazetesindeki “Başörtülü Kadınlar Sanattan Anlamıyor mu…” başlıklı yazılarını okuyunca aklıma geldi. 

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Bir Damla Gözyaşı ve Tebessüm:Yeşim Koçak’tan Mutfak Söyleşileri

Svava Jakobsdóttir ’in 5 kısa öyküsünden yararlanılarak hazırlanan Mutfak Söyleşileri,  İBB Şehir Tiyatroları  27.Genç Günler kapsamında Mayıs 2011’de seyirci ile buluştu.


YAZAR
Svava Jakobsdóttir  ( 1930-2004)İzlanda’nın  çağdaş yazarlarından  ve feminist politikacılarından (o kendine “hümanist” diyormuş) biridir. Eserleri,  gerçeküstü feminizmin önde gelen  örnekleri arasında sayılmaktadır. Svava Jakobsdóttir , 1971-1979 tarihleri arasında  İzlanda parlamentosunda solcu bir partinin temsilcisi olarak kültür politikaları ve uluslar arası ilişkiler konularında görev yapmış. Birleşmiş Milletler’de ülkesinin sözcüsü de olan yazar, altısı oyun onaltı kitap yazmıştır. 

6 Ağustos 2011 Cumartesi

Ne Yazsam Nasıl Yazsam?


(Bir yazarın notlarından)
“Aklımda pek çok konu var. Bilgisayarın başına oturmamak için direniyorum. Her yerde konu var, yazmamak için zorlanır insan…Sanki otursam  “elimden bir kaza çıkacak!” Ama kim zorlayabilir beni!
Yazanlar bilir , yazı düşünür insan  sürekli, yürürken, otururken, yatarken hatta rüyada bile.. Gecenin bir yarısı kalkıp not alınır. Kağıtsız kalemsiz sokağa çıkılmaz. Akla gelen not edilir. Velhasıl her şey nasıl yazı olur diye düşünür  yazar.
 Bir süredir insana taktım kafamı. Anladım ki her şey insana çıkıyor. Olayı değil, insanı yazmalı. Politika geçer gider insan kalır geriye. Ama politikasız da olmaz. İçinde az biraz politika olmalı. ‘Klâsik’ olmak için insanı anlatmalı. İnsan gene insan! En büyük malzeme insan! Klâsikler nasıl kalmış bugüne.