20 Ocak 2020 Pazartesi

Yönetmen Kendine Karşı: Ay Carmela (İBBŞT 2020)


Ay Carmela İBBŞT 2017 Genç Günler kapsamında Naşit Özcan rejisiyle sahnelendi. O gösteriyi seyrettikten sonra ben her fırsatta oyunun ana sezonda da devam etmesi yolunda düşüncelerimi paylaştım. En sonunda Süha Uygur’un ayrılmadan önce hazırladığı repertuvarda yerini aldı. Yönetmen yine Naşit Özcan. Oyunu Yalçın Baykul çevirmiş. Bu kez çevirmenin ismini oyun kitapçığına yazmışlar. ilk oynanışta Naşit Özcan tarafından yapılan sahne ve kostüm tasarımını  şimdi Duygu Can yapmış. Dramaturgide Hatice Yurtduru, müzik tasarımında  Emrah Can Yaylı, hareket düzeninde Özge Midilli, ışık tasarımında Özcan Çelik değişmeyen isimler. İlk oynanışta Emrah Can Yaylı’ya ait efekt tasarımı ile  Metin Taşkıran’a ait efekt uygulama bu kez Umut Yüzbaşıoğlu tarafından yapılmış. İlkinde Erkan Akkoyunlu’nun canlandırdığı Yüzbaşı rolünde bu kez Deran Özgen var. Paulino gene Çağatay Palabıyık tarafından canlandırılıyor. Ama esas değişiklik Carmela rolünde yapılan oyuncu değişikliği. İlk oynanışta Ebru Kaymakçı’nın canlandırdığı rolü bu kez Ada Alize Ertem oynuyor. Bu ‘büyük’ değişiklik. Ben bu değişikliği öğrendiğimde değişikliğin büyüklüğünden söz ederken oyun kadrosundan bazı kişiler bana mesaj yazmış ve geri kalan her şey aynı o kadar abartma demişlerdi. Oysa yeni bir oyuncu her şeyi değiştirir. İkinci versiyonu seyrettikten sonra asıl büyük değişikliğin yönetmende olduğunu gördüm. Yönetmenin yeni versiyonu  genel görünüşte aynı ama ayrıntılarda büyük değişiklikler yapılmış. Yönetmen kendine karşı.. Olayın özeti bu!



Önce ilk versiyon için yazdığım yazımdan bir kaç paragrafı paylaşmak istiyorum:

Sanchis Sinistera(1940) "metatiyatro" denemeleri yapmış bir yazar.  "Metatiyatro, yapılanın bir oyunculuk olduğunun gösterilmesi, oyun içinde oyun kurgusu kullanılması, "dünya bir tiyatrodur" mutosunun vurgulanması ve dördüncü duvarın yıkılması gibi özellikleri içeren bir tiyatro biçimi."  Yazar, Ay Carmela oyununda tiyatronun yanılsama sahnesi olmadığını, sahnede görünen her şeyin bir kurgu olduğunu göstermek istemiş.

Sinistera'nın 1987'de yazdığı oyun 1938 yılında geçer. 1938, 1936'da başlayan İspanya İç Savaşı'nda faşistlerin galibiyetiyle bitmek üzere olduğu yıldır. 1931'de başlayan İspanyol milliyetçiliği filizlenmektedir. 1935-36 yıllarında İspanyol özünün içinde katolik geleneğinin olduğu savıyla yeni bir milliyetçilik ortaya çıkmıştır. 1936'da monarşik sağın lideri Sordo suikasta kurban gitmiştir. Suikastten beş gün sonra içlerinde Franco'nun da olduğu ordunun bir bölümü "Cumhuriyet artık siyasal meşrutiyetini kaybetmiştir. İspanya'nın bütünlüğü tehlikededir. Otorite kalmadı. Cumhuriyet dönemi mevzuatı İspanya'nın özünü oluşturan katolikliği zedelemektedir" savıyla ayaklanmıştır. Amaç "nasyonel katolikliği" iktidara getirmektir. 1938'e gelindiğinde yüzbinler ölmüş, Lorca öldürülmüş, Guernica bombalanmış, Bask milliyetçiliği uyanmış, İspanya'yı çökertecek açlıkla savaşın hemen başına gelinmiştir.
Ay Carmela, 19.yüzyılda Napolyon ordularına karşı söylenen bir gerilla şarkısının İspanya'ya uyarlanmış hâlidir. Gerilla ruhunun uyandığı İspanyol İç Savaşı sırasında Franco'nun ordusuna karşı söylenmiştir. Carmela İspanya'dır.  Halk ordularının Ebro nehrini geçerek düşmana karşı kahramanca savaşından bahseder ve "herşeye rağmen savaşacağız" diye söz verir.
Yönetmen ilk versiyonda Paulino’yu öldürmüştü. Bu kez ise Paulino’yu ölmekten beter ediyor ve faşistlere boyun eğer gösterip sahneyi süpürtüyor. Ama iki son da sancılı. Neden? Zira tekstte  oyun başladığında biz oyunun sonunu görüyoruz. Sahnede anlatılanlar bir ‘geriye dönüş’(flash-back).  Paulino’nun hayâlinde geziniyoruz. Tekstte oyun sonu oyun başına bağlanıyor. Paulino’yu öldürdüğünüzde ya da faşist uşak hâline getirdiğinizde oyunun başından(ve de tekstin kurgusundan) kopuyorsunuz. Paulino suratında palyaço boyaması ile kalakalıyor. Oysa Paulino’nun ne yapacağı, yapması gerektiği seyircinin tamamlanması gereken açık bir soru.  İki saat seyirciyi oyalamak mıdır işi tiyatronun? Hem sonra yazarın ‘metatiyatrosu’na ne oldu? Dramaturg bu kopuşu hatırlatmıştır bence. Ama son söz yönetmenin. (Biz neden  dramaturgun özgür  yazısını bilmeyiz?)  Epik anlatım ve dördüncü duvarın yıkılması için uğraşmış bir yazara ayıp değil mi? Oysa yönetmen sahne arkasına koskoca bir duvar daha koymuş. Carmela’nın göğsündeki kurşun yarasına benzer bir delik var duvarın ortasında. Ölü Carmela oradan girip çıkıyor. Metafizik âleme yapılan bir gönderme. Bu yazara ihanet gibi bir şey. Ölülerinizi düşündüğünüzde böyle bir delikten mi geliyorlar? Yönetmen kendisiyle yapılan röportajda oyunu çok güzel anlattı. Seyirci ne kadar anladı emin değilim. Tiyatro uyandırır. Uyandırmalı. Aynı, olaylara sadece kendi açısından bakan ve sadece 'yaşayan' Carmela’nın  uyanması gibi. Carmela’nın uyanışını doğru anlatırsanız seyircide de ışıklar yanar. Oysa yönetmen  kopuk  kopuk sahnelerle akıcı olmayan geçişlerle oyunu dumanaltı etmiş. Yönetmenle yapılan röportajı izledim. Sanatın görevleri konusunda düşünceleri güzel de uygulama yok. Yönetmen ölü Carmela’yı halogram yapmak istediğini söylüyor. Şimdilik ışığı kullan diyorum. İlk versiyonda kullanmıştın da. Neden vazgeçtin?  Yaka mikrofonu ölüler âlemine aitti ölü Carmela kullanıyordu sonradan şarkılar duyulsun diye her iki oyuncuya da taktın. Oldu mu!  Epikten uzaklaşmış anlayış ve savruluşlar oyuncuların oyunculuklarına da yansıyor. İlk versiyonda oyuncular epik yerine dramatik oynuyordu. Şimdi melodramatik oynuyorlar.  Rolüne uzaktan bakacağına rolün kuyusuna düşüyor her iki oyuncu da. Hep beraber ağlıyoruz Carmela ve Paulino’ya. Önümde oturan bir kadın oyun sonunda eşimle konuşmamızın içine dalıp ‘ben oyunu beğenmedim ama oyuncuları çok beğendim’ dedi. Bir zamanlar sahneye çıkmış mahalle tiyatrosunda. Aslında anlamadığı şeye beğenmedim ağladığı şeye de beğendim diyordu. Esası kaçırmış. Bence esası kaçırtan yönetmen. Evet oyuncular iyiydi. Ben Çağatay Palabıyık’ın ilk versiyonda nasıl oynadığını hatırlıyorum. Bu yorumu yapması onun oyunculuğunun düzeyine ait güzel bir işarettir. Oyuncu kendinden isteneni veriyor. Daha ne yapsın! Ada Alize Ertem çatısı çatılmış bir oyuna sonradan girmiş bir oyuncu. Bu arada yönetmen gelgitler içinde oyunu süslemekle meşgul. Oyuncu bu şartlarda  yıllardır kafasının içinde olan role(röportajda söylemiş) öyle sarılmış ki hiçbir şey onu yolundan alıkoymuyor.  Oyuncunun rolünü canlandırmasından(role yapışmasından da denebilir) anlıyorsunuz. Ada Alize Ertem benim Komik-i Şehir Naşit Bey oyununda  ‘aklınıza yazın’ dediğim bir oyuncu. Umut veriyor.
Fondan gelen müzik zaman zaman oyuncuların seslerini örtüyor. Dekorda  delikli duvar gereksiz. Kostüm, ışık, hareket 'görev yapıyor'. Anlatıma özel bir şey katmıyor.    
Her şeye rağmen Ay Carmela öncelikle teksti için seyredilmesi gerekli bir oyun. Bu özelliği ile  İBBŞT repertuvarında ışıldayan bir oyun. Onca abur cubur oyun içinde  iyi tekstleri kaçırmayın. Tekst tarihten bir pencere açıyor. Katolik gelenekten  yeni bir milliyetçiliğin çıkışı ve bunun sanata yansıması ve etkisi tanıdık gelebilir. İyi oyuncular izliyorsunuz. Önemli bir tiyatro yazarını tanıyorsunuz. Seyretmeden once yazımı okursanız iyi olur. Kitabını bulup okursanız şahane olur.  

Melih Anık

Künye :  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder