4 Mayıs 2013 Cumartesi

İki “Renkli” Yazı : Mefisto - Melih Anık(30 Aralık 2009) ve Üstün Akmen(1 Nisan 2010)

Üstün Akmen Mefisto yazımdan sonra Mefisto'yu yazarken benim cümlelerimi tersine çevirerek ama benim adımı anmadan yazısını yazmış. Aklınca bana haddimi bildirmek istiyor.


Melih Anık(30 Aralık 2009) / Üstün Akmen(1 Nisan 2010)

…………
Bu yıla(2010) damgasını vuracak bir oyundan bahsedeceğim.Bu sezon her dalda ödüle aday gösterilecek ve muhtemelen pek çoğunu alacak bir oyun hakkında düşüncelerimi paylaşacağım .
/
İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Şehir Tiyatroları, 2009–2010 sezonunda işte bu oyunu Ragıp Yavuz’un yönetmenliğinde sahne ışıklarına kavuşturdu ve Ragıp Yavuz’un “Mefisto”su sezona damgasını tüm gücüyle vuran oyunlardan oldu.
……….
Oyunun en son repliği “Sıradan bir oyuncuyum ben”Böyle bakılınca oyunun bir oyuncunun savunması/hayatı/eleştirisi gibi anlaşılması olanaklı.
Ama Yönetmen’in (Ragıp Yavuz) söylediği “Sosyal ve siyasal ilişkilerin sonuçları değil nedenleri daha çok ilgimi çekti” sözü nerdeyse oyuna damga vuran bu finalle, doğrulanmıyor. Kaldı ki bugünün “sonuç”ları, bilinen nedenlerin formülleştirilebilecek sonuçları da değil.
/
Oyun 1923 yılı ile açılıyor, 1934’deki olaylarla kapanıyor. Aradan geçen on bir yılda olanları, yeryüzündeki her toplumun ders alması gereken olaylar olarak seyircinin önüne seriyor Ragıp Yavuz. “Nasyonal Sosyalistler iktidara zorla gelmemiştir, onları halkın oyları iktidar eylemiştir. Gel gelelim, bir kez siyasal erki elde edince Nasyonal Sosyalistler herkesi susturmayı denemiş ve bu konuda dillere destan bir başarı elde etmiştir. Toplum derin uykusundan uyandığındaysa olan olmuş, iş bitmiştir,” diyor.
………..


Amin Maalouf, “Çivisi Çıkmış Dünya”da “Bütün tarih kuramları kendi zamanının ürünüdür.Şimdiyi anlamak için son derece öğreticidir.Geçmişe uyarlandığında tahmini ve yanlı bir hal alır.Geleceğe yöneltildiğindeyse tehlikeli hatta kimi zaman yıkıcı sonuçlar doğurur” diyor.
Mefisto’da ,tarih kuramı , geçmişe uyarlanmakta ve geleceğe yöneltilerek çözüm üretmeye çalışılıyor. Tarihin tekerrür edeceği izlenimi yaratıyor. Uyarısını bu “tekrar”a endekslemiş.
Hitler’i iktidar yapan düzen ele alınarak geçmişte yaşananlara benzetme yapılmakta ve bundan yola çıkarak gelecek üretilmekte.
Oysa tarih tekerrür ederse ilkinde trajedi olan tekrarında komedi olur.
Mefisto , bu yüzden yaralı (!)
Bugünün dünyasını anlatabilecek bir “formül” yok.Maalouf ‘un dediği gibi “Tarih genellemelere uymaz pek” , ”Tarihi açacak bir maymuncuk yok”.
Tiyatro , bunun bilincinde olarak zor olanı seçmek zorunda, çözümü bulmuş gibi davranmak yerine. Tiyatro Höfgen’i de anlamak zorundadır mahkum etmek yerine.
/

Geçmişe uyarlanan tarih kuramını geleceğe yönelterek çözüm üretmeye çalışırken:Tarih tekerrürden ibarettir, dolayısıyla tarih yenilenebilir" deyip tuzağa düşmüyor, aksine: “Tarih değil, tekerrür eden hatalardır” görüşünü benimsiyor. Çözümü bulmuş gibi yapmak yerine, var olan çözümü gözler önüne seriyor.
…dönemin aydınlarını, siyasetteki başarısızlıkları nedeniyle mıncıklamış, yorumunda posalarını çıkarmıştı. Yavuz’un bu posadan, Türkiye’deki ve dünyadaki yuvarlanabilir belkemiksiz aydınlara da pay verdiği kuşkusuz bir gerçek. Tiyatroya olan aşkı uğruna, bir zamanlar alay ettiği ideolojiye, nazizmin etkisiyle diz çöken Hendrik Höfgen’in (hazin) öyküsü, bu yönüyle daha anlamlı ve sosyal biyografi açısından çok dokunaklı.

……………..


Birinci saatin sonunda birinci perde , Çehov’un Vişne Bahçesi’nden okunan pasajlar ile bitiyor. O ana kadar “Komünist” Höfgen’in kişisel gelişmesini görüyoruz.İkinci perdede giderek düzen ağırlığını hissettiriyor ve Höfgen’in birden “nasyonel sosyalistleşmesi”ni başkasının ağzından bir cümlede duyuyoruz. Hatta Höfgen ,final dışında son üçte birlik bölümde sahnede “yok”.
O zaman birinci perde finalini yapan ve Höfgen’in bir anlamda aileye kabulünü ve de Mann ailesinin ortamını gösteren Vişne Bahçesi’nin, oyunun genelindeki yerini sorguluyoruz.
/
İki saat kırk beş dakika süren oyunun birinci perdesi, Çehov’un “Vişne Bahçesi”nden okunan pasajlar ile biterken, “Komünist” Höfgen’in kişisel gelişmesi bu perdede rahatça kavranıyor. Ragıp Yavuz, Yahudi eşinden boşanmayı kabul etmediği için çalışma yasağı konulan insanları, düşman ilan edilen ve vatandaşlıktan çıkarılanları, işkenceyle öldürülenleri hafif öne çıkartarak öyküyü tam çizgisinde ilerletirken, bu arada, “giriş-gelişme-sonuç” kuralını da hiç aksatmadan yerine getiriyor.
…………….


Önemli oyunların güvenilir Sahne Tasarımcı’sı Barış Dinçel’in eserine ayrıca bakmak gerekiyor.Zira sahne tasarımı kendi başına var olmuş sahnede. Oyunun “görkem”ini veren de o,sahne gerisine doğru yönlendiren de. Kendi başına çok özenli , mantığı olan bir tasarım ortaya koymuş Dinçel . Göz alıcı.. Ama ağır ve tek başına ! Duvar metaforu ise tartışmalı. Bu “yıkılan” duvar mı ? Bir toplumun halkları arasındaki “duvar” mı ? Bir “labirent” mi ? Bir tabut mu? Bir mezar mı ? Bir idam mangasının karşısındaki “duvar” mı? Devamlı açıp kapanması ile tarihin “körüğü” mü?
Yönetmen de bu “güzelliğe” kıyamamış olmalı ki uzun sahne değişimlerinde düzenin baskısını hissettiren siyah paltolu subayları çıkarmış sahneye.
Bu çerçevede zaten ağır diyalogların geçtiği sahneleri hafifletmek yerine ağırlaştıran bir kurguya neden oluyor dekor.
/
Barış Dinçel açılıp kapanan hareketli duvarlarıyla tiyatroda oyun oynama fenomeni espaslarında patlamalar yaratıyor. Barış Dinçel’in duvarları, tümevarımlı ve uzay geometrisi esaslarına yakın birer vektör niteliğinde.
……………


Roman söyleminde karakterlerin yaşam hikayelerini sonuna kadar görmek gerekli olabilir. Ama sahne dilinde bir tercih yapmak ve sınırları çizerek bütünün hatırı için bazı ayıklamalara katlanmak ve yalın bir anlatımı seçerek pek çok karakterin yaşamlarını anlatmak yerine yan karakterleri ana karakterin ve de oyunun ana çizgisinin ihtiyacı kadar işlemek gerekir.
Oyunun genelinde Höfgen’in feryatları ile sonlanan oyunda sahneye sokulan her karakteri atlamadan anlatma gayreti var.Bu nedenle oyunun ana çizgisi slalom yapıyor.
/
Ragıp Yavuz bütün bunları oyuna dantelâ gibi incelikli ve titizlikle işlerken karakterleri kalabalık dahi olsalar yaşam öyküleriyle yalın bir anlatımı yeğleyerek küçük fırça darbeleriyle resmediyor. Bu arada, yan karakterleri de oyunun gereksindirdiği kadarıyla da olsa ihmal etmiyor. Araya kabare tabloları yapıştırarak oyunu renklendiriyor, devinim sağlıyor. Kabare kişileriyle Höfgen’in ve de düzenin çizgisini yansıtıyor.
……………….


Çağlar Yiğitoğulları ve Selim Can Yalçın. Bu iki isme dikkat etmek yetmez bu iki isme destek vermek lazım. Çağlar Yiğitoğulları’nı bir performanstan, Selim Can Yalçın’ı Öfke’den hatırlıyorum. Bu iki tiyatrocunun enerjisini ve de yeteneklerini göz ardı etmemeliyiz , yüreklerindeki ateşi söndürmemeliyiz diye düşünüyorum.(Onlara sözüm ise şudur : Ufkunuzu geniş tutun!)
Bir başka ışıltı ise Buket Yanmaz Kubilay’dan geliyor. Zor sayılabilecek sahnelerde rahatlığı ve sempatisi ile parlıyor. Mert Tanık da ışık verenlerden. Gerek fiziği gerekse oyunculuğu dikkat çekici.
/
Çağlar Yiğitoğulları, Ragıp Yavuz’un jestlere dayayarak kurduğu tablolarda, fiziksel eylemlerinin kurgusu için durmaksızın yeniden ele aldığı, haddeden geçirdiği, kestiği ve yeniden yapıştırdığı anları cömertçe sergiliyor. Yiğitoğulları ilerisi için sürekli umut sargılıyor.Juliette’de Buket Yanmaz Kubilay, hareket ve metni ya da hareket ve sesi birbirinden ayırmaksızın jestüelini bir yer değiştirme, bir konuşma biçimi olarak başarıyla uyguluyor.
Mert Tanık, özellikle Brückner’de iyi.
Lorenz’de üç yıl önce Yıldıray Şahinler’in sahneye koyduğu “Barut Fıçısı”nda özellikle Gjöre karakterinde alkışladığım Selim Can Yalçın bundan böyle daha dikkatle izlenmeli.
………….


Mefisto sezonun “hit”lerinden biri.
Seyretmezseniz “kaçırmış” seyrederseniz “sıkılmış” olabilirsiniz./
Ragıp Yavuz’un “Mefisto”sunu mutlaka izlemek gerekiyor.
Melih Anık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder