17 Temmuz 2012 Salı

Enver Aysever ile İskender Pala Söyleşti


CNNTürk’de Enver Aysever ile İskender Pala söyleşti. (16 Temmuz 2012)

İskender Pala ne dedi?

"'Muhafazakârların doğru dürüst bir sanat anlayışı ve gelişmiş bir estetik seviyeleri yoktur' yavesi, bir şeyleri yok saymak adına uydurulmuş ucuz ve haksız bir kasıt eseridir."

İBBŞT muhafazakârlara kapalı. Aslında bu dışlanmışlık toplumun her alanında var.

 İBBŞT’da muhafazakârları utandıracak oyunlar oynanıyor. Muhafazakâr seyirci o oyunlarda utancından sahneye bakamıyor, tavana bakıyor. Repertuvar bu oyunlardan oluşuyor. Çünkü tiyatroyu solcular işgal etti. Solcular “manevi değerlere önem vermiyor,  “Milli” değil, aralarına muhafazakâr sanatçıları almıyor.

Vergilerle ayakta duran bir kurum her istediği oyunu oynayamaz.

İBBŞT özelleştirilsin. Şu anda kurumda çalışan sanatçılar bir araya gelsin bir dernek kursun, İstanbul Büyükşehir Belediyesi  ilk beş yılda azalan katkılarla tiyatroyu ona devretsin. Beş yıldan sonra da 29, 39, 59 yıllığına binalar başka bir amaçla kullanılmamak üzere bedelsiz tahsis edilsin.  Böylelikle isteyen istediği oyunu oynasın. Çünkü İskender Pala özgürlükten yana.  Ona göre tiyatro özelleşirse tiyatro işletmesini sürdürebilmek  amacıyla ülkenin çoğunluğu  Müslüman ve muhafazakâr olduğu için tiyatrolar, seyircilere cazip gelecek oyunlar seçmek zorunda kalacaklardır.  Bugünkü yüzde kırk olan doluluk artacak.

İskender Pala  özelleştirilmeyi savunurken soruyor:  Dünyada hangi  Türk yazarlarının oyunları oynandı? İBBŞT yurt dışında ses mi getirdi? Son yıllarda çıkan beş yerli oyun yazarı yok. Öyle bir ifade kullanıyor ki sanki özelleştirme olursa Türk Tiyatrosu patlama yaşayacak!

Ne güzel bir tablo değil mi? Özgür tiyatronun önü açılıyor, seyirci sayısı artıyor, tiyatromuz  dünyada aranan marka haline geliyor. Halkın vergileri  boşa gitmemiş oluyor. Tiyatrolar hasılâtları ile ayakta kalıyor. Kim istemez? Hayâli bile güzel.

Ama şu “yave” bana çok batıyor.  "Muhafazakârların doğru dürüst bir sanat anlayışı ve gelişmiş bir estetik seviyeleri yoktur"  diyen kim?  İskender Pala’nın eserlerinin gördüğü rağbet  bunun yanlış olduğunun bir kanıtı değil mi? Ama söze bu saptamayla başlamak “mağdur” söylemini gündeme getiriyor. Ardından söylenenlerin hepsi de nesnel bir tartışmayı imkânsız kılıyor. Zira “mağduriyeti” gidereceğim diye “yaşanan çağın hakkını verememe” tehlikesi çok büyüktür. Kendisi benden daha iyi bilir “Hemme âlem, âza-yı  yekdigerend”!  Toplumun kanaat önderleri kardeşliği teşvik etmelidir. “Geçmişe aşırı bağlılık gösterme ve âdeta geçmişe kapanma, yaşanan çağı ister istemez ihmal ettirir” Hocayı tenzih ederim ama dikkat edilmezse “yeni akımlar çok dar bilgi dağarcığı ve slogan fakirliği içinde” onun söylediklerini bambaşka noktalara çeker. “Gerçekte, bu iddiacılar da solculara karşı bir aşağılık duygusu içindedir”(Tırnak içleri Sezai Karakoç’a aittir)

 Benim aklıma ilk önce şu soru geliyor. Madem ki tiyatroların özelleştirilmesi doğru çözümdür, bugüne kadar muhafazakâr(?) sanatçılar kendi özel tiyatrolarını kurup neden  muhafazakâr seyircilerin utanmayacağı oyunlar oynamadı? Mevcut özel tiyatroların sorunları çözülememişken yeni özel tiyatroları nasıl bir gelecek bekliyor? Kaldı ki muhafazakârlıklarını son tartışmalarla birlikte anladığım tiyatrocular da muhafazakâr sanat (tiyatro) olmaz diyor, özelleştirmeye de karşı. Onlar da biliyor ki bugünün koşullarında özel tiyatroyu yaşatmak zor, hem de pek zor.  O zaman İskender Pala kimin için yazdı “manifesto”yu?

“Manifesto”lar bir aşama gösterir, toplumun geldiği durumun  dile getirilmesidir, yani bir anlamda çocuğa isim koymaktır. İskender Pala’nın manifestosu ise doğmamış çocuğa zıbın biçmeye benziyor, muhafazakârın yaşam kuralı gibi bir şey. Esas itibariyle icracıyı hedef alıyor ama sonuçları itibariyle seyirciye de yön veriyor. Sanat, önceden yapılan tanıma uyarak mı yönünü bulur ve gelişir? Sanatçı önce yapacağını tanımlar sonra yaptığını hedeflediği ile mi karşılaştırır? Sanat fabrika üretimi midir? Yoksa sanatçı  içinde yaşadığı ortamdan etkilenerek yaratır ona  bakanlar isim mi bulur? Aksi olursa biz buna “dayatma“ desek yanlış mı yapmış oluruz?  Rönesansın manifestosunu kim yazmış merak ettim şimdi. 

İskender Pala Avrupa’dan örnek veriyor, orta çağda devlet sanatı desteklemezdi diye. Varlıklı kişiler sanata destek oldular diyor. Haklı.. Ama o varlıklı kişilerin, kurdukları “şehir devletlerin”  sahibi olduklarını bildiğimizde resim değişmiyor mu?  Osmanlıda da İstanbul’un bazı bölgeleri kişi isimleri ile anılırmış. O kişiler kendi bölgelerinde sanata, sanatçıya destek vermişler. Kendisi şair, besteci, ressam olan Padişahları düşünürsek nasıl bir resim ortaya çıkar acaba?  

İskender Pala “dernek” statüsü ile özel tiyatro yapılamayacağını bilmiyor olabilir mi? Yapılırsa bunun okul kulüplerine benzeyeceğini düşünmüyor mu?  Dünyada başlı başına bir endüstri olan tiyatro işletmeciliğini bu kadar sığ bir çerçeve ile dünya arenasına çıkarabilmek kolay mı? Zira İskender Pala’nın özelleştirme sonrası  çizdiği dünyada Türk Tiyatrosu, yazarı, oyunları ile ses getirecek.

Peki bu tiyatrolar özelleşirse bilet fiyatı ne olacak? Seyircinin gücü neye nereye kadar yetecek? İskender Pala  da küçük de olsa bir değişim sezdim. Şimdi bir tiyatro kalsın demeye başlamış. (“Kalacak” o tiyatro nasıl “kadrolaşacak” söylemiyor. ) "O tiyatroya devlet sahip çıksın ve milli ve manevi değerlere önem veren tiyatroyu yapsın" diyor. Devlet güdümünde sanat yapılsın diyor yani.  Zira o da farkında ki bugünün Türkiye’sinin koşullarında ödenekli  tiyatrolar özelleştirilirse seyircinin tiyatroya ulaşması zorlaşacak ve onun “manifesto”sunu kimse dinlemeyecek.  Oysa ödenekli tiyatrolar halkın, tiyatro seyretme alışkanlığını arttırmak için de zorunlu.

İskender Pala’ya göre , muhafazakâr seyirci  oyuna bilet alırken  neyi seyredeceğini bilmiyor. Oyun oynanırken şaşırıyor, utanıyor  ve tavana bakıyor. Bu muhafazakâr seyirciyi  küçümsemek anlamına gelmiyor mu? Benim seyrettiğim her oyun doluydu geçen sezon.  O koltukları kim dolduruyor? Onlar “makbûl” seyirci değil mi? Koltukları dolduranları kategorize etmek doğru mu? Öte yandan gitgide artan türbanlı seyirci var. Türbansız muhafazakârlarla, muhafazakâr erkekleri  tanıyamıyoruz  tabii. (Aslına bakarsanız Türk toplumu muhafazakâr zaten! Ben bile içimdeki muhafazakârı yakalıyorum bazen!)

İskender Pala ile söyleşirken Enver Aysever’in de tiyatroda olup bitenlerden habersiz olduğu ortaya çıktı.  Zira yüzde kırk doluluk hesabı doğru değil, muhafazakârların tavana baktığı doğru değil, repertuvarın “o” oyunlardan oluştuğu doğru değil. Tehlikeli İlişkiler’i muhtemelen ikisi de seyretmemiş ki salonun havasını görmemiş.  Her ikisi de örneğin son yıllarda yetişen en iyi tiyatro yazarı Yiğit Sertdemir’in Sûrname’sinin İBBŞT’da nasıl bir yüz akı olduğunu bilmiyor, oyunun Almanya’da nasıl beğenildiğinden habersiz. Tarık Günersel’in Zırhlı Kurt isimli oyunu, Türk Tiyatro edebiyatına nasıl bir armağandır farkında değiller. Saymakla ve övmekle bitmeyecek  yazar, yönetmen, oyuncu, oyunculuk ve teknik sahne başarılarını kim anlatacak bu ikiliye? İBBŞT’nın çocuk oyunlarında çocuğunun elinden  tutup tiyatroya getiren türbanlı anneleri görmemişler.  Peki özelleştirme olursa çocuk tiyatrosu ne olacak sorusuna kim cevap vermek ister?

Bu ikili arasındaki söyleşide oyunları görmemiş olmak bir sıkıntı yaratmıyor. İskender Pala Günlük Müstehcen Sırları seyretmemiş ama iki defa okumuş. Oyunu müstehcen bulmuş. (Ben hem okudum hem seyrettim hem de yazdım. Oyun, sahnede -İskender Pala’ya  göre dahi-  müstehcen değildi.) Tiyatro sahnede tamamlanan bir şeydir. Bunu her ikisi de bilmiyor. Enver Aysever tiyatrocu sayılmıyor mu? Ama o da oyunu seyretmemiş…(herhalde)

Aslında sorunun salt Türkiye’nin sorunu olmadığı, sanatın pahalı bir iş olduğu ve devlet desteklemezse yapılamayacağından bahseden yok. Tiyatronun nitelik ile değerlendirilmesi gerektiği  niceliğin ikinci planda geldiği de konuşulmuyor. Ayrıca muhafazakâr bir tiyatro edebiyatının nasıl oluşturulacağı, olursa kimin seyredeceği, ihaleli oyunların maliyetinden habersiz her ikisi de.(Sahi ne oldu o oyunlara?) Çağdaş tiyatro konsepti, dünya repertuvarı, bugünün dünyasındaki tiyatronun yeri, yeni neslin dünyasına  gelmedik daha . Sanatın elit bir iş olduğu(tabii ki tiyatronun da) bunu yapabilmek, seyredebilmek için belli bir düzeyde olmak gerektiğinden bahseden de yok. Sanatın ve tiyatronun ülkenin eğitim politikalarından ayrılamayacağı, tiyatro ile turizm arasındaki ilişki vb konular bizim için henüz “yüksek” konular! Buradaki “elit”liğin üstencilik anlamında kullanılmadığı, eski tiyatro formlarının ve söylemlerinin  tekrar edilmesinin “milli” olmaya yetmeyeceği çok açık. İskender Pala sadece İBBŞT’dan bahsediyor DT’na girmiyor. Oysa ki ödenekli tiyatrolar aracılığı ile  ülkeler arası ilişkilerin, festivallerin işlevine kim dokunacak?  İngiltere’de War Horse’un arkasında nasıl bir teknoloji olduğu, hangi seyirci  tarafından ve kaça izlendiği de söyleşinin konusu değil. Aslında “milli” olmanın “manevi” değerlerin de değişmekte olduğunun üstünde kim duracak? Sahi Kürt Tiyatrosu’nu nasıl şekillendirip nereye koyacağız? Unutulmuş ya da unutulmaya yüz tutmuş kültürlerin tiyatrosunu kim ayakta tutacak? Ermeni, Yahudi, Rum yani ülkenin kültürel zenginliğinin tiyatrosu hakkında ne düşünüyorsunuz? Daha neler neler… Tutturmuşuz muhafazakâr sanat diye…

İki lafın birinde de "ödediğimiz vergiler" çıkıyor ortaya. Ben ödediğim vergilerle insan ölmesin istiyorum, şehirlerimizin sokakları tertemiz olsun, denizlerimiz kirlenmesin, antik sanat eserleri sular altında kalmasın, ormanlarımız kesilip zevksiz binalar yapılmasın, doğa katledilmesin istiyorum. İBBŞT'na benim ödediğim vergi harcanmışsa helâl ediyorum.

Ama benim zoruma giden ne oldu biliyor musunuz? Söyleşi bitti, birden beynimden vurulmuşa döndüm. İskender Pala diyor ki “Halkın vergileri” ile ayakta duran İBBŞT’daki oyunlar müstehcen repertuvar hep o oyunlardan oluşuyor.  Bunu  öyle tekrar ediyor ki sanki  İBBŞT “fuhuş yuvası”  haline gelmiş. Nerdeyse İBBŞT’nın tüm oyunlarını seyreden ben ve benim gibiler  de “fuhuşa meraklı” durumuna düşüyoruz.  Aslına bakarsanız  söyleşenlerin geçen sezon İBBŞT’nın hangi oyunlarını seyrettikleri programın hemen başında ekrana yazılmış olsa 60 dakikalık ızdıraba da gerek kalmayacaktı, “zap”lar geçerdik. 

Siz Enver Aysever’den ne beklediniz? Ben bir şey  beklemedim. Zaten o da söyledi, İskender Pala’nın kendisini anlatmasını amaçlamış! Amaçlamayabilir miydi? İskender Pala’ya kızmayın! O inandığını yapıyor. Ya Enver Aysever?

Ama söyleşinin en sonunda  İskender Pala muhafazakâr kesimin jiplere, giysilere, gayrimenkule gösterdiği ilgiyi sanata, tiyatroya göstermediğinden bahsetti ya işte o zaman yıkıldım(!)

Alın buradan yakın!

Melih Anık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder