9 Mayıs 2012 Çarşamba

İBB Kültür Müdürlüğü’nün Repertuvarı(?)


İBBŞT Repertuvar kuruluna verdiği özel önem, yapılan son yönetmelik değişikliğinden belli olan İBB’nin Kültür Müdürlüğü kendi repertuvarını oluşturmuş ve “İstanbul'da üç büyük oyun yüz seans…” başlığı ile seçtiği oyunları duyurmuş: Necip Fazıl’ın  Bir Adam Yaratmak, Cevat Fehmi Başkut’un Harput’ta Bir Amerikalı ve Lyubomir Simoviç’in Hasan Ağa’nın Karısı. “Her ilçeye tiyatro götürmeyi amaçlayan proje” için seçilen bu oyunlar Ümraniye Atakent Kültür Merkezi, Sultanbeyli Kültür Merkezi, Güngören Erdem Beyazıt Kültür Merkezi’nde prömiyer yapacak ve  “’oyunların devamı’ aynı sahnelerde Haziran ayı sonuna kadar sahnelenecek, Ekim-Kasım-Aralık döneminde de devam edecek”miş. (“Oyunun devamı” denilmesi de çok hoş! Sanki prömiyer oyunun “başı”!)

Demek ki 17 milyonluk İstanbul’da tiyatrosuz ilçeler varmış. Özel ya da ödenekli giden olmamış ki İBB kolları sıvamış. Anadolu’nun tiyatrosuz şehirleri değil bahsettiğim,İstanbul. İyi yanından bakarsam tiyatronun gerekli olduğu biliniyor ve devlet bu eksikliği gidermeye çalışıyor derim. İyi de tiyatrodan neden çekiliyor?  Tiyatrodan çekilecek anladım da  onca özel tiyatro varken, onlara destek olup göndermek varken kendisi neden ihale yapıp sanatçı topluyor? İki milyon yediyüz bin lirayla kaç özel tiyatro kaç ilçeye giderdi.  

Benim ilgimi çeken diğer husus, bu oyunların nasıl bir “havuz”dan ve neden seçildiği? Kim seçmiş? Oyunların tanıtımı belki bir ip ucu verir.

Bir Adam Yaratmak
İBB oyun tanıtımında “İlk baskısı 1938 yılında çıkan “Bir Adam Yaratmak” Necip Fazıl’ın en önemli ve en meşhur piyeslerinden biri. Aynı sene meşhur tiyatro sanatkârı Muhsin Ertuğrul tarafından sahneye konulmuş ve iki sezon oynanmıştı. 1977 yılında Yücel Çakmaklı tarafından Türk televizyonuna uyarlanan piyeste oyun içinde oyun vardır. “Bir Adam Yaratmak” piyesi sanat ve edebiyat dünyasında “Büyük bir sanat olayı” olarak nitelendirilmiş ve münekkidlerce yaratıcı gücünün üstünlüğü alkışlanmıştır. Bir münekkid  “Bir Adam Yaratmak” piyesi insanın ve aklın güçsüzlüğü fikrini tiyatroya, edebiyat ve sanata yerleştirmiştir” der” denmiş.

Bir Adam Yaratmak, Necip Fazıl’ın en meşhur hatta “bayrak olmuş” oyunlarından biri. Yazılmasına da Muhsin Ertuğrul neden olmuştur. Muhsin Ertuğrul’un Necip Fazıl’a tiyatro oyunu yazması hususunda nasıl destek olduğunu tiyatro tarihi yazar. Eser “1937-38 kışında İstanbul Şehir Tiyatrosu” tarafından ilk defa oynanmış, başrol Husrev’i Muhsin Ertuğrul oynamış  ve Necip Fazıl 1938 yılında basılan kitaba şu notu koymuş: “Eserimi ‘Husrev’ tipinin sahibi dostum Muhsin Ertuğrul’a ithaf ediyorum” Tiyatro tarihinde az sayıda oyun karakteri, yazarı tarafından baş rol oyuncusuna ithaf edilmiştir,  rolün “sahipliği” oyuncuya verilmiştir.  Necip Fazıl’ın bu ithafını “dostu”na bir teşekkür ifadesi olarak alırsak yanlış yapmış olmayız. Nitekim Necip Fazıl’ın Tohum isimli oyunu da “29 İlkteşrin 1935”de ilk defa oynanırken baş rolde gene Muhsin Ertuğrul vardır. Yani “dostluk”un tarihi eskidir ve Necip Fazıl, Muhsin Ertuğrul’a sadece Husrev rolünü başarıyla canlandırdığı için teşekkür etmemiştir. Türk Tiyatrosu’nun tarihinde İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun rolü büyüktür. İBBŞT özelleştirilirse Necip Fazıl’ın Şehir Tiyatroları’ndaki izi de silinecektir. İBB Kültür Müdürlüğü, oyunun tanıtımını yaparken yukarıdaki hususu bilmiyorsa ayıp, biliyor da söz etmiyorsa iki kere ayıp etmiştir.

Daha bir kaç yıl önce İBBŞT'da Husrev rolünü oynamış olan yönetmen Bora Seçkin oyun hakkında şunları söylemiş:
“2002 Yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenirken, bir oyuncu olarak tecrübe ettiğim, bugün hem oyuncu hem de yönetmen olarak yeniden değerlendirme fırsatı bulduğum ‘’Bir Adam Yaratmak’’ oyunu, kurgu itibarıyla ‘’Oyun içinde oyun’’ olma özelliğiyle dinamiğin ve gerilimin, işitsel açıdan şiirsel hâkimiyetin, toplumsal açıdan insanın insana oynadığı oyunların top yekün yitirimlerimize mâl olduğu gerçeğinin, bireysel açıdan psikolojik yalnızlık duygusunun vurgularını, büyük bir zenginlik ve derinlik içinde irdelendiğini görmekteyiz. Sahneleme dikkatinde, bu vurguların altının çizildiği bir dramaturji süzgeci ile işitsel ve görsel açıdan klasik bir tat sunulmaya çalışılmıştır.”

Oyunda Husrev, gazete patronu Şeref’e “ Karınız metresimdir, bunu da yazın” der.  Oyun, gazetecinin toplum hayatını ilgilendiren olayları – kendine dokunsa bile- mesleğin gereği olarak okuyucularına “haber” vermesine ve kişisel hayatın dokunulmazlığına dokunur. Kişiyi intihar düşüncesine götüren toplumsal baskıyı vurgular.  Yani “insanın insana oyunu”ndan(zaten her oyun onun üstünedir), “bireyin psikolojik yalnızlık duygusu”ndan daha da önce medyanın rolüne, meslek ahlâkına ve de gazeteci ile iş adamı arasındaki ilişkiye bugünün algısıyla dikkat çekmek gerekir. Sahneleme sürecinde bunu ortaya çıkarmamışsanız “oyalanıyorsunuz” demektir.

Hasan Ağa’nın Karısı
 Hasan Ağa’nın Karısı’nın konusu bir Boşnak Destanı’ndan alınmıştır. Hasan Ağa, karısına duyduğu öfke nedeniyle askerlerini “memnun eden” fahişeleri karargâhından uzaklaştırır. Hasan Ağa, savaşta iken(“can cekişirken”) karısının yanında olmayışına öfkelidir, bu nedenle de karısını evinden kovar, çocuğunu görmesini de yasaklar. Karısı, çocuğunu son bir kez görmek için yalvarır yakarır ve kundaktaki çocuğunun yanında son nefesini verir. Bu arada da kadının Hasan Ağa ile evlenmeden önce bir “kadı”nın sevgilisi olduğunu öğreniriz. Üç kağıtçı ağabeyi kadını o kadıyla evlendireceğini söyler ama anlaşılır ki kadı yedi yıl önce ölmüştür. Oyunda kadının erkeklere fahişe olarak yaptığı “hizmet”(?) üzerinde durulmaz. Hasan Ağa karısına kızmasa fahişeler “görevlerine”(?) devam edecektir.

İBB “zekice bir kurguya sahip oyun” diye nitelemiş, “insan ve aşka dair acı”lardan söz etmiş. Hangi insan? Hasan Ağa mı yoksa karısının acıları mı? Aşk nerede? Hasan Ağa ile evlenirken karısı başka birisine âşıkmış.  “Oyun sürpriz bir finale sürüklenirken; beraberinde de, aşk için hangi bedellerin verilebileceği ve gerçek ile yalanın nasıl olup da aynı amaç uğruna kullanılabileceği üzerine sorular sordurmakta” imiş. Sürpriz final Hasan Ağa’nın Karısı’nın sessizce sahnede ölmesi “kadı”nın ise yedi yıl önce ölmüş olduğunun ortaya çıkması. “Sanat toplum için yapılacaksa” oyunların “insan ve aşka dair acı”ların ötesinde bir de toplumsal mesajı olmalıdır.

Bana ilginç gelen diğer husus da oyundaki kadınların isimlerinin erkekler ile bilinmesidir:  Hasan Ağa’nın Karısı, Hasan Ağa’nın Annesi, Pintoroviç’in Annesi. Bunu, üstüne oyun yazılan destanda da kadının adının geçmemesine mi bağlamalı bilmiyorum. Destan 1774 yılına tarihleniyor. Destan dilden dile geçerken toplum kadınlara ad koyamamış. Bu bir eleştiri olabilir ama destana bağlı oyun yazanın kadının adını koyması gerek derim. Zira -kadınların  adları verilmediği için-  aynı yanlış sürdürülmüştür.

Galiba İBB Kültür Müdürlüğü de pek tatmin olmamış ki “Ünlü Alman edebiyatçısı Johann Wolfgang von Goethe, bu destanı kendi şiir diliyle Almanca'ya kazandırmış, ve bu çalışma, 1788 yılında Herder'in "Volkslieder" adlı halk edebiyatı seçmelerinde yer almıştır. Böylece Hasan Ağa'nın Karısı tüm Avrupa'ya yayılarak, evrensel bir halk destanı niteliğini kazanmıştır” diyerek Goethe’nin adıyla reklâm yapmak istemiş. Bu ifade Bilge Emin’in çevirisi olan kitabın arka yüzünden alınmış.

Hasan Ağa’nın Karısı,  yazarın dört oyunundan biri ve 1973 yılına ait. Hasan Ağa’nın Karısı eski Yugoslavya’da sevilen bir oyunmuş. İBB Kültür Müdürlüğü yapımında oyunu,  Üsküp doğumlu Rahim Burhan yönetmiş. Rahim Burhan Pralipe Tiyarosu’nun kurucusu. Lorca’nın Kanlı Düğün’ü ile Avrupa’da turne yapmış ve oyun 1992 yılında Almanya’da yılın en iyi oyunu olarak ilân edilmiş.

Harput’ta Bir Amerikalı
İBB Kültür Müdürlüğü’ne göre “Cumhuriyet döneminin önemli oyun yazarlarından Cevat Fehmi Başkut’un yazdığı ‘Harput’ta Bir Amerikalı’, insanın varlığını parada değil kendi içinde, kendine inancında, kendi toprağında araması gerektiğini anlatan, erdemli olmanın önemini vurgulayan bir eser”

2005-2006 sezonunda oynadığı oyunu Devlet Tiyatrosu şöyle tanıtmış:
“Çocuk yaştayken babasıyla Harput’tan Amerika’ya göç eden milyoner Maderus, kırk sene sonra geride bırakılan kardeşini aramaya gelirse neler olur? Karşısına bir kardeş yerine batı hayranı üç kardeş ve bir de kardeşin karısıyla kızı çıkarsa, kimin öz kardeşi olduğu nasıl anlaşılır? Bir de bu grubun arasına bir delinin karıştığı öğrenilirse hangisi deli, nasıl bulunur? Harput’ta Bir Amerikalı, Amerika’dan, varlık sebebini kaybeden bir kente yapılan yolculuk sırasında olanları, hem keyifli hem de eleştirel bir gözle izleyiciye aktarıyor.”

Cevat Fehmi Başkut’u da oyun yazmaya teşvik eden de Muhsin Ertuğrul’dur. Paydos ve Buzlar Çözülmeden yazarın daha çok bilinen eserleri. Başkut, Cumhuriyet sonrası toplumdaki dönüşümleri, sosyal sınıflar arasındaki çelişkileri ve zıtlıkları aktarır. İlk oyunu Büyük Şehir 1942-43 sezonunda İstanbul Belediye Tiyatrosu tarafından sahnelendi. Harput’ta Bir Amerikalı 1955 yılına ait bir oyun.

“9. yüzyıla kadar Doğu Anadolu'nun başlıca kültür merkezlerinden biri olan Harput, eteklerinde kurulan Elazığ'dan sonra önemini yitirmeye başlamıştı. Hitit İmparatorluğu dönemine ilişkin çivi yazılarına bakılırsa, kentin tarihi İ.Ö 19. yüzyıla kadar uzanıyordu.

Oyunda kentin fakirleşmesi şöyle dile getirilmişti: ‘Çarşı kentin yüreğiydi. Önce çarşı durdu, ardından ölüm geldi. Bütün kent öldü. Tıpkı yüreğin durmasının ardından ölümün gelmesi gibi...' Evliya Çelebi kente can veren çarşıyı şöyle tarif etmişti: ‘Sultani çarşısı 600 dükkandır. Dükkânlar gayet güzel ve muntazamdır. Saraçhanesi hepsinden şirindir. Gayet sanatlı sarac örtüsü işlenir.' Tahmin edileceği gibi bugünkü çarşı ile o günkü çarşı arasında hiçbir benzerlik yoktu. Kala kala turistik eşya satılan birkaç dükkân kalmıştı. Zamana direnen eski evler, Harput'un bir zamanki güzelliği hakkında ipuçları sunuyordu. Harput isminin, Ermenice Kh'arberd/Harput, Kürtçe Xarput’den geldiği düşünülmekte.

1906 yılında Osmanlının en son yaptığı nüfus sayımına göre Harput'un merkez nüfusu 15.000,bunun 9000 kişilik kısmı müslüman çoğunlukla Türk, 6000 kişi gayrimüslim çoğunlukla Ermenilerden oluşmaktaydı. 1915 tehcirinden sonra Ermenilerin tamamına yakını çoğunlukla Suriye'ye (Halep çevresine) gönderilmiştir. Tehcirden evvel ise göçler daha çok Amerika Birleşik Devletleri'ne olmaktaydı.”

Harput’ta Bir Amerikalı bu konuları da hatırlatacaktır. Öte yandan Harput’ta Bir Amerikalı’nın yazıldığı yıllardaki algısı ile bugünün Türkiye’sindeki algısı arasındaki fark çok önemlidir. İBB Kültür Müdürlüğü’nün oyunu seçme nedeni bence oyunun kendisinden daha önemlidir.

Oyunları seçenlerin yukarıdaki hususlar ile ilgili bir değerlendirme yapmış olmasını ve oyunları seçme nedenlerini açıklamalarını çok isterim. Üç oyundan ikisinin Şehir  Tiyatroları sayesinde var olmasını da unutmamak gerekir. Şehir ve Devlet Tiyatroları iki oyunu da çok yakın bir tarihte oynamıştır. Ama daha da önemli olan şudur ki bu oyunları istifa eden İBBŞT yönetimi seçse ve oynasa şimdi bu oyunları seçenler ne diyeceklerdi acaba?

Elbette oyun sahnede belli olur ama kişisel kanaatim her üç oyunun da “biçim ve üslup” açısından eski bir tiyatro anlayışını yansıttığıdır. Umarım sahneleme metin kusurlarını ortadan kaldırır. Muhafazakâr sanatın konuşulduğu bu günlerde yönetmenler üzerinde nasıl bir baskı vardır acaba?  İBB’nin anlatımı ile  “insanın ve aklın güçsüzlüğü”,”insan ve aşka dair acılar”, “insanın varlığı parada değil kendi içinde, inancında, toprağında  araması” hedef alındığı için oyunların sınırları  içerik olarak da daraltılmıştır.  Toplumsal koşullardan soyutlanmış insan üzerine yapılmış seçimler, bu zamanın insanı için de eski kalmıştır. Dilerim yönetmenler sahnede bambaşka oyunlar yaratmışlardır.  

Bu yazının amacı, son günlerin tartışmaları çerçevesinde oyunların seçimi üzerinde düşünmektir. Üç oyunu ve de oynanacağı sahneleri dikkate aldığımızda ve de İBB Kültür Müdürlüğü’nün çizdiği çerçeveye bakarak  doğrusu ben ortak bir payda, çağdaş kültür ve tiyatro çerçevesi göremedim. Tiyatro götürülen ilçelerde çocukların dikkate alınmayışını da yadırgadım. Söylentilere göre 3 oyun için 2 milyon yedi yüz elli bin lira harcanmış. (200 özel tiyatroya dağıtılan yardım kadar. Bu paranın içinden bir-iki çocuk oyunu da çıkardı.) Her bir oyunun 100 kere temsil edileceği açıklandığına göre, her temsilin maliyeti 10000 liradır. Ortalama bilet bedeli (açıklandığı gibi) 5 tl ise, her bir temsilin 2000 biletli kişi tarafından seyredilmesi halinde gelir-gider denge noktasına gelinecektir. Salon 200 kişilik ise 1 toplayıp 10 harcıyorsunuz anlamı çıkar. (Bazıları kamu tiyatrosunda gelir gider hesabı yapmıştı ya onun için yaptım bu hesabı.)   Öte taraftan İBB Kültür Müdürlüğü götürdüğü tiyatro ile ilçe halkına ne demektedir, onları nasıl bir tiyatroya lâyık görmektedir? Ben o ilçelerdeki insanların seçilen oyunlarda anlatılan dünyaların dışında farklı bir gündem ve dünya algısı içinde olduklarını düşünüyorum. Özellikle o bölgelerden gelen genç insanları ben merkezdeki hayatın içinde görüyor ve onların nasıl açık bir zihin ile dünyayı algıladıklarını bana gönderdikleri mesajlardan, “twit”lerden anlıyorum.  

Bu üç oyunu seçenler, repertuvar yapma işinin bürokrata bırakılmayacak kadar önemli olduğunu anlarlarsa belki işe yarar bir sonuç çıkar. Repertuvar tiyatrosu, sadece beğendiğimiz oyunlardan oluşan bir “yığın” değildir; oyunların bütünsel bir anlayış içinde bir araya getirilmesiyle ortaya çıkarılır  ve  gündeme göre seçilerek sahnelenmesinin yoludur. Ticari bir hedef önde değildir repertuvar tiyatrosunda.  Özel tiyatrolar bunu yapamaz zira bugünkü ortamda tek oyunlarla seslerini duyurmaya çalışmak ve ister istemez arz talep dengesine dikkat etmek zorundadırlar. Ülkemin  kalkınması ve aydınlanması için ihtiyaç olan repertuvar tiyatrosunu gerçekleştirebilmek için  Şehir ve Devlet Tiyatroları’na ihtiyaç olduğu İBB Kültür Müdürlüğü’nün bu çabasından açıkça görülmüştür. Daha da önemlisi İBB, ortadan kaldırılmaya çalışılan Şehir Tiyatroları’nın mirasını yemektedir.

Melih Anık

Not: İBB Kültür Müdürlüğü yaşanan süreci(kararı, ihaleleri, aradaki limited şirketi vb) bir açıklasa keşke.

1 yorum: