25 Mayıs 2012 Cuma

Mekan Artı’da “Hayatımın Performansı”


Bu akşam “hayatımın performansı” ile Mekan Artı’dan geçtim. Bu özel gösteri için bir bilet parasına kendi kendimin sponsoru oldum. Performansımın  63 DAKİKA 36 SANİYELİK kısmına 30 kişiyi ortak ettim. Salondakiler içinde yaşı yaşıma yakın bir kadın vardı sadece. Galiba en yaşlı bendim. Diğerleri GENÇTİ, çok GENÇTİ.  Her birimizin ZAMANı farklıydı.


Salonun DIŞINDA çevreme baktım.

Küpeli genç, sevgilisi ile beraber olmanın mutluluğu içinde  GELECEK HAFTA bir “iş yapacağını” söyledi. “GEÇEN HAFTA ‘karanlık’ bu hafta ‘ZAMAN’mış konu”.  Karşısındaki kıpır kıpır kadın sordu: “Oyun nasıl?” “DEVAM EDİYOR”  (Demek “oyuncu”)  “GELECEK misin?” dedi, kadın “Gelmez miyim! Oradayım PAZARA!” Sonra  “GELECEK sezon da keşke oynasanız. AYDA BİR KERE olsun” Adam beğenilmekten mutlu, yanındaki kıza sarıldı,  “Bilmem ki!”.  Onun sevgilisine sarılışını aldım.

Yanımda uzun bir adam vardı, sokakta park etmiş bir arabaya yaslandığı için boyu kısalmış,  elindeki telefonu ağzının önünde tutarak konuşuyordu. Avrupa şampiyonu olan Yunan takımını övüyordu. Maçtaymış.  Onun coşkusunu aldım.

Bir grup birbirlerine dokunarak konuşuyordu kapının önünde. Hiçbiri duramıyordu yerinde. Havaya savurdukları  gamsız kahkahaları aldım.

Girişin hemen yanında  ama şehre çok “uzak” iki kız çocuk, meraklı gözlerle bakıyordu kapı önündeki kalabalığa. Onların merakını aldım.

Bir kedi, iki yana bakınarak ve korkarak  GEÇTİ sokağın ortasından. Kedinin korkusunu aldım.

Kravatlı bir  adam bir elinde evrak çantası diğer elinde üç somun ekmek, AKŞAMI sırtlamış yürüyordu. Onun yorgunluğunu aldım.   

Bir kadın pencereden bakıyordu,  hüzün vardı gözlerinde, bekliyordu. Onun BEKLEMESİNİ aldım. 

Girişteki masadaki oyun broşürlerini karıştırdım.  Oyunlar, oyunlar. Çoğunu biliyordum. Genellikle soyut kavramları seviyor gençler, karanlık bir aydınlık içindeler. “Karanlık aydınlığı” yakaladım koydum cebime.

Bir kadın önündeki masanın üstündekilere  yabancı, gözleri uzakta. Masaya baktığımı görünce “Bir şey alır mısınız?” Ne alacağım? Ha evet, masa-büfe bu. “Yok almam” dedim ama o sırada onun “hayâllerini” aldım.

Gişede 3 kişi vardı. Biri internet biletimi eliyle yazdı, sistem çalışmıyormuş. Sistemi aldım.

Salon kapısı kapalıydı. Basamaklı fuayede bir sıranın üstüne geniş geniş yayılmış birinin yanına sıkıştım. Yerinden kımıldamadı ama onun tedirginliği koştu girdi cebime.

Bir kadın tuvaletin kapısındaki arkadaşına “Girme, bekle” diyerek  KOŞTU. “Ben girmeliyim” diyen kadının telâşı saçıldı ortaya, onun telâşını aldım.

Bir tv oyuncusu  “dizi”sini taşıyordu yanında, dizisini aldım.

Kapılar açıldı. Kapıdaki adama biletimi verdim, elimden aldı bileti, kesti yarısını, uzattı diğer yarısını bana, “iyi seyirler” dedi . Onun iyi seyirlerini aldım.  

Salonun oksijensiz olmasını ben özellikle istedim. Herkes katlı duran sandalyeleri açtı bir elipsin çevresine oturdu. Ben iki büyük spotun karşısına, elipsin sivri yerine oturdum. “Dışarısı” kapandı üstümüze.

Zaten karanlıktayız ama  tam o anda geldi “zifir”.  Bazı sesler yükseldi,  kadınlardı. Birileri yürüdü, koştu, hatta biri başıma dokundu, seslenmedim. Zifte döndü zifir, sıcak, oksijensizlik, ter kokuları macun gibi yapıştı , derin  soluklar duydum. “1,2,3” diye bağırıyordu biri. Kör bir çocuktan bahsetti bir diğeri. Kapatılmışlık, acı, öfke vardı seslerde.   Ben öylece durdum. Karanlıktı ama ben  “gördüm”, herkes de kendi içini “görsün” diye bekledim.  Yanıma aldıklarım o karanlık içinde sabırsız bekliyordu.

11. DAKİKADA ışıklar yandı. Karanlıktan ani çıkış herkesi kör etti. Ses etmeden etrafa AĞIR AĞIR baktım. Ağır bir hava vardı. Herkes önüne bakıyordu. Bir ses duydum, karanlıkta duyduğum seslerden birine  benziyordu. Sesin sahibi kalktı, arkasından 3 kadın daha. Sanki karanlık takip ediyordu onları.  Koşmaya başladılar,  ebeleme oynuyorlardı. “Ne bakıyorsun hiç mi süslü kadın görmedin” diyordu biri tekrar tekrar. Diğerleri ne diyeceklerini bilemiyordu. DAKİKALARCA sürdü. Onlara baktım ama onlar bakmadan “gördü” beni.  Sıkılınca oyun değiştirdiler,  “öndeturaa bir iki üç”  oynadılar  sıkılıncaya kadar yeniden. Ben öylece durdum. Enselerinin aynı yerinde dövmeleri vardı kadınların. Biri üstünde renkli daireler olan eflatun bir çorap giymişti, ayakkabıları yoktu. Birinin saçları uzundu, yere çömelince de ayağa kalkınca da saçlarını bir yandan alıp diğer tarafına atıyordu devamlı.  15 DAKİKA sonra, nefes nefese kalıp oturdular. Ben kımıldamadım. Performansım DEVAM EDİYORDU. Defterime notlar aldım, alırken etrafıma baktım, ayak ayak üstüne attım, ayaklarımı uzattım, topladım. Arkamda biri önünde bir laptop bir küçük masanın arkasında idi. O çakılıydı yerine, kımıldamadı . Uzun uzun boşluğa bakıyordu.  Bir ara boşluğu kapattı. Bakışlarımla salonu taradım. Sessizlik, kıkırdamalar, gülüşler ile büyüdü. Biri “BUGÜN Canan’ın doğum günü” dedi. “Canan kim?” “Ben!” “Ben” diyen gülme numarası yaptı. Saçma sapan güldü. Salondan da ilk o çıktı. Gülüşünü katladım koydum defterime.  Sonra  üç kişi çıktı salondan ardından 2 kişi.. Giden geri dönmüyordu. Ben oturuyordum. Koşuşturan kadınlardan  çivit mavi fanilalı olan, boşalan iki sandalyeyi birleştirip üstüne yattı. Uyur gibiydi. Diğer kız saçlarını tepesinde topladı. Üçüncüsü, içlerinde en balık eti oydu, kalakaldı öylece. En uzun boylusu gölgeliğe sığınmıştı. Saçlarını tepede toplayan şimdi ayakkabılarını giymişti, kırmızı ayakkabılarını. Dört kadının ayağında da spor ayakkabılar vardı. Yorulmuşlardı, boşalmışlardı, ekleyecek harfleri hatta sesleri bile yoktu. Salondakiler ne yapsa benim işime yarardı istediğim gibi yorumlardım. Bu durumda her şeyden bir anlam üretilebilir, her şeyin bir anlamı olabilir. 63 DAKİKA 36 SANİYE sonra gidecektim,  bilmiyorlardı. 

Gitgide azaldı salon, 10 kişi kaldı. 10 kişi ağa takılmış balıklar gibiydi. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı, nereye gidecekler, kim onları “toplayacak” ? Bu durum ne kadar sürecek? Ben “performansımı” alıp gidecektim.

Sandalyenin arkasına astığım ceketimi  ağır ağır aldım. Sevgiliye sarılışı, uzun adamın coşkusunu, gamsız kahkahaları, küçük kızların merakını, kedinin korkusunu, evrak memurunun yorgunluğunu, penceredeki kadının beklemesini,  karanlık aydınlığı, büfedeki kadının hayallerini,  gişedeki sistemi, sıradaki adamın tedirginliğini, tuvalete koşturan kadının telâşını, dizi oyuncusunun dizisini, kapıdaki adamın ‘iyi seyirlerini” bıraktım salona.  İstedim ki kalsın geride her şey. Salondan çıkarken masanın başındaki adama baktım. Salonun dışını görmeye çalışsaydı keşke.  Daracık olan fuayeye çıktım, oksijen aldım, geri döndüm salona bir daha baktım. Salonda koşturan iki kadın  seslerini yükseltip konuşmaya başlamışlardı. Uyur gibi yapan uyur gibi yapmaya devam ediyordu. Çoraplı kadın yerinde idi, kırmızı ayakkabıları ile. Salondaki tek masanın arkasında oturana baktım bir daha, elinde kalan ZAMANı mıncıklıyordu. Kâinatın en HIZLI SAATİ bile kurtarmadı ZAMANı. Soyut, somut olmazsa anlaşılmaz dedim içimden, soyut  soyutla anlatılmaz.  Her şey zıddı ile “var” olur, korku korkusuzlukla, iyilik, kötülükle, karanlık aydınlıkla, ZAMAN ZAMANSIZLIKLA. Akan bir şey ZAMAN, durarak anlaşılmaz, durarak anlatamazsın. ZAMAN durmaz. Dorian Gray mi gelsin, Ahmet Muhip Dranas mı  Ahmet Hamdi Tanpınar mı? Ya beklemek, sonu olan beklemek?  Sokaktaki sevgiliye sarılış, uzun adamın coşkusu, gamsız kahkahalar, küçük kızların merakı, kedinin korkusu, evrak memurunun yorgunluğu, penceredeki kadının bekleyişi,  karanlık aydınlık, büfedeki kadının hayâlleri,  gişedeki sistem, sıradaki adamın tedirginliği, tuvalete koşturan kadının telâşı, dizi oyuncusunun dizisi, kapıdaki adamın ‘iyi seyirleri”  ZAMAN’ın yüzleri  aslında. Salon karaya vurmuş duran bir gemiydi sanki, daha ağırdı benim bıraktıklarımla. 

Akan ZAMAN içinde “hayatımın performansı” devam ediyor. Yürüdüm. Eve geldim. Defterimin arasından Canan’ın gülüşü düştü yere. Gülüşü aldım, duvara asarak performansıma kattım. Birkaç twit attım, yattım. Gözlerimi kapattım. Ama o da ne! Sevgiliye sarılış, uzun adamın coşkusu, gamsız kahkahalar, küçük kızların merakı, kedinin korkusu, evrak memurunun yorgunluğu, penceredeki kadının bekleyişi,  karanlık aydınlık, büfedeki kadının hayâlleri,  gişedeki sistem, sıradaki adamın tedirginliği, tuvalete koşturan kadının telaşı, dizi oyuncusunun dizisi, kapıdaki adamın ‘iyi seyirleri”  yanımda. Onları zihnimin odalarına  yerleştirmek epey ZAMAN aldı.  SABAH kalktım. Zihnimin oda kapıları kırılmış, her şey ortada. “Hayatımın performansı” devam ediyor.  ZAMAN akıyor. Yazsam? Yazmak da bir ZAMANdır.  Göç eder, ölür, bir musalla taşına ya da yüzdeki bir çizgiye  saklanır, pişmanlığa sürgündür, özlemin sesidir, şehrin üstünden geçen bir buluttur, belki de “Bursa’da bir camii avlusu”ndadır  ZAMAN. Beklemek en cılız halidir ZAMANın. Kim sıkıştırabilir ZAMAN’ı, “bekleme”ye?

Performansımı  sahiplenen çıkarsa inanmayın ya yalancıdır ya da cahil!

Melih Anık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder