21 Şubat 2009 Cumartesi

Van Gogh - Tiyatro Gerçek / İkarus’un Uçuşu….Ya da Ateş Denizlerinden Mumdan Gemilerle Geçmek..

Hocam ne der?
Oyunu hocamdan seyretmiş olanlar ne der?
Arkadaşlarım ne der? Öğrencilerim ne der?
Uzun yıllarını tiyatroya vermiş bir oyuncu, artık kendisinin patronu olduğu tiyatronun ilk oyunundan önce yukarıdaki soruları geçirmiş midir aklından ?
Zor bir karar vermiştir !
Hele size “Hocam” diyenler de varsa.
Ama İkarus, güneşe uçmayı denemeli artık.. Düşerse denize düşer. Ama bu sefer ölüm yok…Zira o iyi bir oyuncu…
Hem olmazsa olmaz. Ne çıkar! Hep “o günün” düşü ile yaşayacağına, denersin ve görürsün.
Bu “al-ver” leri kerelerce yapmıştır içinde. Ama artık sahnede ve tek başına.. Çevresi kalabalık olsa da o yalnız.
20 yıllık bir düşü gerçekleştiriyor. Bir zamanlar asistanlık yaptığı oyunu yönetiyor ve oynuyor . Yıllardır ezberinde zaten tüm oyun.
Perde açıldığında , salonun karanlığına alıştırıyor gözlerini. Pek çok kez yaşadı bu anı. Ama şimdi farklı.
İlk replik ile geri dönüşsüz bir akışa kaptıracak kendini. Nehirler akacak, sular düşecek yükseklerden.. Yıldızlar kayacak..
Önceden kerelerce tekrarladığı sözler dudaklarının kuruluğuna yapışmıştır sanki. Nefes almak bile zordur. Korkar insan kendi sesinden bile...Ama gene de oyuncular o anı çok sever.Hiçbir şeyle karşılaştırılamaz zevk anıdır o.
Durup bakıyor salona..O an çok uzun sürebilse keşke..
Nefes, bekliyor derinlerde. Kelime olacak önce ; sonra ses gene nefes ..…
O söz, ses olup dağılınca karanlığa, tuhaf olur insan. Bu ben miyim? Tutup yakalamak ister sesini ama bir başladı mı kesilmez..Kelimeler…Kelimeler…Cümleler…
Ah! Uzasa o an..Salonu dinlese…Uzun uzun…
Bir öksürük, kapatılması unutulmuş bir telefon, bir fısıltı, koltukların çıtırtısı..…
Nabız gibi atıyor salon.. Kendi nabzı ise yok.. Ne zevkli bir heyecan var içinde..Hiç bitmese…
Sahnenin serinliği ile salonun sıcaklığı buluşuyor.
“Sevgi ekledi yüzüne..”
İşte o an, ilk nefes ilk kelimeye can veriyor.… Olgun..Yumuşak bir örtü gibi düşüyor seyircinin üstüne.
Seyircinin tek kulak olduğunu hissetti.
Şimdi arka arkaya koşuyor kelimeler.. Biraz hızlıca galiba.. Durdurulamazlarmış gibi..Yerine oturmayan bir vurgu !! Ah…Böyle planlamamıştı.
Karşıda tepede soluk ışıklı bir odada gölgeler kıpırtısız.
İlk efektin yerinde girişi ile biraz rahatlar insan..İlk ışığın değişmesi ile.. Evet yalnız değilim. Birileri var benimle ayni yürek atışında..
Sahne arkasındaki nefesi hissediyor. Dikkatlice atılsa da adımlar , bedendeki bir kasın ya da döşeme tahtasının “kalleş”(!) , ufacık ,kontrol edilmez çıtırtısı çalınır kulağına ..
Hem salonun yüreğini dinliyor,hem sahne arkasındaki hareketlerin yarattığı rüzgarı duyuyor ve Van Gogh akıyor damarlarında.
Dakikalar geçtikçe daha güveniyor artık kendine..İşler yolunda..Ama tam o anda dilin ağızda ağırlaştığı , nefesin tıkandığı o anda cümle karışır. Farkedildi mi ?
Heyecan insanı esir alır. Ne kadar tecrübeli olsan da..
Fırçalar koyduğu yerde mi ? Ya lamba? Yanacak mı o dokununca..
Perdeye düşecek mi Van Gogh’un resimleri sözlerle ayni anda?
İç sesi, iğne gibi, batmakta ..
Resim sehpasının üstündeki kamera aktaracak mı yüzümü perdeye? Belli bir açıdan bakmalı o kameraya.. Çok yaklaşmamalı, parazit yapıyordu provada..Resim sehpasını dikkatle taşı ki kamera kaymasın yerinden..
Kaç kere kontrol etti sahnedeki her şeyi oyundan önce.
Bir bir düşüyor resimleri Van Gogh’un, perdeye.. O üstüne konuşuyor. Perdeye bakmıyor ama görüyor, perdedeki ışığın sahne döşemesine,salondaki insan yüzlerine yansımasından. Söz ile resim buluşuyor..
İlk yarının sonuna bir koşuda ulaştı. Perde kapanınca kaldı bir süreliğine , öylece..
Elindekini,sırtındakini bıraktı yerlerine. Sahneden çıktı.
Kimse yaklaşmadı yanına.. Kimse bir şey sormadı, bir şey demedi. Göz göze değmedi.
Sıcak bir bardak çay sessizce beklemekteydi onu.
Ama havada sessiz bir mutluluk .. Galiba iyi gidiyor..
Düşünce yok oldu şimdi..Unuttu sanki oyunun geri kalanını..
Haber geldi : Seyirci yerine döndü.Onu bekliyor ..
Tek bir lambanın sarı ışığı ile aydınlanan sahneye girdi. Yerini aldı. Belki hafifçe başını eğdi belki elini kaldırdı “Hazırım” yerine.
Gözleri kapalı ama biliyor sahnenin karardığını. Bir kaç saniyede aklından geçirdi ilk sözleri. Perde oynadı yerinden…Nefesi girdi sahneye seyircinin.. Açtı gözlerini..
Şimdi daha sakin.. Tadına varıyor kelimelerin, akide şekerinin erimesi gibi ağızda.. Çıkan her kelimede daha emin kendinden. Sesi daha oturmuş.
Şapkanın üstündeki mumları yaktı..Şapkayı dikkatlice koydu başına…
Bir an hocanın o halini hatırladı.. En kısa zaman ne kadardır, o kadardan daha da kısa süre içinde.. Ne kadar doğaldı hoca..
Hocayı düşündüğünde, fark etti ki sesi, vurgulaması tıpkı hoca..
Artık sona doğru gidiyor. Son söz bekliyor onu . Onunla buluşacak.
Ve o son söz…
O söze ulaşmamakta direnir sanki beyin.. O da başka bir korku.. Nasıl tonlanacak? Hangi seviyede ve hangi renkte?
İşte! Son söz ! Kasılı duran beden hala çözülmüş değil.. Perde ağır ağır kapanırken alkışlar ve alkışlar ve alkışlar… “Bravo” lar… Perdenin iki ucu tam önünde kavuşana kadar birbirine, ardı ardına fotoğraf çeker gözler telaş içinde. Beyin kaydetmeye çalışır… Kaçırmamalı her bir anı ! Ama beden kaskatı..
Perde kapanır.. Birkaç saniye daha kımıldayamaz insan yerinden. Kalkmalı ayağa.. Seyirci ile buluşma zamanı.
Oyun sonu yorgunluğu, tatminsizlik olarak çöker içine.. Tebrikler yağarken, oyuncu hala sahnede yapamadıkları ile meşgul , bir sonraki gösteriye hazırlanmaya başlamıştır çoktan.
Bir başka yalnızlığa düşer insan.Tek tek takılır aklına sahnede yaşadıkları ..
“ Tempo hızlı mı ? Dekor çok mu ağır oldu? Çok mu geride kaldım ? Ya sofitadan gelen ışık? Dekorun gölgesi düştü perdeye , resimler soluklaştı. Video iyi idi.. Özellikle “Patates Yiyenler” resminde söze koşut düşen parçalar.. İyi ki buldum bunu.. Müzik nasıl da besliyor beni..Efektler yerinde girdi. Rahattım giysilerin içinde. Daha rahat olmalıyım yanan mumların süslediği şapkayı taşırken başımın üstünde. ”
Ferhat misali kendi elleriyle sıvazlıyor sırtını.
Ama bitmedi daha… Her gece yeniden yazılacak oyun..Her gece yeni baştan …
Umutla üretecek oyuncu… “Hiçbir şey harcamıyor,kendinden başka..”
Uykuyu unutur oyuncu, o ilk akşam, sabaha kadar…
Hayalinde dingin bir göl sessizliği…Hareketsiz bir kayık…Kürekler sahipsiz…
Mumdan gemileri ateş denizlerine soktu.. Saldı göklere , gönlündeki İkarus’u ..
Yanacakmış..
Olsun! Sanat böyle bir şey değil mi zaten?
Melih Anık

Not: (Bu yazı Gerçek Tiyatro’nun Hakan Gerçek tarafından oynanan tek kişilik oyunu Van Gogh’un 16 Şubat 2009 tarihindeki ilk gecesi için yazılmıştır. Belki gerçek belki bir düştür.)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder