21 Ocak 2009 Çarşamba

Karatavuk - "Tecavüzcünüzle ne konuşursunuz?"

Tiyatro DOT, David Harrower'in ödüllü oyunu "Karatavuk-Blackbird"ü oynuyor.
Oyunun tanıtımına bakarak, gitmeden önce kendinize şu soruyu sormak olası:
"Bir insan tecavüzcüsü ile ne konuşur?" (Galiba bu tür bir konuşma "uygar"(!) toplumlara mahsus!)
Aradan geçen 15 yıl sonra, geçmişte yaşanılanları -seyirci de anlasın/ "oyun olsun" diye- 1,5 saat baştan anlatacak/konuşacak gücü kendinizde bulur musunuz ?
Karatavuk, 15 yıl önce Ray(Cüneyt Türel) 40 , Una(Mine Tugay) 12 yaşında iken yaşanan ve de sonunda her iki tarafın da hayatlarını karartan cinsel ilişkinin/tecavüzün hesaplaşması üzerine kurulu bir oyun. Karakterler konuştukça olayın daha da karmaşık olduğu ortaya çıkıyor. Yazar, nefret ve sempati duyguları içinde karakterlerin trajedilerini tehlikeli bir dengede tutmaya çalışıyor.
" Jüliet kaç yaşında, Romeo ona "yazıldığında" ? 13-14 . Jüliet'in annesi kaç yaşında evlenmiş biliyor musunuz ? 12 . Ya Paul McCartney ya Donald Trump nasıl evlilikler yapmışlar? Nobakov'un Lolita'sını nasıl bilirsiniz?" (alıntılar Jeffrey Smith'den)
Bizim gibi , kız çocukların, o yaşlarda(12) değiş tokuşta kullanıldığı ; hatta "koca koca" adamların yanına "karı" niyetine oturtulan küçücük kızların resimlerinin gazete sayfalarında basıldığı bir coğrafyada yaşıyorsanız olanları nasıl yorumlayacaksınız?
Dinsel gerekçelerle ya da geleneksel olarak "satılan" kız çocukların öyküleri, sonuç "bir türlü" nikahla bitti diye toplum vicdanında aklanıyorken siz bu oyunun neresinde olursunuz?
Ya da içinde yaşadığınız toplumda arada 30 yaş varken ve de kız daha reşit bile olmamışken evlenen kimleri bilirsiniz?
TV'lerdeki izdivaç programlarında kimler kimlerin karşısına "talip" olarak çıkıyor biliyor musunuz? Kocaya kaçan kızlar ve kaçtıkları kaç yaşında?
Toplumun önemlice bir bölümü için "normal" sayılan bir yaşama biçimi belli bir kesim için "gerçek" bir "yasak elma"; gerçek bir "sorun" mu?
15 yıl önce, Una'nın gelişmiş bir kız çocuk olduğunu ve de Ray'i baştan çıkarmak için neler yaptığını anlamaya başladığınızda Ray'e "tecavüzcü" diye bakar mısınız? (Bu , oyun tanıtımları ile yaratılmış beklentiyi yerlere serebilir. ) Una'nın tüm öfkesini ailesine değil de sadece, olgun(?) bir insan olarak Ray'e yönlendirmesini nasıl anlarsınız? Her şey gözler önünde iken önleme değil cezalandırma üzerine kurulu toplumsal düzen nerede yer alır?
Yönetmenin(ve de çevirmenin), Una karakterini yıllarca psikolojik tedavi görmüş ve yoldan çıkmış bir çizgide verirken , (adeta bir uca sürüklenmiş,sıyırmış ) metni göründüğü gibi aynen yorumlaması neden? Hem de Emre Koyuncuoğlu gibi "Yönetmen Tiyatrosu"nun özgürlüğünü sonuna kadar kullanmış bir yönetmen olarak? Ve de yanında "incelikli" oyunculuğu sular seller gibi yapacak iki büyük oyuncu varken.
Koyuncuoğlu'nun, metnin verdiği olanakları kullanmamış olmasını hayretle karşıladık. Una aslında yaşadığı o büyük travmanın (tecavüze uğramış mı yoksa aşığı tarafından bırakılmış olmak mı?-oyunda aşığı tarafından terk edilmiş biri gibi yansıyor -ki galiba Una'nun travması, toplumun algılamasının sonucu oluşuyor yoksa Una yaşadıklarından şikayetçi gibi de durmuyor-) sorumluluğunu üstüne yıkacak birini arıyor olabilir. Yaşadıklarından, takdim edilen anlamda şikayetçi gibi durmadığı için de , oyunun sonlarına doğru karşısına çıkan kız çocuktan etkilenerek birdenbire değişmesi inandırıcı gelmiyor.
Oyunu başka türlü okuyarak, örneğin:
Peter/Ray, 15 yıl önce karşısına çıkmış bir çocuğun 27 yaşındaki görünüşünden emin olmayabilir, oyuna o tereddütle başlar oyunun sonuna doğru anlatılanlar ile kendi yaşadıklarını benzeştirir ve yavaş yavaş uyanırdı. Yani Peter oyun boyunca seyiriciyi başka bir algılama ile sürüklerdi.
Una,hayalinde kalan bir yüzü, rastlantı olarak dergide gördüğü bir resimde(elinde geçmişten kalan resim yoktur) kişileştirir ve de peşine düşer. Onun aradığı Ray falan değildir yaşadıklarının sorumlusu olarak sorgulayacağı birisidir. Onun için Peter'in doğru kişi olması da önemli değildir. Onun kafasındaki senaryoya göre, Ray isim değiştirmiştir. Buna inanmak da iyi geliyor olabilir ona. Tutkulu bir şekilde onun Ray olduğuna inandırır seyirciyi. Sonunda Peter'in "beklenilen adam" çıkması ya da kuşkulu bir son, içinde yaşadığımız topluma daha bir dikkatle bakmamızı sağlamaz mı? Normal görünenler içinde ne kadar "normal" vardır? Anormaller o "normal"lerden çıkmaz mı?
Koyuncuoğlu, Una'yı o seviyede travmaya mahkum ettiğine göre Una'nın söyledikleri zaman zaman "hayal konuşma" düzeyinde verilebilirdi. Yani "Sen bana bunu yaptın" yerine kendi içine kapanarak "Ray bana bunu yaptı" şeklini alan kendi kendine yapılan "hayal konuşma"ya dönüşebilirdi. 15 yıl o travma içinde yaşayan biri için de o içe kapanmalar, hayal içine dalmalar daha uygun olabilir ; oyunun merak algısını daha da iyi sürüklerdi diye düşünüyoruz.
Yani her iki karakter de "o olayı" birlikte yaşamamış olabilirlerdi. "Vicdan muhasebesi" oyuna bir başka boyut katardı.
İki kişilik oyunlarda geçmişi anlatmak başlıbaşına bir sorun olur. Bu oyunda da bu sorun çok belirgin. Sanki dialog olsun diye iki kişiye paylaştırılmış bir hikaye anlatılıyor. Bu, oyunun gerilimini düşürüyor. Hatta başlangıçta Peter, Una konuşsun diye "duvar" görevi yapıyor, açmazlar veriyor. Sahne geçişleri ise zorlama gerekçelerle sağlanmaya çalışılıyor. Sahne sahneyi doğurmuyor.
"Karatavuk" ismi için internette bir çok gönderme yapılmış. Tekrar etmeyelim. Ama oyun isminin Türkiye seyircisi için anlamlı bir algılamaya neden olabileceğini sanmıyoruz. Keşke isim, doğrudan çeviri olmasaydı.
Oyuncuların ustalıklarına kim bir şey söyleyebilir? Biz Cüneyt Türel ve Mine Tugay'ın oyunculuklarından gurur duyuyoruz. Onların bu oyundaki yorumlarının sorumlusu, yönetmen.
Mine Tugay'ın oyun hemen başındaki "tonu" tutturulamamış oyunculuk düzeyi, ileriki sahneler düşünülerek bilinçaltı bir hazırlık mı acaba? Biraz da yakın oturan (özellikle erkek) seyircinin onun üzerinde sabitlenmiş bakışlarından duyulan tedirginlik olabilir. Üst/uç tonları kullanacak bir sopranonun bilinçli tasarrufu gibi de algılanabilir. Kreşondolara hazırlıklı olma, tedbiri/endişesi gibi. Ama rolü için zor bir ses ve konuşma biçimi seçmiş. Büyüse de hala şefkat ihtiyacı olan çocuk şımarıklığında. Bu tonu 90 dakika ayni dengede sürdürmek de çok zor.
Cüneyt Türel ise , bize, bir süredir yorgun görünüyor. Onun çok üst düzeyde oyunculuklarını seyretmiş biri olarak performansı bizi mutlu etmedi. Belki de oyun türünden duyduğu çekingenlikten kaynaklanıyor tedirginliği .
DOT'un oyunlarında, salondaki mekan düzenlemeleri çok başarılı. Ama bu oyun için düşünülen çöp dolu bir odanın nasıl bir gereksinimden/yorumdan kaynaklandığı , oyuna ne kattığı ise soru işareti. Hele "çöp savaşı" metaforu gerekli miydi diye düşünmekten kendini alamıyor insan. Metinde geçen her kelimeye bir nesne bulmaya çalışmak("temizlikçi"ye kova ve paspas gibi) da boşuna bir doğrulama çabası gibi.
Fondaki buzlu cam arkasından zaman zaman geçen gölgeler içerdeki tansiyonu arttırmak amacı ile yapılmış besbelli. Dışardaki "Başka kişi"lerin içerdeki dialoglar ve kişiler üzerinde gerilim sağlaması gayreti belli ki oyunda iki kişilik dialogların yaratabileceği tekdüzeliğini kaldırmaya yönelik ama gereksiz.
Una'nın giysisi, karakteri, başlangıçta "damga"lıyor. Ray için düşünülen "iş adamı" kılığı ile tercih edilen "kamuflaj" görüntü, Una için de tercih edilseydi iyi olabilirdi. Oyunun genel "tahtıravalli" dengesine de uyardı.
DOT'un oyun program kartonunda "Gerçek Yetişkinlere Tavsiye-Sert İçerik" damgası var.Gerçek yetişkinler kim? Ve bu "sert içerik" , nerdeyse hergün sokakta duyduğumuz küfürlerden, tv ekranından evlere sızan sahnelerden daha mı "sert"? Oyunda ima edilen "sert içerik" bir "uyarı" mı yoksa "haber" mi?
DOT , Türkiye'de tiyatroda kurumsallaşma yolunda önemli adımlar atan ve hedefini bilen bir topluluk. Yönetim anlayışlarının başarısı , yöneticilerin gerek sanatsal gerekse idari (management) anlamında uzgörüleri ve de iş paylaşımı ile pekişiyor. Pek çok "yeni"nin yaratıcısı ve örneği konumundalar. Başladıkları günden bugüne yerel ve uluslararası anlamda başarılı bir çizgileri var.
DOT "in- yer- face" akımını Türkiye'ye tanıtmış bir topluluk. "İn-yer-face", ensesinden tuttuğu seyirciyi ,kullandığı dil ve gösterdikleri ile "şok" ederek,mesajını "yüze vura vura" aktaran bir tiyatro türü. Bir anlamda "yüzüne yüzüne" bir tür.
Bugüne kadar sundukları oyunlarla bunu layıkıyla yerine getirdiler. Ancak ,oyunların "sert içeriği"nin benzerlikleri, giderek tekdüzelik ve monotonluk yaratma riski taşıyor ; yanlış beklentiyi besliyor ; tırmanmaya eğilimli. Topluluğun kendi konumunu yeniden gözden geçirmesi gerektiği inancını taşıyoruz. Toplumlar, "in yer face" de dahil , kendi özlerinden beslenen türlerini yaratmalı ve bunun dayanağı da illaki seks olmamalı. İçinde yaşadığımız toplumda o kadar "yüzüne, yüzüne" şeklinde ele alınacak konu var ki.
Aldığımız bir duyuma göre, son zamanlarda ismi çok geçen başarılı bir genç yazara bu türden bir oyun yazdırmak için anlaşmışlar. Bu Türkçe "in-yer-face" olacakmış. Umarız önerimizi dikkate alırlar.
Daha şimdiden dağıtılmaya başlanan yılın tiyatro ödüllerinde , "Karatavuk" "Küçük salon kadın oyuncu" ödülünü almış. ( Mine Tugay'ın oyunculuğu bizim de adayımız olurdu.) Erkek oyuncu ödülü verilen(bizce de hak eden) Mehmet Ali Kaptanlar ise metrekareye vurulsa DOT salonuna eşit bir mekanda Venedik Taciri'ni oynuyor. Demek ki "Küçük" kavramı az oyunculu oyunlar için bir yakıştırma(mı?). Bundan sonra salonların alanları da bir kriter olacak herhalde. Elimizde şerit metre, salonları ölçeceğiz. Salonun metrekaresini çağrıştıran değerlendirmeyi yadırgadığımızı belirtmeliyiz. Son yıllarda "Çok kişiyi memnun edelim çok ses çıksın" derken ödüllerin de suyu çıkmaya başladı. Şimdi sırada 7 kişinin seçtiği adaylar arasından 25 kişinin oyları ile seçim yapan "İstanbul kökenli Tiyatronun" "Afife Jale Ödülü" var.
Tiyatromuz bu ödül dağıtmaya bir çeki düzen vermeli.
Bizce siz, ödül aldı diye, tv'de gördüğünüz oyuncuları görelim diye gitmeyin tiyatroya . Niye bu oyuna gidelim derseniz, deriz ki: kendi gücü ile ayakta duran bir tiyatroyu desteklemek için gidin ; iyi ve dürüst tiyatrocuları görmek için gidin ; kendi toplumunuza başka bir gözle bakmak için gidin…
Tiyatroya nedensiz gidin.. Oyundan sonra "Tiyatro Sanatı"nın size vereceği keyifle mutlaka bir neden bulursunuz.
Melih Anık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder