30 Mayıs 2018 Çarşamba

Hayâl Kırıcı Bir Oyun: Üçü Bir Arada (Erkekler, Futbol ve Dahası)


Seyretttiğim gece oyun, bana bir şeylerin tam olmadığına dair bir takım izlenimler verdi. Doğrusu salon kahkahalar arasında iken ben tebessüm edemedim. Uzun zamandır futbol seyircisi ruhunu kaybetmiş olmamdandır belki. Seyirci yerini tribün haline getiren sahnedeki kale, yedek kulübesi, skorbord, yeşil çimen ve tabii ki futbol topu bende bir itilme yaratmış olabilir. Oyunun tiyatro seyircisi için değil de stattaki futbol seyircisi için yapılmış olduğunu düşündüm. Bu fena bir şey değil tabii ki. Futbol seyircisi bu tür oyunlarla tiyatroya ısınacaksa çok da memnun olurum. Belki o zaman Bursaspor Teksaslılarının yaptığı gibi oyunda takımlarına küfreden(!) Beşiktaşlı var diye şehirlerine festival için gelen tiyatro topluluğuna, o oyuncuyu oyundan çıkartması için baskı yapmaz, isteklerini yaptıramaz ve şehrin tüm ileri gelenleri de bu baskıya boyun eğip susmazlar. Erkekler, Futbol ve Dahası denilince benim aklıma gelen 'daha' işte bu.      



Oyunu, ilk defa bir oyununu seyrettiğim Yunus Emre Gümüş yazmış, pek çok oyununu seyrettiğim Engin Alkan yönetmiş. Oyunu seyretmeden önce korkum Engin Alkan'ın gene ne yapacağı idi. Bence Engin Alkan bir şey yapmamış, Gümüş'ün teksti üzerine ise yazımda biraz ayrıntılı değineceğim. Tekstten başlamam gerek zira her şey ondan başlıyor.
Oyun üç erkek arasında geçen bir hikâye anlatma gayretinde. Yazarın tanımına göre, biri (Celil Nalçakan) 35 yaşında çapkın, aşk arsızı; diğeri (Cem Davran) 55 yaşında 7 yıldır evden çıkmayan eski bir kaleci; üçüncüsü (Onur Özaydın) 35 yaşında komplo teorileriyle hayatını mahvetmiş bir sosyopat. Bir de dördüncü karakter var o da Beşiktaş. Oyunun içinde sık sık karşımıza çıkıyor. O kadar çıkıyor ki sanki oyunu Beşiktaş kulübü finanse etmiş dersiniz. Yazar oyunu 'siyah beyaz komedi' olarak isimlendirmiş. Rollerden ilk ikisinin hayatında Beşiktaş büyük bir yer tutuyor. Yazar da Beşiktaşlı değilse çok şaşırırım.
Yazarın çıkış noktası muhtemelen şu replik: 'Hayat fena halde futbola benziyor.' Mâdem tekstin dayandığı replik bu, mesajın oyundan çıkmasını beklersiniz. Peki hayat neden futbola benziyor? Yazara göre 'Onun dışında kalamazsın'. İyi de dışında kalamayacağın her şey hayata mı benzer? Ya da o kadar çok şey var ki dışına çıkamayacağın. İnsanların başına gelen olayları art arda sıralamak, birkaç anekdot birkaç gazete haberini eklemek bu tezi anlatmak için yeterli olmamış. Oyunda her rol futbol ile ilgili bir şey(ler) anlatıyor ama ben yazarın anlattığı hikâyelerin oyunun mesajı ile  bu anlamda bir bağlantısını kuramadım. (Dramaturg nerede diyemiyorum zira dramatik bir metin yok.)
Üç rolün de aileleri ile sorunları var. Birinin babası annesini öldürdükten sonra kendini öldürmüş, çocuk evlatlık verilmiş; diğer baba, şampiyonluk maçına çıkacak oğlunu odasına kilitlemiş, diğerinin babası ise 'nezaketten ölmüş', oğlanın ana ocağı ile arası yok, 20 yıldır o eve uğramamış. Biri kendini bloklayan kadının lezbiyen olduğunu kanıtlama peşinde, diğeri depremde kaybettiği platonik aşkın acısını silememiş, üçüncüsü peşinden koştuğu kıza kavuşamamış.  Üç 'zorda kalmış ruh' yâni. Tuhaf olan şey anlattıkları hikâyeleri birinden al diğerine ver durum yadırganmaz. Her birine özel/özgü bir çerçeve çizmek mümkün değil. Biri kaportacı tribün şarkıları yazıyor, diğeri dizilerin alt yazılarını çeviriyor, bilgisayar programcısı, üçüncünün ne iş yaptığı belli değil ama üçü de yeri geldiğinde felsefe profesörü gibi konuşuyor. Sızdığı Şairler Sofrası Parkı'nda "Melih Cevdet'in bacaklarının arasında uyandım" diyen kaportacı, "Hani şu sürekli bir klibin içinde yaşadığını zanneden kadınlardan değildi. Tartışınca uzaklara dalan, sessizliğe gömülen, sorduğunda 'Hiç… Düşünüyorum sadece' diyen ama o esnada sadece vicdan azabı çekmen için sana zaman veren kadınlardan değildi." dedikten hemen sonra dizi altyazı çevirmeni 'O mıymıntı memnuniyetsizlerden, görgüsüz dangalaklardan, kıytırık bencillerden, asalak yalancılardan, müzmin güvensizlerden, kıtipiyoz şikâyetçilerden değildi.' diyor. Yazar rollere uzaktan bakamıyor, oyunun içine girip 'ben buradayım' diyor. Oyun boyunca yazar alev alev görünüyor. Her bir rolün içine yazar kaçmış sanki. Yazar her bir role felsefi laflar ettiriyor.


Yazarın konu ve sahne  değiştirme trükleri de çok sıradan. Olay yılbaşında geçiyor. Yılbaşı roller arasında geçiş kelimesi meselâ. Bir rol 'kesin Fenerli' diyor diğeri 'kesin lezbiyen' diye sahneye çıkıyor. Fenerliden lezbiyene geçişteki subliminal göndermeye takılmıyorum ama anlamıyorum da.  Rollerden biri '30 senedir sıçamıyorum' diyor diğeri ile 'boktan hayat'ta birleşiyorlar. 'Ay götüm! Sen küçük bir şey görmek istiyorsan sutyeninin içine bak! Terbiyesiz karı! Fake de senin orgazm çığlıkların değil sincap ölüsüne dönmüş pörsük kıçın canım!' ya da   'Kadınlara kapılmamak için ben kadını sıçarken hayâl ederim' diyen rol '21.yüzyıl post modern yabancılaşmasının bir tezahürü' ya da 'Onu düşününce arı kovanı yutmuş gibi oluyorum' 'Cehennem başkalarıdır' diye okkalı laflar edebiliyor. 'Çirkin öpülmeyince kendini güzel sanırmış' diyen adalet, mutluluk üzerine felsefe yapıyor.  (Bu arada kadınlarla ilgili bu konuşma stilinin 'erkekçe' olduğunu  iddia eden yoktur umarım. Bu bir yergi olarak da yansımıyor. Anti-kahraman ortaya çıkıyor. Seyirci de eğleniyor. Öyle mi!) Yazar role 'Pazartesileri söylediğim hiçbir marşla kendimi özgür, bağımsız ya da kahraman gibi hissetmedim. Hepimiz korkunun tutsağı idik.' derken 'yeri geldi koydum' dedirterek aklındaki 'subliminal' mesajı sıkıştırıyor aralara bir yere. Yazara göre o rolün bu sözü söyleyip söyleyemeyeceği, bu sözün gerekli olup olmadığı önemli değil. Baktı ki bir rol, oyunun dışında kalıyor 'futbolu ben de severim yoksa' diye lafa dalıp futbolcu Escobar'ın öldürülüş hikâyesini anlatıyor. Escobar'ın futbolcu olması dışında bu oyunla ne ilgisi var? Hiçbir yere bağlanmıyor. (Unutmayın hayat futbola benzer. Bu mudur?)
Bu üç rol 'aşk kitabı' şarkısında 'birleşiyor. 'Ayrılmak kanun mu aşk kitabında/El ele tutuşup gülmeden daha/Terk etmek kanun mu aşk kitabında' diye çığırıyorlar. Her şey aşka bağlanıyor. Birinci perde bitiyor. Oldu da bitti.
İkinci perde fetva danışma  hattı sahnesi ile başlıyor. Bir rol Diyanet'e intihar etmenin caiz olup olmadığını soruyor. Komiklik olsun diye konulmuş gibi. Bence çok gereksiz ama ısrar edilirse bu sahne oyunun başına alınsa daha iyi olur. Bu arada İsrail'in vaat edilmiş toprakları, illüminati, Rotchild, Rockefeller, Warburg aileleri de oyunun içinde. Yazarın  aklına geliyor 'Albayım' ile Oğuz Atay'a  geçiyor. Oyunun iddialı felsefi lafların arkasından  Şirinler'e getirilip final yapması da bence çok tuhaf. Yazar aklınca diyalogu 'açmak' için konu Şirinlere geçiyor, bir rol 'Şirinin babasının abdest suyu diyor' Takip eden sahnelerde Şirinler üzerinde laflamalar var. Bu 'şirinleme' diye uyduruk 'bel altı' bir kelimeye kadar gidiyor. Sonunda 'hayatın Beşiktaş'a benzediği'ne karar veriliyor. Siyah ile beyaz, gece ile gündüz çağrışımları yaparak. Meğer hayat futbola değil Beşiktaş'a benziyormuş.
Dikkat ederseniz hep 'rol' dedim. Zira 'rol', bir karakter olarak gelişmemiş oyunda. Yazar elindeki malzemeyi lego parçaları gibi arka arkaya dizmiş. Bundan da piyes olmuyor maalesef. Dramatik yapısı zayıf, dili vandal, estetikten uzak, zekâsı düşük,  eklektik, oradan buradan 'şey'lerle doldurulmuş bir tekst bu. Böyle bir teksti sahnede 'kurtarmak' da çok zor.  İstanbul Halk Tiyatrosu'nun bu oyunu seçmiş olmasına  üzüldüm doğrusu.
Yönetmen Engin Alkan'ın çok şey yapmasına gerek kalmamış bu oyunda. Trafik lambaları olan ve sadece üç arabanın geçtiği bir kavşakta bir polis memuru ne yaparsa o da onu yapmış. Yol kenarındaki ağaç altında oturmuş. Sahne futbolu hatırlatan şeylerle 'doldurulmuş'. Kostümler rolleri karikatürleştirmiş.  Yönetmenin en yaratıcı buluşu, bir rolün babasının ölümünü anlatırken yerde 'sürdüğü' oyuncak araba. Bir de bir rolün göğüs kıllarını alması var. Bence yönetmene gerek yok bu oyunda.  Zaten oyun, Cem Davran'ın oyun içi rejisörü  olduğu bir  gösteri olarak sürecektir. Futbol tabiriyle oyuncu-teknik direktör olarak yâni. Bu yazılı roller çerçevesinde sahnede çok şey yapmaları gerekmeyen diğer iki oyuncu da onu takip edecek. Ancak Erkekler Futbol ve Dahası, zaman içinde köpürmeye müsait  Alevli Günler gibi bir oyun değil. Kadro da o oyundaki gibi değil. Cem Davran'ın gayreti ile bu oyun nereye kadar gidecek göreceğiz.

Melih Anık

Not: Erkekler, Futbol ve Dahası ismiyle başlayan oyun Üçü Bir Arada (Erkekler, Futbol ve Dahası) ismiyle devam etmeye başladı. (7 Eylül 2018) İsim değişikliği içerik değişikliği anlamına da geliyor mu bilmem. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder