26 Kasım 2013 Salı

Bir Mehmet Birkiye Rejisi : Üç Kız Kardeş – İstanbul Devlet Tiyatrosu

Bir oyun eleştirisi,  yazarı tanıtan bir paragrafla başlamalı, ikinci paragraf oyunun konusuna ayrılmalı, üçüncü paragrafta yönetmenin yorumu, dördüncü paragrafta ise oyunculuklar ve oyunun tekniğine değinilmeli. Eleştiri özellikle bizde ‘Mutlaka görün, sezonun kaçırılmayacak oyunlarından biri vb’ gibi bir cümleyle bitirilmeli.Bu 'format'a uyma hedefi ile yazıya başlıyorum....Ama...

İstanbul Devlet Tiyatrosu, benim oyunu seyrettiğim 22 Kasım 2013 tarihine kadar oyunun kitapçığını hazır edememiş. O nedenle o kitapçığın içinde olması alışılagelmiş, yazar hakkında bilgiyi merak edenler internetten arayacak. Kitapçıkta yönetmen de bir şeyler yazıyor, o da “yoruma giriş” yerine geçer ya, kitapçık olmadığı için o da yok. Kitapçık olmadığı için kim kimi oynamış o da belli değil. Ancak fuayede(Cevahir’deki fuaye de ne FUAYE ha!) asılı fotoğraflara ve de oyun içinde birbirlerine seslenmelerine bakarak ‘kim kimdir’i bulmanız mümkün de dikkatli bir seyirci değilseniz oyundaki isimler yerine ‘Bu gelin, bu keman çalan, bu ağlayan kız, bu subayla öpüşen vb’ gibi bir yaklaşımla sonuç çıkaracaksınız demektir. ‘Koskoca’ Devlet Tiyatroları birinci geceye kitapçık hazırlayamıyor mu? Hazırlayamıyorsunuz ama hiç değilse duvara asılı fotoğraftaki isimlerin yanına rolün adını da yazın.

‘Koskoca’ Devlet Tiyatroları’nın tiyatrosunda vestiyer de yok. Kış ayında ıslak şemsiyeniz, paltonuz vs ile salona girip yerleşmeye çalışıyorsunuz. (Vestiyeri olan İBBŞT da ıslak şemsiye kabul etmiyor.) Artık nereye koyacaksanız koyacaksınız! (Bütün AVM sizin!) Vestiyeri olmayan tiyatro mu olur? 

Biliyorum yoldan çıktım ‘format’ı bozdum. ‘Eleştiri formatı’na geri döneyim.

Çehov Kronolojisi
Çehov’u zaten herkes bilir gibi geliyor bana. Ne söyleyebilirim onun hayatı hakkında!  Zaten oyunda görevli olanlar ve tiyatroya meraklı olan insanlar eleştiri okuyor. Onlar da zaten Çehov’u biliyor. Ben farklı bir şey yapayım ve Doktor “Anton Pavlovich Chekhov” (1860- 1904)’u anlatmak yerine bir Çehov kronolojisi vereyim(Biliyorsunuz ben mühendisim, tiyatrodan daha çok  kronolojiden anlarım(!))

Oyunları : Platonov (1881), Dağ Yolunda(1884), Tütünün Zararları (1886, 1902) Kuğunun Şarkısı (1887) Ivanov (1887) Ayı (1888) , Evlilik (1889) Orman Cini (1889) Bir Evlilik Teklifi (1890), Jübile(1891) Martı (1896) Vanya Dayı (1897) Üç Kız Kardeş (1901) Vişne Bahçesi (1904)
Roman:  Av Partisi (1884)
Küçük Romanlar: Step (1888) Düello (1891) Bilinmeyen Adamın Hikâyesi (1893) Üç Yıl (1895) Hayatım (1896)
Kısa Hikâyeler:  Bahis (1889) Kara Rahip (1894) Rothschild'in Kemanı (1894) Sevgili (1899) Köpekli Kadın (1899)
(Viki’den tercüme)

Hepsi bu kadar değil tabii. “Çehov'un bütün yapıtları ölümünden 40 yıl sonra 20 cilt halinde yayımlandı. Bu yayının 8. cildinde Çehov'un sayısı birkaç bine ulaşan mektupları yer alır.”(Viki) Türkçeye çevrilmiş pek çok kitabı var. Türk okuyucu Çehov  sever.

Kronoljinin yararı şu: Görüldüğü gibi Üç Kız Kardeş, yazarın sondan bir önceki oyunu. Çehov, ölümünden üç yıl önce yazmış. Bunun önemi şuradan geliyor, Üç Kız Kardeş’te daha önceki oyunlarındaki bazı karakterler başka isimlerle yer alıyor(sanki).  Aslına bakarsanız Çehov’un oyunlarında birbirine yakın oyun kişilerini bulmak mümkün. Tam benzemese de siz onları bir başka oyunundan hatırlar gibi olursunuz. Bu sadece karakterlerde değil onların hareketlerinde de görülür. Mesela  Mâşa’nın ıslığı bir başka  piyesteki  Astrov’un ıslığını hatırlatır. “Çünkü o insanlara yaşama duyduğu inancı,onlara karşı geliştirdiği kuşkuculuğu derin ve acı bir alaycılığa dönüştürecek ölçüde yitirmiştir.İnsanların hiçbir hareketi onu kıramaz artık”  Çehov kendisi de bir doktordur ve oyunlarında bir doktor karakteri vardır. İçinde doktor olmayan oyunu ise en son oyunu Vişne Bahçesi’dir. Nasıl bir tesadüfse..  Ben ilk defa  bu sahnelemede  Doktor’un, Çehov olduğu hissine kapıldım.  Bu hususta Mehmet Birkiye’yi ve Kubilay Karslıoğlu’nu tebrik ediyorum. Ancak Doktor’un söylediği “Yaşlanıp uçamayan göçebe kuş gibi geride kaldım”, “Biz yokuz sadece görüntü olarak varız” ve oyunu bitiren repliğin kaybolup gitmemesi  lâzım.

Çehov Denince…
Çehov söz konusu olunca birkaç husus konuşulur:

Çehov’un oyunları dram değil komedidir. Bu Çehov’un ifadelerine bağlanır. Gerçekten de Üç Kız Kardeş ve Vişne Bahçesi için “Ama ben taşlamalı bir güldürü yazdım” demiştir. Bu hususu  abartan pek çok oyun seyrettim. Ben Çehov’u öyle anlamıyorum.
Çehov, insanlar arasındaki iletişimsizlik ile çok ilgilidir. Komik gibi duran iletişimsizlik diyalogları benim içimi acıtır.
 “Bilinç akışı” tekniğini ilk kullananlardan biridir. “Zihinden geçen duygu ve düşünceleri konuşma olarak verir.” (Bu teknik 1890’da filozof ve psikolog William James tarafından ortaya konulmuştur.)(Kaynak : Viki)

Çehov bir terzi gibi oyuncuya has rol yazmıştır. Vişnevski’ye yazdığı mektubunda “ Sizin için bir lise müfettişi rolünü hazırlıyorum, kız kardeşlerden birinin eşi olacak bu” diye yazar. Oyundaki Kuligin böyle doğmuştur. Öte yandan Çehov’un oyun karakterlerini billûrlaştırmak için hikâye yazdığını düşünürüm.  Sanki  yazdığı onlarca hikâyede anlattığı karakterlerden oyun karakterleri süzülmüştür. Çehov aslında hikâyeleri o oyun karakterlerini oluşturmak için yazmıştır.  Bir anlamda oyunların ilk çalışmaları gibi. Bu benim yorumum, doğru da olmayabilir.

Üç Kız Kardeş ve Mehmet Birkiye
Oyun,  içinde yaşadıkları ortamdan sıkılarak büyük şehir(Moskova) hayâli kuran üç kız kardeşi anlatır. Bu bir anlamda anne ve babaları hayatta iken yaşadıkları ve hayâllerinde kurdukları şaşa’alı dönemlere geri dönme arzusudur. Hakkari’nin en ücra kasabasında tv’den gördüğü İstanbul’a kavuşmayı hayâl eden birinin arzuları ile karşılaştırdım, arada büyük farklar buldum. Öte yandan yaklaşık 100 yılda dünyanın yaşadığı değişim Çehov’a da farklı bakmamıza neden oluyor.  Çehov’u yeniden sahneleyen yönetmenler de muhtemelen bunun farkında. Mehmet Birkiye’nin yorumunda ben bunu gördüm. Ama çoğu zaman bu değişim Çehov’u seyirciye aktarmaktan çıkarak yönetmenin aklındakilere daha çok ağırlık vermesine neden olabiliyor. Gündemden de etkilenen yönetmen ‘farklı olma’ adına yeni yeni şeyler deniyor. Aynen Mehmet Birkiye’nin yaptığı gibi. Örneğin metinde “Nataşa ve Andrey öpüşürken iki subay girer. Öpüşen çifti görünce şaşkınlık içinde duraklarlar” şeklinde açıklanmış sahneyi Birkiye, fotoğraf çekimi ve tüm kadronun şarkısı ile bitiriyor. Bu bir anlamda kişisel hayata “müdahale” demek; ‘yalnızlık’ın bitmesi demek. Bu aynı zamanda Çehov ile Birkiye’nin yaşadıkları yıllar arasındaki değişimi de gösteriyor. 

Birkiye’den Cimri’yi, Macbeth’i seyretmiş olanlar ve de Birkiye’nin Kenter ekolünden geldiğini bilenler  oyunda pek çok şeyin bir arada olduğunu görecekler. Oyunculuklar Kenter ekolüne çok benziyor ama sahne düzeni ve mizanseni Birkiye’nin son oyunlarında rastlanan post-modern bir arayış içinde olduğunu gösteriyor. 

Oyunun ilk oynandığı yıllara gidersek seyirci bir karşılaştırma yapabilir belki.

Üç Kız Kardeş’in Metni

Perdeler
Alekseyev 1901 yılında Çehov’a yazdığı mektupta oyunun provalarından haber verir:
 “Oyundaki tempo şöyle:
1.Perde- Neşeli, hareketli
2.Perde- Çehov havası
3.Perde- Fazla heyecanlı, hızlı, sinir bozucu, sona doğru gerginlik doğra ulaşacak, bunun üzerine hız düşecek.
4.Perde Henüz kesinleşmedi
 “Çehov havası”na dikkat edin lütfen.
Stanislavski’nin Reji Defteri’nde yazanlar ise şunlar:
1.Perde: Çehov’da her zaman olduğu gibi pırıl pırıl sevinçli bir giriştir.
2.Perde: Gerçeğin yani kahramanların içinde bulundukları önemsiz gündelik yaşamın onların düşlerinden ne kadar farklı olduğunu ortaya çıkarır.
3.Perde: Olabildiğince telaş ve tedirginlik yansıtılmalı. Aralar iyi kullanılmalı. Hareketler ,yer değiştirmeler hızlı, dikkatsiz olacak”
4. Perde : Yönetmen ,veda sahnesinin şaşkın havasını oyuna birçok kişinin eylemlerini katarak yaratır. Maşa mutsuzluğu beklemektedir. En önemli nokta acının aşılmasıdır. Çehov’daki insanların neşe, kahkaha, canlılık aradıklarını, sürünmek yerine yaşamak istediklerini yansıtmaktadır.”
Çehov, “Sen benim aklı başında sevgilimsin” dediği  Knipper’e “3.Perde tabii ki durgun geçmeli, insanların bitkin düştüğü uyumak istedikleri hissedilmeli” diye yazar.

Ben inşaat mühendisiyim ya size anladığımı mühendisçe anlatayım. Çehov dört katlı bir apartman dikmiştir.  Apartmanın tüm hesapları da buna göre yapılmıştır. ‘Çağımızın yönetmeni’ ‘kaçak kat’ çıkmaya çalışır. Mühendis doğru ve ‘kitabına göre’  yapamazsa apartman yıkılır, yıktırılır. Tiyatroda yıkım yok, ‘yorum’(?) var! Zira yönetmen ‘özgür’(!) Yanlış da yapsa ‘ödül’ bile alır.

İnsanlar
Stanislavski “Bu kişilerin hiç de omuzlarında acılarının yüküyle dolaşmadıklarını, tam tersine neşe, kahkaha ve canlılık arayışı içinde olduklarını anlamıştım artık, yaşamak istiyorlardı” diye not düşer.

Stanislavski, Rus aydınları arasında iki düşman gücün çatışması olarak yorumlar. Bayağılığın yani dar görüşlü burjuva öğesinin görünürde kazanmasına karşın, ahlâk açısından zafer,dar görüşlülüğe karşı cephe oluşturan burjuva karşıtı öğenin, yani iç dünyalarında gündelik yaşamlarının boyunduruğundan kurtulmuş olan üç kız kardeşindir. Bu anlamda oyun Çehov kahramanlarının başkalarının kölesi olmaya karşı bir başkaldırısı olacak, toplumu karşı çıkmaya yönlendirecektir.”

Mehmet Birkiye’nin rejisine bakarak bu sonuca varmamış olmam eminim benim hatamdır. Ödül jürileri ‘iyisini’ bilir. Kimbilir 'Birkiye sever' eleştirmenler neler yazacak! Yanlış anlaşılmasın ben 'Birkiye izler' bir yazarım.

Yöntem
Stanislavski’nin Üç Kız Kardeş için yaptığı reji çalışmasında ortaya attığı kavramını (“Kesintsiz eylem çizgisi”) uygulamada gerçekleştirmeye çok yaklaştığı görülür.”
Nemiroviç-Dançenko : İnsanların eyleme geçmesi daha çok rastlantıların etkisiyle olur, yaşamlarını biçimlendiren kendileri değildir. Çehov’a yazdığı mektupta ‘Olay örgüsü bir epik yapıtta olduğu gibi gelişir’ der

“Kesintsiz eylem çizgisi”nin dikkate alındığını gördüm. Hatta o kadar ki iki perde arasında da ‘kesinti’ yoktu, oyun devam etti. Oyunda epik olduğu hissini veren hususlar, koronun açıklamaları, yaprakları serpmesi ve kısmen dekor tasarımı idi.  Kostüm, oyunculuk, müzik  ‘dramatik’ olma özellikleri ile bir kopukluk yaratıyordu.

Mehmet Birkiye’nin yorumu hakkında en iyi kararı elbette seyirci verecektir. Birkaç seyirci yorumunu da okudum, dinledim.  Bir sıkıntı olduğunu hissediyorum. Ama ‘birkaç’ ile olmaz. ‘Ödül’ verilir, durum ortaya çıkar. Jüri bilir! İzninizle ben kendi gözlemlerini paylaşayım. Birkiye, bu oyunda dekor tasarımına(Behlüldane Tor) ‘yüklenmiş’ sanki. Dekor tasarımı bu oyunda çok önemli o nedenle oradan başlamak ve üzerinde durmak gerekiyor.

Benim Gözlemim

Dekor
Oyuna hâkim olan, arka fondaki beze boyanmış renkli bir köy resmi. Önünden ara sıra bir oyuncak tren bir sağa bir sola geçiyor. Bu tabloyu tamamlayan sofitadan sarkan ve bir yöne(sola) doğru uçan kuşlar.  Burada duralım ve “kuşlar”a bakalım.

Kuşlar
Göçmen kuş leyleğe benziyor ama oyun içindeki bir replik onların turna olduğunu söylüyor. (Mâşa: “Turnaların  neden uçtuğunu bilmemek”) Kuşlarla ilgili iki replik daha var. Verşinin: “Hapishane penceresinden gördüğü, daha önce farkında bile olmadığı kuşlardan nasıl hayranlıkla, coşkuyla söz ediyor”  Çebutikin: “Yaşlanıp uçamayan göçebe bir kuş gibi gerilerde kaldım” diyor. Bir de genel konuşmalarımızda  geçen ‘zihnimizin kuşları’ var.  Sahnede gördüğümüz kuşlar neyin, hangi repliğin karşılığı? Bir merak, bir sevinç, bir hüzün? Sembol , metni bilmeyen bir seyirciye ne söyler?  Sofitadan sarkan kuşlar hem içte hem de dışta. Seyirci üzerinde de devam etmemesi olanaksızlıktan belki de.. Piyese göre üç kız kardeşi birleştiren hayâl  Moskova’ya gitmek. O halde kuşlar onların göç hayâlinin sembolü.(?) (Verşinin ve askerler de “göç ediyor” ama o husus işi daha karıştırır. Zira askerler işgale gidiyor. 15.8.1900’da Stanislavski’ye göre Çehov, “Asker ve subayların yaşamını konu eden bir oyun yazıyor”)

Sofitadan sarkan kuşlar sola doğru uçuyor(duruyor?). Oyunun bir yerinde istasyonun 20 km ötede ve  solda olduğu yâni kuşların uçtuğu yönde olduğu işaret ediliyor. Kuşların yönüne bakarsak  Moskova sol tarafta. Bu açıdan baktığınızda kuşlar bir göç hayâlini simgelediği için kuşların tek yöne uçması doğal. Ancak evin içinde başka hayâlleri olan insanlar da var. O kuşlar onların hayâllerini de temsil edebilir. Ancak hepsinin hayâli farklı olduğu için de kuşları serbest bırakmak gerek. Yoksa bu kişi Çebutikin mi?  Turnaların tek eşli olduğu ve Hindistan’a göç ettikleri biliniyor. Göç açısından oyunun konusuna uyan bir  hayvan. Tek eşli olan Kuligin var oyunda. Yoksa turnalar ona yapılan bir gönderme mi?

Kuş sembolü dert açtı başıma. Ama oyunda kuşların benim düşündüğüm kadar dallandırılarak işlendiğini görmedim.  O kadar didiklense kuşlar olmazdı. (Hata bende!) Ben kuşları, göç sembolü olarak düşüneyim bari. Kuşlara, treni de dikkate alarak bakarsam treni iki yönde hareket ettirmez sadece sola yani Moskova’ya hareket ettirirdim. Ama bence daha doğru olanı mâdem treni bir simge olarak kullandım, tren oyun başında sağda harekete başlar oyun sonunda soldan çıkarak ‘tren kaçmış’ gibi yapardım.(Basit mi oldu?)

Dekor, evin içinin karanlık dışının ise aydınlık olduğunu gösteriyor ki bu,  âdeta bir komün hayatı yaşayan insanların ‘dışarı’ya çıkarlarsa ‘nefes alacakları’ hissini veriyor ama oyuncak gibi olması ise hayatın/hayâlin  bir  ‘(zihinsel) oyun’ olduğunu hatırlatıyor.  Ancak bir hususu da belirmeden geçmek istemiyorum. Arka fondaki boyalı köy ve tren hattı daha yukarıda  ve önünde duranlardan daha yüksekte olmalı. Bu hâliyle o bir uzak hayâlden ziyade gerçek algısı veriyor.

Metindeki birinci ve ikinci perdede(oyundaki birinci yarı)  bir iç bir dış mekân var. İç mekân boyalı köy resminden perdelerle ayrılmış ki biz orasının camlı bir bölme olduğunu anlıyoruz. Ancak kar yağdığı sahnede kar, evin içine düşüyor ve oyun sonuna kadar sahnede kalıyor. Bu muhtemelen bir tercih. Evin içinin “soğuması”na bir gönderme ama ben karın, evin dışında ve bol olmasını tercih ederdim. Zaten o sıralarda “sobadan da rüzgarın uğultusu duyuluyor”, (bence) soba yanıyor.  O sahnelerde evin içindeki sıcaklık hâlâ devam ediyor. 

Oyunun ikinci yarısının ilk sahnesinde mekân öne doğru geliyor ve küçülüyor.  Bu sıkışmışlık duygusu uyandırıyor ki doğru. Bana kalırsa bu mekânın dışındaki kuşların kaldırılması gerekiyor. Aynen son sahnede  bahçe olarak kullanılan tüm mekânın üstündeki kuşlar da olmamalı. (Oyun süresince kuşların kırılarak düşmesi fikri bana fena gelmedi. Hatta düşen ve kırılan kuşlar bahçedeki yapraklar olsa?)

Ben ön sıradan seyrettiğim için mekân bahçe haline geldiğinde  iki yan duvardaki baba ve anne resimlerini görüyordum. Her ne kadar önü perde ile kapatılmışsa da o resimlerin görünmemesi gerekir.

Sahne önü ve geride parçalı perdeler kullanılmış. En arkadakilerin ipleri sarkıyor bence sarkmamalı.

Yukardan inen Moskova (ışıklı Kremlin Meydanı ) silüeti oyunun içinde birkaç sahnede  sanki bir düş gibi iniyor ve mekânı, kavuşulmak istenen Moskova’ya dönüştürüyor.  Ben o sahnelere bakarak Birkiye’nin yorumunu “kötümser” buldum. Işıklı  Kremlin silüeti indiği zaman gösterilen Moskova hayâl edildiği gibi huzurlu bir yer değil. Oyundaki birinci perde ile ikinci perde arasında devam eden ara oyundaki barikatın, bir araya gelip şarkı ve marşlar söyleyen gençlerin askerlerce dağıtılmasında Gezi’ye bir gönderme var sanki. Ancak bir önceki sahnede talan yapanlar ile eylemcileri aynı kefeye koymak da doğru/tutarlı  gelmedi bana. Ayrıca bu sahnede havaya vurulan dipçiklerin sahnenin öte yanında öğrencileri(?) yere yıkması da bir anlatım biçimi ama düşündüm oyunun genelinde başka var mı diye, yok.

 Olga’nın öğrenci defterlerinin tahta kasa üzerinde iki büyük balya gibi sahnede olması da gerçek üstü bir algıya götürüyor bizi. Gerekli mi?

Arkadaki eğimli platform neden var ?

 Tren yolu üzerine konulan meşalelerin gizli bir anlamı olmalı. Ben çıkaramadım.(Belki yangın? Moskova'dan(sahneden) iç çamaşırları ile çıkarılan gençler ellerinde meşalelerle yangından zarar gören kasabanın halkı mı? Öyleyse bu konu da algıda karışıklık yaratıyor.)

Rollere Dair
 Bir başka husus da şu sıralarda üzerinde çalıştığım Polonya yazılarımla ilgili yaptığım araştırmalardan kaynaklanıyor.  Üç Kız Kardeş’in yazıldığı yıllarda Polonya, Rus işgali altındadır. Oyunda Verşinin , askerleri ile  Polonya’ya  hareket eder. Yâni, Üç Kız Kardeş’de Mâşa’nın sevdiği adam, Verşinin, bir işgalcidir. Böyle düşündüğünüzde Çehov’un oyun boyunca gelecekteki güzel günlerin hayâlini kurdurduğu Verşinin çok da sevilesi bir iş yapmamaktadır. Bizde ise Verşinin sempati duyulan bir karakterdir. Verşinin’i bir de Polonyalılara sormalı. Çehov’un bazı insanları, başka yerlerde  başka insanların hayatlarını karartmakla meşguldür. Bunu bilmek bu oyunun yorumuna bir şey katar sanırım.

Oyundaki Fedotik ve Rode isimli  iki teğmen rolünü Çehov neden yazmış bir türlü çözemem. Bana onların olması, yemek sahnesinde 13 sayısının uğursuzluğuna yapılan gönderme için gerekli gibi gelir. Mehmet Birkiye bu iki teğmen rolünü birleştirebilir, kaldırabilir ya da “koro”dan yararlanabilirdi diye düşünüyorum.  Ama  Mehmet Birkiye, ‘kalabalıklar içinde’ bu iki adamı Tenten’in polislerine benzetmiş, özellikle 3.perdede.  Metinde Fedotik’in girip her şeyinin yandığını söylediği sahnede onun yanına Rode’yi eklemiş aynı dans hareketlerini ona da yaptırmış. Bundan komiklik çıksın beklemiş olabilir. Bana komik gelmedi.

Yukarda ayrıntılarıyla anlatmaya çalıştığım metaforları ince ince düşünülmüş ve biraz fantastik olarak tasarlanmış dekor önünde  çağın kıyafetlerine uyan pek güzel tasarlanmış kostümleri(Şirin Dağtekin Yenen) içinde  gerçek  insanlar var. Bu uyuşmazlığın kostümlere eklenecek ya da çıkarılacak aksesuarlarla giderilmesini bekledim. Sofitadan yağan siyah tüllerin tüm mekâna farklı parçalarla düşmesi, düşen parçaların elbiselere iliştirilmesi ya da yakalara takılacak turnalar olabilir miydi acaba? Ve de uzaklaşan bir tren çığlığı ile sonlanan bir oyun?

‘Reniksa’
Bu oyunda çok önem verdiğim husus ise “reniksa” ve Çebutikin’in repliği ile ilgili.

Oyunun bir yerinde Kuligin: “Meslek okullarından birinde öğretmen, bir öğrencinin kompozisyon kağıdının üstüne ‘Çepuha’“saçma” (абсурд)  diye yazmış. Öğrenci Latin harfleriyle yazıldığını sanıp,’Renyxa’ ”reniksa” diye okumuş bunu” der.

Çevirenin(Ataol Behramoğlu) notu şöyle: “Rusçada ‘saçma’ sözü Latin harflerine göre okunduğunda ‘reniksa’ oluyor.” İnternette bulduğum daha iyi anlatım ise şöyle:

Öğretmen öğrencinin kağıdı üzerine "чепуха" (chepukha, "nonsense" “saçma” ) yazmış. Öğrenci bu kelimeyi Latince sanarak "renyxa" diye okumuş. O zamandan beri “реникса (reniksa)” Rus kültüründe kullanılır olmuş.

Bu husus üzerinde duruşumun nedeni ise şu:
 Çebutikin(Doktor) bu söze takılı kalır ve iki sayfa sonra “Reniksa… Ne saçma…Trâl-lâ-lâ- Trâl-lâ-lâ … Oturmuşum şapa” der.
Üç Kız Kardeş oyunu şöyle biter:
Olga: Öyle geliyor ki bana,neden yaşadığımızı bu acıları neden çektiğimizi öğreneceğiz çok geçmeden. Ah,bir bilsek,bir bilsek..
Çebutikin: Trâl-lâ-lâ- Trâl-lâ-lâ … Oturmuşum şapa… Ne fark eder ki…
Olga: Ah,bir bilsek,bir bilsek..”

Çehov sahnede  gösterdiği silahı patlatmıştır gene. “Reniksa” yerel anlamı olan bir göndermedir ama oyun içindeki yeri çok önemlidir.  Doktor(Çehov?) ‘ben ne diyorum sen ne anlıyorsun’ diyerek hem Olga’ya hem de oyunun bütününe bir gönderme yapmakta. İster seyirci ister oyuncular anlasın. Çebutikin’i sahnedeki Çehov olarak görürseniz anlam daha da derinleşir. Zira o zaman Çehov, tüm yazdıkları için bu sözü söylemektedir ki o zaman bir tür hayıflanma durumu ortaya çıkar. Birkiye’nin sahnelemesinde böyle bir yorum yok(anlaşılmıyor).  Öte yandan Birkiye, çevirenin dip notlarını da oyuna katmış. Koro, zaman zaman karakterlerin kullandıkları Lehçe, Latince, Fransızca ifadeleri tercüme ediyor. Hem de bazen “yanlış bir Fransızca ile” diyerek. Bu yerinde bir düşünce ama “Reniksa”nın üzerinde durmamış. Kullandıkları tercümede “20 kilometre” deniyor ama Çehov “20 Verst” demiş. Özgün olana sadakât bir bütün olmalı diye düşünüyorum.  Oyuncunun “20 Verts”, koronun “Bir Verst 1066 metre” demesini bekledim doğrusu. Metinde atlanan başka  dip notlar da var, Birkiye tümünü almamış.  Rusça söylenen şarkılara aynı yöntemi uygulamamış olmasını anlıyorum ama şarkıları da türkçeleştirmek belki daha doğru(olurdu).

Yönetmen Yardımcısı ve  Dramaturg
Yukarıdaki hususlarla ilgili olarak yönetmen yardımcısı(Kubilay Karslıoğlu) ve  dramaturgun (M.Melih Korukçu) benden daha çok bildiklerini ama bahsettiğim hususları önemsemediklerini düşünüyorum. Önemli bulsalardı yönetmeni uyarırlardı mutlaka.

Müzik
Oyunun müzikleri için bilgilenmek amacıyla facebook’da bulduğum ona ait olabileceğini düşündüm bir hesaba (Çağrı Beklen’e)  mesaj attım, geri dönmedi. Beklen’in ismi ‘besteci’ olarak geçiyor. Demek ki tüm müzik beste. Ben özellikle orkestral parçaları çok sevdim. Oyun süresinde kullanılan canlı müziklerin ise niteliği  değil yeri ve zamanlaması ve de süresi dikkat edilerek müziğin  atmosfere daha çok katkısı olmasını bekledim.
Uzaktan gelen akerdeon sesi, sarhoşların naraları, Verşinin’in ancak çok uzaktaki bir gelecekten söz ettiğini vurgular gibidir”(Stanislavski)

Işık
Oyunun ışık tasarımı İ.Önder Arık’a ait. 1. Perdede yanan mumlara bağlı olarak sahnede belirgin bir değişim görmedim. 2.Perdede sahnede ışık kaynağı yok. Arkaya vuran kuş gölgeleri ile insan gölgelerinin bilinçli bir düzen olduğu konusunda kuşkudayım. Işıklı Kremlin silüeti indiğinde sahnedeki ışık farklı(renk) olabilirdi.

Koreografi
Sessizlik ve Kızılırmak oyunlarında içime sinmeyen koreografilerin sorumlusu Alpaslan Karaduman’ın bu oyundaki koreografisini beğendim.

Mehmet Birkiye bir önceki sezonun “ses getiren” oyunu  Sessizlik’teki sahne arkası ekibiyle çalışmış. Bunun avantaj ve rejisörler için bir hak olduğunu düşünüyorum. Ama oyuna baktığımda bu avantaj göze çarpmıyor.

Oyunculuk
Sıra geldi oyunculara. Oyunun bütünü ile uyumunu kafaya takmayarak sadece oyunculuğa baktım. Ben oyunun oyunculuk düzeyini çok beğendim. Rol dağılımını verecek kitapçık henüz çıkmadığı için seyirciye yardımcı olmak üzere rol dağılımını -çıkarabildiğim kadarıyla- vermek isterim.

 Ayşe Lebriz Berkem(Olga), Veda Yurtsever İpek(Mâşa), İmer Özgün(irina),  Kubilay Karslıoğlu(Çebutikin), Güray Görkem(Baron),  Onur Dikmen(Solyoniy),  Kaya Akarsu(Ferapont), Seval Gökçe(Anfisa),  Kürşat Alnıaçık(Verşinin),  Okday Korunan(Andrey),  Turan Günay(Kuligin), Gümeç Alpay Aslan(Natalya), Hüseyin Sevimli(Fedotik)  ve Hasan Demirci(Rode)

Olga, Maşa ve İrina’yı oynayan oyuncuların rolü yorumlayışları  ile ortaya çıkan, üç kız kardeş arasında bulunan denge çok iyi. Üç kız kardeş üç ayrı duygunun sembolü gibi. Bir ruhun üç ayrı hâli sanki.  Ayşe Lebriz Berkem, Veda Yurtsever İpek ve  İmer Özgün’ün birbirlerini duyduğunu ve hissettiğini düşünüyorum.  Ancak  iyi oyuncular başarabilir bunu.

Gümeç Alpay Aslan’ın değişimi çok başarılı. İmer Özgün ile birlikte oyunun atmosferinin oluşmasında doğrudan etkililer ama yönetmenin  genel yorumu nedeniyle  oyun içindeki tesirleri azalıyor. Her şeye rağmen seyirci bu oyundan ilk önce onları hatırlayacaktır. İmer Özgün ve Gümeç Alpay Aslan’ın, rollerinin de onlara verdiği olanağı çok güzel kullandıklarını belirtmek isterim. Bu iki genç oyuncuya dikkat çekmek istiyorum.

Okday Korunan bana Şükran Güngör’ü hatırlattı. Andrey, kader fırtınasının sürüklediği yaprak gibi. Birazcık ‘sert’ olsa mı? Son zamanlarda duyduğum en iyi ses tonu ve diksiyonu ile Okday Korunan,  yeni tanıdığım bir oyuncu oldu.

Bana Çehov’u düşündürten yorumun,  Kubilay Karslıoğlu’nun olgun oyunculuğundan kaynaklandığını düşünüyorum.

Güray Görkem’in başlangıçtaki epik yorumundan vazgeçmesi biraz da ekip oyunculuğu içinde aykırı olmama düşüncesinden  geliyor herhalde.

Kürşat Alnıaçık’ı yeniden sahnede görmekten memnunum. Verşinin hakkında düşüncelerimi yukarda yazdım ama bu yönetmenin vereceği bir karar, onunla ilgisi yok.

Onur Dikmen’i fazla sert buldum, onun oynadığı karakteri beceriksizliğinin(“clumsy”) farkında olmayan biri gibi düşünüyorum.   Baron ile aralarında bir denge olmalı ve seyirci fark etmeli.  Turan Günay, repliklerini doğru yansıtan yumuşak  bir ton bulmuş. O ile Andrey arasında da bir denge olmalı. Bence bu “damat”lar arasında, ebeveynler seçim yapabilir(!)  ama yönetmen onları bugüne getirirse..

Hüseyin Sevimli ve Hasan Demirci metnin onlara verdiği kadarını içten oynuyor.

 Kaya Akarsu ve Seval Gökçe tipik Çehov karakterlerini ‘Çehov havası’na uyan bir başarıyla oynuyor. 

Koronun  oyuna katılma enerjisini hissettim. Bence 'en epik' olan onların açıklamaları idi. 

Ayça Sancakzade ve Ari Aris oyunda icra edilen canlı müziğin müzisyenleri. 

Dekor tasarımından başlayan ‘epik’ öğeler  oyunculukta da karşılığını bulsaydı desem yanlış mı olur? Oyuncu karakteri ‘giyiyor’. Bir ara Baron’da ‘role uzaklaşma’ sezdim ama o da çok uzatmadı, gruba katıldı.

Yazı Sonu
Yorumu ile ilgili katılmadığım noktalar olsa da oyun üzerinde ince ince düşündüğünü hissettiğim  ve  bana bu yazıyı yazma isteği veren Mehmet Birkiye’ye teşekkür ederim.

Çehov’u çok sevdiğim için  ve de çok beğendiğim oyunculuklar nedeniyle bu oyunu yeniden seyrederim. Ama oyun Cevahir’de ise, en önden!

Melih Anık 

Not ve Kaynak:
1. Şans eseri oyunu birinci sıradan sahneyle iç içe seyrettim. Hissettiğim duygularda bunun etkili olduğunu düşünüyorum. Üst sıralarda oturan seyircinin alacağı keyifte çok eksiklik olacağını düşünüyorum. Cevahir Salonları’nda  oyun seyretmek azap gibi. 
2.Bu yazıyı hazırlarken “Çehov Moskova Sanat Tiyatrosu” isimli kitaptan yararlandım. (Mitos Boyut Tiyatro Kültür Dizisi 14)
3.Başka kaynaklardan aldığım cümleleri tırnak(“ “) içinde ve koyu yazdım.
4. Anton Çehov-Büyük Oyunlar- Çeviren:  Ataol Behramoğlu- Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
5.Çehov-Oyunlar- Sosyal Yayınlar

2 yorum:

  1. Sayın Anık; Emeklerinize yüreğinize sağlık...Çok benzeşen görüş içindeyim Esenlik dileklerimle
    Gılman Kahyaoğlu Peremeci

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sizden duymaktan memnun oldum. Teşekkür ederim.

      Sil