16 Nisan 2013 Salı

Buffini’nin Sessizlik Oyunu Üzerine Düşüncelerim (İstanbul DT)


Oyunu seyretmeden önce hakkında yazılan ve konuşulanlardan pek çok dalda ödüle aday olacağını hissetmiştim, seyrettikten sonra pek çok dalda aday(yapım, yönetim, kadın oyuncu, yardımcı erkek oyuncu, dekor, müzik, ışık)  olduğu açıklandı. Sessizlik, tiyatro camiasının ama öncelikle “elit”inin çok beğendiği bir oyun oldu. Beğeniler genellikle kadının bedeni üzerinde söz hakkı olması hususuna yoğunlaştı. Sanırım iki kadın oyuncunun başarısı, hareketli dekor, ışık da göz aldı. Ancak oyun hak ettiği tartışma zeminine getirilemedi.

Buffini sevdiğim bir yazar, Sessizlik’de klâsik  eser biçimini “deniyor” bana göre. Daha önce seyrettiğim oyunlarında bence daha “kendisi” idi. Sessizlik’i o oyunlardan daha önce yazmış.  Ahmet  Levendoğlu rejisinden Tiyatro Stüdyosu tarafından  sahnelenen  Şölen’i beğenerek seyretmiştim. Kent Oyuncuları tarafından Mehmet Birkiye rejisi ile seyrettiğim Ölümüne bir uyarlama olsa da beni tatmin eden bir oyun olmuştu. Mehmet Birkiye rejisi ile sahnelenen Sessizlik ise özellikle baş rollerdeki iki kadın oyuncusunun şahane oyunculukları ve de koronun kullanılışı nedeniyle  aklımda yer eden keyifle seyrettiğim bir oyun oldu ama seyretmeden önce okumuş olduğum oyunla ilgili beklentime cevap vermedi. Oyundan bende kalana baktım. Sessizlik ne diyordu?

Aslında sorun belki de bu noktada idi. Sessizlik ÇOK şey söylemeye çalışıyordu. Kadın(lık), kendi kaderinin efendisi olma, insanın kendi bedeni üzerindeki hakkı,  iktidar olmak ve yönetim, kilise(din) ve gücü, dostluk, arkadaşlık, düşünce gücü,  şiddet vb pek çok konuya el atmıştı. Orta Çağ içinde “söylenen” konular tarih olmadan çıkıp güncel olmaya çalışıyordu.  Metin hedefe ulaşabiliyor mu? Hayır.  Ya sahne? Ona  da hayır.

Sessizlik, katmanlı bir oyun gibi görünüyor, algılanıyor. Bana göre ise çok şeye dokunan ama dağınık bir oyun. Katman, katlı olmayı akla getirir, bir düzeni vardır,  birbiri içinden giderek küçülen bebekler çıkan Matruşka da diyebiliriz. Sessizlik, bana göre yatay bir düzlemde gelişen bir oyun,  yürüdüğünüz sokakta her dükkâna bakayım derken  nereye gittiğinizi unutursunuz ya ona benzettim. 

Sorun  öncelikle metinden kaynaklanıyor  bence. Yönetmen, yorumuna  uyan bütünü yaratmakla sorumlu, neyi öne çıkaracağı hususunda bir tercih/seçim  yapmak zorunda.  Sessizlik’in metni  bu sorumluluğu ve zorluğu arttıran bir özelliğe sahip. Oyunun sahnelendiği ülke seyircisinin algısı, bilgisi daha da önemli hale geliyor. Yorum, seyirciye nasıl baktığınızla onu nasıl gördüğünüzle  çok yakından ilgili. Mehmet Birkiye, Cimri rejisinde denedi, aradı.  O oyunda tasavvur ettiğini gösterdiği  seyircinin düzeyi çok da yüksek değildi. Anlaşılmak için basit trükler kullanmıştı. Ben, Birkiye, anlaşılmamış olmaya, seyircinin bu kadar aşağı düzeyde olmasına öfkelenmiş diye düşünmüştüm.  “İşte size lâyık olan bu” der gibiydi. (Engin Alkan rejilerinde de bunu hissediyorum sık sık.) Bu his  oyun dergisine yazdığı yazıda başka türlü ortaya çıkmış.  Sessizlik’de seyirciye anlatmaya değil biraz da metni gözünde büyüterek(?)  metnin hak ettiğini düşündüğü  rejiyi bulmaya odaklanırken görselliğe çok yaslanmış  sanki. Seyirciye ve güncele ulaşma ise ikinci planda kalmış.

Dramaturg Melih Korukçu’nun ifadesi ile oyun  “Kadının kendi bedeni üzerinde söz hakkı olmayışı ve bununla baş etmek için sessizliği kullanışı”nı anlatıyor.  Ona göre bu, değişik düzlemlerde ele alınıyor. “Doğa/kültür”, “Birey/erk”, “Ataerkil/anaerkil”, “Tek tanrılı dinler/paganizm”, “Cinsel kimlikler/beden”.  Oyunun ilk sahnelerinde Korukçu’nun ifadesini görüyoruz ama oyun sürdükçe konunun o değişik düzlemlerdeki çatışmalarını  göremiyoruz.  Zira o düzlemlerde oyunun konusu dışında başka çatışmalar da var. (Doğa ile kültür çatışıyor meselâ.) O çatışmalar ana tema olan ”İnsanın kendi isteği ve iradesi dışında kendine biçilen yaşamlar karşısında attığı güçlü bir çığlık”ı öne çıkarmıyor ama zihni dağıtıyor. Öte yandan piyesi Türkçeye çeviren Serdar Biliş’e göre de “cinsiyet  algısına meydan okuma”  devreye giriyor  ve yazar  ”iktidarın şiddet arzusunun alevlendiği yıkıcı bir dünyada herkesin inançlarını sorguladığı bir zemin hazırlıyor”.  Ayrıca “tarihsel olandan aktüel olanı damıtmaya” çalışıyor. Dergideki yazısında oyunun yönetmeni  Mehmet Birkiye ise anlamını ve yararını çözemediğim bir şekilde sanki ona yönelik geçmiş saldırıları cevaplamak için bu oyunu yönetmiş gibi bir izlenim uyandırıyor ve “ister beğen ister beğenme” havasında.

Sessizlik, hıristiyanlık simgeleri üzerine kurulmuş bir piyes.  Eminim ki dinler tarihi uzmanlarının metni okuduklarında anlamlandıracakları pek çok simge var piyeste. Apokaliptik rüya, ahır, mağara, telepatik iletişim, Papaz’ın ifadeleri… Sanki firavun’dan kaçan Hz.Meryem gizlenmiş piyesin içine. (Hz.Meryem’in hâmile kalması ile Sessizlik’in “erkekliği” aynı kaynaktan besleniyor sanki.)  Öte yandan hikâyenin mistik anlatımı da piyesin öyle okunmasına yol açıyor. Piyeste papazın simgelediği kilise ile Ethelred’in simgelediği krallık arasındaki denge de Orta Çağ boyunca hıristiyanlık dünyasındaki iktidar savaşlarının zemininde yükseliyor. Arada soylular da var.  Üç perde(sahnede iki perde) 27 sahneden oluşan oyunda sahneler kilise duvarlarında resimlenmiş ya da kazılmış hikâyeleri ve heykelleşen karakterleri hatırlatıyor. Bu haliyle Buffini’nin  Sessizlik’inin hakkını verebilmek(?) İslam dünyasından gelen bir yönetmen, oyuncular ve seyirciler  için çok zor.  Bu nedenle  oyunu evrensel mesajı üzerine kurgulamak  gerekiyor ki o da “sessizlik”.  “Sessizliğin arkasına saklanmak” bu piyesin çıkış noktası olarak doğru bir replik bence. Zira piyes karakterlerine nasıl  sembolik  anlam verirseniz verin  hepsi kendi “sessizliklerinin arkasına” saklanıyor.  Sessizlik metni  bu sessizlikleri ifşa ediyor aynı zamanda. Yönetmen  bunu vurgulamış ve anlatmış olsa metinde var olan anlamlandırması zor hatta olanaksız olan bir hıristiyanlık vurgusundan ziyade genel değerler çerçevesinde  anlaşılır simgeler üretmek mümkün olabilirdi. Ben oyuna genel olarak baktığımda yorumun bu bilinçle yapıldığını görmedim. Hatta metnin peşine takınılmış gibi geldi, metnin kontrolü elden kaçmış diye düşündüm.  O nedenle örneğin ilk perdede olmayan “bir Ethelred bir gurup” şeklinde sıralanan sahnelerde Ymma’nın peşine takılan Ethelred’in önce zindana düşmesi sonra gemiye binmesi önüne geleni yakıp yıkmasının anlatıldığı sahneler bütün içinde çok da anlaşılmıyor. (Dramaturjik olarak da sıkıntılı) Sona yaklaşıldığında sanıyorum Buffini de girdiği labirentten çıkabilmek için başlangıçtaki kısa sahneler yerine birbirinin içine giren uzun sahneler yazmış ve oyunun sonunu getirmek için bayağı “yorulmuş”.           

Papaz oyunun başında “ilahi haklar” meselesini bildiğini ve kilisenin Kral’a göre geride durması gerektiğini belirtiyor: “Kral kaderi belirler”, “Kralın kalitesi sorgulanmaz” Bu Kral’ı Tanrı’ya ortak etmek  demek.  Silence ise “kendi papazının her şey  sorgulanmalı”  dediğini söylüyor. Altarda kurban kesmek istiyor. Bu bir anlamda egemenliği ele geçirme niyetini gösterir. (“Kurban ve Egemenlik” sorunsalı Shakespeare’in Aşkın Boşa Giden Emeği isimli oyununda ele alınır. Sessizlik’in kurban kesme niyeti bana o oyunu hatırlattı.) Adı Sessizlik(Silence) olan çocuk diyor ki: “Geçmiş sislerle kaplıysa gelecek bağırsaklarla yazılır”. Bence oyunun vurgulanması gereken en önemli sözü budur. Bu sözün nasıl yorumlanacağı ise oyunun çizgisini belirleyebilir.  Zira kurban kesme niyeti  Sessizlik’in inancı gereğidir ama aynı zamanda bir egemenliğin  simgesidir de. Papaz bunu duyunca bayılır. Ama öte yandan  açıkça konuşulmayanı   dile getirmesi, içinde bulunulan sessizlik ortamını da  anlatır.  Geçmişi  açık ve net olmayan toplumlar gelenek ve inançlarla geleceği inşa etmeye bu arada  geçmişi de yenir yutulur hale getirmeye  çalışır. Ayrıca  Kralın “özel koruyucusu” olan  Eadric’in “telepatik iletişimi” hak ettiği ilgiyi görememiş. (“Düşüncelerin tanrısal bir ışık gibi doluyor içime”) Agnes’in Ymma’nın kolyesini çalması da anlaşılmıyor.

Oyunda altı kişi var.(Parantez içleri metinden alınmıştır) Ymma(Hanımefendi) soyluyu;  Agnes(Hizmetçi) halkı;  Eadric (Kralın adamı. Onun sözleri ile “Ben dindar falan değilim ben askerim”  Kral: “sen benim kuvvetimsin, cellatım, şiddetimin mimarı”) iktidarın kılıcını(gücünü);  Roger (Kendini Sessizlik’in “arkadaş, kılavuz, ağabey”i gören Papaz) kiliseyi;  Ethelred(Kral) iktidarı temsil ediyor. Hepsinin ortasında ve hepsiyle bir türlü ilişkisi olan Sessizlik adında 14 yaşında bir çocuk var. O da kendini erkek zannediyor ama yaratılıştan kadınmış, annesi onu toplumdan korumak için öyle yetiştirmiş. Sessizlik, bana göre oyundaki diğer beş kişinin sessizliği. Zira onların da kendilerine ait itiraf edemedikleri/bilmedikleri  gerçekleri, sakladıkları bir şeyleri  var. Ayrıca onların da  kendilerini  ortaya çıkarmanın yolu sessizlik, çok gürültücü olsalar da.  Oyunun sonunda  Kral, gücünü öldüren  Hanımefendi(Ymma)  ile evleniyor;  Sessizlik , özgürlüğünü pazarlık ederek alan  Ymma’nın hem sığınağında hem onun sığınağı olarak Kralın odasına giriyor. Hanımefendi’nin Kralın gücünü(kılıcını) ortadan kaldırması soyluların Krallık üzerinde gücü  ele geçirmesi de sayılabilir. Kral’ın(İktidar) emrinde görünen ama kendi bildiğini okuyan papaz “sessizce”  ortalığı düzeltiyor/düzenliyor, toplumsal düzeni kuruyor; Kral’ı evlendirdikten sonra halk (Agnes) ile birleşiyor ve milletin bağrına/ evine(sessizliğine) çekiliyor.  Oyunda biraz da oyuncunun yorumuyla da pekişen papazın sempatisi aslında Buffini’nin de amacı gibi geldi bana. Son derece plânlı olan papaz uysal bir kedi gibi kendini siliyor ama hep ortalıkta. “Son sözü” de o söylüyor. Papaz'ın sessizliği çok önemli.  Bu benim “okumam”. Benim önümde metin var, seyircinin sahneye bakarak bunu çıkarabileceğini düşünmüyorum.  Zaten rejinin tercihi de o değil, gayreti de.  Herkes metne bakarak piyesi anlamayacağına göre reji, açık ve net olmalı iletisinde. Metindeki  sessizlik iletisi net ama sahnede çok da anlaşılmıyor.  Oyun, Türkiye’de  “Tarihsel olandan aktüel olanı da damıtamamış” İngiltere sınırları içinde kalmış. Londra’da daha iyi anlaşılır diye umuyorum.  Farklı bir sonuç elde etmek , metnin  farklı değerlendirilmesi ile mümkün. Orta Çağ’ı yaşamadan Yeni Çağ’ı başlatan(?) bizim gibi milletlere Orta Çağ, etkili bir tablo gibi geliyor ama içeriği tam da anlaşılmıyor. 

Buffini bir anlatı düzeni kurmuş piyeste. Bir hikâye anlatıcılığı düzeni bu. Zaman zaman karakterler hikâyenin anlatıcısı gibi konuşuyor. Yönetmenin “koro”su sahnelere tavır koyar gibi değil, dekor taşıyıcısı gibi. (Bana Şümürz’ü hatırlattı ama Şümürz, anlatımın bir parçası..) Hz.İsa’nın kilise altarındaki yerine koşarak gelmesi belki de oyun içinde koronun azınlıkta kalan anlamlı jestlerinden biri. Onlar, rollerin “sessiz” yüzleri olsa, fena mı olurdu?  Platformların sahne üzerindeki hareketi bana İmparatorluk Kuranlar’ı; oyuncunun altına oturak taşınması da Orta Oyunu’nu hatırlattı. Ama kullanılan trükler  her sahnenin güzel olmasına yönelik seçilmiş gibi. Oyun içinde söylem bütünlüğü göremedim. Örneğin koronun yukardan kar atması hoş ama oyuna epik bir anlatım da katmıyor.

Mehmet Birkiye’nin önemli bir tiyatro insanı olduğunu herkes bilir takdir eder. Ölümüne’yi yöneten de Birkiye, Macbeth’i yöneten de Birkiye, Sessizlik’i yöneten de Birkiye. Kısa sayılabilecek bir dönem  içinde  yönettiği bu üç oyuna bakarsak "Hangisi gerçek Mehmet Birkiye?" diye sormadan edemiyorum. Ölümüne’deki “olgun” yorum, Macbeth’de “dağılmış”tı ama  kurulan  görsellik ve hareket “platformları”  Sessizlik’de de devam ediyordu, başka trüklerle. Macbeth’de söz, toplamda geçirilmek istenen  bir his bir atmosferin gölgesinde kalmıştı.  Sessizlik’de  metni içerik olarak anlatmaya değil biçimsel olarak sergilemeye daha çok önem verilmiş gibi geldi bana. Sanki her sahne bir Orta Çağ tablosundan alınmış gibi.(Kimine göre “başarmış”) ama Orta Çağ'ı zihinlere çakamıyor.(Hele ki bu günlerde) Sözün biçimini aramış dersem doğru bir ifade olur mu acaba? Hareketi çoğaltarak metnin uzunluğuna çare bulayım derken sahne değişimleri oyunu daha da uzatmış. Oyunun yönetmen yardımcısı olan Kubilay Karslıoğlu'nun da oyunun bu sahnelenişinden sorumlu olduğunu düşünüyorum. 

Oyunun dekoru,  durağan bir tasarımdan(Efter Tunç) daha fazlasıdır, hareketle tamamlanmaktadır. Hareket, anlatımın bir yardımcısı olarak kullanılmış ama koro tarafından yönetilen hareketin söze/yoruma  katkısı tartışılır. Ama bu dekor tasarımının güzelliğini gölgelemez. Giysi tasarımı(Şirin Dağtekin Yenen) piyesin içindeki orta çağı çıkarmayı hedeflemiş ve hedefe ulaşmış. Bence bu oyunun diğer adayları  kadar da dikkate değer. Neden seçilmemiş anlamadım.  Işık tasarımı( Önder Arık) kuşkusuz sahnenin orta çağ ışığının ortaya çıkarılmasında en büyük katkıyı sağlıyor. Vitray arkasında hareketli  ışıkların sahnede kullanılması yönetim anlayışının bir yansıması.  Müzik(Çağrı Beklen) bu atmosferi yaratan değil ona uyan tarzda idi. Dans  görmedim o nedenle “dans düzeni”nden (Alpaslan Karaduman)   ne kastediliyor anlamadım. Dramaturg’un(M.Melih Korukçu) yazısından metnin iyi incelendiğini anlıyorum. Ancak çevirmen, yönetmen ve dramaturgun dergi içindeki yazılarından anladığım kadarıyla ortak bir anlayışa varılamadığı kanısındayım. Bu da oyuna yansımış.

 Oyunun iki ana rolü varmış gibi algılanıyor:   Silence(Funda Eryiğit), Ymma(Oya Okar). (Ama birisi aday! Profesyonel'i hatırlayın!) Ancak bence bir üçüncü ana rol daha var:  Roger(Süleyman Atanısev).  Papaz Roger olayların belirleyicisi durumunda. Olayları düşündüğünüzde onun karışmadığı bir gelişim yok. Oyundaki her karakter üzerinde doğrudan bir etkisi var. Sanki tarihi tek başına yazıyor. Her üç oyuncunun da başarısını övüyorum.  Ancak kadın oyuncuların biri diğerinden az olmayan güzellikteki oyunculuklarını şahane diye nitelemek isterim.   Süleyman Atanısev’in oyunculuğunu beğenmekle beraber karakterin bu yumuşaklıkta yorumlanması hususunda onunla (ve yönetmenle) aynı kanıda değilim. Din adamının, tarihi bu kadar belirleyici konumda gösterilmesini gerçekçi bulmuyorum. Öyle hayâl edilmesinin de doğru olduğunu düşünmüyorum.  Olayları düzelten, yoluna koyan papaza, metnin verdiği görevi de sevmedim. “Kadınlar biraz salaktır. Kadının ruhu eziktir. Şeytana uymaya meyillidir. Yeryüzündeki bütün ıstıraplarımızın sorumlusu onlardır” diyen Papaz’ın bu kadar “sempatikleştirilmesi”ni anlayamadım doğrusu. Hele “kadın” üzerine bu kadar hassas olan bir oyunda. Savaş Özdemir(Eadric), Münir Can Cindoruk(Ethelred),  Nimet İyigün(Agnes) piyesin verdiği imkân oranında kendilerini gösteriyor; biz onların iyi oyuncular olduğunu anlıyoruz. Bence onları tek başlarına değil oyunun bütünü içindeki konumları ile değerlendirdiğimde beni tatmin etmeyen hususun yönetim anlayışından kaynaklandığını düşünüyorum.  Koro (Yiğit Çelik, Tuğrul Karanfil, Suzan Sabancı, Gökçe Aktaş, Murat Usta, Can Bora, Ferhat Akgün, Ömer Utkan) canlı ve enerjik bir ekip oyunculuğunu başardı. Ama epik ögenin “dışarıdan bakan” gözü ve aklı olamadılar. Ben onlarda sahnedeki karakterlerin çatışmasını görmek isterdim.

Piyesin yazarı Buffini’yi düşündüğümde  Sessizlik,  metin olarak sıralamada  Şölen’den ve  Ölümüne’den sonraya koyduğum  bir oyun.  “Yılın oyunu” mertebesine çıkarılması ile hem fikir olamadım. Ama “yılın tiyatro olayı” hâline gelmekte olduğu için “tiyatro severim” diyen herkes tarafından  seyredilmesi gerekiyor.

 Melih Anık

Sessizlik’de işlenen konuyla ilgili olarak aşağıdaki kitabı tavsiye ederim:
“Kurban ve Egemenlik” - Gilberto Sacerdoti - Türkçesi Zuhâl Yılmaz- Dost Kitapevi

(Umarım kadrodaki oyunculardan biri hastalanıp sahneye çıkmamış ya da onun yerine başkası oynamamıştır. Ya “2 Dilbaz 3 Göktay” çıkıp beni mahcup ederse  ne yaparım!)   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder