7 Mart 2012 Çarşamba

KaST’ta Masanın Altında(Roland Topor)

KaST, internet sayfasında oyunu anlatıyor:  (http://tiyatrokast.blogspot.com/)
Kadıköy Sanat Tiyatrosu (KaST) bu sezon, Fransız yazar Roland Topor’un kendi yaşam öyküsünden yola çıkarak yazdığı Masanın Altında oyununu sahneye koyuyor. Bir kara mizah örneği olan Masanın Altında’da, çevirmenlik yapan genç bir kadın (Florence Michalon) çalışma masasının altını bir göçmene (Dragomir) kiralamış. Yazar, bu oyun için ‘Göçmenler insanlık düzeyinin altında muamele gördüklerine göre, masanın altında yaşamaları da anormal görülmemelidir.’ demiştir. Günümüzde de göçmenlerin yaşadığı sorunlar halının altına süpürülen kir gibi gözlerden uzak tutuluyor. Ancak ne ev sahibi-kiracı ne de ben-öteki olma durumu iki kişi arasında bir bağ kurulmasını engelleyemeyecektir. Oyunda her bireyin ayrı ayrı yalnızlıkları, sevinçleri ve üzüntüleri kara mizah tarzıyla görünür hale geliyor ve globalleşmenin yarattığı değerlerin ciddi bir eleştirisi olarak karşımıza çıkıyor.”

Göçmen olmanın, Topor’un ilgisini çekmesi şaşırtıcı değil. Zira Fransız sürrealist, illüstratör, ressam, film yapımcısı, şarkıcı, aktör, yazar Topor(1938-1997) da bir Polonya göçmeni.

Masanın Altında, Absürd, Kara Mizah, Göçmen, Yalnız Bir Kadın
Oyun göçmen meselesine parmak basacak gibi başlayıp romantik bir aşk hikâyesine doğru savruluyor. Ama nedense Topor’un “Göçmenler insanlık düzeyinin altında muamele gördüklerine göre masanın altında yaşamaları da anormal görülmemelidir” ifadesi daha cazip geldiği için olmalı, Masanın Altında’yı göçmen sorunlarını anlatan bir oyun olarak nitelemek hoşa gidiyor galiba. Kendi hayatının karamsar atmosferine rağmen, Topor  “Öyle bir komedi yazar ki oradaki tatlı neşe, derin insanlık ve mutlu çözüm seyircinin aldığı mutluluk ile çoğalır”(Oyunu çevirenin notu) Oyundaki göçmenler yerine herhangi bir yersiz, yurtsuz olsa da oyundan çıkarılacak sonuç değişmez. Karakterlerin göçmen olması göçmen meselesine parmak basıldığı anlamına gelmemeli.

Masanın Altında, KaSt’ın “kara mizah” sınıflandırmasına karşın,  “absurd” türünde sınıflanabilecek bir oyun ama  İonescu ve Beckett’ten de farklı.  Absurd(uyumsuz) tiyatro, insanın kendi kafasının içinde yarattıkları ve gerçek dünyadan kopuşu anlatır. Gerçek ile sanal karışmıştır. Masanın Altında’da anlatılan bence, Florence’ın  kafasının içidir. Bu nedenle de Florence oyunun odak kişisidir. (Çok daha karışık absurd’lerde birden fazla kişinin kafasının içi sahnededir.) Oyunun deşifre edilmesinde ondan başlamak, onu merkeze koymak ve diğerlerini de ona göre oluşturmak, yani sahnede ona göre olan  “gerçeği” yaratmak gerekir. Masanın Altında piyesini göçmenlik mi yoksa insanlık sorunları mı ekseninde yorumlamak arasında kalınca ve de  metin “mutlu olmak isteyen bir kadın”ın özlemlerini ve hikâyesini öne çıkarınca göçmenlik sorunu ikinci planda kalıyor. “Masanın altı”,  pek çok göndermesi olan bir çağrışım. Bence yönetmen Mehmet Avdan ve KaST ikilem içinde kalmış ve bu kararsızlık oyuna yansımış. Belki de “kara mizah” ile “absurd” arasında kalmak da işi karıştırmış.

Masanın Altında’da önce bir kurmaca karşılar bizi. “Şaşırır, yadırgar, tedirgin oluruz önce ama bir süre sonra oyun rolleri yabancı gelmemeye başlar bize.  Tanıdıklarımızı, kendimizi buluruz onda” (Z.İpşiroğlu’dan ilhamla)  Sahnede  mutluluktan bahsedilirken mutluluğu bilmediğimizi fark etmeye başlarız. Kişi değil sorunun ne olduğu ve  önemi ortaya çıkar. Bunu yaparken seyircinin “aşina”lığını kullanmak gerek. İnternette karşıma çıkan birkaç örnekte oyunun oynandığı her toplum, göçmenini kendine göre tanımlamış. Her toplumun “göçmen”i kendine göre.  Örneğin ABD için “göçmen”,  Latin Amerikalılar. KaST, oyunun geçtiği yeri Fransa, göçmeni ise Balkanlardan gelen biri olarak almış. Bizde de var olan  göçmenlik ve yarattığı sıkıntılı hayatlar, ABD’de olduğu gibi “kesin” bir çerçeve ile anlatılacak gibi değil, hassas da.  KaST’ın seçimindeki göçmen dili, “bizden”, Rumeli göçmeni diline benziyor. (Fransızın  göçmeni “bizden”!) Bu Türkiye’deki göçmenlik sorununa bakışın henüz yeterince yerine oturmadığını ortaya koyuyor, tiyatral anlamda ise üzerinde uzun uzun düşünülmesi gerekli.    

Piyesin içinde işlenen ayak fetişizmi, çikolatanın endorfin hormonu salgılamasına sebep olması ve yarattığı mutluluk (ve cinsel dürtüler) dikkate alındığında yazarın da  göçmenlik ile ilgili derdinin ön planda olmadığını görüyoruz. Daha ilk sahnede  Florence “Sesinizi duymak hoşuma gidiyor” Dragomir ”Bacaklarınız da hoşuma gidiyor” diyor. Gömlek düğmesini arama sahnesinde Florence’ın “masa altına” girişi (yorgan altına giriş gibi) ve ikili arasındaki yakınlaşma, Florence’ın  çok çikolata yedikten sonra “Beni mutlu et” tekrarları ile kendinden geçişi, Dragomir’in Florence’ın ayaklarını ovarken ikili arasındaki elektrik, Dragomir’in Florence’ın ayağını öpmesi, Lotus çiçeği ve kadınlık organı anlamına gelen kelime “Groukiniak”, metinde olmayan ama KaSt’ın tercihi “saksafon”(özel bir niyet olmasa da),  piyesin çerçevesini belirliyor. Metinde, Gritzka keman çalıyor ki bu da “kadın cinselliği” çağrışımını akla getiriyor. Florence’in “Trom evde bir kedinin varlığını da simgeliyor” ile “Yeniden yalnız yaşamaya alışmam lâzım”; Raymonde’un “sana bir erkek lâzım” replikleri, tercümenin bitişi ile Florence’in içine düştüğü yalnızlık, piyesin hangi açıdan algılanması gerektiği hususunda ip uçları veriyor.

Roller
Oyun 5 rol için yazılmış. KaST, Raymonde’u ikiye bölerek oyundaki rolleri altıya çıkarmış. Benim “okuduğum” iki gerçek karakter var: Florence ve Marc. Bence Dragomir ve Gritzka, Florence’ın çevirdiği romanın karakterleri, onun yalnızlığının ortakları. (Hatırlatma: Sait Faik’in ‘Öyle Bir Hikâye’sindeki Hidayet) Raymonde gerçekte var, piyeste  ise Florence’ın kafasında. Raymonde’ların birbirini tamamlayan giysileri, “öyle” yemek yemeleri de onların sahnede Florence’ın kafasında olduğu algısında KaST ile aynı düşünde olduğumuzu gösteriyor.  Florence’in farklı karakterlere farklı tepkiler vermesi sağlanırsa, piyesi  farklı “okuma” açısından, yeni olanaklar ortaya çıkacak.  Masanın Altında, bireyin yalnızlaşmasına odaklanmış gibi duruyor.  “Yalnız bir kadının dünyası” yorumu  daha gerçekçi geliyor bana. Bu yalnızlığın sanal olarak  doldurulmaya çalışılması da olayın “absurd” yanı. Topor’un  göçmenleri zenginleştirmesi de onun gördüğü “saçma”lık ve bir tür istihza. Bu sanal dünyanın içinde hepimiz varız.

Metnin istediği gömlek sahnesi “sansürlü” olmuş. O sahne “cinsellik” vurgusu istiyor. (Florence’ın düşü) Tenceredeki “soğan yemeği” oyuna uygun ama oyunun tümünde o “anlayışı” bulamadım.  Radyatöre sarılma gereksiz.  Masa örtüsünün kaydırılması güzel. Gritzka’nın yüzükleri ve Florence’ın zıplaması  doğru.  

Oyuncular
Oyunun genç ama iyi oyunculardan kurulu bir kadrosu var. Mehmet Erbil dışındaki oyuncular Şahika Tekand Stüdyo Oyuncular’nda eğitim almış.

Gizem Pilavcı( Florence) Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Bölümü Yüksek Lisans öğrencisi. Şu anda hem mimarlık hem de oyunculuk yapmakta imiş. KaST’ın yorumuna göre Florence’ı başarıyla oynuyor.  Florence  mihver(odak) rol. O detaylandırılınca oyunun katmanları da daha çok ortaya çıkacak.  Bence diğer rollere karşı farklı olmalı. Bu fark o karakterleri ve oyunu nasıl anlamamız gerektiğini de gösterecek. Benim seyrettiğim performansta bu anlaşılmıyor.

Başak Keser( Raymond)  İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü Mezunu.Şu an hem oyunculuk yapmakta hem de YKM 'de içerik editörü ; Fatos Özyer( Raymond)  Anadolu üniversitesi Özel Eğitim Öğretmenliği Mezunu.Şu an hem oyunculuk hem de özel eğitim öğretmeni olarak çalışmakta imiş.Fatoş ve Başak aynı rolün ortakları. Raymonde’un ikiye ayrılması ilginç bir düşünce fena da durmuyor ama repliklerin dikkatlice bölünmesi gerekli.  Şu anda bölünme nedeni anlaşılamıyor.  Seyrettiğim performansta replikleri daha çok olduğu için Fatoş öne çıkıyor ancak her ikisi de iyi oyunculuklarını gösteriyor.

Serdar Bakioğlu( Gritzka) Marmara Üniversitesi Sinema Tv Mezunu. Daha önce de seyrettim, canlandırdığı tipler çok sıcak, kalpten oynuyor. Sanki karakteri “giyiyor”.  

Salih Usta( Dragomir) Anadolu Üniversitesi Biyoloji Bölümü mezunu. Salih çok iyi bir oyuncu. Akılda kalıcı bir oyunculuk sergiliyor, sesini çok iyi kullanıyor, ayrıntılara dikkatli.  Sahnede sempatik, sıcak.

Mehmet Erbil( Marc) Istanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı Pandomim  bölümü öğrencisi. Hem oyunculuk  hem de oyun yazarlığı yapmakta. “Büyük” oynaması biraz da eğitiminden ileri geliyor herhalde. Konuşması da “büyük” hareketlerinden etkileniyor sanki. Pandomim oynar gibi konuşuyor. Buna gerek yok diye düşünüyorum. Ayrıca bu aynı ekolden gelen diğer rol arkadaşları yanında ayrıksı duruyor. Benim önerim Mehmet bu oyunun hatırı için pandomimci kişiliğini unutsun. Zira sözlü oyunculuğu da lâyıkıyla yerine getirebilecek bir yeteneği var.

Melis Özçelik , Elif Girgin oyunun teknik olarak ayakta durmasının fedakâr sorumluları.

Müzik, Dekor
Oyunda müziğin bilinçli bir kullanımı olduğunu düşünmüyorum. Bence tek bir müziği(Edith Piaf’ları) seçerek, Serdar da saksafona göçmenliği  “öğretirse” daha iyi olur. Aslında fonda “soyut” bir müzik aradım.

Dekor tasarımında salonun devamı izlenimi var ki bu bana imkânların zorlaması gibi geldi. Sahneye seyircinin oturduğundan farklı sandalyeler konularak  “seyirci de aynı mekânın içinde” anlatımı kırılsa iyi olur.  Masanın diyagonal duruşu nedeniyle masa altında ayaklara odaklanmış sahnelerde ayaklar tam olarak görünmüyor. Bazı sahneleri de masanın dışına taşımanın da zararı yok. Florence’ın çalışma masasının ayaklarındaki “yükselten” kitaplar güzel(absurd) bir buluş.  Bu zamanda “daktilo” kullanımını garipsedim. Bir mâna çıkarmaya çalıştım çıkaramadım. Japon bahçesi “öyle” mi olur bilemedim.  Japon bahçesi, çağrıştırdığı imgelerle  yoruma renkli bir katkı sağlayabilirdi. Işık, kostüm, imkânlar oranında, olduğu kadar ama yeterli.

Yönetmen
Mehmet Avdan, beğendiğim bir yönetmen. Onu ilk kez İnek(İBBŞT) isimli oyunla tanıdım, daha sonra yönettiği Striptiz(KaST) ile yanılmadığımı anladım. O, bence,  tiyatromuzun “çizgisi yüksek” olan yönetmenlerinden biridir. Mehmet Avdan, İzmir’e taşındı, İstanbul’dan uzaklaşmasına  üzüldüm. Onun uzakta olmasının getirdiği sorunlar ile telif nedeniyle yaşanan “dur-kalk”ların oyuna yansıdığını düşünüyorum.

“Herkes Masanın Altında”
Masanın Altında, düzeyi düşmeyen ve yüksek olan  oyunculuk sayesinde seyredilmesi zevkli bir oyun. Ama tiyatro açısından , “masanın altına girmeden” önce, son bir masa başı çalışmasına ihtiyaç var. Aslında seyrettiğim oyunda zaten var olan ayrıntıları amaca uygun kullandıklarını gösterir; bazı ayıklamaları yapar;  tercih ettikleri rejideki ufak pürüzleri zımparalayıp parlatır; sayfalarına da aldıkları Topor’un “göçmenlik” üzerine söylediğini metinde aramak yerine  metni takip eder, öne çıkarırlarsa, ellerinde üst düzey  bir oyunları olacak, daha iyi anlaşılacaklar. Çünkü “herkes masanın altında” zaten.

Melih Anık

Not:
Masanın Altında - Türkçesi: Esen Özman -  Mitos Boyut Oyun Dizisi 367
Uyumsuz Tiyatroda Gerçekçilik- Zehra İpşiroğlu - Mitos Boyut Kültür Dizisi 19

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder