15 Eylül 2014 Pazartesi

Yedikule Bostanı'nda Tiyatro : Vişne Bahçesi ya da Sanat Bunun Neresinde?

Yedikule Bostanı’nda Vişne Bahçesi’nin sahnelendiğini kaç kişi duydu acaba? Merak edip kaç kişi seyretti?
Sanat ile nispeten yakın olan Cumhuriyet Gazetesi’nde konunun haber olması beni şaşırtmadı da sanatı Ertuğrul Özkök’ün gündemine bağlayan ‘amiral gemisi’(?) Hürriyet’in konuyu tam sayfa haber yapması bana ilginç geldi. Özkök de bahsetmemişti, hayret!

Yedikule Bostanı arazisinin yapılaşmaya açılması hususu başlı başına tiyatro olması gereken bir konu.Ne yazık ki konu Amerika’dan ele alınıyor hem akademik hem de tiyatral olarak. Bizim tiyatromuzun gündemine giremiyor. Erhan Yazıcıoğlu’nun konuya el atmasını bekliyorum. Törpüleyerek(artık konuyu mu yoksa sivri tiyatrocuları mı bilmem) konuyu bizim anlayacağımız(hazmedeceğimiz) yere getirir umudundayım. Neyse ben esas konuya döneyim.

Harvard Üniversitesi’nde Ortadoğu Çalışmaları Merkezi var. Siz Avrupalı falan deyin durun yerimiz Ortadoğu. Harvard söylüyor! Konu o yüzden onların ilgi alanında. Merkezi’n başkanı Cemal Kafadar. Cemal Kafadar birlikte hazırlık okuduğumuz yıllarda(o lise ben üniversite hazırlık) ortak hazırlanan bir oyunda benim oğlumu oynamıştı. Yâni onun da tiyatroya bir yakınlığı var. Şimdi çok değerli bir bilim adamı. Kafadar, Harvard Üniversitesi ‘Faculty of Fine Arts and Sciences’ içinde Ortadoğu ve Güney Doğu Avrupa ile ilgilenen tarih profesörü. Onun başında olduğu ‘Turkish Studies’ bölümü Vehbi Koç Vakfı’nın desteğiyle kurulmuş ve desteğiyle eğitimini sürdürüyor.

Harvard Üniversitesi’nde  Osmanlı tarihi üzerine doktora çalışması yapan Aleksandar Sopov  Yedikule Bostanları ile ilgili  konuyu ‘uyandıran’ bir çalışma yapıyor. Geçen sene  Türkiye’ye geliyor Zeytinburnu’nda mekânları dolaşıyor, kahvelerde halk ile görüşüyor. Bostanların tarihi miras olduğu vurgulanıyor. Gezi olaylarını takip eden günlerde bir grup eylemci bostanlarda toplantılar düzenlemek istiyor. Güvenlik güçlerinin de müdahale ettiği eylemler oluyor. Bölgeden geldiği(ni) söylenen(ve söyleyen)  insanlar eylemcilere karşı çıkıyor hatta bazısı ‘Burasını da Gezi olaylarına döndürmenize izin vermeyeceğiz’ diyerek polisin arkasından yürüyor. Bu arada Belediye imar ile ilgili çalışmaları sürdürüyor. Kararlar alınıyor.(Bunlarla ilgili internette bulabileceğiniz videolar var)  Surların arka tarafında ‘kentsel dönüşüm’ işleri devam ediyor. Fiyatı milyon dolar olan binalar yapılıyor. Surların caddeye bakan yüzünde henüz görünen bir yapılaşma yok ama denildiğine göre bostanların üstü moloz toprağı ile kapatılmaya başlanmış. İfade edilen amaç bu bölgeyi yeşil alan olarak korumak.. Bostancıları da çıkmaya zorlamak için yüksek kira bedelleri(aylık 15ooo TL gibi) tahakkuk ettirilmiş.  Akademik çevreler de belediyenin kararlarına karşı birleşmek için bir araya geliyor yapılması gerekenlere ait atölye çalışmaları yapıyor.  Bostanların büyük bir bölümüne karşı gelen alanda İstanbul’un en büyük mezarlıkları var. Bu nedenle benim tahminim  bu bölgede Eyüp Sultan çevresi gibi bir düzenlemenin ortaya çıkacağı ve daha ziyade dini ağırlıkta bir kullanımın yapılaşacağı yolunda.

Doktora öğrencisi Sopov’un doktora çalışmasını belli bir aşamaya getirmesiyle Kafadar’ın başında olduğu Harvard Üniversitesi Orta Doğu Çalışmaları Merkezi bir fon çıkararak olayın kamuya mal edilmesini teminen bir tiyatro oyunu hazırlanması çalışmalarına başlıyor. Bu nedenle New Brooklyn Theatre bulunmuş. Tiyatro, ‘mission’ları arasında belirttiği ‘Staging theatre wherever theatre is uniquely needed to move forward public conversations’  doğrultusunda Türkiye ile ilgilenmiş.  (http://newbrooklyntheater.com/ )

 Vişne Bahçesi Yaprak Ünver tarafından çevrilmiş, Courtney Nelson, Elizabeth Stern, Jonathan Solari tarafından kırk dakikalık kısa oyun hâline getirilmiş. Courtney Nelson çevre düzenlemesini yapmış, Jonathan Solari oyunu yönetmiş. Yönetmen Solari oyunun sahnelenmesinden yaklaşık iki ay önce Türkiye’ye gelmiş ve çalışmaya başlanmış. Duyduğuma göre oyunda oynatacak Türk profesyonel oyuncu bulunamamış (‘yerliler kabul etmemiş’) bu nedenle oyun, tiyatro tahsil etmekte ya da yeni mezun gençler tarafından oynanmış. Amaçlardan biri de her gösteri sonrası bir uzmanın katılacağı sohbet toplantısında topluluk elemanlarının da katılımı  ile konuyu tartışmaya açmak.

Ben oyunu seyrettiğim gece sonundaki toplantıya da kaldım. O gece dışarıdan gelen bir uzman yoktu. Oyunun yönetmeni dahil tüm topluluk ve oyunun sahnelendiği bostanın sahibi soruları cevaplamak için karşımıza oturdu. İlk soruyu ben sordum. Merak ettiğim husus yönetmenin konuyu nasıl gördüğü idi. Yönetmen Solari ‘oyun kendisini anlatıyor’ dedi ve Yedikule Bostanları’ndaki olayı nasıl gördüğünü söylemekten çekindi. ‘Benim işim tiyatro demek’ istedi belki de, bulaşmak istemedi. Ancak oyunun sahnelenme süreci tam anlamıyla politik. (Bana öyle geldi) Garip olan seyirciler arasından bir hanım, ‘buradaki herkes konuyu biliyor sen bilmiyor musun?’ anlamına gelecek şekilde itiraz etti. Ben de ona soruyu yönetmenin cevaplaması istediğimi söyledim ama yerlilerin ‘kraldan çok kralcı tutumu’ nedeniyle  oyunun Amerikalı kanadının düşüncesini öğrenemedim.

Her şeyden önce Vişne Bahçesi ile Yedikule Bostanları arasında ikisinin de tarım arazisi olmasından öte bir benzerlik olmadığı kanısındayım. Kurulmaya çalışılan benzerliklerin de zorlama olduğu anlayışımı hâlen muhafaza ediyorum. Öte yandan üç saatlik bir metnin kırk dakikaya indirilmesi de Çehov tadından çok şey kaybettirmiş. Mum ışığı ve biraz ötedeki kule aydınlatmasından yansıyan  ışıkta, loş bir ortamda oynanan oyunda seslerin de yeterince güçlü çıkmaması bazı konuşmaların anlaşılmaması sonucunu doğurdu. Oyunu bilenler için sorun yoktu ama seyretmesi beklenenler için epey bir sorun olduğu açıktı. O geceki seyirci topluluğuna baktığımda tiyatronun o sâdık seyircisi dışında yeni yüzlere rastlamadım. Bu oraya gelenleri şahsen tanıdığım anlamına gelmesin, onlar ‘tiyatroya giden’ tiplerdi. Oysa oyun, bizlere ulaşmaktan daha çok o bölgede yaşayan insanlar ulaşmalıydı. Onlar arasında tartışılmalıydı. Farklılar arasında tartışılmalıydı. Bu hâliyle, medya yansımalarını da dikkate aldığımızda oyun politik muhalefet amacına daha yatkın duruyordu. Doğrudan belediyeyi hedef alıyordu. Bu nedenle de bölgede yaşayanların katılabileceği bir forum olma imkânından yoksundu. Bu durumda da bir sonuç alabilmesi olasılığı yoktu. İşte bu noktada sanat eliyle toplumların uyandırılması konusunu düşündüm yeniden.

Özellikle konunun taa Amerikalardan ele alınması karşısında elbette yerel çalışmaları bir yana koymuyorum ama, ülkemizde tiyatronun neye yaradığı sorusunu sorgulamama neden oldu. Tiyatrocularımızın tiyatroyu kullanmakta daha derin düşünmelerini tavsiye ederim. Amerikalı, toplumu ilgilendiren konularda tiyatronun kullanabilmesi üzerine deneyler yapıyor. Bizim ülkemizde bilim ile sanat işbirliği yapamıyor.(Bizde sanat, aslında işbirliği yapmayı bilmiyor.) Bilim tiyatroyu, tiyatro da bilimin farkında değil.

Konunun ikinci boyutu da kendi kendimizi alkışlama hastalığımızdır. Kendin pişir kendin ye tiyatrosu.. Tiyatro toplumun farklı kesimlerine ulaşmalı, onları samimiyetiyle inandırmalı, ortak bir dil kurabilmelidir. Kendi düşüncemizde olmayan kişilerin de düşünceleri vardır ki biz onları beğenmeyiz, küçümseriz ama günün sonunda onları dinlemezsek ne yapmamız gerektiğini de bulamayız. Jakobenliğin bir türünün tiyatroda çok yaygın olduğunu görmekten endişeliyim ve sıkıntılıyım. Türk Tiyatrosu gerek içerik  gerek biçim olarak taklit etmeye devam etmekte kendi çizgisini bir türlü bulamamaktadır. (‘70’lerin Türk Tiyatrosu hayatın ve gündemin daha çok içindeydi.) Yedikule Bostanları’nda yaşanan bir olayın o bostanlara komşular tarafından anlaşılmayışı acıdır ama yapılan tiyatronun dışlanması da acıdır.

Bir konunun gündem olmasında ünlü isimlere ihtiyacınız vardır. (Aklıma geldi, bir notum daha var Erhan Yazıcıoğlu’na: Ali Erdoğan’ı davet et tiyatrona. Sana bir Haldun Taner oynasın. Mahzun’dan daha yararlı olur.)  Türkiye’de yandaş olmak kolay muhalif olmak zordur hatta tehlikelidir. Muhalif olmaktan partiye, kişilere muhalif olmayı kastetmiyorum. Düşüncenin önemi kalmadı. Muhalif olduğunuz konunun taraftarları kendilerine yönelik saldırı olduğunu zannediyor.  Tiyatrocularımız meydanlarda toplu halde sert  sloganları tekrarlamakta ama içinde bulundukları oyunlarda ‘idare etmekte’;  sloganı, metaforlar arasına kat kat sarmalayarak ‘çeyiz bohçası’ yapıp kendilerinin anlayacağı şekilde  alçak sesle mırıldanmaktadır. En politik görünen Genco Erkal, Ferhan Şensoy’dur, AST’tır ama onların da bataryaları artık şarj tutmakta zorlanmaktadır. Asıl tiyatroda YENİ gerekiyor. Tiyatrocular kendilerine dışarıdan bakamadıkları için yaptıklarının derinliğini de tayin edememektedirler. Kendi kişisel kuyularını TEK karanlık sanmaktan vazgeçmelidirler.

Amerikan fonunun bir Amerikalı tiyatro kumpanyasını desteklemesi üzerinde durmamız gereken konudur. Parayı veren kuralları koyar. Sadece kuralları değil aynı zamanda konunun nasıl sunulacağını da belirler. Parayı alan ne yapacağını bilir elinde yazılı emir yoksa da. Zorluk hem parayı almak hem de kendi dediğini söyleyebilmektir. Ülkemize konuk olan yabancı toplulukları bu gözle seyretmek gerekir. Bu sadece bizim ülkemiz için geçerli değildir, kapitalist sistem dünyanın her yerinde oyunu öyle oynar. Bu nedenle özgürlük pahasına para almamak gerek.

Vişne Bahçesi üzerine gene de tiyatral bir şeyler söyleyerek yazıyı sonlandırayım. Metni beğenmedim. Metnin uyarlanması da(Oyun künyesinde ‘uyarlama’ yazıyor ama değil) bir çözüm ama yeni metin yazmaktan daha zor olurdu diye düşünüyorum. Firs rolünün gerçek bir bostancı(Ahmet Öztürk)tarafından oynanması güzel bir düşünce ama oyunun tümü bu düşünceye göre kurgulanmış değil. Lubov ile Lopahin arasındaki ilişkinin öne çıkarılmasına daha önem verilmeliydi.

Mekân düzenlemesini sevdim. Sebze sandıkları ile hazırlanmış mekânda mum ışığı kullanılması güzel. Yere yatırılmış pencere ve kapı da evin ve düzenin yıkılmış olduğunu göstermesi bakımından yerinde bir uygulama ama bostanlar için ne anlama geldiği karışık.

Oyunculukları değil oyuncuların(Yaprak Ünver, Almira Seda İnce, Özgecan Ayhan, Ferit Çelik, Canberk Doğalı) samimiyetini, proje içinde aldıkları rolü ve bilinçli çabalarını alkışlıyorum. İçimde öyle bir his var ki  bu gençler projeyi yatağında tutmak için ellerinden geleni yapmışlardır.

Tiyatrocularımız Pamuk Prenses’in cadısının aynası karşısında vakit geçirmeseler de basit, yalın ama derinliği olan işler, projeler,oyunlar, piyesler yapsalar.(Yapanlar istisnadır) Vişne Bahçesi gündemin ve tiyatronun da ‘kaptırılmaya’ müsait bir alan olduğunu gösterdi çünkü.


Melih Anık

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder