21 Eylül 2012 Cuma

Altıdan Sonra Tiyatro-Lokstoff Sunar : Yokuş Aşağı Emanetler


Anahtarcı,  Dudu,  Helga, Palyaço, Kibrit, Yusuf  ve 40 kişi bir gece Beyoğlu’nda bir sokaktan çıktı, bir caddeyi geçti, bir yokuştan aşağı indi, bir salona girdi. Sokak Gönül, cadde İstiklâl, yokuş Kumbaracı, salon Kumbaracı50. Altıdan Sonra Tiyatro ve Lokstoff  “gerçek bir yolculuk” yaptırdı, tiyatro oldu. Her kapı kapanırken bir replik düştü hayata. Anahtar oldu replikler, hayat kapılarını açan. Anahtarı ellerinden alınanlar geçmiş hayatlarını silinmez izlerle çaktı sokağa, caddeye, yokuşa, salona:

“Eski anahtarlar geçersizdir.”
" Hikâyesini bilmediğim yemeği yapmam."
“Gidenlerin arkasından irmik helvası yapma ihtimalini bıraktınız bana.”
“Sebzelerin milliyeti ile ilgilenmedim. Bir fincan kahveyi bir masa etrafında içmeyi becerebildiğimiz gün her şey yoluna girecek.”
“Zaten ben hiç ağlamam.”
“Kendine kol olsun  diye benim gibi kolsuzu buldu.”
"Bi merdiven çizerim...Tırmanıp binaya girerim... Sonra merdiveni silerim abi... Arkamdan giremezler..."
“Bu işte sabıka kaydı isteyen yok.”
“Sana olan sevgim bir kağıtçının yokuşlarda akıttığı ter kadar kutsaldır”
“Çocuğum benim gibi görünmez olmasın”

Ya daha öncekiler?

Aslında yolculuğun bir önceki safhası var ki yolculuğun sonuna doğru ortaya çıkıyor. Dudu’nun kapısının önüne gelindiğinde  anahtar toplayan Anahtarcı’nın arkasına takılmış 40 kişi “sokağa düşmüş” ve her biri bir replik olsun bırakmış geride  zaten. Onlar daha önce hikâyelerini anlatmış, anlatılmış hikâyeleri dinlemiş, yaşanan olayları “seyretmiş”, şimdi hâlâ, “ne olacak” merakı ile takılmış gidiyorlar “bahtlarının rüzgârına”. Vardıklarında görecekler ki zaman ileri gider gibi yapıp geriye sarmış; hepsi, bir gün, onları hayatlarından koparmak üzere, hanelerine herhangi bir nedenle girecek bir Anahtarcı’nın  kapılarını ve umarsızlıklarını umursamaz bir hiddetle çalması ve zorlamasına uyanacak. Buna ister kentsel ister kişisel dönüşüm deyin aslında dönüşen hayatlardır. Temelinde  sahiplerine sormadan hayatlara giren bir elin, toplumun iyiliği, refahı ve mutluluğu diye kişiyi ezip geçmesi vardır. Birey, kendi gibi olan bireysellikleri toplayıp çoğalmayı beceremeyince  çoğunluğa teslim olur. Saçın içinden ayıklanan bitler gibi her biri tek tek kırılıncaya kadar devam edecektir bu! Peki ya yaşanmışlıklar? Onlar ne olacak? Kime emanet?  “Yokuş aşağı”, umudun tükendiği bir yuvarlanma gibi geliyor ve emanetinizin(ve de toplumu var eden tüm emanetlerin) elinizden kayıp gittiğini düşünüyorsanız, korkunuzu yenecek, emanetleri saklayacak ve geleceğe taşıyacak bir Kumbaracı50 vardır(var mıdır?) mutlaka her yokuştan aşağı.  Zaten tiyatro, kapımıza kadar gelmiş o gürültüye ve korkumuza inat birlikte ortak şarkılarımızı söylediğimiz “sığınağımız” da değil mi! 

“Proje”
“Altıdan Sonra Tiyatro’nun Alman tiyatro topluluğu Lokstoff ile birlikte TANDEM kapsamında gerçekleştirdiği oyun Yokuş Aşağı Emanetler’in ilk gecesinde “ordaydım” . Projenin Almanya ayağı, Mayıs ayında Stuttgart Metro İstasyonu’nda, Altıdan Sonra Tiyatro’dan oyuncuların da katılımı ile seyirci ile buluşmuş. TANDEM – Kültür Yöneticileri Değişim Projesi, Mercator Vakfı (Essen) ve Avrupa Kültür Vakfı’nın (Amsterdam) desteğiyle, MitOst (Berlin), Anadolu Kültür (İstanbul) ve İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin başlattığı yeni bir girişim. Nisan 2011’de başlayan proje, Türkiye ile Avrupa Birliği ülkeleri arasında kültür yöneticilerine yönelik uzun vadeli işbirliğini teşvik etme ve destekleme amacı taşıyor. Proje kapsamında toplam 33 kültür yöneticisi ve kurumun, iki yıllık bir dönem için 16 kültürel işbirliği projesi geliştirmesi ve katılımcıların ortak çalışmalar yapmaları, birbirlerini ziyaret etmeleri, kültürel ve sanatsal deneyimlerini zenginleştirip ortak işler üretmeleri hedefleniyor.”(Tanıtım yazısından)

Oyun
Oyun, farklı eserlerden derlenen hikâyelerden oluşturulmuş. Oyuncular onları kendi algı ve düşüncelerine göre şekillendirmiş ve yorumlamış.  Oyunu  Yaman Ömer Erzurumlu  ve Wilhelm Schneck birlikte yönetmiş. Oyunda  Gülşah Fırıncıoğlu(Dudu), İsmail Sağır(Yusuf), Kathrin Hildebrand(Helga), Selen Şeşen(Palyaço), Sinem Öcalır(Kibrit), Yaman Ömer Erzurumlu(Anahtarcı) rol alıyor. Teknik sorumlu, İhsan Dehmen; teknik asistan, Onur Kiraz. Ses tasarımı Onur Kahraman’a, fotoğraflar Erhan Yürük’ ait. Tüm oyuncuların çok iyi oynadıklarını; eşim ve benim kullandığımız telsiz kulaklık sisteminin kusursuz işlediğini, oyunun hassas noktası ses ile ilgili herhangi bir teknik sorun yaşamadığımızı; fotoğrafların ise karakterleri yansıtmakta  başarılı olduğunu söylemeliyim. 

Altıdan Sonra Tiyatro ve Lokstoff, oyunu metro istasyonunda başlatmak istemiş ama izin alamamış. Bir yandan gerçek mekânlara bağlanmış olmasını olumlu buluyorsam da oyunun kış şartlarında sınırlı sayıda oynanması gerçeği de hoşuma gitmiyor. Öte yandan provalar sürerken oyunun içinden geçtiği sokak, cadde ve yokuşun sakinleri kendi hayatlarına “değen” bu olayı öyle içselleştirmişler ki seyrettiğim akşam onlar da “görünür olmak”  için çabalıyorlardı. Ben sokak kedilerinin bile olaya katıldığını gördüm sanki.  Oyunun ilk gecesi sokak, cadde ve yokuşun tanıkları ise önlerinden akan kalabalığı merak edip duruyor, resim çekiyor ve anlamaya çalışıyordu. Bunların tiyatro için ne kadar hayırlı olduğunu belirtmem gerek. Belki bu yolla, sokakta tiyatro yaptı diye dayak yiyen tiyatrocu kalmaz.

Öneri..
Genelini  çok olumlu bulduğum oyunda birkaç hususu vurgulamak istiyorum.  Oyunun en kuvvetli iki hikâyesi Dudu (Takuhi Tovmasyan’dan) ve Yusuf (Katık Dergisi’nden), biri başta biri sonda. Diğer hikâyelerin ağırlığı ise onlarla aynı düzeyde değil, daha çok kişisel oyunculuğa kalıyor iş. Hikâyelerin aynı ağırlıkta olmaması ve karakterlerin oyunda aynı ağırlıkta hissedilmemesi ve de  bir “şemsiye” altında toplanmamış olması olayın algılanmasının yarım kalmasına sebep olacak diye düşünüyorum.  Her biri ayrı bir duygunuza “dokunan” hikâyelerden tek satırlık bir mesajı seyirciye söyletmek lâzım. Bu tür oyunlarda oyuncunun seyirci ile temasının önemi çok büyük. Oyuncuların zamanla alışacaklarını umuyorum. Oyunda oyuncunun rolünün devam etmesini bekledim. (Oysa rolü biten seyirci oluyor.) Dudu’nun baştaki rolünü kısaltıp yokuş aşağı seyircilerin koluna girerek anlatması gibi meselâ.  Kibrit’in sahnesi uzun ve fazla tekrarlı  geldi . Onun payına düşen sahneler, trafiğin yoğun olduğu mekâna  denk geliyor ve oyuncu mecburen rolü içinde seyircileri uyarmaya çalışıyor. Bence onun bu görevini Anahtarcı yapmalı ve Kibrit kendi sözlerini tekrarlamalı.  Oyunun başı için de bir önerim var. Seyircilere dağıtılan telsiz alıcı ve kulaklıkları torba içinde Anahtarcı versin ve verirken içindeki anahtarı “Anahtarını alıyorum” diye  alsın. Tabi bu arada kimlikleri de toplasın. Atıkçı Yusuf’un aydınlatılmış arabasının karanlığı delerek yokuş yukarı gelişi ile başlayan sahneler çok başarılı. Yusuf’un geçen taksi, motor, yayalar ile olan diyalogu  oyuna başka bir boyut katıyor, yeni yaratımlara gebe.  Kumbaracı50 merdivenlerinde bekleme yerine doğrudan salona geçilmesini öneririm.  Birine “kol” olan Anahtarcı’nın kolsuz olması çok anlamlı. Anahtarcı’nın anahtarı aldığı evin kapısına küçük bir siyah çelenk bırakmasını öneririm. Hoşuma giden bir husus ise sesi  algıladığınızda karakteri henüz görmemiş olmanız. Bu bir anlık aramayı sağlıyor ve sanki siz o karakteri yaratmışsınız gibi bir his uyandırıyor.  Bir önerim de oyunun çerçevesinin kentsel dönüşüm olarak sabitlenmesi üzerine. Oyun tanıtımlarındaki bu kesin çerçevenin açık bırakılmasından yanayım. Böylelikle seyirci kendi anlamını kendince yaratır diye düşünüyorum. Yokuş Aşağı Emanetler’in ismiyle başlayan geniş ufkun oyun tanıtımı ile daraltılmış olduğu kanaatini taşıyorum. Oyun sonunda sırtlarını birbirine verip daire yaparak selama çıkan oyuncuların verdiği mesajın oyunun içine sindirilmesi gerekiyor gibi geldi bana.

İŞBİRLİĞİ
Lokstoff’un projeleri youtube’da var. Ben çok beğendim. Altıdan Sonra Tiyatro ile yapılan  iş birliğini de çok yararlı ve olumlu buluyorum. Her iki tarafı da geliştirecektir. Bu tür çalışmaların tiyatronun toplum hayatına girmesi ve bu tür tiyatronun kendi tarz oyuncusunu yetiştirmesi  yolunda olumlu katkı sağlaması yanında farklı kültürlerde yapılacak denemelerin yarattığı zenginlik ve ufuk da büyük olur.

“Konsantrasyon var, katılım yok”
Betül Memiş’in röportajında ( http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/777191-ben-gorunmezim-ve-gorunmek-istiyorum )  Helga rolündeki Kathrin Hildebrand  “Oyunu ilgiyle ve yüksek konsantrasyonla izliyorlar ama katılım yok. Aslında ilk başta, interaktif bir katılım biz de beklemiyorduk açıkçası, çünkü buranın izleyicisi için de sokakla birlikte yapılan ilk tiyatro deneyimlemesi. “ demiş. Ama örneğin balkondaki Dudu’nun, caddedeki  Palyaço’nun ve yokuştaki Yusuf’un, Kibrit’in veAnahtarcı’nın ve de kendisinin sahnelerinde  katılımı kaçırmış olmasını, Kathrin’in  henüz “yabancılık” aşamasında olması ve de rolünün mekânı ,ilk gecenin heyecanı  nedeniyle çevreden gelen katılımları görememiş ,atılan lafları duymamış/algılayamamış  olmasına bağlıyorum. Kathrin, sanırım 40 kişiden beklediği katılımı istediği gibi bulamadı ama asıl katılım “sokak”tan geliyor, gelecek.  Galiba bu oyun, bizler için olduğundan daha da çok üç buçuk milyon yurttaşımızla birlikte yaşayan ve müstakbel AB ortağımız(!)  bir ülkeden gelen  Lokstoff  için iyi ve yararlı bir deneme olacak! Biraz daha çok kalırlarsa “Örovizyon” oylamasının ortaya koyduğundan çok daha farklı bir resimle tanışacaklardır, eminim. Oyun boyunca yan yana düştüğüm Alman yönetmen ve asistanının tuttuğu notların katkısı ve de Ömer Erzurumlu’nun onlara anlatma çabasının sonuçları  ilerdeki gösteri ve yeni oyunlara yansıyacaktır mutlaka. Altıdan Sonra Tiyatro’nun  Lokstoff’a,  Yokuş Aşağı Emanetler ismindeki  çoklu anlamın derinliğini anlatabildiği, Lokstoff’un anlayıp, o gözlerle çevreye bakabildiği oranda ortaklık daha da verimli olacak.

Altıdan Sonra Tiyatro’nun  “Her Yer Tiyatro” anlayışının bir ürününü sergilemiş olmasından memnunum. Onları kutluyorum. Dilerim bu slogana yeni örnekler ilâve ederler.

Size diyeceğim ise şudur: Çevrenize gören gözlerle bakın. Kapısı açık ve aydınlık bir balkon, bir kapı girişi, bir duvar önü, gereksiz gibi görünen bir merdiven, bir karanlık iskele altı, bir tiyatro salonu, içinde bir hikâye saklar ama o, siz “oku”mazsanız, hikâye olmaz.

Melih Anık

Not: Yazı Milliyet Blog'da yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder