17 Aralık 2011 Cumartesi

Yönetmen Günersel Yazar Günersel’e Karşı : Bok Sosyolojisi (Tiyatro Su)

Yeni değil eski. İlk önce kimin aklına gelmiş bilmiyorum. “Amerikan işi” diyorlar ama bizden de örnek var. Çöpe bakarak sosyolojik sonuç çıkarmak, tüketim süreçlerine bakarak toplumsal yapıyı ve insanı anlamak olanaklı imiş. Aslında çöp mahremiyet alanıdır. Kapınıza bırakırsanız çöp sizi ele verebilir. Başınızdan attığınız andan itibaren çöp sahipsizleşir, toplumsallaşır. Bizden birileri de Cihangir, Çarşamba, Darüşşafaka, Draman  çöpünü incelemiş karşılaştırmış. Buna çöp sosyolojisi deniyor.

Hani bizde bir söz vardır ya “Adam olacak çocuk bokundan belli olur” diye. Atalarımız bunu çok öncelerden biliyormuş ve daha da “derin” bir analiz yapmış. ”Bokunda boncuk bulmak” bok sosyolojisinin temel kavramlarından biri herhalde ve bize ait, ne kadar övünsek azdır. Ama dikkat : "Tezekten terazinin boktan olur dirhemi!"

Böyle bakınca her şey sosyolojiktir. Üretilen düşüncelere bakarak  bir toplum hakkında fikir sahibi olmak olanaklı.  Toplum ne üretiyorsa ona uygun bir ad bulunur elbet.

Tarık Günersel’in Bok Sosyolojisi isimli “piyesi” seyircisine yeni bir ufuk açıyor. Bu ufuk biraz karamsar, umutsuz gibi geldi bana. “Boktan işler” ile meşgul, başı boktan kurtulamayan  dünyanın sosyolojisi de umut vermiyor. Müsveddesi yapılan bir dünyanın yeniden yaratılması…Tanrıçanın çıraklık dönemi.. Sonuç: “Boktan bir dünya be adamım!”

Seyretmeden önce metni okuma şansım oldu. Bilmesem, yazar herhalde çok genç derdim. Bu gençlik, metindeki ruha yönelik bir saptamadır yoksa Tarık Günersel gibi bir ustanın yazdığı “federatif piyes”in içeriği çok “derin”. Günersel yaratan, yaradılış, felsefi düşünce, darbe, sanal hafıza, uzam, uzay gibi konulara kısa kısa dokunuyor.  Günersel’in fikirsel gençliği, konuları da erdem ve bilgece bir derinlikte ve “yeni” bir söylemle anlatmasından belli. Ama bence bir yanılgısı var, bu konuların sahnedekilerden başlayarak salondaki yaşı belli bir yaşın altındakiler tarafından da anlaşılabileceğine inanıyor sanki. Hadi diyelim ki seyirci nasıl anlarsa anlar ama sahnedekinin, oyunu, en az Günersel kadar  “duyması” ve “okuması” gerek. Oysa Behçet Necatigil’in dediği gibi “bazı şiirler bekler bazı yaşları”. İnanıyorum oyuncuların(Beril Senvarol ve Sezgin Cengiz) farklı yaşlardaki yorumları da farklı olacak ve seyirci başka başka gösteriler seyredecek.

Bok Sosyolojisi, yazarın tanımıyla on bir birimden oluşan federatif bir “piyes”. Yazar “Piyes 2 Perde” demiş ama bence bir “gösteri”. On bir birimin altısı, 2009 yılında basılmış olan “300 Yaş Konuşması” isimli öykü v.b 1971-2009 isimli kitaptan alınmış. Yaratış Öncesi(2009), Ödün(1976, 1983), Bok Sosyolojisi(tarih yok ama tahmini 12 Eylül 1980’den sonra) Seninim Diyorsun Ama Nasıl(2008), Bedenlere İnanır Mısınız(1997). Yazar, Bok Sosyolojisi öyküsünde çok belirgin olduğu gibi metinlerde de değişiklik yapılmış. Örneğin 12 Eylül, generaller ve yaşı büyütülüp idam edilen 17 yaşındaki gence göndermeleri gösteride çıkarılmış. Federatif olması tüm hikâyelerin  kendi iş işlerinde özgür(siz bunu bağımsız diye de anlayabilirsiniz) ama bütününde seyircinin algısına bırakılmış bir tek çerçeve ile sunulabilir bir gösteri olmasından geliyor.  Ama önce öykü olmuş ve birbirine bağlanacağı bilinmeyen metinleri sonradan yeni bir kurguyla toplamak çok dikkat isteyen bir çaba. Sahneye çıkardığınızda onlar zaten federatif deyip kendi hallerine bırakamazsınız, birbirlerine bağlamak zorundasınız. Ben baştaki Yaratış öncesi ile sondaki Vicdan’ı büyük bir paranteze almış ve aradaki öyküleri birbirine bağlamıştım zaten. Kolay olmadığını söylemeliyim. Muhtemelen benim anladığım, yazarın anlatmak istediği de olmayabilir ama ben anladığımla mutluyum. Galiba bu yüzden anladığımı, yönetmene karşı savunmaya kalktım oyunun sonunda!

Bence  gösteriyi oluşturan onbir birim aynı ağırlık ve değerde değil. Yaratış Öncesi’nde kısa bir diyalogla yaradılış efsanelerine yaptığı göndermenin derinliği; “Seninim Diyorsun Ama Nasıl”daki kelimelerle çağrışım bombardımanı;  kelimelerle yarattığı “Tufan”; “Hayat Ya da İmajlar”daki imajın hayat olması; “X ile Y”deki sanal dünya; “Vicdan”daki tanrıça ve vicdanına yaptığı olağanüstü göndermenin derinliğini anlatmak kolay değil, anlamak da.   

Yazarın ifadeleri ile “Minimalist şiirsel dil sahnede en yalın(siyah) ortamda birkaç temel obje ve mümkün olan en az ‘dış’ hareket ile tamamlanmaktadır.” Metinlerdeki şiirsel dilin sahnede aynı şiirsellikle yansımış olmasından kuşkudayım.  Ayrıca en az ögeyi amaçladığınızda, var olan her şey daha da büyümekte, dikkat çekmekte ve anlamlandırılmaktadır. Bu ‘zoom’ yaptığınızda nesnenin onlarca kez büyütülmesi ile ortaya çıkan kamera ekranındaki görüntüye benzemekte.  Elinizin en ufak bir  titremesi ile netlik nasıl bozulursa sahnedeki görüntünün netliği de çok hassas ve pek çok unsura  bağlı. Tarık Günersel , kelime işçisi olarak özene bezene seçtiği kelimelerle oluşan metin üzerindeki  ifade biçiminin bir benzerini sahnede oluşturma çabası içinde ama bu eylemde şiirdeki gibi yalnız değil, başkaları ile iş birliği yapmak zorunda. Her şey birbirine bağlı, düzgün işlemesi gerekir. Bunda en büyük rol de oyuncuya düşüyor en başta. Çok iyi bir ışık düzeni(Alpay Serbez), ses düzeni, sahne düzeni(Özlem Arıkan Serbez)  ve her şeyin dakik ve mekanik olarak işlemesi gerekli. Ben metin üzerinde kendime göre (ve sonradan konuştuğum yazara göre) anlamlandırdığım metni sahnede göremedim. Hatta oyun sonrası konuşmamızda yönetmeni suçladım yazar adına. (İyi mi? Öylesine sahip çıktım yazara ve metnine, anlayın.)

Günersel, “benim istediğim, inandığım  tiyatro da bu zaten!” diyor. Kiralık Konak’da oyuncularına gereksiz ise hareket etmeyin dediğini söylüyor. “Yalın tiyatro” onun aradığı. Ama metnine bakınca “basit” değil bunu başarmak. Kaldı ki en önemli soru ortada duruyor “hangi seyirciye ve ne kadar ulaşacak?”

Kuşku duymadığım ve metni dosdoğru anlattığına inandığım müzik(Uskan Çelebi) var. Hatta bazen kaybolduğunuz labirentte yolunuzu bile gösteriyor. Oyuncular ise seyirci ile birlikte soruyor sanki. Erkek ve kadın “aynı” erkek ve kadın oyun boyunca, hiç değişmiyor. Gösterinin minimalist olması onların ufak ayrıntılarla farklı olmalarının önünde engel değil. Oyuncular, sahnede bedenen olmayan  etkili bir sesin ağırlığı altında sanki. Tüm ağırlığı ile sahneyi “dolduran” Tarık Günersel’in sesi.  Günersel, gösterideki dış ses. Onun gönlündeki tiyatronun ip uçları da o seste var.  İnsan o sesteki ruh sahnede olsun istiyor.  Soyut tasarımda göze çarpan somut bir sandalye. (Ben sandalye yerine aynı amaca yönelik soyut bir nesneyi tercih ederdim.)  Bir sahnede el ve parmaklarla yapılarak kulağa tutulan el-telefon bir sonraki sahnede cihaz olarak fiziken var, mikrofon da. İpe asılan bir eşarpla canlandırılan gök ve yıldızlar.  Yani bütün içinde hangisi gösterinin anahtarı diye sormak istiyorum.  Oyuna uygun ama aceleye gelmiş bir hal var dekorda. Siyah fon perdesinin girişler için açık kalan parçaları bir türlü kapanmıyor, sahne arkası göz önünde. Sahneyi çerçeveleyen  siyah perde önünde içi biri erkek diğeri kadın olarak kesilmiş boşluklu iki beyaz pano var. Erkek ve kadın oyuncu siyah giysileri ile o boşluk içinde  siyah fonun parçası. Sahneye çıktıklarında geride siyah bir boşluk kalıyor. Ben sahne döşemesine düşmüş açık gri bir kağıdın oyularak (siyah değil) açık gri insan figürlerinin çıkarılmış olmasını tercih ederdim.  (Oyuncu giysileri de açık gri olacak tabii ki) Zira evrenin siyah ve sonsuz boşluğundan çıkan insan, onu tarihe mal eden edebiyatın(yazının)  da bir ürünü.  

Yazarın kendi oyununu yönetmesi fikrine yakın olmadığımı  daha önce de yazdım.  Günersel,  yeni bir açı getiriyor. “Ben oyunun nasıl olması gerektiğini gösterdim” diyor sanki.  Bu görüşte “oyun sahnede tamamlanır” düşüncesi öne çıkıyor, ama yazar tarafından! (Bu büyük bir tartışma.) Günersel bebeğini dadıya emanet edemeyen titiz ebeveynlere benziyor. Ama dünyanın tüm yazarları yazdıklarını sahnede tamamlamaya kalkışırlarsa tiyatro edebiyatının önemi nerede kalacak? Ben aynı metnin farklı yorumlanışı karşısında nefesimi tutarım. Tiyatronun büyüsü de bu zaten(bence). Yazar kendini sahneye koyunca büyü kaybolur gözümde. Neyi eksik yazdı ki yazar, sahnede tamamlamak istedi diye düşünürüm. Eğer yazar yönetmen olursa dramaturg niye var? Yazar yönetmense dramaturg da o zaten. Yönetmen dramaturgsa yazarın temsilcisi kim? 

Oyunun bir  dramaturgu(Seda Tansuker Selçuk) var. “Bu işin okulunda okumuş biri olarak 4 sene boşuna(!) okumamış olduğunu” görmek isterdim bu oyunu görünce. Dramaturg yazarı savunmamış, yönetmeni desteklemiş herhalde.  Ortada dramaturgi çalışması yok, yönetmen yardımcılığı  var. Tarık Günersel’i  yapmak istediğine “inanmış biri” olarak gördüğünüzde  dramaturgun  işinin zorluğunu da anlarsınız. Ama kendisi de bir dramaturg olan Günersel’in dramaturga bu şansı vermesini beklerdim. Ama isminiz rol dağılım sayfasında ise varlığınızı da duyurmak zorunda olmalısınız.  “Tiyatro eleştirmeni/dramaturg” Seda Tansuker Selçuk’un “başkalarının emeğini beğenmek” için yorumlarla katkıda bulunacak yerde  kendi mesleğinin gereğini yapmasını dilerim. 

Çok açık ki Tarık Günersel’in  dünyası çok zengin, geniş ve derin. Şairliğinden gelen kelime, imge hâkimiyeti, idrak ve algı ufkunun inanılmaz genişliği, bazen kontrol edilemez bir söyleme biçimine dönüşüyor ve onun için yazmak,  yaşamak haline geliyor sanki. O zihninin en uçlarında imge ve fikirlere takla attırırken  ani bir dokunmayla sizi bıraktığı yerde “ben nerdeyim” durumuna düşebilirsiniz. “Kendimi ancak ben rötüşleyebilirim” diyor yazar. “Öz güvenin yol açtığı megalomani, ukalalığın tahripkârlığından bizi engelleyecek olan da öz eleştiridir” 

“Anladım” dediğinizde muhtemelen yazarın sınırlarına çok uzakta  olabilirsiniz(ona göre). Bence yazar Günersel’in metnini  sahneye aktaran yönetmen Günersel’in öz eleştiriye ihtiyacı var. Bunu yazar adına kendisinden rica ediyorum.

Melih Anık 


Not:
 Gazanfer Özcan Gönül Ülkü  Sahnesi’ni yeniden kazandırdıkları ve Gazanfer Özcan ve  Gönül Ülkü’yü  fuayede yaşattıkları için  Tiyatro Karnaval’a  teşekkür ederim.


İlgi:


300 Yaş Konuşmaları-Tarık Günersel- Helikopter Yayınevi
Oluşmak-Yaşama Düşünceleri 6011- Pan Yayıncılık
Zaman Denen Oyuncak- Tarık Günersel-Om Yayınevi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder