19 Mayıs 2011 Perşembe

İBB Şehir Tiyatroları 2.Kısa Oyunlar “Festival”i (2011)

İkincisi bu yıl yapılan Kısa Oyunlar Festivali'nin ilki umut vermişti ikincisi ise tam bir hayal kırıklığı oldu. Bu gidişle İBBŞT, kısa sürede angarya haline geldiği anlaşılan bir yükü omuzlarından atacak gibi görünüyor.
Mesaj olarak aldığım bilgilendirmelere göre gösterinin başlama saatini 20:30 olarak kaydetmiş olduğum(Allahtan aynı bilgiye sahip benden başkası da vardı) ve ona göre Kumbaracı50’ye gitmiş olduğum için 19:30 da başlayan gecenin ilk 3 oyununu(İkiz, Geliş Gidiş, Yok) kaçırdım. Salona girdiğimde Sanal Hafıza başlamış idi. Doğrusunu isterseniz benim nerdeyse ayak parmak uçlarımda ve nefesimi tutarak girdiğim ve ilk bulduğum yerde ilk oyun bitene kadar "kalıp" gibi oturduğum koltuğumdan gösteri boyunca seyircilerin ve oyuncuların salona giriş çıkışlarında gözlediğim pervasızlık,  fuayeden gelen sesler, uyarılar, ortamı ‘ana okuluna’ çevirdi. Seyircilerin çoğunluğu aile ve arkadaş çevresi idi galiba. Bu ‘samimi’ hâl, mekânı da ‘oturma odası’na dönüştürdü. Bunlarla  İBBŞT’nun ‘duruş’unu da gördüm. İBBŞT festival ile ilgili bilgilendirme yapmadı kendi “site”sinde.  Program ‘çok gizli’ operasyon damgası yemiş sanki. Programı salonda öğrendim ama o da dergideki sırasında değildi.
Gösterinin bitiş saatine baktığımda başlangıç saati olarak seçilen 19:30’a hak verdim. 13 oyunun oynanması yaklaşık 3,5 saati buldu.
İBBŞT’nin seçimi nasıl yaptığına dair gençlerin bana gönderdiği mesajlardan bir şeyler çıkarabiliyorum. Sahnede gördüklerim bana hiç de iyi şeyler söylemiyor.
İlkinde tiyatro ‘ilâh’ları ilgi göstermese de, ciddiyet vardı. İkincisinde ise ‘heves’in ön planda  olmasından  geçen yıl festivale gösterilen ilgiden memnun kalınmadığı ve festivalin cazibe merkezi olarak kabul edilmediği görüldü. Profesyonel, seyirci olarak bile festivale ilgi göstermiyor,  "madem emek harcayacağım getirisi de ona göre olsun" istiyor herhalde. Ortaya çıkana bakınca "amatör" , "genç", "üniversite" kelimeleri ile beraber anılan "tiyatro", "basit ve ucuz" bir hale getirilerek hak etmediği bir algıya mahkûm ediliyor. Şimdi "kısa" da bu aileye(!) katıldı. "Kısa oyun"lar "uzun" olanını yapamayacağı öngörülenin "hevesini alma" alanı olmaya başladı. Bunun sorumlusu da İBBŞT.
Oysa kısa oyun, tiyatronun çok önemli bir dalı, yerine göre uzun oyunlardan daha da zor. Ayrı bir beceri ve anlatım zekâsı istiyor. Kısa sürede ‘anlatmak’ tasarruflu bir söylem, ayrıntıları es geçmeyen dikkatli bir gözlem ve akılda kalıcı sunum ve iyi oyunculuk istiyor. Geçenlerde deneyimli ve okullu bir oyuncu çok ünlü bir yazarın çok bilinen bir kısa oyununu sanki yeni okumuşmuş gibi yazdı, şaşırdım kaldım. Tek örnek yetmez ama bazı tiyatrocuların "kısa"lara değer vermediği izlenimi var bende. Seyirci de "kısa"ları çok sevmiyor olabilir. Muhtemelen her iki taraf tadını almadığındandır. Böyle giderse hiç bir zaman tat alınamayacak.
Bu yılın programından ben bir tema birliği çıkaramadım. Genel olarak ‘soyut’ anlatımlar, metaforlar hâkimdi.  Hiçbir oyunda beğenilecek birden fazla şey bulamadım. Kiminde metin, kiminde tek bir oyuncu kiminde bir sahne iyi idi. Ama geri kalan kötü olunca ya da iyiyi desteklemeyince sonuç da kötü oluyor.  Oyun seçiminin (Gidiş ve Geliş ile  2 No’lu Aile), toplumsal bir yaranın(Tecavüz), tiyatral söylemdeki bir ayrıntının (yere çizilen seksek oyunun-Ha Varmışım Ha yokmuşum, cellat ve  kurbanını örten perdenin ve uyarlamadaki geniş ufkun-Bir İnsan Başı Üstüne Üç Sesli Üzünç), bir konuya farklı bakışın (cariye-Altın Kafes), metindeki geniş vizyonun(Sanal Hafıza), klasik tiyatroda kişi ile özdeşleşmiş bir duyguya getirilen yeni yorumun(İhtiras) hakkını verememiş kısa oyunlara tam ve olmuş demek olanaklı değil.
Bu kapsamda Tiyatro Açıkça(Anı Sağkan/Altın Kafes), Tiyatro Su(Tarık Günersel- Sezgin Cengiz-Beril Senvarol/Sanal Hafiza), Galatasaray Üniversitesi(Aziz Nesin-Doğu Kaan Eraslan/Bir İnsan Başı Üstüne Üç Sesli Üzünç), Düşünsel Dans Topluluğu(Erkan Kılıç/Tecavüz), Tiyatro Neden(Ha Varmışım Ha Yokmuşum), Tiyatro Mott(Walter Wykes- Müge Oskay/2 Nolu Aile), Sibel Yaptı(Sibel Yaptı-Pınar Yılmaz/İhtiras), Cellatlar ve Soytarılar(Mehmet Baydur-Sinem Kargı/Doğum), Kadıköy Sanat Tiyatrosu(S.Beckett-Salih Usta/Gidiş ve Geliş ve Sözsüz Oyun2) oyunlarında fırsatın kaçırılmış olduğunu düşünüyorum. 
 Merakım oyunların nasıl bir katılım havuzundan neye göre ve niçin seçildikleri. Ben bu yıl seyrettiklerimden yola çıkarak İBBŞT’nin kısa oyunlar için bir stratejisi ve de bu işe devam etmeye gönlünün olduğu izlenimi almadım. Genç Tiyatro Sorumlusu Tolga Yeter’in program dergisindeki “bu yıl da devamını getirebildiğimiz” ifadesi bilinçaltının dışa vurumu gibi ve kazınırsa altından neler çıkar acaba? Ben ‘son nefesimizi veriyoruz’ diye bir şeyler anladım.  
Eskiler “Ayinesi iştir, kişinin lafa bakılmaz/ Şahsın görünür rütbe - i aklı eserinde..” derdi. Eserine baktığımızda  İBBŞT’nun mücadele edecek gücü kalmamış diye anlıyorum ben. Böyle olunca enseye vurup lokmayı  ağızdan alırlar; koskoca binaları ellerinden aldıklarında şaşırır mısınız? İTÜ öğretim üyeleri karara karşı çıkmış İdari Mahkeme’ye müracaat edip  Taşkışla’yı vermemişlerdi. Bina kiralama ihalelerinde, kağıt üzerinde var olan  tiyatronun ve kamunun hakkını korumak, sık sık sahnenin kapatılmasının ve önünden geçişin yasaklanmasının önlenmesi  için ortaya çıkacak dağları delen  ‘Ferhat’lar nerede? Unvan taşımak sorumluluk taşımak ve yükümlülüklerin gereğini yapmak demektir, "resim vermek" değil.
Bizim gençliğimizde toplumun yaşadığı her şey birbirinden soyutlanamaz yani “her şey birbirine bağlı” denirdi. Her yere ve her şeye aynı düşünce biçiminin yansıması şeklinde ortaya çıkıyor bu anlayış. Karşıma çıkan resimlere bakınca tiyatro toplumunun denge bulma çabası içinde "idare" ederek oyalandığını  görüyorum. Sorumluların bir şey yapma arzusu, gayreti, cesareti yok. "Dostlar alış verişte görsün" yani. Keşke eskisi ile yenisi ile tv dizilerinin vazgeçilmezleri olan ve ödülleri elele veren  Genel Sanat Yönetmen’leri tiyatro için elele verebilse. Yönetmenlere, yazarlara, danışmanlara, ağabeylere, ablalara, köşesi olan olmayan ama burnuna dokundurmayan tiyatro ilâhlarına bakıyorum, bakıyorum, bakıyorum…
Gençleri hoş görmek lâzım.
Melih Anık

Geçen yıl yazdığım yazı ile yukarıdaki yazı arasındaki fark, festivalden yansıyan havayı göstermiyor mu?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder