10 Eylül 2024 Salı

* Tiyatroda(Sanatta) Özerklik Nedir? Ne yapmalı?

Son zamanlarda İzmir BB Şehir Tiyatrosu ile ilgili tartışmalarda ‘özerklik’ kavramı gündem oldu. Görev süresi uzatılmayan genel sanat yönetmeni(gsy) hazırladığı  yönetmeliğin ve kurumun Türk Tiyatrosu’nda bir özerklik laboratuarı olduğu iddiasıyla ortalara döküldü. O ‘sanatsal özerk’ olan bir kurum yaratmıştı(!).  Ona göre onu göreve davet eden ama sonradan o yönetmeliğin değişmesine neden olan eski danışma kurul üyeleri ‘darbe’(!) yaptı. Eski GSY’inin kurduğu(?) laboratuar yok edildi. Takipçileri de EGSY’nin dediklerini sorgusuz sualsiz ve düşünmeden tekrar ediyorlar.

EGSY benim her cümleme ayrı ayrı yorum yaptığı cevapta şöyle bir ifade kullanmış: ‘Özerkliğin türlerinden ve derecelerinden bihaber salla kazan oynuyor!’ Kendimden bahsetmeyi sevmem ama cahilce ‘sallayanlara’ anlatmak şart oldu.

Yaklaşık 40 yılı aşkın bir çalışma hayatım oldu. Bu sürede Türkiye’nin önde gelen öncü şirketlerinde üst düzey yönetici olarak çalıştım. O şirketlerin organizasyonlarına katkılar yaptım.  Özellikle kamu ve yerli/yabancı özel şirketlerle yapılan ortaklıklarda çalıştım. O ortaklıkların yönetmeliklerini yazdım.  Kamu şirketleri ile çalışmalarımda (buna İzmir BB de dahil) kamunun hareket tarzını, kısıtlarını, düşünme biçimlerini anlama imkânını buldum. 10 yılı aşkın süredir tiyatro yapıcılarının düşünme tarzlarını ve yaptıklarını biliyorum. Ödenekli(veya özel) bir tiyatroda yöneticilik yapmış biri kadar yönetim tecrübem ve birikimim olduğuna inanıyorum. Bu arada belirtmeliyim ki yetki kullandığım maddi büyüklükler milyar dolarlar mertebesinde idi. Küçük tiyatro bütçelerinden bahsetmiyorum yâni. Bunları yazmamın nedeni bazı tiplerin hakkımdaki sarkastik ifadeleridir. Tüm iş hayatım boyunca ilgili konulara kafa yormuş,  Proje Yönetim Derneği ve GYO Derneği’nin kuruluşlarında baş rolü oynamış  ve yönetimlerinde görev almış ve de Türk Tiyatrosu’nun kuruluşu için düşünmüş ve öneriler sunmuş bir kişi olarak özerlik tartışmasına katkı yapmak için bu yazıyı yazdım.

Şimdi gelelim ana konuya: Özerlik nedir?

Özerklik kavramının niteliği incelendiğinde şu iki kavramın özerklik türlerini kapsadığı görülmektedir. Kendi kendini yönetme idari ve mali özerkliği. Kendi geleceğini belirleme ise idari ve mali özerkliğin yanında siyasi özerkliği de ifade etmektedir (Işıkçı ve Alacadağlı, 2016).

Kendi kendini yönetme (self government) ve kendi geleceğini belirleme (self determination) kavramları da özerklikle ilişkili kavramlardandır.

Özerklik ya da otonomi, başka bir kişi ya da durumdan bağımsız karar verme, kendi kendini yönetebilme yetisi. Yunancadan gelen "auto" (öz, kendi kendine) ve "nomos" (kural, yasa) kelimelerinin birleşiminden oluşur. Gelişim psikolojisinde ve ahlaki, politik ve biyoetik felsefede özerklik bilinçli, zorlanmamış karar verme kapasitesidir. Özerk kuruluşlar veya kurumlar bağımsızdır veya kendi kendini yönetirler. Özerklikmuhtariyet ya da otonomi merkezî örgüt yapısını, dolayısıyla hiyerarşiyi reddeden, gönüllü katılım üzerine kurulu, gizliliği değil açık olmayı seçen bireylerin bir aradalığıdır. Bir düşünce ve dayanışma birliğidir.(wikipedia)

Özerklikten amaç etkin yönetim, yerli halkın çıkarlarını kollamak, ülke çıkarlarını korumaktır (Fatih Yüksel-MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Araştırma Görevlisi - Yerel Yönetimlerde Özerklik)

Öncelikle EGSY’nin iddia ettiği ‘sanatsal özerlik’ topal bir yönetim biçimidir. İdari ve maddi özerklik olmadan işlevi yoktur. Bir an için düşünün: Sanatsal özerk olarak seçtiğiniz oyunu sahnelemek için gereken parayı vermezlerse, gsy’nin ve tüm kadronun maaşlarını ödemezlerse  oyun sahnelenebilir mi? Ne işe yarar tek başına sanatsal özerklik? Ben istediğim oyunu seçeyim siz parasını verin gerisine karışmayın diyorsanız o da işlemez. Zira oturduğunuz koltuk siyasi bir makama bağlı. Sorumluluk ve yetki onda. Seçmene karşı o makam hesap veriyor verecek. Hatırlıyor musunuz sizi o koltuğa oturtan da o. O koltuğa otururken hoşa gitmek için uğraştınız. Koltuğa oturunca çekil başımdan gölge etme diyebilir misiniz? Ya da size dedirtirler mi? Bu noktaya itirazlar yükselebilir. Derler ki örnek koymazsan özerklik kavramı topluma yerleşmez. Özerklik için mücadele etmen gerekir. Doğru ama örnek nasıl konulacak ve mücadele edilecek?

Özerliğin en önemli vasfı yerli halkın çıkarlarını kollamaktır yâni konumuzda İzmirlinin çıkarları. Özerlik iyi niyet ister. Yetkiyi kötüye kullanmamak gerekir. Bunun için ne yapmak lâzım? İçinde bulunduğunuz çevreye dayanmalı, onları tanımalı onlardan yardım ve destek almalısınız. Halkın çıkarlarını kendi çıkarlarınızın üstünde tutmalısınız. Onların sorunlarını dert edinip gündeme getirmeli gündem yaratmalısınız.(Keşke körfezdeki kirliliği, kokuyu ve balık ölümlerini tartışan bir oyun yapsaydınız da özerkliğinizi görseydik.) Tiyatro halkın yararınadır biz de  tiyatro yapıyoruz demek  yeterli değildir. Nasıl bir tiyatro yaptığınız önemlidir.  Bu hususla ilgili Nilüfer Belediyesi Tiyatrosunda görev yapmış olan Murat Daltaban’dan örnek vermek isterim. Daltaban’ın gsy olarak  ilk oyunu daha önce kendi tiyatrosu Dot’da sahnelediği Vur Yağmala Yeniden idi. Ahmet Mithat Efendi’nin Bursa’sında ilk oyun olarak yanlış bir seçimdi. İşi bilen bir belediye başkanı buna itiraz etse sanatsal özerklik elden gitti mi dememiz gerekiyor? Dot özeldi Nilüfer kamu tiyatrosu.( Bu da başka bir tartışma. Özeller kamu olduklarını söylüyor.) Dot’da yaptığınızı Nilüfer’de yapamazsınız yapmamalısınız. Dot’a bir oyunla ödül yağdıran jüriler de konuya bu açıdan bakmak zorunda idi. Bakamadılar. İşte ödül meselesi de özerklikle ilgilidir.  Bir başka örnek(Bana anlatan birinci ağız isterse isim verebilir.) Başkanı sanatçı olan bir ilimiz ile ilgili. Şehir Tiyatrosu da diğerlerinden daha önde. Duayen bir yönetmen Başkan’ı ziyaret ediyor ve bir oyun sahnelemesi için anlaşıyorlar. Yönetmen daha sonra GSY ile buluşuyor ve ona gelecek sezon yöneteceği oyundan bahsediyor. GSY şok tabii. Kendisi de sanatçı olan Başkan gsy'ninden habersiz karar almış. Önce GSY ile görüşülse de aynı sonuç çıkacaktı belki ama siyaset Başkanlara sanatın özerkliğini unutturuyor.  Bu iki örnek ülkemizde sık rastlanan örneklerdendir. Toplumumuzda özel tiyatrolar özerk mi? Hayır. Devlet yardımı alırken, salon kiralarken vb hep bir yerlerle iyi geçinmek durumundalar. Oyuncular özerk mi? Onlar da gsy’ler, topluluk sahipleri ile yönetmenlerle iyi geçinmek durumunda. Bu ‘iyi geçinmek’ hususu özerkliği darmadağın ediyor.  Bu noktada toplumun geneline bakmak gerekir. Özerlik toplumda nasıl anlaşılıyor ve ne kadar geçerli?

Ülke gerçeklerini dikkate almak gerekir. Özerklik bağlı olduğunuz yöneticilerde rahatsızlık yaratır. Özellikle kamu yöneticilerinde. Özerklik başına buyrukluk diye anlaşılır. Emri altındakilerin başına buyruk olmasını ya da öyle bir izlenim bırakmasını istemezler. Yöneticinin prestiji sarsılır. Siz vurguladıkça aslında görev sürenizi kısaltırsınız. Öyle bir şey yapmalısınız ki  âmiriniz sizin kararınızı o almış gibi hissetsin. Amacınız görevde kalmak değil meseleyi zihinlere çakmak ve kural olmasını sağlamak ise dikkatli olmak zorundasınız. Bu konu sadece bize özgü değil. Ben dünyanın değişik ülkelerinin yöneticileri ile çalıştım. Aralarındaki farklar azdı.  Polonya’da katıldığım bir tiyatro festivalinde bizimkilere benzer yöneticiler ve durumlar tanıdım. Bu insani ve kültürel bir vaka.

Bir ülkede özerklik yaşam biçimi değilse yaşamaz.(Demokrasi de öyle değil mi?) Bu tiyatroda  eleştiri, ödüller, akademik çalışmalarla,  iyi bir eğitim düzeni, sosyal güvenlik telif vb konulardaki hâlimiz ve duruşumuzla yakından ilgilidir. Meseleler bileşik kaplar gibidir. Tiyatronun meselelerini de ben özerk yönetmelik yaptım diyerek düzeltmiş olduğunuz hayaline kapılmamanız gerekir.  Özerklik ülkenin yaşama biçimi olduğunda yaşamaya başlar.

Ne yapmak gerekir?

Sizi 16. Yüzyıla götüreyim. Shakespeare özerk miydi? Bugün onun oyunlarını yeniden yorumlarken özerlik kavramını bulup çıkarıyoruz ama I.Elizabeth ile geçinmek o kadar kolay mıydı sanırsınız? O toplumdaki özerklik anlayışı bizimkinden ileri şimdi. Tiyatronun bunda rolü var.  Shakespeare ne yapmış?  Size bir kitap tavsiye edeyim. Kurban ve Egemenlik. Yazarı Gilberto Sacerdoti. Shakespeare'in bir oyununda geçen av sahnesinden yola çıkan Sacerdoti bir konuya dikkat çekiyor. Oyunun çözümlenen sahnesinde Kraliçe Elizabeth av sırasında bir geyiği kurban ederek Papa'nın temsil ettiği kurban sunucusu rolünü ele geçirir. Dünyevi egemenliğin ruhani egemenlikten bağımsız olarak elde edilişini gösteren bu sahnenin altında Antikçağ'dan beri süregelen temel bir tartışma yer alır. Shakespeare ne yapmış? Bir oyunda kiliseye karşı egemenlik meselesini kurban kavramı üzerinden vermiş. Laik devletin özerk egemenliğinin temeli  on yedinci yüzyıl boyunca Hobbes ve Spinoza'nın düşüncesinin merkezinde yer almaya devam edecek olan ve laik ile dinsel kavramların kaçınılmaz çatışmasını içeren bir sorunu gündeme getirmiş. (Kitaptan) (Benzer bir analiz bizde var mı? Bu bile özerklik kavramı ile ilgili.)

Bu bize yol göstermeli. Tiyatro ben özerkim diye bağırarak özerk olmaz. Öncelikle bilinçli yani nereye gideceğini gittiğini bilen tiyatro yapıcılara ihtiyacımız var. Özerklik, demokrasi vb kavramlar sabırla bilgi birikim  ve bilinçle oyunların içine zerkedilmeli ve  öncelikle seyircileri sonra yöneticileri ve tiyatrocuları eğitmeli ve ülke atmosferini değiştirmek için çabalamalıdır. Bunu yapmak için tiyatro camiasının ne yaptığını bilen  kararlılık ve dayanışma içinde olması gerekiyor.  Oysa tiyatro camiası dağınık . Herkes kendini kurtarma peşinde. Bazıları kendi kişisel takıntı kapris hırs ve egolarının kurbanı olmuş. Bazıları da onların kuyruğu olmuş. İzmir özelinde danışma kurulu geldi yönetim kuruluna bürokratlar girdi özerklik gitti tartışmasını gereksiz buluyorum. Ülkemizde yığınlarca  yasa var ama uygulanmıyor. Yâni kuralların yasa olması bile durumu düzeltmiyor. Önemli olan işleyiş. O da sabırla ve bilinçle değiştirilebilir ancak. Tarla iyi değilse iyi ürün alınmaz. Tiyatroya akıllı, zeki, ufuklu ve  öfke kontrolünü yapabilen yöneticiler gerekiyor.

Yazılı belgelerden önce toplumsal davranışlar önemlidir. Toplumda yaşam biçimi değilse herhangi bir tutumu yönetmeliğe yazdım demek işe yaramaz. Önce tutum sonra belge. Bazı ülkelerde anayasa yok biliyorsunuz.  

Tiyatro ne yapmalı derseniz işte bunları derim.

Melih Anık

7 Eylül 2024 Cumartesi

Türk Tiyatrosu’nda ‘Temper Tantrum’ Vakası : Yücel Erten’in İkinci Çocukluğu

 

Yazılarımı keyif alarak yazmak isterim. Yazmak benim için eğitici bir yolculuktur. Bu yazıyı sıkılarak yazıyorum. Muhatap bırakıldığım seviyesi düşük bir yazıya cevap vermek için değil tarihe not düşmek için yazıyorum. Ben benim hakkımda yazan Yücel Erten’in ve ona yorum(?) yazan müritlerinin seviyesinde değilim. O nedenle yazarken zorlanıyorum. Aslında onların anladığı dilde  cevabım iki kelimeden ibaret. Ben o cevabı kendi içimde verdim. Şimdi o cevabı süsleyerek bu zavallı güruhu tarihe kaydetmeye sıra geldi.

Bu güruh isimleri ve titrlerine göre çok aşağı bir seviyede. Vereceğim örneklerden anlayacaksınız zaten. Hakaret ve küfür çaresizlik ifadesidir. Hakaret ve küfür eden kendini tarif eder, bir acz ifadesidir. Acz Kubbealtı lugatine göre insan ve hayvanın gerisi kıç sağrı demek. Acz aynı zamanda güçsüzlük düşkünlük demek. Bu nedenle hakkımda hakaret ve küfürler kişileri  tanımama yardım ediyor. Kişilikleri ortaya koyuyor. Bilirsiniz kötü söz sahibine aittir. Bu güruh en terbiyeli ifademle, düşkün.

Gökhan Akçura bir Yücel Erten güzellemesi yazdı. Ben de altına şunları yazdım:

Onlarca oyun değil 8 oyun vardı repertuvarında. Hepsi de sandıktan cıkmış gibi naftalin kokuyordu. Tekrar rejilerdi. Bütçesi özerk olmayan özerk olur mu? Kendisi bile şikayet etti kurum içindeki karar mekanizmasından. Yücel Erten sanatsal özerklik diye bir şey uydurdu. 8 oyunun 5'ini kendisi yönetti. Özerklik isteyen ekibine özerklik vermez mi? Kendi atadığı yönetim kurulunun kendisini atama yolunu açtı. Oyuncu seçimi davalık oldu. Davayı kaybetti. Bazı oyuncular mobbingden sikayet etti. Bazı oyuncuları kurumdan attılar. İzmir Şehir Tiyatrosu daha önce de kurulmuştu ama yaşayamadı. Yücel Erten kendine kurucu diyerek sanki ilk o başlatmış gibi tarihi silmeye çalıştı. Bu arada büyük gayretleri olan Özdemir Nutku'nun çabalarını görmezden geldi.

Dikkat isterim: Ben Yücel Erten’i muhatap almadım Beni görsün diye etiketlemedim. Gökhan Akçura’nın paylaşımına cevap yazdım. Yücel Erten kendi hakkında olumsuz yazanları bulup cezalandırmak olumlu yazanları da mükafatlandırmak istiyor. Bir tür giderayak hayata not bırakmak istiyor. Bırak o notları başkaları yazsın hakkında. Senin hakkında yazılanlar ruhunu rahat bırakmayacak hâle geldi. Yücel cevabını benim Gökhan Akçura’nın yazısı altındaki yorumumun altına yazmamış. Benim yorumumun fotoğrafını çekmiş kendi facebook sayfasında benim her cümleme(Benim yorumum 16 cümleden oluşuyor.) cevap vermiş.  Amacı belli: Kendi ‘evinde’ kendi müritlerini kışkırtmak. Onlar da kışkırtılmaya hazır. Yücel yazınca onlar da akılları ve dilleri yettiğince yazıyor. Yazdıklarını hocalarına beğendirme çabası var.

Bilmeyenler için özet yapayım. Yücel Erten kendini İzmir BB Şehir Tiyatrosu’na genel sanat yönetmeni seçtirtti.(Bilgehan Oğuz’un açıklamasını okuyun)  Sözleşmesine göre görev süresi üç yıldı. Üç yılın sonunda İzmir BB Başkanı Yücel Erten ile çalışmayacağını belirtti. ‘Ben kurucuyum ben sanat yönetmeniyim ben özerkim’ falan demesine aldırmadı  Yücel’i kapının önüne koydu. Yücel bunu hazmedemedi. Başkanın bu kararına ve bu kararı  bir bürokratı vasıtasıyla ileterek kendisini muhatap almamasına içerledi. Yücel maaşını İzbeton’dan alıyormuş. Yâni ilgisiz bir şirketten para kazanıyormuş. Sanatsal özerk(!) ama maaşını almaya gelince verene bakmıyor. Başkan’ın işine son vermesine neden içerledi anlamadım. Hem de üç yıl süresini Yücel’in kendisi koymuşken. Kazık mı çakacaktın? Kendini hint kumaşı mı sandın? Tapusunu mu aldın koltuğun? Sen gidersin başkası gelir. Geldi de. Sen kendi saygınlığını kendin kazanabilirdin ama kaybettin. Öyle yükseklerden atmanın yararı yok. Bak bir Başkan’ın iki dudağı arasında kaderin. Ne o öyle sanatsal özerklik falan? Çalıştı mı? Şimdi neredesin? Facebook’da. Özerlik laboratuvarı kurmuşsun. Ne oldu laboratuvara? Bu yazdıklarımdan özerkliğe karşıymışım gibi bir şey çıkmasın. Evet sanat özerk olmalı. Nasıl olacak? Genel Sanat Yönetmenini başkan tayin ediyor. Bizim ülkede Başkan atayacağı kişiyi de kendisi fısıldar o kişi önüne gelir.  Seni istemedi mi işten çıkarma yetkisi de onda. Üç yıllık sözleşmem var deme Başkan’ın istediği zaman gidersin. Finans kaynağını belirleyen de Başkan, senin maaşını belirlediği ve temin ettiği gibi. Tiyatro beğenilmezse Başkan suçlanır genel sanat yönetmeni değil. Tiyatro bölümleri birer müdürlük aslında. Bürokrasi çarkları işliyor. Ben istediğim oyunu seçtiğim için özerkim falan da deme. Özerlik idari finans ve sanatsal koşulları ile bir bütün. Bu nedenle herkes  oyun seçerken dikkat eder.  Yâni yazılı olmayan kuralları herkes tarafından bilinen bir oyun oynanıyor. Rahatsız etmezsen seni rahatsız etmezler. Yerinde kalmak için Başkan’ı da koruyacaksın kendini de.  Yücel’in repertuvarına bakın bakalım. Bunları bilmeyen bir genel sanat yönetmeni hayal kuruyordur. Yücel özerlik havarisi geçiniyor ama ülkeyi de bilmiyormuş meğerse. Azizname yerine Madımak yangınını, altın madenlerinde oynanan oyunları, İzmir depremini, kentsel dönüşümü anlatan bir oyunu oynasaydın da özerkliğini görebilseydik. (Hazır oyun bulamadınsa ısmarlasaydın. Muhsin Ertuğrul öyle yapmamış mı? Müritlerine göre sen de onunla eşitisiniz ya. :))   Metaforlara sığınarak tiyatro yapmayı herkes becerir. İzmir’de akademisyen tiyatrocu gençler var. Ben okudum bazı tezleri. Hangisine imkân tanıdın? Seyirci eğittin mi? Kurs yaptın mı?  Şimdi kahramanlığa soyunuyorsun. Kendinden bir tiyatro savaşçısı çıkarma telaşındasın. Süslü laflarla bu işler olmuyor. Sadece kendini ve müritlerini kandırırsın. Repertuvarına bak. Üç yılda tiyatro adına yaptıklarına bak. Oyun sahnelemek en kolay iş. Bunu birkaç senelik tiyatrocu da yapar. Senin felsefen neydi? İzmir’de tiyatroyu geliştirmek için gerekeni yapmadın. Gündem olan konulara dokunamadın.  4 milyonluk İzmir’de 35 bin bilet sattın diye tiyatro devrimi mi yaptın sanıyorsun? En önemli mesele saygınlığını paspas etmeden tiyatroda özerklik meselesine kalıcı bir çivi çakabilmektir. Sen paslı çiviyi yıkılacak duvara  çaktın.  Yaptırmadılar falan gibi mazeret ve bahanelere sığınma. Sen tiyatro camiasını ikiye böldün. Oysa toparlayıcı olman gerekiyordu.   

Yücel beklediğini bulamayınca kişisel bir travma içine girdi. Bu hem kendi hayallerinin kendine vehmettiği gücün palavra çıkması ile ilgili olduğu kadar ona hocam diyen müritlerinin gözünde de prestij kaybına uğramanın yarattığı şoktu. Yücel temper tantrum(öfke nöbeti) içine girdi. Temper tantrum çocuklar için yapılan bir tanımlama. Çocuk istediğini alamazsa kendini yerlere atar bağırır öfke krizine girer. Duygularla başa çıkamama durumudur. Yücel Erten 80’ine merdiven dayadı. Yaşlılık da bir çocukluktur. Bir fark var. O kendini yerlere atmıyor facebook’a atıyor. Orada tepiniyor. Saldırıyor hakaret ediyor. 80 yaşında birine yakışır mı? İşten ayrılan bir tek o mu var? Ülkede binlerce kişi işten atılıyor. Meslektaşlarına saldırıyorsun. Ayıp değil mi? Onurunla köşene çekilmen gerekirdi. Sen kendini  orta malı yaptın.  Bir sonraki aşama kafayı duvarlara vurma. O da yakındır.

Yücel’in bana cevabını burada verecek değilim. Arayan bulur. Bence palavra ama inananlara da ne diyebilirim ki.  Yücel’in huyu böyle: Yüksek sesle bağırınca haklı oldum sanıyor. Ağzından çıkanı kulakları da duymuyor. Hani duymamak için yüksek sesle bağırırlar ya öyle kulaklarını tıkayıp abuk sabuk  bağırıyor. Tenekenin de sesi çok çıkıyor ama teneke. Ben bana yazdığı cevabındaki kelime ve ifadeleri vereyim:

Ezik, kafası karışık, psikolojisi yırtık, yeteneksiz bir heveskar, çarpık çurpuk bir yorum, ağzının payını vereyim, sayı saymayı bilmiyor, sahte kadı, vicdanına biraz naftalin serpse de güveler yemese, hadsiz, kulaktan dolma papağan ezberi, salla kazan oynuyor, adıma yalan uyduruyor, abuk demogoji, cehaletin ve gericiliğin odaklarında, bikbik, ‘entellektüel’(nasıl yazılır bilmeyen bir gsy)  pozlarında, okuması yazması yok, köstebek tabiatlı, septik çukura çadır kurmuş, ‘fosseptik’(Doğrusu foseptik. Bunu da bilmeyen bir gsy) çukurunda, utanması yok, kavruk acemi, intikam ateşiyle yanan kindar, karanlık ve kıskanç ruhunun çöplüğünden üretilmiş çarpıtmalar, kurusıkı..

Bunlar Türk Tiyatrosu’nda önemli pozisyonlarda bulunmuş birinin sözleri. Ağzı ve beyni foseptik olmuş. Yaratıcılığı da çok düzeysiz. Ben yazılarımın üstünde bir gece uyurum. Sanırım Yücel kendi hakkında yazılanı görür görmez klavyenin başına geçiyor aklına eseni yazıyor. Kendini  kontrol mekanizması da yok olmuş. Ben özellikle tiyatroda ne dediğini bilmeyen kontrolsüz tiplerin yaptığı oyunları da seyretmek istemem. Yücel işte bu durumda.

Şu cümlesine özellikle dikkat edin:

CEHALETİN VE GERİCİLİĞİN DORUKLARINDA! BU LAFI İÇİN TİYATROCULARDAN ÇOK DAYAK YİYECEĞİNİ TAHMİN ETMEK ZOR DEĞİL BENDEN SÖYLEMESİ

Adamın bulduğu çözüm dayak. Müritlerine de yol gösteriyor. O öyle dediği için onu izleyen müritleri de eylem kuşanıyor. Bakın İBBŞT’da yönetmenden ‘sayılan’  Yıldırım Fikret Urağ ne yazmış:

“Merihli alıkların 8 maddelik Hayatları:

1- Dikkat çekmek için kıvranırlar. Ağız ishali olmuşluklarından gayrı dikkat çekici hiçbir meziyete sahip değillerdir.

2- Yazıyı değil, sadece başlığını okuyup, sazan gibi atlar ve avlanırlar.

3- Okumadıkları yazılar hakkında “hüküm” veren bu alıklar, izlemedikleri oyunlar hakkında da “çızıktırmaktan” hiç utanç duymazlar.

4- Dayak yedikçe mutlu olurlar, ne de olsa birileri onu görmüştür. Siz vurdukça onlar haz duyar. Dayak arsızıdırlar.

5- Yazmaları, çizmeleri, konuşmaları boş teneke tıngırtısıdır. Ama bunu hiç dert etmezler. Bomboş hayatlarını tüketip gidene kadar, tıngırdamaktan başka yapabilecekleri hiçbir iş yoktur.

6- Bu merihli alıklar, bu satırları okurken bile haz içinde “yarabbi şükür” iniltilerini tekrarlaya tekrarlaya kendilerinden geçerler.

7- Dönmekten başı dönen “uçan daireleri” infilak ettiği için aramızda yaşamaya devam edecek, ait oldukları gezegene hiçbir zaman geri dönemeyecek ve bu yüzden de gerektikçe bir iki “patak”la berhava edileceklerdir.

8-Geriye kalan en küçük kırıntılarından yeniden doğabilmek gibi bir özellikleri olduğu için, bölünemez hale gelene kadar bu döngünün içinde, ayak topu gibi ordan oraya “şutlanıp” duracaklar.”

Yazdıklarını hocası beğenmiş. Aferin Fikret geç otur sıfır.

Aklınca yaratıcılık(!) yapmış Melih Anık’dan aldığı ilham ile  ‘Merihli alıklar’ demiş. Yaratıcılığı bu kadar. Bir de süslü cümleler kurmaya  metaforlar yaratmaya çalışıyor. İki lafın birinde dayak patak var. Adamın anladığı şey bu.  Bu satırların adiliği ve seviye düşüklüğü adamı rahatsız etmiyor. Bu İBBŞT’da ‘yönetmen’. Hocası(!) ne yazarsa bu altına yanına bir şeyler yazıyor. Eksik kalmıyor yâni. ‘Hocası’nın avukatlığına soyunmuş. Hocası da buna ‘aferin’ diyor. Odun kesicinin hınk deyicisi o kadar. Benim yeteneksiz bulduğum bir yönetmen. Bu satırlar zaten adamın seviyesini gösteriyor. İzmir BB Şehir Tiyatroları meselesine bir atlayışı var sanırsınız bu İBBŞT’da devrimler yaratmış. Maaşını aldığı kurumda etkisiz eleman İzmir’e akıl yetiştirmeye çalışıyor. Hocası bana dayak tehdidi yapınca bu da topa girmiş. Benim için dayak arsızı, patakla berhava edilir diye yol gösteriyor. Sen body guard mısın?

Yücel Erten bu işte. Kendisi düşman bellediği insanları berhava etmek için müritlerini kışkırtıyor. Benim başıma bir şey gelirse bu ikisi sorumludur.

Baktılar pabuç pahalı(tehditin iki yıl yatarı var) Yücel Erten ‘Mecaz yaptım’ Yıldırım Fikret Urağ da ‘Kelime oyunu yaptım’ diye tevil yoluna saptı. Yücel ‘mecazı bilmeyen nesle aşina değiliz’ demiş. Ben mi  mecazı anlamayan nesildenim yoksa onun yaptığı tehditi herkes mecaz diye mi anlar? Kaldı ki sen, Yücel şimdi kaçamak yapıyorsun. Tehditi mecaz diye kılıflamaya çalışıyorsun. Yaşlarımız birbirine yakın. Ben çok iyi edebiyat okudum. Mecazı çok iyi bilirim ve tanırım da Yücel’i okuyan müritlerinden kaçının mecazdan haberi var? Baksana Yıldırım Fikret Urağ’a. Adam senin yazdıklarını genişletmiş. Ona anlat mecazı anlatabilirsen. Zaten kendi ağzınla mecazı bilmeyen nesli tanımadığını söylüyorsun. O tanımadığın nesil senin sözünle beni döverse kışkırttığın için suçlusu sen olmayacak mısın? Diğeri de(Yıldırım Fikret) hem beni ‘dayak  arsızı’ yapıyor hem de ‘gerektikçe(bir kere de değil) patak ile berhava ediyor’  hem de bana yazdığı  mesajın altına ‘sağlıkla’ yazabiliyor.  Komik ve ciddiyetsiz. Korku dağları bekliyor yâni.

Bu arada Yücel’in bir alkışçısı da sayılı eleştirmen. Yazdığı oyunları saydığı için sayılı, yoksa saygınlıktan dolayı değil.  İzmire gidip hocasının oyunlarını seyretmiş ve yazmış. Hocası bunu ağırlamış herhalde. Eee yenilen hurmalar…. Kervana o da katılmış benim hakkımda yazmaktan eksik kalmamış:

‘Bana da zamanında epeyce saldırısı oldu bu zat-ı şahanenin! Hiç bir vakit, olanı yazmaz, kafasında kurduğu hayali yazıya döker. Ciddiye alıp cevap vermek ciddi zaman kaybı, değmez.’

 Beni ilk gördüğü Maya Sahnesi’nde yanıma gelip ceketinin düğmelerini ilikleyip benim yazdığım eleştirileri çok beğendiğini söylemişti. O günlerde ‘İyi ki ben vardım.’  Sonraki zamanlarda yazdıklarım ona dokundu. Engin Alkan’ın tayfası oldu ve bana saldırmaya başladı. Arkasından gülündüğünü bilmiyor zavallı. ‘Amaaaan Yaşam işte’ denir arkasından. Kendisi ciddiye alınmadığı için herkes için en ağır(!) eleştirisi ciddiyet ile ilgilidir.  Bununla Harbiye Muhsin Ertuğrul'da bir oyunda yan yana düştük. Oyun boyunca telefonunu kurcaladı mesajlarına baktı. Oyunu seyretmekten çok telefonu ile meşguldü. Bunun eleştirileri köpük gibidir. Bunu okuyarak oyun seçmem. Onu eleştirmenden saymam. Yani ciddiye almam.

Ben bu yazıyı yazdığımda Yücel’in yazdıkları altına 42 yorum yazılmıştı. Geri kalanları tanımıyorum. Hepsi bana sallamış. Beklediğim şey: Bunlar hareket edebilen her organını sallar. En çok da başlarını sallar.  Hocalarının arkasından gider bu cahil sürüsü.  Zira hocalarından öyle örnek alıyorlar. Hoca dediğin olgun olur hazmetmiş olur saygı değer olur. Yücel bunları kaybetti. Geçmişini de karaladı. Zamanın onu karanlığa götürdüğünün de  farkında değil.

Bunlar yaptıkları işten de feyz almıyorlar. Kaba güç eksik uzuvları ikame eder. Sizin işiniz barbarlık, saldırı ve insanları sindirme. Bak Cyrano’ya.  Ama sizde ne gezer o incelik zerafet zeka.  ‘Olsaydı biraz nükte biraz malumatınız / Karşıma geçip bunları sayardınız / Ne yazık ki Cenabı Hak ihsan buyurmamışlar’

 

 Not:

Ey Yücel Erten,

1-Yazdığımı beğenmemişsin ama yazılanları da anlamadığın için(ne zaman ve hangi kafayla okuyorsun?) laf yetiştirmeye, tehditle ağız kapatmaya çalışıyorsun. Yazdıklarım senin hayat hikâyende kalacak. Muhtemelen şimdiye kadar yazılmayanlar da çıkacak ortaya. (Bak Bilgehan Oğuz) Bundan kaçışın yok.  Yazdıklarıma verdiğin cevaplar saldrıgan, seviyesiz ve kaçamak.  Üslubun düzeysiz. Beni tehdit ediyorsun. Sana yakışır mı diyemiyorum zira son aylarda seni daha yakından tanıdım. SANA YAKIŞIR. Bu yazım burada dursun. Bir gün işe yarar.

2- Yönettiğin Hırçın Kız’ı yazdım. O zaman eleştirmendim şimdi değilim öyle mi?

3- Meslektaşlarının gaz yediği Emek Pera’da prova yaptın. Seni uyardım. Senin prensiplerin kişisel çıkarlarının başladığı yerde bitiyor.

4- Pandemide zor durumda kalan tiyatrocu gençlere tiyatro yapmanız şart mı diye akıl verdin. Sen mi gençlere yol göstereceksin?

5-  Genel Sanat Yönetmenliği için aday olanlara sataştın. Sen kendini kgsy seçtirirken de haklarını yemiştin. Yeni Genel Sanat Yönetmeni’ni yerden yere vuruyorsun. Seni tiyatronun duayenlerinden biri olarak sayanlar var. Muhsin Ertuğrul ile eş tutan şaşkınlar var. Sen kimsin ki! Görüldü ki Muhsin Ertuğrul’un tırnağı olamazsın.  Sen gidince tiyatro olmayacak mı?  Bu ne hırs bu ne öfke!!!

6- İzmir BB Şehir Tiyatrosu’nda oynanan oyunların tekstleri bana geldi. Haberin yok tabii. İsim vermeyeyim. Çocuklara düşman olursun. Yâni beni ciddiye alanlar var. Değer verdiğim insanlar beni ciddiye alsın bu bana yeter. Sizlerin beni ciddiye almamanız benim için kayıp değildir.

7- Oyunlarını seyretmeme gerek yok. Benim gibi biri, paylaşılan videolardan anlar ne yapıldığını.  Repertuvardaki tüm oyunları okudum. Tüm repertuvarının kısa videolarını izledim. Bazı oyunları daha önce seyretmiştim.Yerinde seyrettiğim Deli Dumrul senin ‘bitmiş’ yönetmenliğinin yüz karasıdır. İstanbul’da seyrettiğim Hırçın Kız da tekrar reji idi. Yıllar içinde kendini yenileyememiştin. Mesela Azizname’yi bir daha seyretmem gereksiz. Seni tanıyorum. Azizname’yi sakız yaptın. İnsan daha önce 6 kere sahnelediği oyunu zaman içinde yenilemez mi? Hem Genco Erkal’dan sonra ilk kez onun yaptığı Azizname oyununa Azizname’95 ismini koyarken utanmadın mı? İzmir’de  ‘95’i  de atmışsın Azizname yapmışsın oyunu. Bir başka meslektaşın tarafından Türk Tiyatrosu’na kazandırılmış bir oyuna aynı isimle sahip çıkmaktan utanmıyor musun?

8- Geçmişini lekeledin. Giderayak Türk Tiyatrosu’na iyi örnek olamadın.  

9- Çık şu temper tantrumdan. Yeter bu edepsizlik ve terbiyesizlik.

Melih Anık

29 Haziran 2024 Cumartesi

Kendi Gölgesi ile Kavga Eden Eskimiş Bir Tiyatrocu: Yücel Erten

Deli Dumrul ile ilgili sosyal medyada paylaştığım görüşlerime karşılık yazdığın uzun yazını(‘Kerameti Kendinden Menkul Bir Kadı’) 17 Ekim 2023 tarihinde Tiyatro Dergisi’nin internet sayfasında yayımlatmışsın. Ben o tarihlerde canımla uğraştığım için yazıyı son zamanlarda fark ettim. Vız gelir, tırıs gidermişim. Ama İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrolarını ilgilendiren bazı konulara açıklık getirmiş olabilmişsin belki. Orası önemliymiş.  Ortaya yazsaydın o halde. Yazında baştan sona benden bahsediyorsun. Nereden bilecektin Tunç Bey’in gideceğini ve yeni başkanın seninle devam etmeyeceğini? Altından koltuk gitti. Önce boş ver cevap yazma dedim kendime. Sonra senin anladığın dille cevap vermez susarsam maazallah kendini tesbih sayar. Sana cevap vermek önemli değil  ben tarihe not düşüyorum.



1945 doğumluymuşsun. Ablamla aynı yılda doğmuşsun. Benim edebim sana siz demeyi gerektiriyor. Ancak facebook’da  takipleşirken hakkımda öyle şeyler yazdın ve müritlerinin üstüme saldırmasına neden oldun ki bendeki saygını bitirdin. Aslında pek çok tiyatro ve sinema yapıcının darp edildiği, gazlandığı Beyoğlu Emek’in yeni sahnesinde prova yaptığın gün sana yazmıştım. Bu meslektaşlarını satmak anlamına geliyordu. Seninle yollarımızın ayrılması o günlerde başladı. Sonra İzmir BB Şehir Tiyatrosu kuruluşu aşamasında takındığın tavır, ilana çıkıp 29 dosya alıp kendini ‘kgsy’ yaptırman, oyuncu seçimlerinde mahkemeye düşen ve ihtar alan usulsüzlüklerin, pandemide zor durumda olan genç tiyatroculara yönelik söylediğin sözler kalıbının  adamı olmadığını gösterdi.  Ve tabii ki sana saygım kalmadı. O nedenle artık ‘siz’ değil ‘sen’sin. Türk Tiyatro tarihinde imzası olan birinin son yıllarına yaklaşmışken takındığı kibirli ve kavgacı tavrını aklım almıyor. İnsan kendi geçmişini yakar mı? Bizden sonraya kalacak bu yazılar senin hayat sayfanı sararmış bir yer bezi yapacak. Değer mi?

Sen de benim tiyatro camiasındaki ağırlığımı biliyor olmalısın ki uzun bir yazıyla savunmanı yapmışsın. Sosyal medya paylaşımlarımın kopyalarını almışsın, Antalya Devlet Tiyatrosu yazımı okumuşsun, ekşi sözlükten Tilbe Saran hatamı da bulmuşsun. (Ben kendi yazılarımda hatalarımı itiraf ederim. O bir klavye sürçmesi ama sen mal bulmuş mağribi gibi üstüne  atılmışsın.) Anlıyorum ki yazdıklarım sana fena dokunmuş.

Bana kadı demişsin. Macide Tanır kendine cadı derdi. Onunla bir kafiyede buluştuk. Çok sevindim. O cadı ben kadı. Yaratıcılığın bu kadarmış. Ama ben kendime at sineği diyorum. Sokrates ne demiş? Ben dürtülmesi gereken bir atı andıran devleti yerinden oynatmak için Tanrının tebelleş ettiği bir at sineğiyim. Müritlerin haber vermedi mi sana? Atlamışlar. Ben tiyatro camiasının at sineğiyim. Huysuzlaşmalar da o yüzden.

Arkandan yazmıyorum. Ben isim belirtiyorum ama yayımlarken yazıyı  etiketlemiyorum.  Göze sokmuyorum yâni. Tüm yazılarım öyle. İsmi etiketlemek zorla okutuyormuşum gibi geliyor bana. Ama arayan buluyor ve okuyor.   Seni de etiketlemedim. Kaldı ki asıl muhatabım sen değilsin. İsmin de geçse hedefim seyircidir. Eleştiri öncelikle seyirci için yapılır. Amacım onları değiştirmek gözünü açmaktır. Senin Hırçın Kız(İDT) eleştirimi de seni etiketlemeden yayımlamıştım. Onu da okudun. Bak bu yazıyı da senin isminle etiketlemeyeceğim. Ama sana ulaşacak.

Zırt diye benim ‘… alt yapı Broadway prodüksiyonuna elverişli değil’ dememle başlamışsın. Ortadan dalmışsın yâni. Ben Deli Dumrul’un dünya çapında bir iş olabileceğini söyledim. Dünya Savaş Atı’nın peşinde koşuyor. Alaaddin’i gördün mü? Deli Dumrul onlardan çok daha iyi bir hikâye. Ama bu eseri yapacak olanda önce vizyon sonra amaç olması lâzım. Sende bu ikisi de kalmamış. Kahvaltıda şampanya mı içiyormuşum. Aklına içki mi geliyor senin? Sen rakı içmeden hayal edemiyor musun?

 İki lafın birinde özerkiz diyorsun.  Ama vızıltıların bitmiyor: Merkezi yönetim kaynak akışını durdurmuş. Enflasyon, tadilat kısıtlamaları , ihaleler vs vs varmış…. Özerk yapı kendi kaynağını yaratır(yaratabilir) ve özerkçe kullanır. Arkanda başkan var(dı) meclis var(dı). Kendi maaşını izbeton’da buldun tiyatroya mı para bulamıyorsun? Levent Kırca çadırdan tiyatro yaptı. Ama onun vizyonu vardı.  Arian Mnouchkine’i bilirsin(bilir misin?) Senin gibi bir çınarın(?)  tiyatro için yapması gereken onun yaptığı idi. Bir tiyatro kampusu kurmak ve özel oyunlar sahnelemek. Türk edebiyatında sahneye çıkmayı bekleyen onlarca eser var. Ama senin dar ufkun Azizname’yi çıkardı tozlu depodan. Senin için en kolayı oydu da onun için. Sen yeni mezun birinin yapabileceği işleri yaptın.  Tozlanmış eski reji defterlerini açtın. Hırçın Kız da öyleydi. Seni yıpratmamak için alttan aldım yazarken. Azizname’yi kac bin kez yönettin. Deli Dumrul’un tarihini sen anlatmışsın. İnsan defalarca yönettiği oyunu çağdaşlaştırır oyuna yeni bir soluk katar. Dönem değişti. Sen hala eski yerdesin. Senin soluğun tükenmiş.Dilinden özerkliği düşürmüyorsun. Şimdi sanatsal özerklik demeye başladın. Sanatsal özerklik genel sanat yönetmeninin kafasına göre oyun seçme özgürlüğü imiş. İşte senin anladığın bu kadar. Ona diktatörlük deniyor. Özerlik sanatsal finansal olanakları ve teknik yeterliliği de içeren bir bütündür.

Deli Dumrul’u köy estetik değerlerinde tuttum diye buyurmuşsun. Daha önce yaptığın Deli Dumrul’un videosu internette var. Aradan yıllar geçmiş sen hâlâ aynı yerdesin. Hatta gerilemişsin. Tiktok atışmalarını oyuna katmışsın. Oyunun temposu düşük sahne trafiği bozuk bir mizanseni var. Ben sana köy tiyatrosu yapma demedim. Köy tiyatrosu bile değişti eskiden sıyrıl yeni bir çerçeve ile yapsaydın dedim ama senin anlayışın sınırlı. Bademler tiyatrosunun cevabını sana yetiştirmişlerdir. Aldın mı cevabını. Suratına vurmuşlar. Deli Dumrul’u entelektüel düzeyi yüksek İzmir seyircisine sundun. Sunuş tarzınla seyirciyi de küçümsedin küçülttün. Oysa ki Deli Dumrul Broadway bakışı ile ses getirirdi. Antalya DT’nda yapılan Deli Dumrul’u görmemişsin sanırım. Görsen kendininkinden utanırdın. Evet o oyun köy seyirlik ve gölge oyunlarını harman etmişti. Broadway mi köy seyirlik mi diye sormuşsun ki hiçbir şey anlamadığın bu noktada ortaya çıkıyor. İkisi birbirinin alternatifi değil. Broadway kukla da kullanıyor gölge oyunu da. Hatta köy tiyatrosu benzeri trükleri de. Broadway deyişim UFUK. Yâni VİZYON ki sende yok.

Diyorsun ki ‘ben de kendisini(beni yâni) tiyatro alanındaki özlemleri kursağında kalmış, bahtsız ve kavruk bir heveskâr olarak nitelendirebilirim. Effendiii, siz tiyatro deneyim ve pratiğinizi nerede kanıtladınız da böyle patavatsızca ahkâm kesiyorsunuz? Tiyatro sanatında kendinize bir yer bulamadığınız için mi? Doyurulamamış özlemleriniz midir bunun kaynağı? Küstahça söylemlerinizle kendini beğenmişliğiniz, bu ruh haline bir takım buhranlar sonucu varmış olabileceğinizi düşündürtüyor. Rejiden, dramaturgiden, oyunculuktan, toplu oyunculuktan çok iyi anladığınız saplantısına nasıl vardınız? Kanaryaların barsak parazitleri cinsinden ayrıntılara yapışıp kaldığınız yazılarınızla Türk Tiyatrosuna yön verebileceğiniz zehabına nasıl kapıldınız?)’ Sana yakışan üslup bu. Üslûbu beyan aynıyla insan. Kab içindekini sızdırır. Senden seviye beklemiyorum zaten. Beni tanımadığın o kadar belli ki. Ama kendimi sana anlatmak zorunda değilim.  Kendimi anlatmaktan utanırım. İşkembeden üfürüyorsun. Üfürürken biraz araştır sor soruştur çalış rezil olma. Ama önce kendine sor benim kaç yazımı okudun? (İki bine yakın yazı yazdım. Bazısı akademik yazılarda alıntılandı.) Şimdi halk tiyatrosu yapıyorum. Benim kursağımda kalan bir heveskârlık yok. Büo’da ‘70’li yıllarda yaptıklarım senin yaptıklarından ileri. Tiyatro sanatında kendime yer arasaydım  26 yaşımda Haldun Taner’in teklifini geri çevirmezdim. Tiyatro meselesini  tiyatro camiasında boy gösteren  sen dahil pek çok kişiden daha çok ciddiye alıyorum. Ama sen bu saldırgan dilinle beni anlayamazsın.

İzmir BB ŞT’da bütün temsiller kapalı gişe gitmiş. Bununla övünen bir gsy’ni ciddiye almam. ‘Özerk’ olan ödenekli tiyatroların repertuvarı  salon dolsun  diye yapılmaz tiyatro sanatı için yapılır. Bazı oyunlarda salon boş kalır ama oynamak lâzımdır. O nedenle boş övünmeleri bırak. Kaldı ki 4 milyonluk bir şehirde 35 bin bilet satmışsın. Bu İzmir’de satılan 450 bin biletin yüzde onu bile değil. Seyirci sayısı daha da az. Bir kişi beş oyun seyretse 7000 seyirciye ulaşmışsın demektir. 4 milyonluk şehirde 7 bin seyirciye ulaşmak ile mi övünüyorsun?  Yeni dönem İzmir BB’nin açıklamasını dikkatle oku. Senin defolarından bahsediyor.

Bana dizini kır eleştiri yaz demişsin. Yazımın özetini vermiştim. Yazıyı yazamadan canımla uğraşmaya başladım. Fırsat olmadı. Şimdi ise gereksiz. Zira eleştiri bir oyun için ödüldür.  Sen bu ödüle lâyık biri değilsin. ‘Medya mahallesinde külhanbeyi gibi nâra atıp uluorta racon mu kesiyorsunuz? Üstelik çatlak ve çirkin bir sesle!) ‘ diyorsun. Bak bu sensin.  

Ben senin dönemini takip ettim. Çoğu tekrar oyunlardan oluşmuş bir repertuvar.  İnanmayacaksın ama bazı oyunların tekstleri oyun sahneye çıkmadan bana gönderildi. Üç yılda  8 oyun: Azizname, Tavşan Tavşanoğlu, Mor Şalvar, Benim Naçiz Vücudum, 3 Nalla Bir At, Deli Dumrul, Yolcu, Bahar Noktası. Beşinin yönetmeni sensin.  Başka yönetmen bulamadın mı?  Sekiz oyunun altısı ülkemizde daha önce de oynanan oyunlar. 1 oyunu senin ekibinden canlı seyrettim. 7 oyunu okudum biliyorum. 6 oyunu daha önce farklı topluluklardan  seyretmiştim. İzmir BB ŞT tanıtım videolarını izledim. Benim o oyunlara gelmem için bana farklı bir ufuk göstermen lâzım. Senin naftalinli rejilerin benim için cazip değil. Benim tiyatrodan beklentim farklı. Seyircinin ilerisinde dünya çapında  bir tiyatro bekliyorum. İçeriği derin ve zeki biçimi yenilikçi bir tiyatro. Arian Mnouchkine’i onun için örnek verdim. Senin yaptığın repertuvar tiyatronun en temel(ve basit) özelliklerini kullanan bir tiyatroya ait. Oyuncuları da geliştirmez. Yerinde koşturur. Tiyatro stajı yerine geçer. Tiyatro eğitiminde öğrencilere çalıştırılan sene sonu oyunlar gibi. O bile bizde geri. Harward Üniversitesi’nin sayfasına gir bak bakalım. Orada tiyatro eğitimi alan gençler senden çok ileri. Romanya, Polonya, Japon vb tiyatrolarına bak. Sen ancak yandaşlarının övgüsünü ve ödülünü alırsın.  Onlar da seni kurtaramadı.

Türk Tiyatrosu’nun yüzük taşı olarak saydığım Deli Dumrul’u konu olarak beğendiğim için seyretmeye gelmiştim. Hayal kırıklığı oldu ama senin ufkunu gösterdi bana.  Senin genel sanat yönetmeni olmanın bir tek iyi tarafı var. İnsanlar yetersizlik seviyesine kadar yükselir. Senin de yetersizlik seviyeni görmüş olduk. Yaşın 80’e dayanmış. Hâlâ 3 yıl daha istiyordun. Yolu tıkamaman çekilmeyi bilmen lâzımdı. Keşke kendini o koltuğa aday yapmasaydın.  Seni kenara koydular. İyi oldu.

Melih Anık

 

Not: Kullandığım üslub için okurlardan özür dilerim. İlk defa böyle yazdım. Yücel Erten kaşındı. 

Yücel Erten'in yazısı:

https://tiyatrodergisi.com.tr/yucel-erten-yazdi-kerameti-kendinden-menkul-bir-kadi/


25 Ekim 2023 Çarşamba

* HÖST! Siz bundan anlarsınız..

Bu sabah gene bir oyun eleştirisi yazmak için bilgisayarımın başına geçtim. Belki ben eleştiriyi yazmayı bitirip yayımladığım zaman oyun kalkmış olacak. Çok kez öyle durumlarla karşılaştım. Yâni oyunun kaldırılmasından ben sorumlu değilim. Aslına bakarsanız eleştiriyi öncelikle oyunun ekibi merak eder. Seyircilerin içinde okuyan da çok azdır. Seyirci eleştiri okuyarak oyun seçmez. Ödül jürileri festival organizatörleri salon kiralayanlar sponsorlar devlet yardımı verenler de eleştiriye aldırmaz. Oralarda ahbap çavuş ilişkisi geçerlidir diziden tanınmış oyunculara bakılır. Bunları bilirim bilmesine de ben neden eleştiri yazarım? KENDİM İÇİN YAZARIM. Küçük bir umudum gelecektendir. Gelecekte bir gün biri oyunu sahnelemek isterse belki benim bulduklarım onun işine yarar. Bu nedenle yaptığım araştırmaları kaynak olarak eklerim yazıma.

Oyun eleştirisi yazmak bir ‘challenge’dir(meydan okumak) benim için. İsterseniz Don Kişot’un yel değirmenlerine karşı açtığı savaşa da benzetebilirsiniz. Oyun metnini okumakla başlar savaşım. Önceden aldığım notlara bakarak oyunu seyrederim. Seyrederken reji ile metin arasındaki farkları ve rejisörün eklediği yenilikleri ya da çuvallamaları not ederim. Oyunu seyrettikten sonra işim daha da çoktur. Literatür araştırması yaparım. Oyun hakkındaki makaleleri bulup okurum. Kafamda şekillenen yazının kağıda dökülmesi kısa zaman alır ama yazıyı yayımlamadan birkaç gün daha tutarım. Her gün yeniden okurum. Fügen’e okurum. Onun görüşlerini alırım. Yazı içime sindiğinde yayımlarım. Sosyal medyada paylaşırken oyun ekibinden hiç kimseyi etiketlemem. Zira yazı kendim içindir.
Sosyal medyada arkamdan konuşan çok. Çoğunu kulaktan duyuyorum. Birileri benim ‘bir şey olmak’ istediğimi yazıyor ‘içinde kalmış’ diyormuş bazıları. Boş kişiler kendisi gibi görür başkasını. Tiyatro âleminde olmak istediğim ‘bir şey’ yok. İçimde kalan da bir şey yok. Zira bizim tiyatro aleminde değer verdiğim bir maddi ve manevi bir post yok. Hem arkamdan konuşanların bulunduğu bataklığa mı düşeyim durup dururken? Gelen teklifleri kabul edip oyun yönetirim istesem. Yazdığım oyunları ve fikirleri kapı kapı dolaşıp pazarlarım istesem. Jüri üyeliği tekliflerini kabul ederim istesem. Ödül vermeyi düşünenlerin tekliflerini kabul ederim istesem. Eleştiri yazılarım benim oyun metin ile girdiğim bir mücadeledir. Tarihe de not düşerim. Çok keyif alıyorum. Gerisi beni ilgilendirmiyor. Arkamdan konuşanlara da Muhsin Ertuğrul’vari bir HÖST! Anca gidersiniz!

23 Ekim 2023 Pazartesi

İzmir BB Şehir Tiyatrosu'nda Hayalkırıklığı Bir Oyun: Deli Dumrul

 Yaklaşık 10 yıldır yılın büyük bir kısmını İzmir’in  beldesi Çandarlı’da geçiriyoruz. Bu yıl yazı kapatırken İstanbul’a dönmeden önce tiyatro sezonunu Çandarlı’ya bir saat mesafedeki İzmir merkezde açmak istedik. Zamansal programı seyredeceğimiz oyunlara göre yaptık. Listenin en başına da İzmir BB Şehir Tiyatrosu’nun Deli Dumrul’unu yazdık. Temel nedenler şunlar idi: Dede Korkut Destanı’nın Türk Tiyatrosu’nu uluslararası alanda temsil edecek özü içeriyor olduğuna duyduğumuz inanç, Güngör Dilmen’in yazdığı Deli Dumrul’un dili ve iletisi yönünden sağlam bir oyun  ve oyunu Usta sayılan bir yönetmenin yönetmiş olması.



Deli Dumrul’u ilk kez seyretmeyecektim. Daha önceki seyredişlerim için araştırmalar yapmıştım. Bu kez hem onları hatırlamak hem de yeni bilgiler edinmek için araştırmalarımı genişlettim. Yeni makaleler yeni kitaplar okudum. Edindiğim bilgileri derledim. Aşağıdaki satırlarda öncelikle bu oyunu yeniden yapacak olanlar ve  okurlar için paylaştım.

Dede Korkut

 Dede Korkut (Korkut Ata) Oğuz Türklerinin eski destanlarında yüceltip kutsallaştırılmış köy hayatının geleneklerini ve törelerini çok iyi bilen, kabile teşkilatını koruyan yarı-efsanevi bir bilgedir ve Türkler’in en eski destanı olan Dede Korkut Kitabı’ndaki hikâyelerin anlatıcısı ozandır.

Adı tarihî kaynaklarda ve çeşitli Oğuz rivayetlerinde kimi zaman sadece “Korkut”, kimi zaman “Korkut Ata” olarak geçer; Batı Türkçesinde “Dede Korkut” olarak da anılır. Sirderya havzasında tespit edilmiş halk anlatıları onu bir baksı (Şaman) olarak tanıtırken yazılı kaynaklarda hükümdarlara vezirlik, müşavirlik yapmış bir Müslüman Türk velisi olarak tanıtılmıştır. Oğuzların İslâm’ı kabul edişlerinden önceki dönemlerin bir kâhini (kam, baksı) olduğu, İslâmlaşma sürecinde kültürel değişime paralel olarak bir evliya kimliğine büründüğü düşünülür. 2018'de TürkiyeAzerbaycan ve Kazakistan'ın UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Listeleri'ne dahil edilmiştir. (wiki)

Rivayetlere göre Dede Korkut yaşlıdır bilgedir keramet sahibidir geleceği bilir gaipten haber verir mucize sahibidir ozandır kopuz çalar. Oğuz Kaan ile Dede Korkut birlikte anılmaktadır. Dede Korkut halkın sıkıntılarını danıştığı bir hâkim Oğuz’un zorlu düşmanlarını yenmesi için çareler arayıp bu yolda kerametler gösteren bir mübarek ve bilgili bir ozandır. (Banarlı ve Gökyay) Kısaca Dede Korkut Türk dünyasının onur duyduğu itibarlı bir şahıstır. Halk kültüründe saygı ve sevgi duyulan bir figürdür.

Dede Korkut Destanı

Pek çok kaynak Dede Korkut Destanı’nı yere göğe koymaz. Kitap hakkında söylenenlerden yaptığım özet şöyledir:

Türk edebiyatının bütün eserlerini terazinin bir kefesine Dede Korkut’u öbür kefesine koysanız Dede Korkut ağır basar. (Fuat Köprülü)

Türk Kültür dünyasının en önemli en değerli ve başta gelen şahaseri Dede Korkut kitabıdır. (S.Sakaoğlu-Nurullah Şahin)

Destan Oğuz Türklerinin varlığını gösteren hayat normlarını güzelleştirip kendi içinde koruyan ve bugün bize sunan temel hayat pasaportudur. (K.Abdulla)

Metaforlar içinde bulunduğumuz dünyayı anlamamıza yardımcı olan düşünsel ve görsel bir araçtır. (Baydak Özen ve Demir)

Hikayeler her dönemde yorumlanarak zenginleştirilebilecek anlatma tarzı ve hassasiyetine sahip nitelikler taşır. (Aktaş)

Türk edebiyatı geleneği içerisinde önemli yeri olan Dede Korkut Hikâyeleri, kökleri İslâm öncesine dayanan kültür ögelerini içerisinde barındırması, kolektif bilincin taşıyıcısı olması, devlet-iktidar-halk ilişkisini yansıtması gibi özelliklerinin yanında hikâye etme/anlatma sanatı bakımından da önemli metin koleksiyonlarından biridir. (Yasemin Bayraktar)

Dede Korkut Kitabı hiç şüphesiz Oğuzname’dir veya Oğuzname’nin bir bölümüdür. Dede Korkut bu Oğuzname parçalarını tertipleyen düzenleyen ve anlatan kişidir. Dede Korkut Kitabı  veya Dede Korkut Destanı denilince ilk akla gelen Dresden ve Vatikan nüshalarıdır. (Prof.Dr.Necati demir)

İlginç bir bulgu da Admetos ile Deli Dumrul hikayesi arasındaki benzerliktir. Hükümdar Admetos ve Deli Dumrul’da ortak olan hem Yunan hem de Oğuz mitolojisinin en ilgi çekici konu labirentlerinden biri de aile içi ilişkilerin “oğul-anne” ve "karı-koca” hatlarıyla ilgilidir. Admetos’un büyük bir derdi vardır. Ölüm tanrısı Thanatos sevgili karısı Alkestis’i elinden almış ve yeraltı diyarına götürmektedir. Thanatos aslında Admetos’un peşinden gelmiştir. Ama tanrıların özellikle de Apollon’un Admetos’a her zaman yardımı olmuş ve tanrılar eğer Admetos ölmek istemiyorsa canı yerine can bulsun razı olalım demişlerdir. Ancak bu durumda ölümden kurtulabilecektir. Admetos kendi yerine ölmeleri ricasıyla anne ve babasına müracaat eder. (Kemal Abdulla- Gizli Dede Korkut) Bu husus Deli Dumrul’u Batı ile bağlar.

Dede Korkut Destanı Türk dünyasının ortak kültür değerlerindendir. Dede Korkut Türklüğün derin hafızasıdır.

Güngör Dilmen’in Deli Dumrul’u

Güngör Dilmen, Deli Dumrul oyununda model metnin olay örgüsüne ileri düzeyde bağlı kalır. Ana metinde olduğu gibi ikincil metinde de Deli Dumrul kuru bir çayın üzerine köprü kurar. Zor kullanarak geçenden otuz (model metinde otuz üç) geçmeyenden kırk akçe alır. Kurduğu köprünün yakınlarına konan bir topluluğun yiğit birini kaybetmiş olduğunu öğrenmesi üzerine Azrail’e meydan okuması, bunun Tanrı’nın gücüne gitmesi, Azrail’le giriştiği kavgayı kaybetmesi, canının yerine can bulmaya çıkması, annesinin ve babasının oğulları Deli Dumrul’un yerine can vermek istememesi gibi vak’a halkaları ikincil metinde de yer alır. Yazar olay örgüsünün yapısına ileri düzeyde bağlı kalır. Bu bağlı kalma, yazarın yazma yöntemini göstermenin yanında Duha Koca Oğlu Deli Dumrul hikâyesinin modern çağ için de anlam ürettiğini göstermesi bakımından önem taşır. Bununla birlikte ayrıntıda kalan kimi değiştirme ve eklemelere başvurulur.(Bayraktar)

Güngör Dilmen, yenidenyazma yöntemiyle kaleme aldığı Deli Dumrul oyununda model metnin olay örgüsünden fazla uzaklaşmadan bir tiyatro oyunu ortaya koyar. Bu oyunda olay örgüsüne model metinde olmayan kimi vak’a halkaları ve sahneler ekler. Kimi zaman da ana metindeki ögelerde değiştirme, dönüştürme ve eksiltmeye gider. Bu tür uygulamalar, metin kurma stratejisiyle ilgilidir. Güngör Dilmen’in metninde olan Elif’in Canguzoğlu’yla beşik kertmesi olması, Yiğit Pazarı sahnesi, Dede Korkut’un Deli Dumrul’u dövmesi, Dumrul’un Elif’e nar getirerek sevgisini bildirmesi, Elif’in Dumrul’la evlenmeye karar vermesi, Dumrul’un haksızlıklarla savaşmaya karar vermesi, Kırk Yiğit’in Bamsı Beyrek’in uşağıyla tavla oyunu oynadığını söylemesi ana model metinde yoktur.  Ana model metinde yer ve zaman belirsizdir. Oyun başında “Oyun, bin yıl önce ̶ Bugün, Oğuz illerinde ̶ Anadolu’da geçer” epigrafı yer alan Deli Dumrul’da yazar, konusu bin yıl önce geçen olaylar dizisini günümüz için de anlam üretebilecek bir yapıda kurar. Bu bağlam içinde Deli Dumrul oyununda Türk epik destan geleneğinin dışında kelimeler ağının ve üslubun da kullanıldığı görülür. Metinde yurttaş, yatırım, alın teri, vatana hizmet, sermaye vb. şeklinde geçen kelimeler, modern çağın ürettiği ve beslediği kelimeler ve kavramlardır. İdeolojik göndermeleri bulunan vatana hizmet, sermaye, eşitlik, kalkınma, özgürlük, barış gibi çağdaş kelime ve kavramlar, tiyatro metninin içeriğini ve bağlamını ana metinden ayrıştırır.(Bayraktar) Dilmen oyunu zaman içinde kaydırır ve bugün ile bağ kurar. Yâni ilave bir şey yapmayıp metni aynen oynasanız metin yeterlidir.

Dilmen ana model metnin dil ve söylemine yer yer göndermeler yapar ona öykünen bir dil ve söylem kurar. Adaletsizliğin toplumun sosyal bünyesinde yarattığı yıkım üzerine kurulan oyunda yazar ana model metne ileri düzeyde bağlı kalarak olay örgüsü mekan zaman kişiler dünyası metnin anlam dünyasına ve iletisine ileri düzeyde bağlı kalır. Dilmen ana model metne saygıyla yaklaşır.

Modern çağın ve yaşanan hayatın anlamını metnin dünyasına taşıyarak düşünsel/ideolojik zeminde kimi göndermelerde bulunur. Bu göndermeler temelde adalet kavramı etrafında şekillenir. İnsanların zorbalıkla başka insanlara boyun eğdirmesinden, emek sömürüsünden, çalma ve çırpmaya dayanan zenginliklerden felsefi düzlemde Tanrının adaletinin tartışılmasına kadar genişleyen yeni ve sorgulayan bir metin inşa eder. Duha Koca Oğlu Deli Dumrul hikâyesinde yer alan ve evrensel anlam taşıyan ölümden kaçma arzusunu Güngör Dilmen, yenidenyazma yoluyla ezen ezilen, sömüren sömürülen dünya düzeninin değişmesi ve yerine adaletin ve hakkın egemen olduğu bir dünya gelmesi gerektiği ütopik algısıyla genişletir.(Bayraktar) Adalet Deli Dumrul oyununun şah damarıdır. Denilebilir ki Deli Dumrul adalet kavramı üzerine yazılmış bir anıt metindir.

Yücel Erten’in Rejisi

Yücel Erten oyun dergisindeki yazısında ‘Kuru kalabalıktan uzak oyuncunun enerjisine ve toplu oyunculuk anlayışına dayalı şovenizmden kaçan mizahtan beslenen dinamik görseli güçlü bir anlatım anlayışı benimsediğini’ yazmış. ‘Anadolu’da belki binlerce yıldan bu yana süregelen seyirlik oyunlar bu sahneleyişte çıkış noktamız oldu.’ diyor Erten. ‘Köylü ya da göçebe tiyatrosu diyebileceğimiz arkaik örnekleri anımsatan bir yol. 33 yıl önce seçtiği doğrultuya sadık kalarak İzmir seyircisinin karşısına çıktıklarını’ yazmış. Yücel Erten’in rejisinde bir tek hedef var. Komik olmak seyirciyi güldürmek. (Ama seçtiği komiklik mizahi değil.) Bu niyeti ve hedefi neredeyse her sahnede görülüyor. Girişte köprü üzerine dizilmiş oyuncuların oyunculuk stilleri ve mizansen, Dede Korkut’un Deli Dumrul’u dövdüğü sahnede  Dede Korkut’un bir başka oyuncunun sırtına çıkarılmış ve karnından konuşuyor olması, aynı sahnede Deli Dumrul’u döverken kungfu tekmesi atması, bir önceki sahnede üst üste duran iki oyuncunun yan yana durmasıyla ortaya çıkan ve  iki oyuncunun fiziksel farklılıklarından doğan görüntü, tahtıravanda taşınan bıyıklı rakkase, karınlarından deve başları çıkarıldığı için deve sanmamız istenen  deve kafilesinde bir devenin önündeki devenin kıçına deve başıyla vurması, Yiğit Pazar’ında hünerlerini gösterirken yiğitlerin tekerleme söylemeleri yönetmenin komik bulduğu unsurlar. Bu seviye Dilmen’in mizahi metni yanında çok sönük kalıyor. Dilmen’in metni mizahi ironik Yücel Erten’in eklemeleri panayır komikliği. Yönetmen biçimi öne çıkarırken özün gücünü yok etmiş.  

Erten rejisinde Canguzoğlu kervanının sahneden geçişi oyun temposunu düşüren bir sahne. Dilmen’in notundan anladığımız ilk sahnede yoksullara karşı zorba ve acımasız olan Deli Dumrul’un varlıklı insanlara karşı bir şey yapamaması. Yâni oyunun temel omurgası olan adalet fikrinin işlenmesi o sahnede başlıyor.  Dilmen o sahneyi şöyle tarif etmiş: ‘Canguzoğlu’nun Bezirganları her adımda ikili çan vuruşlarıyla develerin yürüyüşlerini yansılayarak sahneye girerler. Zengin kürkler giysiler içindedirler.’ Bu sahnede asıl vurgulanması gereken Canguzoğlu’nun zenginliği ve Deli Dumrul’un çaresizliği. Dilmen’e göre oyuncuların deve olması gerekmiyor yürüyüşleri deveyi hatırlatmalı. Bu çok ince bir metaforik bir anlatım ki Erten’de bunu göremiyoruz.

Erten’in köprüyü sahne önünde kurması ve beklediği komiklikleri dar tahta üzerine sıkıştırması  ve de kendince ilgi çekici bulduğu kervan geçiş sahnesi Dilmen’in iletisini bozuyor.  Dilmen’in metnindeki köprü ‘Arka alanda sağda garip bir köprü bir başından görünür. Yukarı doğru kemerlenir ve gözden gider.’ Aslında bu form oyuna daha uygundur. Köylüler  Deli Dumrul’un zoruyla koyun gibi sahne dışına bu köprüden sürülüp çıkarıldıktan bir sahne sonra Canguzoğlu kafilesi aynı köprüden sahneye doğru serbestçe geçerek gelebilir. Erten’in rejisinde sahne önünde kurulan ve  sahneye paralel  tahta köprüden köylüler türlü akrobatik hareketlerle ve komiklikler yaparak geçer ama Canguzoğlu kafilesi köprünün etrafından dolaşır. Bu da Dilmen’in vurgulamak istediği düşünceyi silikleştirir.  

Dilmen’in mizahını  Yiğit Pazarı tarifinde görmek mümkün.   Metinde Yiğit Pazarında sıra sıra kendisini satılığa çıkarmış gençler görülür. Önlerindeki tabelalarda yer alan ibareler yiğit kavramının içinin boşaltılmasına yönelik bir anlam taşır. Bunlardan birkaçı satılık yiğit, kiralık er, paralı asker, efendi aranıyor, savaş artığı, her türlü vur kır, devlet güvenlik yardımcıları, ucuz yiğit bulunur ve benzeri şekillerdedir.(Bugünkü ortama uygun neler bulunurdu kimbilir! ‘Çılgın proje’ ve ‘kanal’ sözleri ile siyasi dokundurma yapmak basit(ucuz) kalıyor.) Türk destan geleneği içerisinde kırk sayı nitelemesiyle ifade edilen kırk yiğit kavramı, yine mizahî ve ironik bir şekilde ele alınır. Pazara kırk yiğit satın almak için giden Dumrul’un parası, ancak bir yiğit almaya yeter. O da itibarını korumak konusundaki çözümü, pazardan aldığı ve adını beğenmediği satılık yiğide Kırk Yiğit adını koymakta bulur(Bayraktar) Yücel Erten üstleri çıplak(1990’da gömlekli) yiğitleri tek tek meydana çıkarır kendilerince hünerlerini gösterirken diksiyon tekerlemeleri söyletir. Bu noktada duralım. Sahnede gösterilen hünerler sıradan olmamalı. Aynı şekilde oyuncuların dansları da bir düğünde meydana çıkıp oynayan kişilerin göbek atmaları gibi olmamalı. (Kaldı ki bazı köy düğünlerindeki danslar Deli Dumrul’da gördüğümden daha estetiktir.) İçinde estetik  uyum ve ahenk olmalı. Oysa ki hünerler de danslar da dövüş sahnelerinin koreografisi de sahne estetiğinden çok uzak salapati.  Gelelim diksiyon tekerlemelerine. Dede Korkut’un mükemmel ata sözleri var. Yücel Erten diyelim 1990’da bilmiyordu. 33 sene içinde bir rejisör araştırıp oyununa katamaz mıydı? 33 sene sonra aynı reji mi çıkarılır sahneye!

Güngör Dilmen Azrail’in Güvercin olup uçtuğunu yazmış. İlk oynanışta sahneye gerçek güvercinleri atan Erten bu kez Deli Dumrul’a kollarını kanat yaptırıp çırptırarak Azrail’in uçtuğunu anlatmış. Dilmen’in metninde Azrail çalgıcı olur doktor olur. Herkesten biridir. Dilmen Azrail’in halk arasında ve halk gibi görünmesinin hazırlığını yaptıktan sonra Deli Dumrul’un yanında yürütür yağmurdan kaçırır meyhanede kadeh tokuşturur. Erten çalgıyı’yı kukla oynatıcısı yapmış ona sözsüz oyun oynatarak sahneyi gereksiz uzatmış. Bu tercih çalgıcıdan daha iyi değil. Erten  Deli Dumrul’a sırtında Azrail’i taşıtmış. Sırtta taşınmak yük olmak anlamına geliyor herhalde ama Azrail’in öyle bir ağırlığı yok. Azrail’i oynayan oyunca elinde/bedeninde taşıyacağı güvercini hatırlatan bir şey ile Deli Dumrul’un başının üstünde uçarak(?)ona yoldaşlık edebilir. Metaforik anlatımlar oyun içinde anlamlı ve tutarlı olmalı.

Oyundaki ölüler korosu Erten’in rejiye ilavesi. Metafor olarak oyunda  yama gibi kalıyor.  Kullanılan masklar 1990’dan kalma. Aynı oyuncu korosunun bir örnek Karadeniz’i hatırlatan giysileri gibi. Oyun kitapçığında Yücel Erten’in ve  Babür Tongur’un yazılarında anlattıkları müziği sahnede bulsaydım keşke. Oyunun koreografisi Salima Sökmen’e ait. İsmi oyun kitapçığının kapağında Babur Tongur ile aynı satırda yazılmış ama kitapçıkta Babur Tongur’a ayrılan üç sayfadan geçtim kendisine bir sayfa ayrılmamış. Oysa ki Salima Sökmen Babür Tongur gibi 1990’dan kalan bir kader ortağı. Sahne Tasarımı fikri 1990’dan kalma. Röpriz bir oyunda tasarımcıların da işi zor.  

Erten oyunculuk yeteneklerine bağlı basit köy tiyatrosundan bahsediyor. Köylü kültürünün zenginliğini halk türkülerinde halk oyunlarında görmek mümkün. Deli Dumrul rejisi hem içerik hem de biçimsel açılardan  o kültürel zenginliğin  gerisinde kalmış. Erten eski oyunlarını sandıktan çıkarıp çıkarıp tozunu bile almadan sahneye getiriyor. Bu en azından seyirciye ayıp.

Benim içime en çok batan Dede Korkut’un düşürüldüğü durumdur. Aynı kostüm içinde birisinin sırtında sahneye giren komik olması istenen küçük bedenli erkek oyuncu ikinci girişinde onu taşıyan iri yarı erkek ile aynı kostüm içinde yan yana birbirine bağlı duruyor. Görünüşten komiklik bekleniyor ama bu görünüşler benim içimi acıtıyor. Hele Dede Korkut’un Deli Dumrul’u döverken sandık üzerinden savurduğu kungfu tekmesi sadece cahilleri güldürür.  ‘Dede Korkut adaleti’ ve  ‘Dede Korkut düzeni’nden bahseden bir metinde Dede Korkut’u küçülten bu yorum doğru olmamıştır. Usta denilen bir yönetmen tarihimizin değerlerini böylesine harcama hakkına sahip değildir. Yönetmenin tarihe de borcu var. Aslında bir tarih şuuru gerekli. Öte yandan bir yönetmen reji yaptığı metni geçmelidir. Yazardan daha zeki akıllı estetik olamıyorsa kafasına göre takılmamalı ben yaptım oldu dememeli.

Seyirciyi güldürme amacı taşıyan rejisörlerin seyirciye dalkavukluk yaptığını düşünüyorum. Böylelikle akıllarınca onların seviyesine iniyorlar. Oysa tiyatro seyirciyi kendi seviyesinin üstüne çıkarmanız gereken bir sanattır. İlişki mıknatıs ile metal arasındaki ilişkiye benzer. Mıknatıs metale çok yakınsa onu kendine yapıştırır. Çok uzaksa çekemez. Aralarında öyle bir mesafe olmalıdır ki mıknatıs metali çeksin. Erten’in Deli Dumrul rejisi seyirciye yapışmış. Hamlet oyunculara ne diyor? ‘Ölçüyü kaçıran oyuncu cahili güldürür/ Ama kültürlüyü sıkar oysa’(Tarık Günersel tercümesi)

Dede Korkut hikayeleri Türk Tiyatrosu’nun dünyaya açılma kapısıdır. Ben bir oyunu West End’de Broadway’de seyretmek isterim. Bu dünya tiyatrosuna armağan olur.  Bu da ancak geniş bir ufuk, araştırma, isini ciddiye alma, sürekli mükemmeliyet arayışı  ve teknik alt yapıyla ve tabii ki çok iyi oyuncularla ve eğitmenlerle. Müracaat eden 850 kişiden seçilen bu oyuncular jürinin mi yoksa bizdeki oyunculuğun mu eksikliğini gösteriyor? Belki de oyunculara haksızlık ediyorum. Belki içlerinde çok yetenekli oyuncular var. Ancak bu oyundan yansıyan oyunculuklar ‘idare ediyor’ müsamere gibi. Bunun ana nedeni reji.  Bu reji oyuncuların yaratıcılıklarını da kısıtlıyor. Oyunculara yazık oluyor.

Kendi bildiğinden şaşmayan geçen 33 sene içinde oyununa yeni bir derinlik kat(a)mayan bir rejisör yorgundur. Benim kısa bir araştırmayla bulduğum literatürdeki hususlara benzer noktaların dikkate alınmamış olması üzüntü vericidir. Tiyatro matematik değil. Ben üniversitede iken bazı Hocalar arşivden çıkardıkları defterlerin sararmış sayfalarına bakarak ders anlatırlardı. Mühendislikte olur ama sanat değişen enerjik canlı bir şeydir. Erten’in  1990 rejisinde kalması bana çok ünlü bir profesörün çevirdiği bir Shakespeare oyununun 18. Baskısı yapılmasına rağmen birinci önsözde kalmasını hatırlatıyor. DT Genel Müdürü iken ‘ Dinamik bir anlayış geliştirmek zorundayız. Gerek düşünsel ve gerekse sanatsal boyutlarda aşınmış ve günümüzün isterlerine cevap vermez olmuş yapımızı değiştirmek zorundayız’ diyen bu Yücel Erten midir? O gün ‘Başka ülkelerin tiyatrosuyla yarışa girilebilir duruma gelinmesini daha diri daha lezzetli bir çizgiyi hedef alan’ Erten Deli Dumrul’daki rejisiyle mi tiyatromuzu dünya sahnesine çıkaracak dünya tiyatrosuyla yarışacak? Bahsettiği dinamik anlayış röpriz oyunlar mıdır?  

Çevirileri, rejileri, kitapları, yöneticiliği ile  Türk Tiyatrosu’nun 60 yılında var olmuş Yücel Erten’in Deli Dumrul’u müsamere kıvamında bir hayalkırıklığı oldu. Sezonu maalesef kötü bir oyun ile açtık.  Erten’in Deli Dumrul’u ne Dede Korkut’a ne Deli Dumrul hikayesine ne de Güngör Dilmen’in metnine yakışmaktadır.  Erten Türk dünyasının abide eserlerinden birinin içini boşaltmıştır.  Ben kendisini ‘iyi’ hatırlamak istiyor(d)um.

Melih Anık

Kaynak:

Deli Dumrul ve Akad’ın Yayı Adam Yayınları

DT Deli Dumrul 1990 oyun kitapçığı

Kemal Abdulla Gizli Dede Korkut

Dede Korkut Destanı - Prof.Dr.Necati Demir

DELİ DUMRUL’UN SAHNEDE YENİDEN HAYAT BULUŞU: GÜNGÖR DİLMEN’İN DELİ DUMRUL OYUNU VE YENİDENYAZMA Yasemin BAYRAKTAR Dr. Öğr. Üyesi, SDÜ Eğitim Fakültesi Sosyal Bilimler ve Türkçe Eğitimi Bölümü,

DEDE KORKUT KİTABI HAZIRLAYAN: SADIK YALSIZUÇANLAR

DEDE KORKUT HİKÂYELERİ’NDEKİ METAFORLAR Nurullah ŞAHİN

Bir Reji Çalışması Akad’ın Yayı(tez) Hakan Altun

 

Not: YouTube’da Yücel Erten’in kendi sayfasında oyunun ilk versiyonunun (1990) 12 dakikalık bir videosu var. Onu izleyince Yücel Erten’in röpriz yaptığını anlıyorsunuz. Röpriz Erten’e göre o kadar doğal ki 2023 yılındaki yazdığı yazı 1990 oyun broşüründeki yazının neredeyse aynısı. Hatta bugün o günkü yazısında yazdığı  Genel Müdürlük ile yaşadığı sorunu neredeyse aynı cümlelerle yeniden yazmış. https://www.youtube.com/watch?v=i9oSKkUONlE

1990 yılında DT tarafından bastırılan oyun kitapçığı standart fotokopi kağıdına siyah beyaz basılmış ve toplam 26 gram. 2023 yılında İzmir BB Şehir Tiyatroları tarafından bastırılan oyun kitapçığı 1.sınıf kuşe kağıda renkli bastırılmış toplam 84 gram. Sanıyorum internet sayfasında oyun kitapçığının pdf kopyası var. Bedava dağıtılacak kopyaların basımında tasarrufa dikkat edilmesini tavsiye ederim. 

3 Ekim 2023 Salı

Ödenekli Tiyatrolar Ne Yapmalı? Nilüfer Kent Tiyatrosu Örneği

 Ödenekli tiyatro ne yapmalı? Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu örneğinden yola çıkarak bu konu ile ilgili düşüncelerimi paylaşmak için bu yazıyı yazdım.

Nilüfer Belediyesi tiyatro sever bir belediye. 2014’den bu yana Kent Tiyatrosu var. Mitos Boyut ile ortak oyun yazma yarışması düzenliyor. Sözleşmeli bir kadrosu var. Yıllık bütçesi de 5 milyon TL civarında. Şimdiki Başkan Turgay Erdem kendinden önce başlamış faaliyetlere destek vererek bir geleneğin devamını sağlıyor. Genel Sanat Yönetmenleri ile iki yıllık sözleşme yapılıyor. İki yılın sonuna doğru yürütme kurulu GSY’nin sözleşmesini iki yıl daha uzatabiliyor. Son üç GSY’leri Engin Alkan, Ali Düşenkalkar ve Murat Daltaban. Bildiğim kadarıyla yürütme kurulu dağılmış ve Başkan’ın onayı ile Murat Daltaban’ın sözleşmesi iki yıl daha uzatılmış. GSY’leri doğal olarak başarılı olmak istiyorlar. Başarı onların görevlerinde devam etmelerini sağlıyor. Daltaban başarılı bulunmuş olmalı ki ikinci dönem seçilmiş. Genel olarak Belediye Başkanları ve toplum gözünde başarının en önemli kriteri ödül almak ve  ödül başarısızlıkları örtüyor. Bu aslında sığ bir tiyatro anlayışının da göstergesi. İşte bu noktada sorumuzu tekrar edelim: Ödenekli tiyatrolar ne yapmalı?

Bu hususta Bursalı tarihçi Uğur Ozan Özen’in bir yazısından bir bölümü paylaşmak istiyorum:

“ Nilüfer Kent Tiyatrosu özel tiyatro değil, beş yüz bin nüfuslu ilçe belediyesine bağlı ödenekli tiyatrodur. İçinde yaşadığı kültüre ait oyunlar olmak üzere dünya tiyatrosunun önemli oyunlarını sahnelemekle mükelleftir.  

Dokuzuncu sezonuna ulaşan tiyatronun repertuarı tek kültüre (İngiliz-İskoç) ait oyunlardan oluşuyor.

Bu durum tiyatroda çalışan kimseyi rahatsız etmiyor mu?

Rus Tiyatrosu nerede? Alman Tiyatrosu, Fransız Tiyatrosu?  

Tiyatronun oyun yelpazesi eskiden daha genişti.

Bu uyarıdan yola çıkarak Murat Daltaban yönetiminde Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu’nun repertuvarına bakalım. Vur Yağmala Yeniden, Aşkın En Kısa Gecesi, 1984, Bir Kumarbazın Ölüm Kılavuzu, Dünyanın Bütün İsimleri ve Öksüzler.  İlk iki oyun Murat Daltaban’ın özel tiyatrosu DOT’da daha önce de sahnelenmiş yâni röpriz oyunlar. Aşkın En Kısa Gecesi DOT yapımı olarak 2014’de İki Kişilik Yaz ismiyle sahnelenmiş. Bu repertuvarın Ozan Uğur Özen’in vurguladığı ve tamamen katıldığım ‘Ödenekli tiyatro içinde yaşadığı kültüre ait oyunlar olmak üzere dünya tiyatrosunun önemli oyunlarını sahnelemekle mükelleftir’ prensibi ile ilgisi yok.   Tüm oyunların ortak tarafı genellikle İngiliz İskoç kökenli yabancı yazarlara ait oluşları. Oysa Nilüfer Kent Tiyatrosu oyun yazma yarışmalarını düşündüğümüzde Mitos Boyut tarafından kitaplaştırılmış yazarı Türk olan pek çok oyun raflarda beklemekte. Hele Bursa gibi Türk Tiyatrosu’nun mihenk taşlarından biri Ahmet Vefik Paşa’yı düşündüğümde repertuvarın bir ödenekli tiyatroya ve de Bursa seyircisine hiç yakışmadığını Bursa’da tiyatroyu yaşatan Paşa’ya vefasızlık yapıldığını düşünüyorum. Oysa ulusal tiyatro için uygun bir zemin var Bursa’da.

Bursalı yazar Uğur Yılmaz şunları yazmış:

 ‘Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu ödenekli bir tiyatro. Ödeneğin kaynağı da belediye sınırları içinde halkın vergileri. Ödenekli de olsa tiyatronun özgürlükçü bir anlayışla insanların kendilerinin toplumu ve dünyayı anlama çabalarına katkı yapması çok kıymetli. Kuşkusuz özgürlüğün sorumluluktan bağımsız olmadığını da unutmadan. Nilüfer Kent Tiyatrosu’nu DOT gibi gören bir yaklaşım ve oyun seçiminden rahatsız oldum. Ancak DOT’ta oynanan oyunları Bursa’ya getirip tekrar oynamak Bursa seyircisini hafife almak gibi geliyor bana. Ödenekli tiyatronun daha kapsayıcı ve geniş kitlelere hitap etmesi gerektiğine inanıyorum. Ödenekli tiyatroların asli görevi tiyatro ile halkı buluşturma değil mi? Geçen sene izlediğim Vur Yağmala Yeniden oyunu da benzer bir tat bırakmıştı bende. Ama bu kez çok daha cüretkar buldum seçilen oyunu(Punk Rock). Oyun NKT Gençlik Tiyatrosu oyunu hatırlatırım. Oyun kalbimde kırgınlık ve kızgınlık hissi bıraktı. Katliam yapan lise öğrencisi izlemenin bizlere ne gibi bir katkı yapacağını da anlayamadım.’ Gençlik tiyatrosu oyununda ‘Katliam yapan lise öğrencisi’ içimi cız ettirdi.

Yazılarından alıntı yaptığım yazarlar meselenin satır başlarını ortaya koyuyor: İçinde yaşanılan kültüre ait oyunlar, daha kapsayıcı ve geniş kitlelere ulaşma, tiyatroya ayrılan ödeneğin kaynağı olan vergilerin doğru harcanması. 




1984 12 Eylül 2022 tarihinde prömiyer yapmış. 28 Kasım 2022 tarihli facebook sayfasında Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu şöyle bir paylaşım yapmış:

Bu hafta sonu 1984 oyunumuzda kıymetli konuklarımız vardı...

Cumartesi akşamı 1984 buluşmasının ardından,

Pazar günü misafirlerimizle @niluferbel 'nin Misi, Gölyazı ve Balat Atatürk Ormanı'nındaki şahane kültür sanat alanlarını gezdik...

Misi Köyünde,

Nilüfer Sanat Kahvesi'ne,

Nilüfer Fotoğraf müzesi'ne

Nilüfer Edebiyat Müzesi'ne

Nilüfer İpek Evi'ne ve

Nilüfer Çocuk Kütüphanesi'ne uğradık.

Gölyazı'da

Apollonia Nekropolü, Kutsal alanı ve Antik tiyatrosu'na hayran kaldık;

ve son olarak

Balat Atatürk Ormanı'ndaki

şahane yeni açık hava gösteri mekanımız #OrmandakiKulübe'deki keyifli sohbetin ardından ayrıldık!


 Paylaşımda etiketlenen isimler de şunlar:

@selvi_seckin @aysenilsamlioglu @selalekadak @sulekadaks @emin_capa @melisalphan @serif_erol @esbilgic @sebnemkirmaci @kadirk @zukeskin @merihtangun @aysegulissever @aylinka @hulya.muratli @nornek @asumaro @esraaaysun @duygudemirdag @oslemece @gozdesivisoglu @esraecekuleci @efnanatmaca @oz_buyucusu @lerzanpamir #SaadetErsin #CemEriç @oya_eric #SalihBaşağa

 

Bu ekip Bursa’da Nilüfer Belediyesi’nin misafiri olmuş. 1984 oyununu seyretmiş ve çevrede turistik bir gezi yapmış.

 Benim dikkatimi Merih Tangün ve Salih Başağa çekti öncelikle. Salih Başağa Yapı Kredi İcra Komitesi Başkanı Merih Tangün Afife Ödülleri jüri başkanı. Tiyatro camiasında sözü geçen kanaat önderi sayılan tiyatro yapıcılar var misafirler arasında. Ekipte gazeteciler de var. Emin Çapa en popüler olanı. 1984 bu gazeteciler tarafından çok övülerek yazılmış.  Lerzan Pamir Afife’de Haldun Dormen müzikal ödülü verilen 1923 müzikalinin yapımcılarından biri.

 1984 ve Aşkın En Kısa Gecesi  takip eden zaman içinde İstanbul’a pek çok sayıda turne yapmış. Turneleri hep İstanbul’a yapmış desek daha doğru. NKT’nun oyunları içinde İstanbul dışına turne yapan oyun Bir Kumarbazın Ölüm Kılavuzu Lefkoşa’ya gitmiş. Afife Ödülleri’nde 1984 10 adaylık  Aşkın En Kısa Gecesi bir adaylık aldı. Seyrettiğim diğer oyunlara ait adaylıkları göz önüne getirdiğimde 1984’ün 12 adaylığın onunda aday çıkarmasını anlayamadım. Akla aykırı. Bence kötü bir oyun. Ama Afife jürisi ve kanaat önderleri çok beğenmiş.  

 Şimdi aynı soruyu hatırlayalım: Ödenekli tiyatrolar ne yapmalı?

 Ben NKT’nun bulunduğu ilçenin ve şehrin çevresinde turneler yapmasını arzu ederim. Tiyatrosu az olan il ve ilçelere tiyatro götürmesi ödeneği halkın vergileri ile oluşan bir topluluk için görevdir, zorunluluktur. NKT’nin sürekli İstanbul’a turneye gelmesi İstanbul’un alkışını önemsediğini gösteriyor. Bunda İstanbul seyircisine olduğu kadar ödül jürilerine yakın olma amacı da var gibi. Belki de repertuvarın Bursa çevresi için uygun olmadığı kanaati de vardır. Uğur Yılmaz’ın satırlarında ‘Bursa seyircisini hafife almak’ ifadesi anlamını buluyor. Öte yandan halkın vergileri ile oluşan ödeneğin halkın yararına kullanılmasına özen gösterilmesi de önemli bir husus. NKT’nun ödülü Bursa seyircisinin yani onu vergileriyle ayakta tutan seyircinin alkışı olmalı. Ödenekli tiyatrolar dışarıdan GSY getirmek yerine kendi içinden dönüşerek  GSY çıkarmalı. Bu topluluğun vizyon ve misyonunda devamlılık sağlayacak her yeni GSY ile yeniden başlamak sonlanacaktır.

 Olayın bir başka boyutu da ödül jürileri ile ilgili. Bu sezon  Afife jürisinin değerlendirmesi yapılan oyun repertuvarında 233 oyun varmış. Bunlar içinde NKT’dan başka İstanbul dışından kaç tiyatro var merak ediyorum. Kaç oyunu seyretmek için İstanbul dışına çıkmış jüri başkanı? Ödeneğini davet ettiği misafirlerine harcama imkanı olmayan tiyatro topluluklarına haksızlık değil midir? İstanbul dışında çok beğenilen oyunları İstanbul’a getirtip ödül adayı yapmak bir yöntem mi olacak bundan böyle? Yoksa bu davet edilmelerle mi sınırlı? Kim davet ederse gidecek misiniz? 1984’e ödül vermek sadece bir oyuna ödül vermek değildir. Ödenekli tiyatroyu da desteklemek/alkışlamak anlamına gelir. Şimdi bu yazının kapsamında anlatmaya çalıştığım gibi NKT bu repertuvarı ile desteklenmesi gereken bir topluluk mudur? Bence değildir. Ödül bu hususu sümen altı edecektir. Ödül jürileri olayın bu boyutunu ne zaman düşünecek?   

 Ödenekli tiyatroların görev ve sorumluluklarının bilincinde yeni bir vizyon ile Ulusal Türk Tiyatrosu'na katkı amacıyla  yapılanması gerekiyor. Ödül jürileri de yegane görevlerinin Türk Tiyatrosu’na katkı yapmak olduğunun bilincinde olmalı.    

  Melih Anık


Nilüfer Belediyesi Nilüfer Kent Tiyatrosu facebook paylaşımı:

 https://www.facebook.com/NiluferTiyatro/posts/pfbid0JfBgFouSLFutxeyy6rxmS4UfdxnMbcPE7QcmiEGBAj1YEzWeiUfELpbFDqcWBErVl?__cft__[0]=AZX0TUmCUk2Milf68cRuyAcR28B7ZgR2oR8Tyy2BwQtVF7yD1A63QxapiN0a6x1X2RDKLsn3fj5Jr7aErCqSwrAc6Zr-qOhN2Ah6U9fbybULBVc1j9upegpI9leKcHyFa3iUBnG79WX7PV4URS-hjIptXeKIy21qbrBgq0hjh7ulyU3Oyp4lRCCLYW0VnqPX9YE06EtAGm5EBUrCfFCJmEDO&__tn__=-UK-R


Uğur Ozan Özen’in yazısı:

https://www.yenidonem.com.tr/yazarlar/ugur-ozan-ozen-148/dunyanin-butun-isimleri-18381?fbclid=IwAR2p6MpqWx1vrt4800smv-3U-H1o9k7GfWyaZCFEnZj22TR0K472ChkaS-Y