Son zamanlarda İzmir BB Şehir Tiyatrosu ile ilgili tartışmalarda ‘özerklik’ kavramı gündem oldu. Görev süresi uzatılmayan genel sanat yönetmeni(gsy) hazırladığı yönetmeliğin ve kurumun Türk Tiyatrosu’nda bir özerklik laboratuarı olduğu iddiasıyla ortalara döküldü. O ‘sanatsal özerk’ olan bir kurum yaratmıştı(!). Ona göre onu göreve davet eden ama sonradan o yönetmeliğin değişmesine neden olan eski danışma kurul üyeleri ‘darbe’(!) yaptı. Eski GSY’inin kurduğu(?) laboratuar yok edildi. Takipçileri de EGSY’nin dediklerini sorgusuz sualsiz ve düşünmeden tekrar ediyorlar.
EGSY
benim her cümleme ayrı ayrı yorum yaptığı cevapta şöyle bir ifade kullanmış:
‘Özerkliğin türlerinden ve derecelerinden bihaber salla kazan oynuyor!’
Kendimden bahsetmeyi sevmem ama cahilce ‘sallayanlara’ anlatmak şart oldu.
Yaklaşık
40 yılı aşkın bir çalışma hayatım oldu. Bu sürede Türkiye’nin önde gelen öncü
şirketlerinde üst düzey yönetici olarak çalıştım. O şirketlerin
organizasyonlarına katkılar yaptım. Özellikle
kamu ve yerli/yabancı özel şirketlerle yapılan ortaklıklarda çalıştım. O
ortaklıkların yönetmeliklerini yazdım. Kamu şirketleri ile çalışmalarımda (buna İzmir
BB de dahil) kamunun hareket tarzını, kısıtlarını, düşünme biçimlerini anlama
imkânını buldum. 10 yılı aşkın süredir tiyatro yapıcılarının düşünme tarzlarını
ve yaptıklarını biliyorum. Ödenekli(veya özel) bir tiyatroda yöneticilik yapmış biri kadar yönetim tecrübem ve birikimim olduğuna inanıyorum. Bu arada belirtmeliyim
ki yetki kullandığım maddi büyüklükler milyar dolarlar mertebesinde idi. Küçük
tiyatro bütçelerinden bahsetmiyorum yâni. Bunları yazmamın nedeni bazı tiplerin
hakkımdaki sarkastik ifadeleridir. Tüm iş hayatım boyunca ilgili konulara kafa
yormuş, Proje Yönetim Derneği ve GYO
Derneği’nin kuruluşlarında baş rolü oynamış
ve yönetimlerinde görev almış ve de Türk Tiyatrosu’nun kuruluşu için
düşünmüş ve öneriler sunmuş bir kişi olarak özerlik tartışmasına katkı yapmak için
bu yazıyı yazdım.
Şimdi
gelelim ana konuya: Özerlik nedir?
Özerklik kavramının niteliği
incelendiğinde şu iki kavramın özerklik türlerini kapsadığı görülmektedir.
Kendi kendini yönetme idari ve mali özerkliği. Kendi geleceğini belirleme ise
idari ve mali özerkliğin yanında siyasi özerkliği de ifade etmektedir (Işıkçı
ve Alacadağlı, 2016).
Kendi
kendini yönetme (self government)
ve kendi geleceğini belirleme (self
determination) kavramları da özerklikle ilişkili kavramlardandır.
Özerklik ya da otonomi, başka bir kişi ya da durumdan
bağımsız karar verme, kendi kendini yönetebilme yetisi. Yunancadan gelen "auto" (öz, kendi kendine) ve
"nomos" (kural, yasa) kelimelerinin birleşiminden
oluşur. Gelişim psikolojisinde ve ahlaki, politik ve biyoetik
felsefede özerklik bilinçli, zorlanmamış karar verme kapasitesidir. Özerk
kuruluşlar veya kurumlar bağımsızdır veya kendi kendini yönetirler. Özerklik, muhtariyet ya
da otonomi merkezî örgüt
yapısını, dolayısıyla hiyerarşiyi reddeden, gönüllü katılım üzerine kurulu, gizliliği
değil açık olmayı seçen bireylerin bir
aradalığıdır. Bir düşünce ve dayanışma birliğidir.(wikipedia)
Özerklikten amaç etkin yönetim, yerli halkın
çıkarlarını kollamak, ülke çıkarlarını korumaktır (Fatih Yüksel-MÜ Sosyal
Bilimler Enstitüsü Araştırma Görevlisi - Yerel Yönetimlerde Özerklik)
Öncelikle EGSY’nin iddia ettiği ‘sanatsal
özerlik’ topal bir yönetim biçimidir. İdari ve maddi özerklik olmadan işlevi
yoktur. Bir an için düşünün: Sanatsal özerk olarak seçtiğiniz oyunu sahnelemek
için gereken parayı vermezlerse, gsy’nin ve tüm kadronun maaşlarını ödemezlerse
oyun sahnelenebilir mi? Ne işe yarar tek
başına sanatsal özerklik? Ben istediğim oyunu seçeyim siz parasını verin
gerisine karışmayın diyorsanız o da işlemez. Zira oturduğunuz koltuk siyasi bir
makama bağlı. Sorumluluk ve yetki onda. Seçmene karşı o makam hesap veriyor
verecek. Hatırlıyor musunuz sizi o koltuğa oturtan da o. O koltuğa otururken hoşa
gitmek için uğraştınız. Koltuğa oturunca çekil başımdan gölge etme diyebilir
misiniz? Ya da size dedirtirler mi? Bu noktaya itirazlar yükselebilir. Derler
ki örnek koymazsan özerklik kavramı topluma yerleşmez. Özerklik için mücadele
etmen gerekir. Doğru ama örnek nasıl konulacak ve mücadele edilecek?
Özerliğin en önemli vasfı yerli halkın
çıkarlarını kollamaktır yâni konumuzda İzmirlinin çıkarları. Özerlik iyi niyet
ister. Yetkiyi kötüye kullanmamak gerekir. Bunun için ne yapmak lâzım? İçinde
bulunduğunuz çevreye dayanmalı, onları tanımalı onlardan yardım ve destek
almalısınız. Halkın çıkarlarını kendi çıkarlarınızın üstünde tutmalısınız. Onların
sorunlarını dert edinip gündeme getirmeli gündem yaratmalısınız.(Keşke körfezdeki
kirliliği, kokuyu ve balık ölümlerini tartışan bir oyun yapsaydınız da
özerkliğinizi görseydik.) Tiyatro halkın yararınadır biz de tiyatro yapıyoruz demek yeterli değildir. Nasıl bir tiyatro yaptığınız
önemlidir. Bu hususla ilgili Nilüfer Belediyesi
Tiyatrosunda görev yapmış olan Murat Daltaban’dan örnek vermek isterim.
Daltaban’ın gsy olarak ilk oyunu daha
önce kendi tiyatrosu Dot’da sahnelediği Vur Yağmala Yeniden idi. Ahmet Mithat
Efendi’nin Bursa’sında ilk oyun olarak yanlış bir seçimdi. İşi bilen bir
belediye başkanı buna itiraz etse sanatsal özerklik elden gitti mi dememiz
gerekiyor? Dot özeldi Nilüfer kamu tiyatrosu.( Bu da başka bir tartışma.
Özeller kamu olduklarını söylüyor.) Dot’da yaptığınızı Nilüfer’de yapamazsınız
yapmamalısınız. Dot’a bir oyunla ödül yağdıran jüriler de konuya bu açıdan
bakmak zorunda idi. Bakamadılar. İşte ödül meselesi de özerklikle ilgilidir. Bir başka örnek(Bana anlatan birinci ağız
isterse isim verebilir.) Başkanı sanatçı olan bir ilimiz ile ilgili. Şehir
Tiyatrosu da diğerlerinden daha önde. Duayen bir yönetmen Başkan’ı ziyaret
ediyor ve bir oyun sahnelemesi için anlaşıyorlar. Yönetmen daha sonra GSY ile
buluşuyor ve ona gelecek sezon yöneteceği oyundan bahsediyor. GSY şok tabii. Kendisi
de sanatçı olan Başkan gsy'ninden habersiz karar almış. Önce GSY ile görüşülse de aynı
sonuç çıkacaktı belki ama siyaset Başkanlara sanatın özerkliğini unutturuyor. Bu iki örnek ülkemizde sık rastlanan
örneklerdendir. Toplumumuzda özel tiyatrolar özerk mi? Hayır. Devlet yardımı
alırken, salon kiralarken vb hep bir yerlerle iyi geçinmek durumundalar. Oyuncular özerk mi? Onlar da gsy’ler,
topluluk sahipleri ile yönetmenlerle iyi geçinmek durumunda. Bu ‘iyi geçinmek’
hususu özerkliği darmadağın ediyor. Bu
noktada toplumun geneline bakmak gerekir. Özerlik toplumda nasıl anlaşılıyor ve
ne kadar geçerli?
Ülke gerçeklerini dikkate almak gerekir.
Özerklik bağlı olduğunuz yöneticilerde rahatsızlık yaratır. Özellikle kamu
yöneticilerinde. Özerklik başına buyrukluk diye anlaşılır. Emri altındakilerin
başına buyruk olmasını ya da öyle bir izlenim bırakmasını istemezler.
Yöneticinin prestiji sarsılır. Siz vurguladıkça aslında görev sürenizi
kısaltırsınız. Öyle bir şey yapmalısınız ki
âmiriniz sizin kararınızı o almış gibi hissetsin. Amacınız görevde
kalmak değil meseleyi zihinlere çakmak ve kural olmasını sağlamak ise dikkatli
olmak zorundasınız. Bu konu sadece bize özgü değil. Ben dünyanın değişik
ülkelerinin yöneticileri ile çalıştım. Aralarındaki farklar azdı. Polonya’da katıldığım bir tiyatro
festivalinde bizimkilere benzer yöneticiler ve durumlar tanıdım. Bu insani ve
kültürel bir vaka.
Bir ülkede özerklik yaşam biçimi değilse
yaşamaz.(Demokrasi de öyle değil mi?) Bu tiyatroda eleştiri, ödüller, akademik çalışmalarla, iyi bir eğitim düzeni, sosyal güvenlik telif
vb konulardaki hâlimiz ve duruşumuzla yakından ilgilidir. Meseleler bileşik
kaplar gibidir. Tiyatronun meselelerini de ben özerk yönetmelik yaptım diyerek
düzeltmiş olduğunuz hayaline kapılmamanız gerekir. Özerklik ülkenin yaşama biçimi olduğunda
yaşamaya başlar.
Ne yapmak gerekir?
Sizi 16. Yüzyıla götüreyim. Shakespeare özerk
miydi? Bugün onun oyunlarını yeniden yorumlarken özerlik kavramını
bulup çıkarıyoruz ama I.Elizabeth ile geçinmek o kadar kolay mıydı sanırsınız? O
toplumdaki özerklik anlayışı bizimkinden ileri şimdi. Tiyatronun bunda rolü
var. Shakespeare ne yapmış? Size bir kitap tavsiye edeyim. Kurban ve
Egemenlik. Yazarı Gilberto
Sacerdoti. Shakespeare'in bir
oyununda geçen av sahnesinden yola çıkan Sacerdoti bir konuya dikkat çekiyor.
Oyunun çözümlenen sahnesinde Kraliçe Elizabeth av sırasında bir geyiği kurban
ederek Papa'nın temsil ettiği kurban sunucusu rolünü ele geçirir. Dünyevi
egemenliğin ruhani egemenlikten bağımsız olarak elde edilişini gösteren bu sahnenin
altında Antikçağ'dan beri süregelen temel bir tartışma yer alır. Shakespeare ne
yapmış? Bir oyunda kiliseye karşı egemenlik meselesini kurban kavramı üzerinden
vermiş. Laik devletin özerk egemenliğinin temeli on yedinci yüzyıl boyunca Hobbes ve Spinoza'nın
düşüncesinin merkezinde yer almaya devam edecek olan ve laik ile dinsel
kavramların kaçınılmaz çatışmasını içeren bir sorunu gündeme getirmiş. (Kitaptan) (Benzer bir analiz bizde var mı? Bu bile özerklik kavramı ile ilgili.)
Bu
bize yol göstermeli. Tiyatro ben özerkim diye bağırarak özerk olmaz. Öncelikle
bilinçli yani nereye gideceğini gittiğini bilen tiyatro yapıcılara ihtiyacımız
var. Özerklik, demokrasi vb kavramlar sabırla bilgi birikim ve bilinçle oyunların içine zerkedilmeli ve öncelikle seyircileri sonra yöneticileri ve tiyatrocuları eğitmeli ve ülke
atmosferini değiştirmek için çabalamalıdır. Bunu yapmak için tiyatro camiasının
ne yaptığını bilen kararlılık ve dayanışma içinde olması
gerekiyor. Oysa tiyatro camiası dağınık
. Herkes kendini kurtarma peşinde. Bazıları kendi kişisel takıntı kapris hırs
ve egolarının kurbanı olmuş. Bazıları da onların kuyruğu olmuş. İzmir özelinde
danışma kurulu geldi yönetim kuruluna bürokratlar girdi özerklik gitti
tartışmasını gereksiz buluyorum. Ülkemizde yığınlarca yasa var ama uygulanmıyor. Yâni kuralların
yasa olması bile durumu düzeltmiyor. Önemli olan işleyiş. O da sabırla ve
bilinçle değiştirilebilir ancak. Tarla iyi değilse iyi ürün alınmaz. Tiyatroya
akıllı, zeki, ufuklu ve öfke kontrolünü
yapabilen yöneticiler gerekiyor.
Yazılı
belgelerden önce toplumsal davranışlar önemlidir. Toplumda yaşam biçimi değilse
herhangi bir tutumu yönetmeliğe yazdım demek işe yaramaz. Önce tutum sonra
belge. Bazı ülkelerde anayasa yok biliyorsunuz.
Tiyatro
ne yapmalı derseniz işte bunları derim.
Melih
Anık