'Seuls'
orjinal ismiyle 21. İstanbul Tiyatro Festivali (2017) programı içinde yer
alan Yalnız, La Colline- Theatre National yapımı ve Wajdi
Mouawad(1968) tarafından yazılmış, yönetilmiş ve oynanıyor. Mouawad,
çocukluğunu Lübnan'da, ergenliğini Fransa'da, yetişkinliğini Kanada'da
geçirmiş, şu anda Fransa'da yaşıyor.
Mouawad
ile tanışmamız İstanbul Devlet Tiyatrosu
tarafından sahnelenen Yanık isimli oyun ile oldu. 'Değişik' bir oyun
olduğunu ifade etmekle beraber oyunu ve Mouawad'ın anlatımını çok sevdiğimi
söyleyemem. Yanık 2003 yılı, Yalnız 2008 yılı ürünleri. İki oyun arasında geçen
beş senenin yazara yararlı olduğunu söylemek isterim. Zira Yalnız gerek teksti
gerekse sahnelemesi ile farklı bir tiyatronun ürünü. Doğum tarihi ve de
yarattığı Ex Machina'nın kuruluşunun tarihine(1994) bakacak olursak Kanadalı
oyuncu, senarist film ve oyun yönetmeni Robert Lepage'ın(1957), Mouawad
üzerindeki etkisinden söz edebiliriz
diye düşünüyorum. İki yönetmenin de Kanadalı olmasından yola çıkarak Kanada'dan
dünyaya yeni bir tiyatronun ışıldadığını söylemek yanlış olmasa gerek.
Mouawad,
Lepage'a saygısını Yalnız oyununda gösteriyor. Oyunun tek oyuncusu
Lübnan'lı Harwan, tiyatro ile tanışmasının Lepage'ın bir oyunu
sayesinde olduğunu ve şu sırada da Montréal Québec Üniversitesi’nde Lepage
tiyatrosu üzerine “Lepage’ın sololarında kimlik uzamı olarak dekor” isimli bir
tez yazdığını söylüyor. Danışmanı Lepage
ile Montreal'de son bir söyleşi yapacak ve tezi bitirecek. Ama ne yazık ki
Lepage şu anda Rusya'da yeni bir oyunla meşgul. Ex Machina Topluluğu Rus
Devrimi'nin yüzüncü yılı için Lepage'a ait bir solo gösterisi yapacaktır. Sağır
ve dilsiz bir Québec’li olan Bernard Altın Çağ tablolarının restorasyonunu
yapan bir uzmandır. Rus Devrimi’nin yüzüncü yılı kutlamaları için hazırlık
yapılırken Saint Petersburg’a davet edilir. Rembrandt’ın Hermitaj’daki Savurgan
Oğulun Dönüşü tablosunda babanın
ellerini restore edecektir. Karanlığın birkaç dakika sürdüğü yaz dönümünde gece
vakti çalışırken yavaş yavaş tabloya karışır Bernard. Tablo, hem kimliğini aradığı
bir süreçte hem de 1917 devriminden Perestroyka’ya, geçmiş tarihini inkar
etmeden temel değerlerine dönmeye çalışan Rusya’nın aynası olur. Rembrandt’ın
Altın Çağı ile karanlık çağımız arasında kalan Bernard, hayatının ve döneminin
loş belirsizliğinde olduğunu görür.
Harwan'ın
Lepage'ın peşinden Rusya'ya gitmesi gerekecek. Bu arada babası ve kardeşi Leyla
ile telefon ile iletişim kuruyor. O konuşmalardan Harwan'ın geçmişi ile bilgi
ediniyoruz. Lübnan'da geceleyin yıldızları sayar, yıldızlı gök yüzünün resimlerini yaparmış. (Yıldızları saymak da dinsel göndermeleri olan bir metafor.) Lübnan'dan ayrılırken ailenin her şeyleri
geride kalmış. Bir anlamda boşluktalar. Rusya için vize alması lâzım.Vize için
de fotoğraf çektirmek için otomatik fotoğraf makinalardan birine giriyor. O
sırada babasının kalp krizi geçirdiğini ve hastaneye kaldırıldığı söyleniyor
Harwan'a.
Sahnede
bir pencereden bir hastane odası görüyoruz. İlk izlenimimiz baba yatakta
yatmakta Harwan onu ziyaret ediyor. Harwan sahne önüne geldiğinde durumun
göründüğü gibi olmadığı anlıyoruz. Zaman geçtikçe aslında komada olanın
Harwan'ın olduğunu anlıyoruz. Sahne önü
Harwan'ın beyninin içine dönüşüyor sanki. Harwan Lübnan'da gece gökyüzünde
parıldayan yıldızları çizdiği resimlere geri dönüyor. Bütün bedeniyle bir renk
selinin içinde kalıyor ve sahne önünü kapatan saydam paravanlara attığı
rengarenk boyalarla çocukluğuna dönüyor. Bir anlamda Rembrant'ın tablosunda
baba evine dönen savurgan oğul gibi. Harwan giderek savurgan oğul oluyor ve
Rembrant'ın tablosu içinde kayboluyor, aynen Lepage'ın solo gösterisindeki
Bernard gibi hayatının ve döneminin loş belirsizliğinde olduğunu görür. Lepage
Usta'ya bir selam ve saygının zirvesi değil mi bu!
Oyunun
teksti derin. İncil'deki savurgan oğul meselinden yola çıkıyor, Rembrant'ın
Savurgan Oğulun Dönüşü tablosunu görsel bir öğe olarak alıyor, oyunun kahramanı
Lübannlı Harwan'ın çocukluk anıları ile birleştiriyor. Çocukluk anılarının
karanlığında gece gökte parlayan yıldızlar,
Harwan'ın beyni içinde renkler
olarak ışıldıyor ve sahneyi çevreleyen
şeffaf panolar üzerine renkli boyalar düştükçe siz de bambaşka bir âlemin içine düşüyor ve
Harwan'ın beyninin kıvrımları arasına giriyorsunuz(sanki). Bir hastane odasında
yatttığını sandığımız 'baba'dan bu
çılgın renk âlemine ve Harwan'ın beynine giriş ânı inanılmaz güzellikte bir
bilinç akışı veriyor. Tiyatronun sadece kelimelerden ibaret bir sanat
olmadığına, sahnede kullanılan duygu ve
düşüncelerin anlatım biçimlerinin bizi alıp sürükleyen ufkuna tanık olmanın
dehşetli keyfini yaşıyoruz.
Oyunda
kullanılan sinematografik teknik ilginç.
Düşüncelerin anlatımında, kısa filmlerden yararlanılmış. Örneğin Harwan
kendisi yatağında yatarken arkadaki pencereye yansıtılan videoda Harwan
pencereden dışarı çıkıyor. Ya da gene filmdeki
Harwan,yatakta yatan Harwan'ın yatağını sarsıyor. Fotoğraf çekilme
sahnesinde arka panoya düşen film anlatıma zenginlik katıyor.
2017-18
tiyatro sezonunun zirvesi saydığım Yalnız, İKSV tarafından düzenlenen
21.İstanbul Tiyatro Festivali'nin(2017) programında yer aldı. Başta Festival
Direktörü Dr.Leman Yılmaz olmak üzere katkısı olanlara teşekkür ediyorum. 2018
Festivaline Robert Lepage'ın Hamlet/Collage'i
geliyor hatırlatmak isterim.
O
gösteriden beri aklımdaki sorularla uğraşıyorum. Bizim gibi Müslüman bir
ülkenin vatandaşı olarak bir kutsal kitaptaki dinsel hikâyenin tiyatroya
uyarlanması önünde biraz şaşkın biraz üzgünüm. Din ve sanatın birbirinden uzak
olmadığını bir anlayabilsek! Aslında İncil'deki mesel ile Mevlâna'nın 'ne
olursan ol gel' felsefesi aynı kaynaktan besleniyor. Mevlâna'nın bu dizelerini Yalnız gibi bir
gösteriyle sahneye çıkarmayı becerebilir miyiz? Soruyu başka türlü sorayım:
Çıkaramamış olmanın temelinde ne var?
Melih
Anık
Not:
Oyunun Türkçe üstyazılarının('surtitles') Fransızcadan çevirisini yapan Nermin
Saatçioğlu'na özel teşekkürlerimi sunarım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder