Pürtelaş'ın Martı'sı için tanıtımlarda kullanılan ifadeler şunlar:
"Türkçe versiyon, güncel yorum, Çehov'a bugünden selam". Pürtelaş'ın
Martı'sı bu üçünü bir araya getirememiş. Türkçe versiyon, Çehov'a bugünden
selam verememiş; Türkçe versiyon adı üstünde yeniden yazıldı diyor o nedenle
güncel yorum da olamamış. Önce bu yüzden
Martı başarısız.
Konu ile ilgili ilk uygulamalar 1920 yılında Julius
Sezar ve Corialanus oyunlarını kullanarak zamanın diktatörleri ile Roma
diktatörleri arasında benzerlikler kurmak için yapılmış. Bu gerekçe zamanla
önemini kaybetmiş. Zira bugünün seyircisinin tarihsel hayaller ve tarihle
parallelikler kuramadığı ve de sonuç çıkaramadığı görülmüş. Ama klasikleri
yeniden sahnelemek isteyen bir yönetmen/topluluğun aklına gelen ilk şey, seyirciyi cezbetmek
amacıyla çağdaş(!) bir ortam yaratmak. 'Çağdaş' diyen önce kostümleri değiştiriyorlar. (Bir istisna olarak
benim kafama uyan en yakın uygulamalar Propeller
Theater Company- Edward Hall’a ait.) Eserin
özgün atmosferine sâdık kalan örnekler de var, 'ben istediğimi yaparım' diyen yönetmenin çılgınlıklarını
sergilediği örnekler de var. Bazı yönetmenler
'uyuyan eseri verdiğim şokla uyandırdım' diyecek kadar eserleri
tanınmayacak hâle getirmişler. Peter Brook "Yeniden bulmak için Shakespeare'i
unutmak" gerektiğini söylermiş. Kulağa hoş geliyor değil mi! Belki
de ünlü yönetmenler klasik yazarlarla bir rekabet ortamı yaratmak istemiştir. Ülkemizde
kendisi 'ham' ama Shakespeare ile fink atma merakında olan yönetmenler çok. Bu
sezon bir de Makedonyalı yönetmenden Romeo ve Juliet'i seyrettik. O da fink
atmaya çalışmıştı. Ben hiç beğenmedim ama sanırım ödüller alacak. 'Değişik
olanın' klasik tiyatrodan sıkılmış seyirci için cazip geldiği de açık. Sanıyorum
esas mesele 'başka bir yerden ve zamandan
seslenen oyunları' çağdaş seyirciye sunarken o güne bugünden mi yoksa
bugüne o günden mi bakmak noktasında düğümleniyor. Ama her ne ise hem bugünü hem de dünü iyi
bilmenin gerekliliği hatta zorunlu olduğu bir gerçek. Yâni klasikleşmiş bir
eseri çağdaşlaştırmaya(!) kalkışan biri epey donanımlı olmak zorunda. Bu ele
alınan yazardan başlayarak dünya ve kendi edebiyatına hâkim olmayı
gerektiriyor.
Ben Pürtelaş'ın Martı'sına bir Çehov hayranı olarak
değil yapılanı anlamaya çalışarak baktım. Oyunun her sahnesinde 'Olabilir mi? Mümkün mü?' diye sordum
kendime. Seyretmeden önce oyunu bir daha okumuştum, seyrettikten sonra oyunu
yeniden okudum. Temelde aradığım oyunun
içindeki 'Çehov tadından' önce Çehov'un anlattığı düzenin karşılığı olarak
sunulan düzenin ne kadar tutarlı ve mümkün olduğu idi. Pürtelaş'ın Martı'sı
için diyebileceğimiz en zararsız şey yönetmen ile Türkçe versiyonu yazan, kendi
sınırlarını aşmaya çalışırken (M-m)artı ile birlikte girdikleri gölde boğulmuş. Göl de iki cm çamurlu su.
Özet olarak söylemem gerekirse tek tek
kişileri(rolleri) bugünün ağzı ile konuşturmak yetmiyor onları bir arada tutan
bağı iyi anlamak ve okumak gerekiyor.
Örneğin Medvedenko, bugünün bir öğretmeni olarak konuşturulmuş. Çok
tanıdık şeyler söylüyor bize. Metrobüste yanınıza düşse Medvedenko demezsiniz
Ahmet, Mehmet Öğretmen dersiniz. Oyunda Mâşa zaptedilmesi zor, serbest bir
kadın. Gönlü başka yerlerde. Çehov'un onları bir araya getiren ve tutan
gerçeğinin karşılığı bugün ne? Bu
Medvedenko bugün bu Maşa ile
birlikte olabilir mi? Bu iki tip aynı çiftlikte yaşasa birbirlerini bulur mu?
Çiftlik olmasın da bir okul olsun mesela? Onları bir okulda hayâl etseniz diğerleri de aynı okula
sığar mı? Okulu da bıraktım hepsi aynı 'mahalle'de olsun. Olurlar mı? Arkadina
bugünün uyuncusuna benzetilmek istenmiş, eline dizi senaryosu verilmiş. Çehov'un
Arkadina'sı Maupassant'ın 'Su
Üstünde'sini okutuyor. Maupassant, toplumdan ve insanlardan uzaklaşıp
yalnızlığın kucağına atlayarak bir avuntu bulacağını düşünür. Bu tür duygu ve
arayışlarını dile getirdiği bir hikâyedir Su Üstünde. Çehov'un çizdiği
atmosfere de uygundur. Arkadina'nın eline dizi senaryosu vermek ile ne yapılmak
isteniyor? Bu dizi oyuncularına yönelik bir yergi mi? Dizi oyuncusunun orada işi ne? Oyunun genel çerçevesine
baktığınızda uymuş mu? Maupassant
örneğin Yakup Kadri'yi çok etkilemiştir. Arkadina ile Treplev arasındaki
ilişki, Nahid Sırrı Örik'in Alın Yazısı hikâyesinde Mualla ile Şefik arasında
vardır. Örik de Çehov'dan çok etkilenmiş bir yazarımızdır. Türkiye'de sanat ile ilgili iş yapanlar bu
ilişkileri bilirse yaptıkları 'yeni oku'maların bir derinliği olur. Aksi
takdirde ortadaki sığ ve çamurlu havuz çıkar. Ayrıca bu seyirciyi küçümsemek
demek bence. 'Onlar bundan anlar' demektir bu! Öte yandan Çehov'a selam böyle
mi veriliyor? Evgeni'nin eline 'French press' verilmiş öyle geziniyor
ortalarda. Yurt dışı seyahate gidebiliyor. Çehov'un Martı'sında Arkadina'nın çiftliğinde yanaşmadan
biraz hallice köy hekimi ama Türkçe versiyonda Sorin'e 'bok iç' diyebiliyor. Öyle bir
teklifsiz ilişki var aralarında. Sorin kim? Çiftliğin sahibi(neredeyse). Çehov
'bok' demeyi bilmiyor mu? Çehov'a selam bu mudur? Çiftliğin uşağı Yakov evin sahipleri ile senli
benli. Yakov evdeki koltuğa oturuyor sigara yakıp Katya'ya veriyor. Trigorin,
akıllı telefonuna kayıt yapıyor. Teknoloji var ama birazdan bu tipler oturup
tombala oynayacak. Martılar röntgen filmi olmuş. Kendi başına yaklaşım iyi. Ama
o röntgeni çeken, yönetmen mi yoksa onu ellerinde gezdiren bir anlamda
birbirlerinin röntgenini çeken karakterler mi? Röntgen ne diyor? Biz
birbirimizin içini biliriz mi? Oysa bilemedikleri ortada. Zira Çehov o kadar
ağırlığını koyuyor ki oyunda ne ilginçlik
yapsan olmuyor. Çehov'un anlattığı köylü kızı Nina bikinisiyle(sahnede bu
çıplaklıkta olan sadece o) gelir herkesin ortasında güneşlenmek için yatar mı? Nina
aile baskısından kaçan 'modern'(!) bir genç kız olarak resmedilmiş ama 'çok
modern'(!). Nina Trigorin'in üstüne
atlıyor ve öpüyor. Nina Trigorin'in kucağına oturarak kolyeyi veriyor. Trigorin
ile olan gizli saklı ilişkisini (Çehov Nina'nın Trigorin'e mesajını açık açık
vermiyor) herkesin gözü önünde öpüş koklaş hâline getirdiğinizde bu kadar
'yırtık' olan bu kızın Moskova'daki düş kırıklığına inanır mısınız? Bu tipleri çiftlik
evinde kendi içinde tutarlı ilişkilerle bir arada tutan zamanın sosyal ve
maddi koşullarını yok sayarak bu
insanları kafanıza göre karşılık buldum diyerek değiştirir ve onlara yeni
elbiseler giydirirseniz onları Nina'nın bikini ile dolaştığı bu çiftlik evinde
yan yana getirebilir misiniz? Bu kadar modern(!) takılan bu topluluk tombala
oynar mı, oynuyor mu? Yönetmen, içinde iki cm derinliğinde ıslaklık olan
çamurlu suyu havuz olarak kabul etmemizi istemiş, üstüne koyduğu su yatağına Nina'yı
yatırmışken, arka panoya röntgen filmlerini takıp çıkararak oyuna gerçekçiliğin
dışında bir anlatım dili seçmişken
sahneye getirdiği ütüye uzatma kordonu ile elektrik verme ayrıntısı ne kadar uyuyor
tercih edilen biçime? Pürtelaş'ın Martı'sı yamaçtan aşağı hızla kayan bir
kayakçı gibi slalomlar yapıyor ama geçmesi gereken kapıları geçmeden aşağıya
iniyor. Kendini özgür bırakmış herkesi bir türlü yeniden çiziyor ama sıkıştı mı
Çehov'a geri dönüyor, çarpıyor demek daha doğru. Kişilerdeki değişimler kabul edilebilir belki ama bunlar bir araya gelince o çiftlik evindeki(herhangi bir ev de olur)
19.yy koşullarının karşılığını bugün bulmak mümkün değil.
Çok iyi bir oyuncu ekibi var oyunun. Zaten oyun seyrediliyorsa bu yüzden. Seyirci onlar için gidiyor. Oyuncular
kendilerine biçilen rolleri iyi oynuyorlar. Müzik bu kurguya göre fazla iyi, ışık
yerinde, dekor- kostüm amaca uygun ama Martı'nın esas oturduğu temel sağlam
değil. 'Ben yaptım oldu' derseniz peki ama OLMAMIŞ. Çehov'un yaptığından daha iyi olmamış bu Türkçe versiyon. Keşke önce bir Çehov yapsaydınız da görseydik. "Çehov'a selam"
vermişsiniz ama bence Çehov bu selamı almaz.
Melih Anık
Not:
1-Pürtelaş çok iyi niyetli ama yaptığı her oyun
başarısız. Üzülüyorum da öte yandan. Danışmanınızı değiştirin ya da bilginize,
aklınıza bu kadar güvenmeyin.
2-Türkçe versiyonu yazan Rusça biliyor mu?
Eseri hangi dillerde okumuş? İngilizce? Türkçe? Her ikisi de? Peki neden
kullandığı o çevirileri yapanların isimleri ve kitaplarından bahsedilmiyor?
Telif ödememek için mi?
Oyunun Künyesi:
MARTI
Yazan: Anton Çehov
Türkçe Versiyon: Sami Özbudak
Yöneten: Serdar Biliş
Sahne ve Kostüm Tasarımı: Gamze Kuş
Müzik: Çiğdem Erken
Koreografi: Tuğçe Tuna
Işık Tasarımı: Cem Yılmazer
Video: Ezgi Kaplan
Ses Eğitimi: Susan
Main Kast: Banu Kuruoğlu
Oynayanlar: Boran Kuzum, Ecem Uzun, Fırat Tanış,
Gonca Vuslateri, Kayhan Açıkgöz, Serdar Orçin, Sevil Akı, Şerif Erol, Tilbe Saran,
Yasin Bardakçı, Cem Cücenoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder