Yazar ile
başlamak istiyorum. Ali Cüneyd Kılcıoğlu'nun (muhtemelen kendi kaleminden) özyaşam
öyküsünün girişi şöyle: "1976 Denizli doğumlu. İlkokulu Amerika Birleşik
Devletleri’nde, Ortaokul ve Liseyi Diyarbakır’da okudu." Ben bu cümleyi
okuduğumda durdum ve düşündüm. Denizli, Amerika ve Diyarbakır. Yaklaşık on yıl
içinde yaşanan bu çevre değişimi insanı nasıl etkiler? Bence gözlem gücünü
tetikler. Emin değilim ama anlatma ihtiyacı öne çıkar. Gözlem gücü ve anlatma
ihtiyacı da insanı yazmaya iter. İşte Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi mezunu Ali Cüneyd Kılcıoğlu "tadaaaa.."
2016'da
yaklaşık on yıldır oyun yazmakta olduğunu belirtmiş. Yâni otuz yaşında başlamış
yazmaya. On(bu arada artmış olabilir) oyunu Devlet Tiyatroları repertuvarına
girmiş.Televizyon Cumhuriyeti, Dilek Ağacı, İkinci Dereceden İşsizlik Yanığı,
Komşum Hitler, Çıplaklar Plajı, Nefertiti'nin Longplay'i, sahnelenen
oyunları(bu arada artmış olabilir). Oyunları ile çeşitli ödüller almış(bu arada artmış olabilir). Ben on bir yılda yazdığı oyun sayısını 16
olarak saydım. Belki şu sıralarda da bir oyun yazmaktadır. Özgeçmişini
güncellemek zor bir iş anlayacağınız. Neredeyse her ay değişiyor(tadaaa..)
Okuduğum
beş oyununa bakarak Ali Cüneyd Kılcıoğlu'nun dönemi yansıtan oyunlar yazmakta
olduğunu söyleyebilirim. Bazı yorumlarda oyunlarının belgesel gibi olduğu ima
edilmiş. İkinci Dereceden İşsizlik
Yanığı böyle bir oyun meselâ. "Gözden çıkarılan emek" yazarın ilgi alanı
içine girmiş ve 2001'den başlayarak değişen Türkiye'nin yarattığı işsizlik
sorununa dokunmuş. Kendi ifadesi ile oyunda "bire bir yaşanan deneyimleri
yansıtmış sahneye". Komşum Hitler ile "sanal tehlike"ye dikkat
çekmiş. Plastik Aşklar da bu serinin bir oyunu. Oyun, sanal yaşanan dünyada sahteleşen
aşklara, ilişkilere, dostluklara, arkadaşlıklara dokunan bir oyun. "İlişki denen şey tek kişilik hayatların birlikte vakit geçirme isteğine dönüşmüş." Modernizmin yarattığı yeni bir mutluluk var artık. Sahici gibi görünen "sahte", hayatlarımızı çalıyor.
Aynı erkek ile biri bitmiş diğeri yeni başlamış ilişki yaşayan farklı yaşlardaki(nesil?) iki kadın merak, kıskançlık, öfke, hırs, intikam duyguları ile bir araya geliyor. Birbirlerini acıtmak niyetindeler. O kadınların kullandıkları dil ve yaşam şekillerinde, değişen(plastikleşen) nesilleri ve ilişkileri görüyoruz. Biri yeniye alışmaya çalışıyor diğeri eskiyi bilmemenin eksikliğini duymuyor. "Ölümcül" başlayan ilişki, insanın insana dokunması sonucu (tek çözüm yolu) sevgiyle açan, umut dolu bir çiçeğe dönüşüyor. Hıdrellez, öykünün iç ısıtan yanı ama yeterince işlendiğini düşünmüyorum. Hıdrellez, baharı beklemenin, umudun metoforu gibi saklanmış öykünün içine. Sanal dünyanın metafizik dünya ile buluşması gibi. Keşke daha ince dokunuşlar yapsaydı Ali Cüneyd Kılcıoğlu. O Hıdrellizi bir hoşluk bir güzellik gibi alıp müstehzi, zekâ, bilgiye dayalı diyaloglarla akıcı, enerjik sahnelerin arka arkaya eklendiği bir oyun yazmış. Ancak diğer oyunlarında da rastlanan bir kusuru var. Çok yazıyor. Kendini durduramıyor belli ki. Ben onu masanın başında oyun bitene kadar yazıyor gibi hayâl ediyorum.(Masanın başından kalkıyor mu?) Atmaya kıyamıyor, silgi kullanmıyor. Belki de aklındakilerin kaybolmasından korkuyor. Oyununu budamak da kolay değil. Zira Ali Cüneyd Kılcıoğlu bu ihtimale karşı çözemesinler diye olay akışını birbirine düğümlüyor (sanki). Dikkatli sökmeniz gerek. Plastik Aşkları yöneten Burak Karaman bence iyi bir şey yapmış, oyunu yapabildiğince budamış. Mona Lisa'yı çıkarmış. Oyunun ikinci perdesinde birdenbire karşımıza çıkan "seyirciyi oyuna dahil etme (epik)" sahnelerini kaldırmış. Tarifi verilen dekoru biraz hafifletmiş, kısacık işlevi olan evden görünen dış mekânı yok etmiş. Ufak değişiklikler yapmış. (Alev'in baş sallaması yerine bayılmayı koymuş.) Fonda yansıtılacağı yazılmış sahneleri 'laptop'tan izlemeye çevirmiş. Oyunun içine biraz şarkı biraz dans katmış. Oyuna hız kazandırmak istemiş besbelli. (Ancak belirtmeliyim ki Türk kahvesi de o kadar çabuk pişmez.)
Aynı erkek ile biri bitmiş diğeri yeni başlamış ilişki yaşayan farklı yaşlardaki(nesil?) iki kadın merak, kıskançlık, öfke, hırs, intikam duyguları ile bir araya geliyor. Birbirlerini acıtmak niyetindeler. O kadınların kullandıkları dil ve yaşam şekillerinde, değişen(plastikleşen) nesilleri ve ilişkileri görüyoruz. Biri yeniye alışmaya çalışıyor diğeri eskiyi bilmemenin eksikliğini duymuyor. "Ölümcül" başlayan ilişki, insanın insana dokunması sonucu (tek çözüm yolu) sevgiyle açan, umut dolu bir çiçeğe dönüşüyor. Hıdrellez, öykünün iç ısıtan yanı ama yeterince işlendiğini düşünmüyorum. Hıdrellez, baharı beklemenin, umudun metoforu gibi saklanmış öykünün içine. Sanal dünyanın metafizik dünya ile buluşması gibi. Keşke daha ince dokunuşlar yapsaydı Ali Cüneyd Kılcıoğlu. O Hıdrellizi bir hoşluk bir güzellik gibi alıp müstehzi, zekâ, bilgiye dayalı diyaloglarla akıcı, enerjik sahnelerin arka arkaya eklendiği bir oyun yazmış. Ancak diğer oyunlarında da rastlanan bir kusuru var. Çok yazıyor. Kendini durduramıyor belli ki. Ben onu masanın başında oyun bitene kadar yazıyor gibi hayâl ediyorum.(Masanın başından kalkıyor mu?) Atmaya kıyamıyor, silgi kullanmıyor. Belki de aklındakilerin kaybolmasından korkuyor. Oyununu budamak da kolay değil. Zira Ali Cüneyd Kılcıoğlu bu ihtimale karşı çözemesinler diye olay akışını birbirine düğümlüyor (sanki). Dikkatli sökmeniz gerek. Plastik Aşkları yöneten Burak Karaman bence iyi bir şey yapmış, oyunu yapabildiğince budamış. Mona Lisa'yı çıkarmış. Oyunun ikinci perdesinde birdenbire karşımıza çıkan "seyirciyi oyuna dahil etme (epik)" sahnelerini kaldırmış. Tarifi verilen dekoru biraz hafifletmiş, kısacık işlevi olan evden görünen dış mekânı yok etmiş. Ufak değişiklikler yapmış. (Alev'in baş sallaması yerine bayılmayı koymuş.) Fonda yansıtılacağı yazılmış sahneleri 'laptop'tan izlemeye çevirmiş. Oyunun içine biraz şarkı biraz dans katmış. Oyuna hız kazandırmak istemiş besbelli. (Ancak belirtmeliyim ki Türk kahvesi de o kadar çabuk pişmez.)
Bence bir şey daha yapsın. Oyunun oynandığı platformları kaldırsın.(Dekor:
Behlüldane Tor) Hem çok ses yapıyor hem de turne yapan tiyatronun sahiplerini
düşünsün. (Dekor taşıma ucuz değil.) Hatta ben arkadaki panoları da kaldırsın
yerine perde koysun diyeceğim ama artık o kadarını patron bilir.
Oyunun iki oyuncusu var. Öykü Gürman ve Füruzan Asena Ongan.
Her ikisi de beni şaşırttı. Öykü Gürman'ın iyi şarkı söylediğini biliyordum da ondan bu iyi oyunculuğu beklemiyordum. Çok
iyi bir oyunculuk temeli olduğu belli olan Füruzan Asena Ongan daha önceleri
neredeydi diye düşündüm. Çok harekete
dayanan, hızlı bir oyunda tempoyu tesis etmek ve sürdürmek zor bir iş. İki genç
soluk soluğa, birbirleriyle uyumlu bir oyunculuk gösteriyor. Sık oynadıkça çok daha
iyi olacaklarını düşünüyorum. Oyunun üçüncü oyuncusunun(Adem Türker)
sesini duyuyoruz sadece. Bence oyuna renk katmış. Rolü "ses" ile
"çizmiş".
Plastik Aşklar, seyircisini saatine baktırmayan, eğlendiren,
akıcı, enerjik, hoş bir oyun. Ali Cüneyd Kılcıoğlu'nun oyuna kattığı zekâ dolu sözler, ayrıntılar
da seyircinin hoşuna gidecektir. Yaşadığımız
dünyanın sahtelikleri içinde sahnede önünüze konulan sahte dünya,
yüzünüze acıtmayan bir dokunuş olarak gelecek. Seveceksiniz.
Melih Anık
Melih Anık
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder