27 Mart 2009 Cuma

Kırmızı Pazartesi - İBB Şehir Tiyatroları

Daha 11 Eylül (2001) yaşanmamıştı ; 1.Körfez savaşı (1990) yoktu ortalarda, Marquez, Kırmızı Pazartesi’yi yazdığında(1981).
Yani biz, oturma odalarımıza servis edilen, adeta bir “reality show” gibi izlediğimiz olayları seyretmemişken.
Olayları yaşadıktan sonra geriye baktığımızda ne çok ipucu bulmuştuk. Gazete köşelerinde ya da tvlerde önemsiz gibi duran, pas geçtiğimiz haberlerden nasıl bir gelecek çıktığını, olay patladığında fark edip, nasıl uyandığımıza şaşıp kaldık. (Oysa Marquez , söylemişti.)
Hayat daha da zorlaşmıştı sanki.
Kuşku bizi esir almış , paranoya ruhumuzu sarmıştı.
İşte o zaman “Göz göre göre geldi”nin anlamını çözdük.
Kırmızı Pazartesi “Göz göre göre geldi”nin romanınıdır.
Herkesin bildiği bir cinayetin adım adım gerçekleşmesidir.Olayların “reality show” gibi seyredilmesi ve herkesin , her şey olup bittikten sonra üzülmesi,göz yaşı dökmesidir.TV’lerde izlediğimiz naklen ölüm yayını gibi.
“Göz göre göre gelen” ölümlere engel olmak /olamamak uygarlık düzeyi ile ilgili mi ,acaba?
Hatırlayın bizde neler var? Sel yatağına kurulan evler, trafik canavarı, eli kulağında deprem..
Santiago Nasar’ın ölümü ne ki !?

Konu ve Anlatım
Santiago Nasar öldürülecek ! Romanın daha ilk cümlesinde öğreniyoruz bu gerçeği.
Nasıl, ne zaman ,ne ile demeye kalmadan Marquez bizi başka bir yöne doğru götürüyor.Zira önemli olan Nasar’ın öldürülmesi değil…Onun öldürüleceğini bilen tüm bir kasabanın “Göz göre göre gelen” ölüm üzerine hiçbir şey yapmaması , adeta ölümü seyretmesi.
Kapı altından atılan mektuptaki uyarının zamanında farkına varılmamış olması bile önemsiz. Katiller -pervasız ve rahat - cezayı kesmişler, ölümü uluorta ilan ediyorlar zaten. Gelenek böyle emrediyor. Onlar “Masumlar”(?) kendilerine göre.. Zira bu bir “namus cinayeti”..Toplum da takdir edecek nasılsa..(!)
Kolombiyalı yazar Marquez (Nobel helal olsun ona!), değişik bir teknikle yazmış romanı.
En sonda söyleyeceğini ilk önce söylüyor. Romanı ters yüz etmiş sanki.
Siz şimdiki zaman diye düşünürken, roman, ilerledikçe genişliyor ve aslında olaydan 20 yıl sonra anlatılan bir hikaye ile karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz.
Bu, yerden yükseldikçe altınızdaki manzaranın değişmesine benziyor.
Oyuna giderken okumayın romanı. Zira roman daha lezzetli …Oyundan sonra okuduğunuzda tadına doyulmaz bir zevk ile bir çırpıda okursunuz.

Neden böyle?
Oyunlaştırılması zor bir roman da ondan.
Zaman,olay atlamaları var.Geriye dönüşler,ileri gidişler..Marquez öyle bir ustalıkla hikaye ediyor ki bu anlatım olağanüstü bir tat katıyor romana. (Çeviri de güzel)
Uyarlayan /Yönetmen (Macit Koper) eseri sondan başlayıp bir flash –back olarak anlatmayı seçmiş. Ama oyun ilerledikçe o da romanın büyüsüne kapılmış olmalı ki romanın söyleyişine kaptırıyor kendini. Zira o da biliyor ki her şeyi ayıklayıp zamana bağlı(kronolojik) bir anlatım, romandaki tadı veremeyecek.Ama sahne dili de başka..
Sahnede ayni atlamalı düzeni gerçekleştirmek ise teknik olarak zorlayıcı.Bir de her kesimden seyirciye ulaşma gayreti uyarlamayı , salt olay örgüsüne düğümlüyor. Olayları bağlamaya çalışan anlatıcı ise bu karmaşık yapı içinde anlatım sıkıştıkça kimi zaman açıklayıcı , kimi zaman tamamlayıcı, kimi zaman da organize edici olmak durumunda.
Ama bu arada romanın üstüne kurulduğu “Tanrı böyle şeylere anlayış gösterir” le pekiştirilen geleneksel yapı yeterince ortaya çıkmıyor. Gelenekleri gerekçe/mazeret diye sunan halkın kendini kandırması anlaşılmıyor.
Angle Vicarius’un itirafı ile Dul Xius’un evini satması gibi doruk noktaları ise kitaptan okumanız gerekiyor.
Nasar’ın nerdeyse sahnenin her yerinde defalarca öldürülmesi ise hoş olmamış.
Oğlunu odasında sanarak kapıya doğru hızla koşan Nasar’ın yüzüne kapıya kapatıp onun Vicario kardeşlerin eline bırakan annenin trajedisi çok yürek burkucu değil mi? Anne olayı öğrendikten sonra Nasar’ın odasında olduğunu söyleyene gösterdiği tek reaksiyon “Yalancı” diye bağırmak . Romanda ise bu yok. Asıl acı ve dramatik tablo, annenin oğlunun yüzüne kapıyı kapatması.

Genel Yönetim
Böyle bir oyunda hareketli sahnelerin (özellikle Nasar’ın öldürülmesi) verilmesi için hareketli bir sahne düzeni ; tv ekranı,kamera ile günümüze göndermeler yapılsa çok da iyi olurdu diye düşünüyoruz.
Oyuncuların seyirci arasına katılmalarının da özel ve yararlı bir vurgulama olmadığı kanısındayız.

Dekor-Kostüm-Işık
Oyunda kullanılan dekorun, illaki anlatılan ülkeyi hatırlatması beklenmez. Yönetmen olayı ve mesajını genişletmek amacı ile genel bir anlatım biçimi seçebilir. Ama, Kırmızı Pazartesi’nin atmosferini ortaya çıkaran, olayın geçtiği mekanlardır.
Zaten de Yönetmen (Macit Koper) metin,dekor ve giyside soyut bir anlatımı vurgulamıyor.
Tiyatro dünyamızın başarılı ve tercih edilen dekor tasarımcısı Barış Dinçel’in dekorunu beğenmedik. Albenili gibi görünen ama işlevi sorunlu ve romanın geçtiği yerlere hiç uymayan bir dekor yaratılmış.Somut ile soyut arasında kalmış bir dekor. (Barış Dinçel beğenildiğinin farkında. Bu yaptığı işe zarar veriyor.)
Kolombiya’nın koloniyel mimarisine hiç uymayan görüntü ve merdivenlerle girilen evler,gereksiz pek çok ayrıntı ile doldurulmuş bir dekor. Özellikle sahnenin sağ önündeki merdivenlerde yoğunlaşan sahne trafiği için sorunlarla dolu bir yerleşim yaratılmış. Renklerin bu kadar kasvetli olması da koloniyel mimari için ters. Ve de Marquez’in anlattığı hikaye ile..
Giysilerin genel havasında da ayni bakış açısı geçerli.
Işık iyi değil. Sahne yer yer karanlıkta kalıyor ve oyuna özel bir katkı sağlamıyor. Dekordaki koyu renkler de ışığı boğuyor.

“Dikkat et Santiago Nasar , seni öldürecekler”
Koltukların üzerine bırakılmış sarı zarfların içinden bu satırlar çıkıyor.
Salona giren seyirciye gönderilen mesaj ne?
Oyunun son sözü “Bir gün kapınızın altından bir mektup atılana kadar…” -ki o mektup zaten fark edilmemiş- işlenecek bir cinayeti bilirseniz ne yaparsınız sorusu mu soruluyor seyirciye?
Ne yapacak ? Seyredecek ! Seyretmiyor mu!
Yoksa öldürülecek olan kendiniz olursanız mı kılınızı kıpırdatacaksınız denilmek isteniyor?
Ama galiba o bile fark etmiyor.

Melih Anık

Not : Program dergisinde bazı oyuncuların ismi yok. Dergiler tiyatromuzun belleğidir. Koleksiyon değeri vardır. Lütfen biraz özen!

Tiyatroda Günlük 27 Mart 2009

Konservatuar Hazırlık Kursları
Medyada “sanat kursları” ile ilgili haberlere , ilanlara rastlıyorum.
Yetişkinler için tiyatro ; güzel sanatlar resim bölümü hazırlık; konservatuar tiyatro bölümü hazırlık kursları vb düzenleniyor.
Bunların iyi tarafı “eğitime” verilen değeri göstermesi . Herkes eğitimin gerekli olduğuna inanmış. Bu güzel.(Her ne kadar sahnede yapa boza öğrenenler olsa da..)
Ama örneğin konservatuara giriş için neden bir hazırlık kursuna gereksinim var anlamakta zorlanıyorum. Sorguladığım, bu kursların ne öğrettiğinden ziyade “nedeni”.
Acaba konservatuarlarda seçici olanlar “hazır” öğrenci mi istiyorlar ? Yoksa “yeteneği” keşfetmekte mi zorlanıyorlar ? Ya da ön elemeyi kurslara mı bırakmışlar ? Kurslarda insanlar kendilerini denesinler ve neyi isteyip istemediklerini, neyi yapıp yapamayacaklarını anlasınlar da “kapıda” yığılma olmasın mı diyorlar ? Ya da -hiç aklıma getirmek istemiyorum ama- konservatuar eğiticileri ile kurs eğiticileri arasında organik bir bağ mı var? O yılın seçicilerine “uygun” bir eğitim mi veriliyor kurslarda?
Konservatuarlar yeteneğin keşfedildiği ve de öğretim ve eğitimle parlatıldığı yerler değil mi?
Konservatuarların, tiyatro,dizi oyuncusu yetiştiren özel sanat eğitim kurslarından farkı olmasın mı ?
Özel sanat eğitim kurslarının da mezunlarına “iş” potansiyeli yaratması nedeniyle seçilmesi (ve sayılarının giderek artması) toplumda oluşan yeni bir trendi(gidişatı) göstermiyor mu ?
Ya da bazı tiyatroların , dizilerde,filmlerde rol olanağı sağlaması mı onları cazip ve “katlanılabilir” kılıyor?

Diziler ve Tiyatro
Bu konuya bağlı olarak dikkatimi çeken bir konu da özel tiyatrolarımızda dizi oyuncularının giderek artan sayısı. Ya da özel tiyatroda oynayan oyuncuların kısa bir sürede dizilerde rol almaya başlaması. Ne neyi tetikliyor? Bu “formüllü” bir iş mi?
Doğal düşünce , dizide görünen oyuncunun popülaritesinin artması ve de “tiyatro”nun onların hatırına seyirci kazanacağına inanılması.

Rengin Uz,Tiyatro Dünyası’ndaki yazısında:

“İşin gerçeğini söylemek gerekirse, ‘In Yer Face’ akımından bihaber olan çoğunluk seyirci, sevdiği dizi karakterlerini yakından, sahnede canlı görmek için gelmişti. Üstelik burada bir değil beş tane vardı. Diziler bir yandan tiyatroyu baltalarken bir yandan da seyirci kazandırıyor! Benim arkamda oturan ve aile olduklarını sandığım anne baba ve kızlarının odak noktası Ceyda Düvenci idi. Hele anne, Bennu’ya (Ceyda Düvenci’nin Binbir Gece’de canlandırdığı karakter) o kadar üzüldü ki, sürekli iç geçirdi! Arada ve çıkışta, merak ettim ‘ Oyunu nasıl buldunuz? diye sordum seyirciye. Yorumlar beni yanıltmadı. Yanıtlar çoğunlukla dizilerle bağlantılı idi. Bir hanımefendi ‘Ceyda Düvenci için ‘Bennu olarak çok beğeniyordum, bu rolü ona yakıştıramadım’ derken arkadaşı hemen atıldı ‘ Dolunay Soysert ne kadar zayıfmış, Benim Annem Bir Melek’ de daha toplu çıkıyor!’
İster dizi oyuncusunu görmek için gelsinler, ister meraktan, Sürmanşet dolu oynuyor. Bir kriz ortamında, en çabuk özel tiyatrolar etkilenir. Biletlerin 40 YTL (öğrenci 30) olduğunu düşünürsek, Beşiktaş Kültür Merkezi gibi büyük bir salonu doldurmak gerçekten başarı. Eğer bu kadar tanınmış bir kadro yer almasaydı yine dolar mıydı, insanlar ‘Sürmanşet’e koşar mıydı? Dört kişilik bir aile 160 YTL öder miydi? Hiç zannetmiyorum. Ama bunu başarmışlar, emeklerinin karşılığını alıyorlar, kutluyorum” diye yazmış.

Rengin Uz ,yazısının devamında oyun broşüründe “‘Benim Annem Bir Melek’, ‘Binbir Gece’ ve ‘Düğün Şarkıcısı’ dizilerinin kadrolarına, oyuncu arkadaşlarına gösterdikleri destek ve sabır için” teşekkür edildiğini belirtiyor.
Rengin Uz devamla:
“… teşekkürü biraz ironik buldum. Asıl işleri tiyatro yapmak olan bu sanatçılar, tiyatroya zaman ayırmak zorunda kaldıkları için, dizi kadrosunun anlayışına teşekkür ediyorlar! Öyle ya prova, oyun falan derken dizi seti aksayabilirdi! Haksızlık da etmek istemem, öyle ya onlar diziden kazandıklarını, çok sevdikleri tiyatroya yatıran bir avuç tiyatro sevdalısı” diyor.

Bir avuç tiyatro sevdalısının diziden kazandıklarını tiyatroya yatırmaları takdir edilecek bir şey değil midir? Ama nereye kadar?
Tiyatro, “tiyatro” olduğu için yaşamalıdır ve de kendi seyircisini yaratmalıdır. Yaşayacağından kuşkum yok ama bunun için “bilinçli” bir stratejiye de ihtiyaç var gibi geliyor bana. Dizilerle kafası karışık bir seyirciden tiyatro seyircisi çıkmaz kanısındayım.
Öte taraftan dizilerin tiyatroya “koltuk değneği” (?) olması tiyatronun durumunu anlatması açısından da “hazin” değil midir?

Dizilerin “rüzgarından” yararlanmak isteyen bazı oyuncuların , dizide oynadıkları karakterleri tiyatroya taşıdıklarını, “Tek kişilik stand-up”lar yaptığını görmedik mi? Bazı tiyatro guruplarının da bu rüzgarı kullanarak çıkış aradıkları gerçek değil midir ? (Aklımdaki örnekleri söylersem “rating” yaparım diye korkuyorum) Destekçileri de konunun ortaya atılmasında “sığlık” ve “art niyet” aradılar. Onlara sorarsanız, bu “post modern”leşmenin gereğidir. (?)

Ben biraz “klasik” kaldım galiba. Dizi oyunculuğunu üstüne giyinmiş olan bir oyuncunun bu koşul ve ortamda “iyileşmesi” için epey bir süre geçmesi gerektiğini düşünüyorum.

Olayı düşünmeye başladığınızda sorular soruları kovalıyor.

Melih Anık

24 Mart 2009 Salı

Tiyatroda Günlük 24 Mart 2009

Altan Erkekli
Altan Erkekli mitingde “Geliyorrrrr…Hesap sormaya geliyorrrrr…Türkiye’nin gururu,onuru geliyorrrrr..” diye bağırarak sunuculuk yapmış. (TV’ler… 22 Mart 2009)
Tiyatrocunun gerçek hayattaki cazgırlığı “sanat” sayılır mı? Sanat , halka indi mi desek yoksa meydanlara indi mi desek ?
Genco Erkal
“Son yıllarda üniversiteli gençler tiyatroya gitmiyorlar diye düşünüyordum. Son oyunlarımdan sonra anladım ki gidiyorlarmış. Yeter ki doğru oyunlar seçilsin” demiş. (NTV,19 Mart 2009)
Tiyatrocu, öz eleştiri yapmaya mı başladı ?
Magazinden Yardım Alan Tiyatro
Metin Serezli son oyununun promosyonu için Kenan Erçetingöz’ün programına çıkmış. Serezli magazin olacak açıklamayı yapmış : “Benim öpmediğim kadın kalmadı!”
Deneyimli tiyatrocu Metin Serezli fırsatı kaçırmamış. Son oyunu için “magazinsel” promosyon yapmış.
Ali Sürmeli
“Artık tek vatan tek yürek tek bayrak gibi kavramları geçelim” demiş.
Sözleri salonda buz gibi hava estirince “Ben espri yaptım. Siyasetten hiç anlamam. Espri yaptım beni yanlış anladılar. Yanlış anlaşıldıysam özür dilerim. Ben espri yapmaya çalıştım ama bundan sonra yapmayacağım. Espriyi Cem Yılmaz yapsın” demiş.(21 Mart 2009- Gazeteler)
Daha önce de tiyatrocu Atilla Olgaç “ Yanlış anlaşıldım , anlattığım senaryoydu” demişti.
Yeni bir Sanatçı Doğuyor….
Geçenlerde, kitap- dergi-cd satan bir mağazada, televizyondaki bir yarışma ile meşhur olmuş birine rastladım.
Üzerinde son moda giysi , ayakkabı,kocaman bir çanta , paltosunu elinde taşıyarak dolaşıyordu. (Sonradan o görünüş ile televizyonda bir sohbet programında gördüm. “İmaj” yapıyordu galiba) Elindeki telefona kaydettiği kitap isimlerini okuyor ve satıcıya soruyordu.
Bir süre onu izledim. Can Gürzap’ın “Söz Söyleme ve Diksiyon” ; Stanislavski’nin “Bir Karakter Yaratmak”ı ile başka kitapları yüklendi(!) Başka kitap isimleri için satıcıdan yardım istedi.
Dizide oyunculuk teklifi aldığını duymuştum .
Yeni bir sanatçının doğumuna tanık oldum.
Oyuncular Birliği
İki tiyatrocu,Hatice Aslan ve Zafer Algöz, Birleşik Oyuncular Meslek Birliği’ni kurmuşlar. 100 yıllık geçmişi olan Türk sinemasında oyuncuların haklarını savunmak için bir meslek örgütü kurulmasının doğru olacağını söylemişler. Tiyatro eğitimi alan oyuncular da ne zaman bir filmde ya da televizyon dizisinde bir rol oynarlarsa asil üye olabileceklermiş.(Sanat Dergisi - Mart 2009)
Sinema oyuncularını bir meslek birliği altında toplayan tiyatrocuları da sinemacılar kurtarır herhalde.
Gencay Gürün
“Eğitimli insanların ilgileneceği bir daldır tiyatro. Eğitimli insanı aldatamazsınız. Eğitimli insan iyi şeyler ister” demiş. (7 Mart 2009-Cumhuriyet)
Muhsin Ertuğrul Tiyatro ödüllerini hatırladım. Acaba tiyatrocular da mı eğitimsiz ?
Seyirci ile ilgili olarak da “Ben aralarda dansöz çıkarıyoruz desem gelirlerdi” demiş.
Yönetmen , seyirciyi tanıyor (?) Bu algılamanın etkisi var mıdır acaba diğer oyunlarının rejisinde ?
Muhsin Ertuğrul Ödülleri
Keyfi Sibel programında Süheyl Uygur, annesine verilen Muhsin Ertuğrul Tiyatro Ödülü’nü,onun adına kendisinin aldığını söylüyordu.
İBB İstanbul Efendisi oyununun fuayedeki panosunda “Muhsin Ertuğrul Ödülü” etiketi vardı.
Ödüle karşı olmayanlar da var.
Ferhan Şensoy
“Türkiye’nin iyiye gitmediğini ufkumuzun karanlık olduğunu düşünenlerdenim ben” demiş.(Cumhuriyet 21 Mart 2009)
Demek tiyatro boşuna yapılıyor !
1.Oyun Yazarlığı Sempozyumu
Tuncer Cücenoğlu, Godot’yu Beklerken adlı oyunun bir tiyatro oyunu olmadığını söylemiş.
Mustafam Kemalim’i yazan Cücenoğlu, sözleri ile gündem yaratmış.
Özdemir Nutku “Bizde filozof yok bu yüzden karakter yaratamıyoruz. Oyun dediğin evrensel bir söz söylemeli” demiş.
Önce yerel bir söz söylese..
Orhan Alkaya da “Godot’yu Beklerken 20.yüzyılda yazılmış en büyük oyundur” demiş.(Cumhuriyet- 3 Mart 2009)
Şehir Tiyatroları, Godot Geldi ile birlikte ayni sahnede ayni anda oynasa da anılarımızı tazelesek.
“…..etkinlikte özellikle postmodernizm, 12 eylül sonrası Türk Tiyatrosu ve oyun yazarlığında eğitimin yeri söz konusu olduğunda gerilim arttı.”
70 lerden beri hep ayni konularla geriliyorduk.12 Eylül ve Postmodernizm’i de ekledik.
Etkinlik bildirileri 27 Mart’a kadar kitaplaştırılacakmış. Bu bildiriler merakla beklenir.
Mehmet Umay
“Tiyatromuzu organizatörlerden kurtarmak lazım. 4500 TL’ye satın aldıkları oyunu 28000 TL’ye belediyelere satanlar var.“ demiş.(TRT2-22 Mart 2009)
Tiyatronun durumu daha açık anlatılamazdı.

Melih Anık

9 Mart 2009 Pazartesi

“Maskeliler” - İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Şehir Tiyatroları / Kurnaz Yazar… ”Bukalemun” Metin…

Ödüllü Oyun(?)
Bileti aldığımızda oyunun ödüllendirildiğini bilmiyorduk. Ama salona giderken, oyunun, üzerindeki tartışmalarla gölgelenen Muhsin Ertuğrul Tiyatro Ödülleri’nde “En Başarılı Oyun” seçilmiş olduğunu; oyun hakkında çıkan övgü dolu eleştirilerde de sezonun en iyileri arasında sayıldığını öğrenmiştik.
Genel olarak vurgulanan husus İsrailli bir yazarın, Filistin cephesine tarafsız ve insancıl bir duyarlılıkla baktığı idi.
Oyun sonunda bir şeyler eksik kaldı. Ama ne ?
Çıkışta kitabı satın aldık.(Mitos/Boyut) Oyunu okuduk. Kitaba eklenen notları da.. Kuşkularımızın somut temellerini anlama olanağını bulduk.
Ama bu oyun daha da temel bir soruyu koydu önümüze:
Bir oyunun yazılış amacı ne kadar önemlidir ? Tarihsel süreç içindeki oyunun yerini bilmek, yoruma nasıl etki eder ? Yazarın “duruş”unu bilmesek olur mu?
Maskeliler bu çerçevede “okursanız”, “maskesi” düşen bir oyun.
Yazar
Oyunun yazarı İlan Hatsor 1964 doğumlu. Yazar, ilk eseri olan Maskeliler’i reji ve tiyatro oyunu öğrencisi olduğu Tel Aviv Üniversitesi ‘nin birinci sınıfında 1990’da yazmış.
Oyun
Oyun,Filistin’li üç kardeşin arasında geçer. Kardeşlerden “Hain” Davut , ”Renksiz” Halit , “Komiteci” Naim, bir kasap dükkanının soğuk odasında bir araya gelir. Naim ,İsrail ile işbirliği yaptığından kuşkulandığı Davut ile son bir görüşme yapacaktır. “Hain” olmadığını Davut’un ağzından duymak istemektedir. Böylelikle Davut’u sorgulamaya/cezalandırmaya gelecek olan komiteci arkadaşlarına, Davut’u gönlü rahat bir şekilde teslim edecektir. Olay , geçmişte yaşananların hatırlanması ile aydınlanan gerçeklerin çevresinde yaşanan gerilimli anlar ve dialoglarla anlatılır.
Maskeliler, ilk bakışta aile içi hesaplaşma gibi görünen bir oyundur.
Tarihi Çerçeve
Anlatılan olayın perde arkasında ise başka bir gerçek vardır.
İşgal altındaki bölgelerde İntifada’nın başlangıcından itibaren Filistinliler içinde 400 den fazla Arap kendi insanları tarafından öldürülmüştür. İsrailliler ile ortak çalıştıkları için işbirlikçi damgası yiyen ve balta darbesi veya bıçaklanarak öldürülen Filistinlilerin sayısı İsrail kurşunlarına kurban gidenlerin sayısından daha fazladır. Çoğu kez korkunç işkence görmüş cesetler, İsrail’deki pek çok kişinin gözünde,ezilen Arapların daha iyi bir muameleyi,hele bağımsızlığı hiç hak etmediklerinin,çünkü enikonu “canavar” olduklarının etkili bir kanıtı sayılmıştır.
Oyunun adı maskeli direnişçilerden kaynaklanarak Maskeliler olarak belirlenmiştir.(Kitaptan özet)
Hatsor, Araplar için değil İsrailliler için bir oyun yazdığını belirtir. Oyunu yukarda anlatılan tarihsel çerçeve içinde okursak, yazarın, salt İsraillilere değil tüm dünyaya bir mesaj vermeye çalıştığını görürüz. Bir oyun, tarihi algılamayı yeniden “yazmakta” , “pazara” sunmaktadır. Seçilen mekan da canavar(?) Filistinliler için çok uygun: Kasap dükkanının soğutma odası..
Pazarlama Paketi(!)
Bu oyunu pek çok zarf ile “paketlemeniz” mümkün:
“Yüzyılımızın geleceğini belirleyen etnik çatışmalar…”
“İdeolojik ilkelerin derinliği…”
“Ortadoğu gerçeğini aralayan pencere…”
“İçimizdeki Filistin…Hayatta kalabilmek için yapılan uzlaşmalar nerede son buluyor, işbirlikçilik nerede başlıyor..”
“…tarihsel bağlamların dayattığı daha çok sadakat ,dürüstlük,fanatizm arasındaki barbarca etkileşim olgusunun zaman kavramının ötesine taşınması….”
Bunlar sizi kandırmasın..
Karşımızda “kurnaz” bir yazar var. Ve de işbirlikçinin, komitecinin olduğu dünyanın her köşesine uyarlanabilecek “bukalemun” metin. İsimlerin yerine başka isimleri getirin yine “iş yapar”.
Yazar, oyunu, Filistin, İsrail kelimeleri ile “çerçevelemiş”… İçine biraz da “insancıl” tablolar katmış ve pazara sunmuş.
Her şey bir görüntüden ibaret. Maskeliler , çıkış noktasını sakladığı için dürüst olmayan bir metindir. Hem Musa’ya hem İsa’ya yaranmak amacında olan bir oyun.
Tarihsel çerçeveyi çizemeyen (belki de özellikle kaçan) ; ortadoğu coğrafyasındaki soruna bakarmış gibi yapan ama onu tutturamazsa “insancıl”(?) söylemi deneyen sığ “ilk oyun”...
Ayrıca yaklaşık 19 yıl önce o dönemin gündemine uygun yazılmış olduğundan “eskimiş” bir oyun. Ortadoğu coğrafyası için “dün” bile eski.
“İnsanlarım, ah, Benim İnsanlarım…..”
Bu oyunu beğenenlerin siyasal yelpazedeki konumu çok da farketmiyor. Nedense herkes ayni pencereden bakıyor. İçinde Filistin geçti , içlerindeki haini , Filistinli kendi elleriyle cezalandırdı diye bir heyecan yükseliyor ki , bu kadar “naif”liğe hayret ediyoruz.
Salonu dolduran “hain sevmeyen” benim iyi niyetli seyircim oyunu ayağa fırlayarak alkışlıyor ; eleştirmenim oyunun çerçevesini görmezden gelerek hiç de hak edilmemiş övgüleri düzüyor, ödüller veriyor ; yönetmenim ve oyuncum da bu oyundan şaşırtıcı bir yorum çıkarıyor.
Şu açık ki salonu dolduran seyirci, sulandırılmış bir konudan çıkarak, kendi duygularını seslendirme olanağını, alkışları ile kullanmaya ; kendi bütünleşmesini “yanlış” alkışların müşterek sesinde bulmaya çalışıyor.
Levent Üzümcü, oyunun sonundaki selamda uzun bir süre “komitacı” bakışlarını muhafaza ederek salonu tarıyor gözleri ile. Bu hareket, yönetmenin, seyirciyi de olayın içine alma çabası içinde salonu tarayan ışıklar ve siren seslerinden güç alıyor sanki.
Oyun sonunda “renksiz” kardeşin, herhangi bir “bilinçlenme” belirtisi olmadan salt duygusal nedenler ve düşmana terketmemek amacıyla hain kardeşi öldürüşü bile bir zafer gibi alkışlanıyor. Filistinlileri birbirine düşürenler, bölenler nerede?
Yönetim, Oyuncular, Dekor,Kostüm…
Yönetmenin , oyunu ,yazarın kurguladığı gizli “oyun”dan kurtarıp doğru yerine oturtması ne iyi olurdu. (En iyisi bu oyun seçilmeseydi ya..) Örneğin Filistin’den, İsrail’den hiç bahsetmese idi. Yazarın tarifine inat mekanı bir çiçek bahçesine dönüştürüp,oyunu, insani temaları vurgulayarak , bir “adagio” eşliğinde sahnelese idi de kurnaz yazarın oyununa gelmese idi.. Örneğin olaya, bir ana yüreğinden baksa idi keşke.
Yönetmen Taner Barlas “duruşu” olan dürüst bir tiyatrocu. Ama program dergisindeki “Neden insanlar süslü maskeleri arkasında gizlenip, gerçek kimlikleri ve amaçları doğrultusunda davranmıyorlar?...Çevrenizdeki maskelileri tanıyın ” çağrısını hiç anlamadık. “Maskeliler” aslında direnişçiler için yapılan bir adlandırma..
“Süslü maskeler arkasına gizlenerek” “Gerçek kimlik ve amaç doğrultusunda davranmak” nasıl olacak?
Çevrede tanınacak olan maskeliler ile oyundaki direnişçi olan maskeliler arasında nasıl bir ilişki kuruluyor?
Bu ifadedeki karışıklık oyunun yorumuna da yansımış galiba…
Cümlede dil yanlışı var ve anlam kayması olmuş gibi.
Önerimiz Barlas’ın yukarıdaki ifadeleri yeniden gözden geçirmesidir.

Üçünü de tv dizilerden de tanıdığımız oyuncuların ( Serdar Orçin, Levent Üzümcü, Mehmet Gürhan) dizilere gönderme yapmayan oyunculuklarını takdir ediyor, alkışlıyoruz . Onlar yönetmenin bakış açısını iyi oyunculukları , sahne sempatileri ile iyi yansıtıyorlar.

Mekan kitapta “kasap dükkanının soğutma odası” diye tarif ediliyor. Kasap dükkanı ,bıçaklar ve doğrama tezgahı yazarın gönlünden geçene uygun olmuş.Dekoru kendi başına titiz bir çalışma ve başarılı bulmuş olsak da yukarda da belirttiğimiz tarihi gerçek nedeniyle beğenmedik.

Kostüm karakterlere çok uymuş. Ufak aksesuarlarla doğru çağrışımlara götürüyor.

Işıklandırma yapılırken renk değişimleri ,spot yerleşim planında düşünülmüş ama etkisi yeterli değil. Tiyatromuzda, ışığın salt spotlarla yapılan bir iş olmadığı ; kostüm, dekor vb. malzemenin seçiminin de bütünsel ve anlamlı bir ışıklandırmanın temeli olduğu çok da anlaşılmış değil. Yansımanın yarattığı etki dikkate alınmıyor.

Oyunun yazıldığı 1990 dan bu yana, dünyalar değişti . Umarız Hatsor da değişmiştir.

Hatsor’u tanımaktan memnunuz (!?)

Melih Anık

Kaynak: Maskeliler- İlan Hatsor- Mitos/Boyut

5 Mart 2009 Perşembe

Tiyatroda Günlük 5 Mart 2009

Alkışlanan Değil Alkışlayanlar
Üstün Akmen “Tiyatro sanatçısı koşulları ne olursa olsun, aydınlığa doğru senin daima bir adım önünden gider” demiş. (“Tiyatromuzda Mustafabey Ödülleri ve Açtığı Kör kuyu”)
“Senin” dediği genel anlamda “politikacı”, özel anlamda da Mustafa Sarıgül..
Üstün Akmen’in “Mustabey Tiyatro Ödülleri–2009” dediği “Muhsin Ertuğrul Tiyatro Ödülleri” jürisinde kimler varmış:
Tayfun Kâhyaoğlu (Şişli Belediyesi Başkan Yardımcısı), Dilek Tekintaş (İBŞT Temsilcisi/Dramaturg), Turgay Tanülkü (İstanbul Devlet Tiyatrosu Temsilcisi/Oyuncu), Dilek Türker (Tiyatro Ayna’nın Sahibi/Oyuncu), Zafer Ergin (Oyuncu), Hale Kuntay (Çevirmen), Tuncer Cücenoğlu (Oyun Yazarı/Müjdat Gezen Sanat Merkezi Okutmanı), Sadık Kızılağaç (Sahne-Giysi Tasarımcısı), Arda Aydoğan (CRR Eski Sanat Yönetmeni)
Yani başlarında bir “politikacı” ve etrafında toplanmış “sanatçı”, “tiyatrocu”…
Ödül alanlar da tören akşamı çoğunlukla ordaymışlar değil mi ? O akşamın “çoşkusunu” paylaşmışlar. (mı?)
Oduncu baltayı ağacın gövdesine indirdikçe ağaç ağlıyormuş, oduncu teselli etmek istemiş:“Haklısın, canını acıtıyorum ama, ne yapayım, ekmek parası, çoluk çocuk evde...”Ağaç gözyaşlarını silmiş:“Yok, yok üzülme, ben senin yaptığına değil, elindeki baltanın sapı benden, ona ağlıyorum!”
“Mahsun Kırmızıgül Tiyatro Yardım Fonu”
Mahsun Kırmızıgül’ün “Beyaz Melek” filminde Yıldız Kenter, Suna Selen, Cezmi Baskın, Cihat Tamer , Hüseyin Avni Danyal , Ali Sürmeli , Arif Erkin , Cezmi Baskın, Erol Günaydın, Fadik Atasoy, Gazanfer Özcan, Nejat Uygur; “Güneşi Gördüm” filminde Demet Evgar, Emre Kınay, Altan Erkekli, Alper Kul, Zafer Ergin, Deniz Oral, Ali Sürmeli, Cezmi Baskın, Cihat Tamer, Nurseli İdiz gibi tiyatro kökenli oyuncular rol almış.
Bu oyuncuların kimisi “okullu” kimisi “alaylı”. Ama her biri tiyatromuzun önemli isimleri..
Mahsun Kırmızıgül, tiyatromuzun önemli oyuncularını yönetmiş.
Mahsun Kırmızıgül’ün sanatçılara ve de tiyatromuza destek olmasını alkışlayabilirsiniz. Malum tiyatrocularımız dizi ve filmden kazandıklarını tiyatro yapmaya harcıyor . (Ya da geçmişte yaptıkları tiyatro için birikmiş borçlarını temizlemeye!)
Mahzun Kırmızıgül, sanatçılara, Kültür Bakanlığı tiyatro yardım paketinden daha fazla ödeme yapıyor bile olabilir.
Pek tabi ki tiyatro dünyamızın “dev” isimlerinin katkısı ile Mahzun Kırmızıgül filmlerinin bu kadar ilgi çekmesi doğaldir. Mahsun Kırmızıgül’ün iki yönetmenlik denemesinde bu oyuncular öneri,görüş ve oyunculukları ile yardım etmiş, işini kolaylaştırmış olabilirler.
Tiyatro çalışmalarında her konuda seçici olan tiyatrocularımızın sinemada daha “toleranslı” davranabilmelerini salt ekonomi ile açıklayabilir miyiz ? Bu yanıtı pek de kolay olmayan bir sorudur. Ama konunun, filmlerde rol alan tiyatrocularımız tarafından anlatılması, yanıtı bulmamızı kolaylaştıracak ve tiyatromuza bir yol gösterecektir.
Kahraman Acehan
Maskeliler oyunu öncesi Haldun Taner Sahnesi’ndeki kafede Kahraman Acehan’a rastladım. İstanbul Belediye Konservatuarı Tiyatro Bölümü'nden 1964 yılında mezun olan sanatçı, ses tonu, kendine özel tonlaması ve de tiyatroya olan tutkusunun yansıdığı oyunculuğu ile çok kişinin belleğindedir.
Hasta görünüyordu. Yanına gittim. “Geçmiş olsun” dedim. Yüzünde hoş bir gülümseme belirdi. Hala gözleri pırıl pırıl, sevecen.. Bir yıl önce kalp ameliyatı geçirmiş(Amerika’da değil,Çamlıca’da) ve halen iyileşme sürecini yaşıyormuş. Onu,bir seyircisi olarak çok yıllar öncesinden hatırlıyorum. Oynadığı bazı oyunlar gözlerimin önünden geçti : Düğün ya da Davul, İki Efendinin Uşağı, Monserrat, Bahar Noktası… Kulaklarımda onun yaptığı seslendirmeler…Ona da söyledim: “Biz (seyirciler) onu seviyoruz. Ve yeniden sahneye dönmesini bekliyoruz.”
Tiyatromuz, bu değerli sanatçımızın hatırını ve ihtiyacını soruyordur herhalde.
Melih Anık

2 Mart 2009 Pazartesi

Kafka’yı Yakmışlar (!) : “Dönüşüm” / İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları

Oyun, ilk kez 14 Ocak 2009 da seyirci ile buluşmuş.(Oyunu uyarlayan: Ümit Denizer –yöneten: Turgut Denizer . Oyunda Ahmet Cemal’in çevirisi kullanılmış.)
Oyun dergisinde , çocuk oyunu “Benim Arkadaşım Yok”; gençlik oyunu “Her Şeyin bir Sınırı Var” ve yetişkinlere “Dönüşüm” oyunlarının, dünyada ilk kez uygulanan bir yaklaşım ile “Değişim Üçlemesi” başlığı altında sunulduğu belirtiliyor.
“Dönüşüm” isimli oyunun bir “Değişim” üçlemesi altında verilmesini yadırgadık. Malum üst başlıklar içeriği tanımlar. O halde “Dönüşüm”, bir “Değişim” mi demek istenmiştir ?
Yıllardır ismi üzerinde uzun uzun tartışılmış bir eser ile ilgili bu yaklaşım bizi şaşırttı.
Kısaca
Herhangi bir tiyatro eleştirmeninin, Kafka’yı ve de Dönüşüm’ü okumuş birinin, tiyatroya meraklı bir seyircinin bu oyundan mutlu ayrılabileceğinden kuşkuluyuz . Oyunu yan yana seyrettiğimiz ev hanımı da - ki sorduğu sorulardan anlaşıldığı kadarıyla tiyatroya ve edebiyata çok da yakın değildi- beğenmedi.
Oyunu Fatih Reşat Nuri Sahnesi’nde çarşamba matinesinde seyrettik. Salonda çoğu öğrenci ve ev kadınlarından oluşan bir seyirci topluluğu vardı. Onları görünce içimiz sızladı. Bu oyunu “Kafka” sanacaklar, “uyarlama” sanacaklardı . Belki edebiyat dersinde tartışacaklar, belki de konu komşu ile sohbet ederken “Böcek” olmuş adamın hayret verici ama asla anlamadıkları hikayesini ballandırarak, anlamış gibi anlatacaklardı. Başkalarının da “canını yakacak”lardı.
Salondan çıkarken kulak misafiri olduğumuz , bu anlamış gibi yapanların söyledikleri - oyunun düzeyini düşündüğümüzde - içimizi acıttı ; ruhumuzu daralttı.
Biliyoruz ki okullarda edebiyat öğretmenleri oyun vesilesiyle bir taşla iki kuş vurmuş olmak için, öğrencilerini Dönüşüm’e götürmek ve Kafka’yı tanıtmak için çaba harcayacaklar.
İşte bu yazı o nedenle yazıldı.
Yapabildiğimiz kadarıyla gördüğümüz yanlışı anlatmaya çalışacağız. Böylelikle, eğer bu oyun sahnede kalmaya devam edecekse o zaman neyi “izlemedikleri” konusunda bilgilendirerek seyircilere yardım etmiş olacağımızı düşünüyoruz..
Franz Kafka
Kafka 3 Temmuz 1883’de Prag’da doğmuş , 3 Haziran 1924’de Kierling, Viyana’da ölmüş.
Modern dünya edebiyatına, belki de en çok tartışılan, yorumlanması ve biçim yönünden bir edebiyat akımına mal edilebilmesi zor eserler bırakmış.
Eserlerinden bazılarını şöyle sıralayabiliriz:Bir Savaşın Tasviri(1905-1906);Taşrada Düğün Hazırlıkları (1906-1907)); Gözlem(1913); Kayıp(1911-1914) ;1912 Dönüşüm/Değişim-Die Verwandlung (1912);Ceza Sömürgesi(1914); Dava(1914);Köy Öğretmeni (1915); Şato(1922)Yayımcısı Max Brod’a yazdığı mektupta Kafka şöyle der:
“Yazdıklarımdan sadece Yargı,Ateşçi,Değişim,Ceza Sömürgesi,Köy Hekimi, kitaplarıyla Açlık Cambazı adındaki hikaye kalsın.Kalsın dedimse bunların yeniden basılıp yarınlara iletilmesini diliyor değilim.Tersine bunların büsbütün kaybolup gitmeleri benim gerçek isteğime uygun düşerdi. ..Bütün yazılarımı yak ve hiç zaman geçirmeden yap bunu.” (Kafka-Dava-Cem Yayınevi-1974 s 319)
Eserin İsmi - Değişim/Dönüşüm
Orijinal ismi “Die Verwandlung” olan eser İngilizceye “The Metamorphosis” olarak çevrilmiş.
Sözlüklerde “Metamorfoz: Canlının yumurtadan çıktıktan sonra, tam bir ergin görünümüne erişinceye kadar geçirdiği evrelerin bütünü, başkalaşım.” şeklinde açıklanmaktadır.
Türkçede ilk 3 tercümesi(Vedat Günyol, Arif Gelen,Kâmuran Şipal ) “Değişim” adıyla yayımlanmış ; Ahmet Cemal 1986 da kitabın adının “Dönüşüm” olmasını tercih etmiş. 2000 li yıllarda “Dönüşüm” ismiyle , Vedat Çorlu çevirisi var.
“Kafka'nın bahsettiği "die verwandlung" rutininden çıkartılan insanın yaşadığı dönüşüm sürecidir. Önemli olan değişerek bir böcek olma durumu değildir asla. Aksine Kafka bundan özenle kaçmış ve bir insanın dönüşüm sürecini kaygılı korkulu bir iç daralması ile tıpkı Josef K. 'da olduğu gibi uyanma ile başlatmış ve bu dönüşümü sorgulamıştır.”
Ahmet Cemal, ilk basımı 1986'da yapılan ilk çevirinin önsözünde, Kafka'nın anlatısının , özgün adı olan Die Verwandlung'un, Almanca'da bir değişimden çok daha köktenci bir olguyu, tümüyle değişip başkalaşmayı dile getiren bir sözcük olduğunu söylüyor ki bu tercihin eserin içerdiği anlama uyduğunu söyleyebiliriz.
Konu
Kafka ,bir sabah uyandığında kendini bir böceğe dönüşmüş olarak bulan Gregor Samsa’nın hikayesini 3 bölümde anlatmıştır :
1.Bölüm- Böcekleşme. Gregor’u baskı altına alan çevrenin ve kaygılarının anlatılması.
2.Bölüm Ailenin (anne,baba,kız kardeş) yeni duruma uyum sancıları ile eskiye dönüşüm umudu ve her şeye rağmen böcek-insan’ı kabul etme çabaları ; aile içi dayanışmanın ortaya çıkması ; böcek-insanın yeni durumunu algılaması , sonun başlangıcı.
3.bölüm ise Böcek-insan’ın çevredeki insanları , olayları yeniden algılaması; ailenin, içine düştüğü maddi ve manevi açmazdan kurtulmak için “dönüşme”si , değişmesi. Aile içi dayanışmanın pekişmesi , yeni bir dönemin başlaması.
Zaman, ilk bölümde dakika/saat, ikinci bölümde gün 3 bölümde ise ay ile ölçülür, geniş zaman ile biter.Olayın bitişi Mart’ın sonuna denk gelir.Yani ilkbaharın başlaması ile aile Gregor’dan kurtulmuş (?) , bir umuda(!) doğru yürümektedir.
Kafka aileyi böceğin duyduğu seslerle çizer.Yani yaşananlara böcek-insanın dünyasından bakarız.
Dönüşüm – Böcekleşme - Başkalaşma
Dönüşüm,bireyin , aileden başlayarak yaşadığı tüm çevre ve ilişkiler içindeki trajedisini anlatır. Toplum içinde “Uyumlu” kişilikler olarak anılan “Uslu” bireyler, başkalaşım geçirdikleri andan itibaren çevre için “Böcek” olarak görü(l/n)meye başlarlar.
Gregor Samsa aslında böcekleşerek bilinçaltındaki başkaldırısını ortaya koymaktadır.
Ama dönüşüm ayni zamanda bir “içe kapanma” olarak da yorumlanabilir.
Daha da ileri giderek “Dönüşüm” bütünüyle bir rüya olarak da algılanabilir.
Ama her ne ise, otorite ve hiyerarşi baskısını hisseden bireyin bilinçaltının köpürmesidir.
Böcekleşme ayni anda bir özgürleşme de olabilir, otorite ve hiyerarşiyi takmama ile ortaya çıkan bireysel bağımsızlığın ilanı da..
“Böceğe dönüştüğü andan başlayarak, toplumun ve ailesinin ona ilişkin -onu tutsak kılan- beklentileri, artık sonuçsuz kalmaya yargılıdır; böceğin iğrençliği, çizgisi, sürüyle uyuşmayan bağımsız bireyin iticiliğiyle özdeştir.”(Ahmet Cemal)Ama özgürleşme mutlak anlamıyla “sonsuz” değildir. Birey özgürleşirken onun sınırlarını belirleyen bedensel engeller/kısıtlamalar ortaya çıkar. Arada kalmış böcek-insan hangi çevreye ait olabileceği konusunda çelişkiler yaşar.
Zira “Gregor Samsa’nın özgürlük, bağımsızlık tasarımı, belli bir durumu arkada bırakmaktan ibarettir sadece, tasarlayamadığı bir durumun özlemini bile çekememektedir o, ama üçüncü bölümde göreceğimiz gibi, “hep aradığı”, belki de bulmaktan korktuğu bir “besin” söz konusudur.” (Veysel Atayman)
Eserde Gregor’un böcek olmasındaki (varsa) suçunun ne olduğu tartışılmaz. Bu durum olduğu gibi kabul edilmelidir.
“Kafka’nın, bu öyküsüyle ilgili olarak, kitabına kapak resmi yapılacaksa, böceğin kesinlikle gösterilmemesi gerektiğini hatırlatması boşuna değildir elbette. Çünkü böcek ya da böcekleşme, bir durumdur: İçine çekilinmiş bir durum ya da içten dışarıya bakmanın durumu.” (Veysel Atayman)
Gregor’un Çevresi
Kitapta,Gregor’un çevresindeki anne baba ve kız kardeş Grete’den oluşan ailesi, müdürü , 3 kiracı ve temizlikçi ihtiyar kadın anlatılır..
Eserde, aile ilk anda korkar, şaşırır, panikler. Ama ailenin korkusu, düzenin eskisi gibi devam etmeyeceğine yöneliktir. “Düzen”(?) içinde dengenin bozulması söz konusudur. Bir süre sonra eski hale gelineceği umudunu taşıdıkları için böcek-insan ile geçici bir iyilik ve uzlaşma dönemi yaşarlar. Hatta Gregor’un odasını o rahat etsin diye yeniden düzenlerler. Ama bir taraftan da Gregor eski haline dönerse odasını eskisi gibi bulsun diye de çaba harcarlar. Yaşananları bir gün unutacaklarına inanırlar. Gregor yaşadıklarını unutmalı, bu “bağımsız” dönemden çıkarak eskisi gibi onların istediği bir “evlat” olmayı sürdürmelidir. Grete , Gregor rahat etsin diye çaba harcarken anne ve baba kendi hayatlarını düzenleme çabası içindedirler.
Eserdeki önemli kişi kız kardeş Grete’dir. Kardeşler arasında çıkar değil sevgi bağı vardır. Anne-baba olayın kendi yaşantılarına olan etkisi üzerine yoğunlaşırken Grete ,Gregor’un kişisel felaketi ile ilgilidir. Ailenin maddi krizinde Gregor’un yerini Grete alır. Gregor ile anne-baba arasındaki köprü de Grete’dir.
Gregor, Grete’nin keman çalışı ile müziği “keşfeder” ve kendisi için anlamının ne büyük olduğunu hisseder. Müzik yaşadığı hayatın anlamsızlığını fark etmesine yardımcı olur. Böylelikle böcekleşirken ,Gregor’un insan tarafının kaldığını anlarız. Kız kardeşini konservatuara gönderme düşüncesi olduğunu öğreniriz. Bu kendi içinde bastırılmış,gizli kalmış (yaşadığı hayat nedeniyle) bir arzunun kız kardeşin hayalleri üzerinden tatmin edilmesi midir?
Anne baba olayı “Bunu bize yapamazsın! / Bu bize yapılır mı!” olarak alırlar. “Eyvah!” “Olamaz!” bağrışları aslında kendi durumlarına yöneliktir.
Bir süre sonra aile içine düştüğü ekonomik durum nedeniyle eve 3 kiracı bey alır. Gregor’un odası evdeki öte berinin tıkıldığı bir oda haline gelmeye başlamıştır. Kiracılar eve yayıldıkça yayılırlar. Aile ,bu yeni durum karşısında (yani kendisi rahatsızlaştıkça) suçlu olarak Gregor’u görmeye başlar. Gregor’un cezalandırılması / hak ettiğini bulması gerekir.
Baba elindeki elmalarla böcek oğlunu yaralar.Bu Gregor’un sonu olacaktır. Baba aslında “karısının” bayılmasına neden olan bu “yaratıktan” kurtulmak için gerekeni yapmıştır.
Müdür, sistemin temsilcisidir. Tüm ilgi alanı işten ibarettir. Hayata o açıdan bakar. Ona göre önce vazife gelir; insanların önemi, iş yaptıkları sürece vardır.
Temizlikçi ihtiyar kadın böcek-insan ile ironik şekilde konuşan bir karakterdir. Yaptığı iş ve böceğe umursamaz/kayıtsız bir bakış açısı vardır. Belki de çevredeki karakterler içinde bir tek o, yaşanılan durumu doğal bir olay olarak karşılar .Zira kendi düzenine yönelik bir tehdit söz konusu değildir. Böcek-insanı salt böcek olarak algılayan odur. Onun temsil ettiği sınıf ve değerleri Gregor’un “böcek”leşmesindeki anlama yabancıdır. Bu bir anlamda aydının halk ile ilişkisine de ayna tutmaktadır.
Bu kadar karakterin içinde en az onlar kadar Gregor’un kimliğini ortaya çıkaran karakter duvarda asılı tablodur.
Eserin başında Gregor’un odasında asılı olduğu anlatılan bu tabloda boynunda boa yılanı biçiminde, uzun bir kürk atkı bulunan, dimdik oturmuş kadın resmedilmiştir.
Gregor için bu resim çok önemlidir,özel olarak çerçeveletmiştir.Bekar odasının cinsel nesnesidir. Odası boşaltılırken o, insan tarafıyla bu tabloyu bedeniyle örter. Bu “ben hala insanım” demektir. Hem kendine hem de çevresindekilere sunulan bir kanıttır sanki bu davranışı.
Uyarlama Yöntemi
Kafka eserinde kendi aile çevresine; içinde yaşadığı toplumun kurumlarına (din , iş yaşamı vb) ; insanlar arası ilişkilere göndermeler yapıyor.
Uyarlayıcı , doğaldır ki kendine göre bir yol seçecektir. Ancak bu yolun eserde anlatılanlara, eserin ruhuna uygun ; oyun “çatı”sının kesin olması yani bakış yönünün doğru olması gerekir.
Uyarlama dili seçtiğiniz türün özelliklerine göre değişecektir elbet. Ancak uyarlayan eserin yorumunu yaparken öze uygun yeni bir söylem(yerel ve global ) getirmelidir.
(Bu günlerde İstanbul Modern Sanat Müzesi’nde “Gölgeye Övgü” sergisi kapsamında Kafka’nın Katarina Lillqwist tarafından yapılan Köy Hekimi eserinin animasyon filmi gösteriliyor.Ne demek istediğimiz bu filmde açıkça görülmektedir.Bu sözsüz filmin global dili yakalaması da ayrıca bir başarıdır.)
Eğer bazı göndermeler oyunun oynandığı topluma yabancı ise , uyarlayıcı, onların karşılıklarının temsil ettiği sembolleri bulabilmeli ve toplumun ortak çağrışımlarını kullanma ve de yaratımına katkı yapabilmelidir. “Bok böceği” , “3 uzun sakallı kiracı” “Temizlikçi kadın” sembollerinin özel ilgi ile ele alınması gerektiği gibi..
Ama temel olarak olayın hangi açıdan alınacağına ve hangi sahnelerle verileceğine karar vermelidir.
Oyunda sahne kuruluşları açık değil.. Birbirleri ile ilintili değil.. Akıcı değil.. Bakış açısı bulanıktır.
Ön ve son oyunda uyarlayıcı/yönetmen kendini öne çıkarmaktadır. Soyut bir anlatımın şifresini çözmüş gibidir. Kendisi gibi düşünülmesini istemektedir sanki. (Kafka bile yapmamış , olayı ortaya koymuş.Yıllardır tartışılıyor.) Seyircinin işlevini “yok”a indirmiştir. Bu bile “Kafka ruhunu” yok etmiştir.
Anlatım biçiminiz ne olacak? Epik,dramatik ya da diğer? Oyunda epik başlayan anlatım sonra dramatik olarak akmış ve tamamlanmıştır.
Bu durumda oyunculuk nasıl olacak ? Esas kaybolunca oyuncular da kaybolmuş. Dekor,kostüm , ışık vb de…
Hangi duruma dialog yazılacak ? Eserde geçen “Eve kiracı alındı”dan yola çıkarak kiralama üzerine yazılan dialog ; “Annemle babamın patrona olan borçlarını ödemeye yetecek parayı bir kez biriktirdim mi-ki daha beş-altı yıl sürebilir bu” için yazılan dialog, esasın kaçırılmasına ve gereksiz ayrıntıya girilmesine neden olmuş. Ayrıca iki olay arasında fark var. Biri olayların akışının içinde diğeri ise anlatılan zamanın öncesinde.. Ama her ikisi de salt “bilgi”. Gerekli ama “sahne” olacak kadar değil .
Oyunun “Yorum”u(?)
Yukarda çerçevesi çizilen bir eserin sahneye uyarlanmasında da bu özelliklerin doğru bir şekilde yansıtılması gerekirdi . Uyarlamada esas olan eserin özüne sadakattir.
Bu hem yazara hem de seyirciye saygının gereğidir.
Şimdi bazı hususları dikkate sunalım:
1.Böcek eserdeki tanımıyla büyük bir böcektir. Bu nedenle çevredeki insanların boylarını sırıklar üzerinde uzatarak göreceli olarak böceği küçültmenin bir anlamı yoktur. Yönetmen sadece temizlikçi kadının boyunu uzatmamıştır.(!)
Bir bakış açısıyla Gregor böcekleşerek “insanlaşmaktadır”. Aslında böcek-insan gözünden kendisinin her anlamda “küçüldüğüne” dair bir ipucu da yoktur ki çevresindekileri “büyük” görsün. Yönetmenin yaptığını yerinde bir yorum olarak alamıyoruz. Ayrıca oyunda bir rüya yaşandığına dair bir iz de yoktur. Bu nedenle bir karabasanın ortaya çıkması olarak da yorumlamak da olanaklı değil.
2. Böcek kimi tercümelerde hamam böceği olarak da isimlendirilmiştir. ( Bknz-Vedat Günyol çevirisi) Tüm çevirilerde olduğu gibi temizlikçi yaşlı kadın sıklıkla “bok böceği” diyor ki bu seyirciyi güldürüyor. Sanırız ki bu halk ağzına yakıştırılan bir söylemdir.
Bok böceği bizim dilimizde değersizleştirmeyi vurgulayan bir aşağılama olarak kullanılmaktadır. Ancak Kafka, böcek-insanı aşağılamamaktadır. Gregor da kendisini öyle görmemektedir.
Bok böceği başka kültürlerde erkekliğin tartışılmaz gücü, üreme, bilgelik, reankarnasyon, ölümsüzlük ve yenilenmeyle özdeşleştirilmiştir.
Bok böcekleri sert kabuklu böceklerdendir ve bir çoğu parlak metalik renklerde ve 5-60 mm büyüklüğündedir. Bu böcek, küre imal edebilen tek böcektir. 30 adet parmağa sahiptir. Ön ayaklarının yardımıyla dışkıdan iri bir küre yapar, bu kürenin içine yumurtalarını aşılar ve küreyi başı hep doğuya dönük olarak, arka ayaklarıyla yuvasına itip gömer. Yirmidört gün sonra yavruları belirmeye başlayınca, küreyi topraktan çıkarıp suya götürür. Küre suda eridiği zaman da yavrular serbest kalır.
Böceğin yumurtalarını koyduğu ve itme gücüyle yuvarladığı küre, kozmozda bir güçle yuvarlanıp giden bir ateş küresi olan ve tohumlarını Sirius’ten alan Güneş’i simgeler. Sembolün bu anlamdaki kullanımında, sembole genellikle Güneş’i simgeleyen bir diskin eşlik ettiği görülür.
Her şey bir yana, yukardaki çerçeve içinde “bok böceği” vurgulaması bile müthiş bir yorum olurdu. (Tek başına kalmaması koşuluyla) Oysa ki yönetmen böceğin oyun boyunca taşıdığı sepetin içinden ( öyle bir iz yok ama belki de o da bok böceğinin küresine bir gönderme yapıyor (mu?)) kahkahalarla gülen ve ön oyunda da vurgulanan oyuncak “şaklabanı” çıkarmıştır ki bunun neye hizmet ettiğini ve de oyun ile nasıl bir ilişki kurulduğunu anlamakta zorluk çekiyoruz.En yakın bulabildiğimiz yorum mutluluğun kaybedilmesine yapılan göndermedir.Eğer öyleyse bu yorum da yanlıştır. Zira Gregor için kahkahanın(mutluluğun) kaybedilmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Böyle bir son ve de zavallı(?) böceğin el arabasında sahneden dışarı taşınması yanlış bir melodramatik bir etki yaratmaktadır.
3. Eser üç bölümde gelişmektedir. Oyun içinde zaman algılaması bölümler arasında değişiktir.
İlk bölümde dakika/saat,ikinci bölümde gün üçüncü bölümde ay zamanı belirler. İlkbahar ile biter. Oyunun temposunda giderek ağırlaşan ve de mevsimi dikkate alan bir sahneleme incelikli bir çalışma olurdu. Uyarlayan bu gerçeği de dikkate almamıştır. 50 dakikalık oyun, titiz bir uyarlama yapılmadığı düşüncesini güçlendirmektedir.
4.Karakterlerin eser içinde gelişmesi/değişmesi verilmemiştir. Özellikle aile fertleri önce korkmuş, Gregor ,işe gidemeyecek diye kaygılanmış,sonra umutlu(tekrar eski halini alacağı umudu) en sonda kendilerini düşünen davranış ve düşünce biçimleri verilmemiştir.Kız kardeş Grete’nin başlangıçtaki sempatik davranışları gösterilmemiştir.Diğer karakterlerin konumlandırılması da açık değildir.
En önemli husus ailenin “Bu bize yapılır mı?” “Eyvah!” “Aman Allahım!” gibi sözlerle açıklanabilecek konumlarını yönetmen “Sen ne biçim insansın Gregor?” tekerlemesi ile vermiştir ki bu bile tek başına eserin ruhunu anlamamanın bir göstergesidir. Kaldı ki tekerlemenin dakikalar boyunca tekrarı da oyunu müsamereleştirmiştir.
5.Olay aslında böcek-insan algılaması ile anlatılmışken, uyarlayan nedense olaylara dışarıdan bakmayı seçmiştir. Bu nedenle böcek-insanın oyun boyunca zavallı halini ve onun karşısındakilerin anlamsız hezeyanlarını seyretmek zorunda kaldık.
6.Böcek-insanın diğer karakterlerle ilişkisi eserde anlatılana uygun değildir. Böcek-insanın ne düşündüğü anlatılmamıştır ki eserdeki durumu anlaşılabilsin? Oyun boyunca böcek-insan sessiz sedasız yerde yuvarlanmaktadır. Sonunda da el arabası ile sahneden taşınır. Gregor Samsa’yı oynayan oyuncunun selama çıkmayışı da ilginçtir. (Yanımızda oturan ev hanımı en çok bunu merak etti.) Özellikle başlangıçtaki epik ögeleri düşündüğünüzde…
7.Eserde böcek-insanın zamanla duvarlarda tavanda gezindiği hele tavandan asılmayı çok sevdiği belirtiliyor. Böcek-insanı yerde süründürmek, bu beceriyi sergileyecek dekorun kurulamamasından mıdır, oyuncunun bulunamamasından mıdır? Oysa ki bu oyuna inanılmaz bir görsellik katardı. (Bir dansçının oynamasına ne dersiniz?) Bu açıdan bakıldığında oyunun teknik sahneleme tarafı da sığlıktan kurtulamamaktadır.Oysa ki eser insan hayaline ne olanaklar sunmaktadır.
8.Eserde kızın keman çalışı kiracılar için “berbat”, Gregor için ise “güzel”dir. Kaldı ki kiracılar keman sesini uzaktan duymuş ve kendilerini rahatsız etmediğini söylemişlerdir. Oyunda kiracılar müziği “Kapı gıcırtısına“ benzetiyor . Oyuncu da gerçekten öyle çalıyor. Bu icra(!) Gregor’un ruhunda uyanışı nasıl sağlar ? (Böcekler müzikten anlamaz nasılsa mı?) Müzik teması insan tarafının yaşadığını göstermek için kullanılmıştır . Vurgulanmak istenen müzik ile sembolleşen özgürlük düşüncesidir. Oyunun hangi açıdan ele alındığı ise belli değildir.
9.Benzer semboller böcek-insanın yemek seçmesi ile de vurgulanır. Aradığı besini bulamama duygusu, insanın yemeğine ağzını sürmeme ile de ortaya çıkıyor. Özgürlük ve bağımsızlık arayışı değil bulunulan durumdan çıkma düşüncesine gelir. Ama o durum önceden tasarlanmış bir durum değildir. O yeni durumdan korku, besine el dokundurmama ile verilir.Belki de kendini insan sanırken de böcek gibi yaşamaktaydı?(Veysel Atayman) Oyunda bu sembol de ıskalanmıştır.
10.Kiracıların evi kiralamaları esnasındaki dialog –diğer bazı dialoglar (Ailenin müdürden borç alması) gibi- uyarlayıcının hayal gücünün ürünüdür. Uyarlama oyunlarda dialoglar eserin özüne, ruhuna bağlı olmak zorundadır. Uyarlayıcının keyfine göre dialog yazma özgürlüğü yoktur. Kafka kiracıların 3 uzun sakallı adam olduğunu vurgular. Bu dinsel bir gönderme olabilir. Oyunda ise bir kadın bir erkektir. Kaldı ki her duruma bir dialog yazma da gerekmeyebilir. Tiyatronun sözsüz ifade biçimleri (pandomim,dans vb); diğer sanatların yaratıları ve ifade biçimleri kullanılabilirdi.
11. Oyunun ön oyun ile başlatılması , Gregor’un poz almış(donmuş) oyuncuların arasına bavulu yerleştirme, sahnede makyaj gibi epik ögeler oyunun ve Kafka’nın çıkış noktasını silikleştirmiştir. Kaldı ki bu yorum oyunun tümünde kullanılan söylem ile bütünlük içinde değildir. Aynen tahta bavuldan çıkan büyük örtü ve arkasından yansıtılan ışık ile yaratılan atmosferin(?) oyunun genel havası içinde yalnız(!) ve eğreti kalması gibi.
12.Kafka’nın anlattığı hikaye , adamın böcek olarak uyanması ile başlar. Uyanma Kafka’da çok vurgulanan bir temadır. Bu nedenle sahnede çarpıcı başlangıç insan olarak yatan adamın böcek-insan olarak uyanması ile yaratılabilir , eserin ruhuna uyardı.
13. Genel bir not olarak belirmemiz gereken bir husus da “Toplumsal Çağrışımın Yaratılması”dır. Bu oyunda da bir kez daha gördük ki “Ortak çağrışım” yaratmakta ve de kullanmakta sorun yaşamaktayız.

Oyun , eserdeki karmaşık yapının içerdiği derin felsefeye rağmen, uyarlamanın da derinliksiz olmasının da etkisi ile çocuk oyunu bile olamayacak bir yaklaşım ile sahnelenmiş. Böcek-insanın iç seslerle aktarılan düşünceleri saldırgan bağrış çığrışlarla harcanmış. Başka sanat dallarından yararlanılarak görsel ve entelektüel bir şölene dönüşebilecek bir oyun maalesef sığ bir gösteri haline gelmiş.
Böyle olunca da dekor kostüm,müzik,ışık gibi diğer öğelerin kendi başlarına bir anlamı kalmamış.
Üç tarafı siyah perde ile kapatılmış; arkadan gelen ışık gelsin diye perde yırtılarak yerleştirilen bir spot ( başka yolları yok mu bu işin?) ile ışığın yansıtıldığı oyunda böceğe giydirilen yelek çok yavan kalmış. Diğer dekor parçaları da şunlar: Gregor’un satıcı olmasını vurgulayan abartılarak büyütülmüş (herhalde amaç Gregor’un angaryalarını anlatmak içindi) tahta bavul ve bavul içinden çıkan sahneyi kapatan büyük örtü , kumaş örnekleri ve üstünde yürünen sırıklar, bastonlar…
Böyle bir uyarlamayı, tiyatronun diğer ögelerinde ne yaparsanız yapın, “kurtaramazsınız”. O nedenle dekor,kostüm,ışık vb ögelerin sorumlularını mazur görüyoruz. Oyuncuları da…..Ancak kadronun oyunculuk puanının ortalamanın altında olduğunu söylememiz gerekir.
Oyunu bu haliyle oynayacak özel tiyatro bulunur mu acaba? Amatör tiyatrolar da dahil!
Kaçırılmış Fırsat
Bitirirken, Ahmet Cemal’in şu tesbitini hatırlatalım:
"Birey olmasını başaranlara düşman kesilen son toplumlar ve bu toplumların en güçlü temeli olan, çocuklarının hep iyiliğini, gerçekte ise sürekli köleliğini isteyen son aile yapıları, yeryüzünden silinene değin, Kafka'nın Dönüşüm'ü geçerliliğini ve güncelliğini koruyacaktır."
Ne yazık ki bu oyun, büyük bir düşüncenin seyirciye ulaştırılması fırsatını harcamıştır.
Kafka’nın Yakılışı
Bu oyunu gördükten sonra Kafka’nın, “Eserlerim yakılsın” diye vasiyet etmesini daha iyi anlıyoruz. Anlaşılan Kafka, bir gün birisi, eserini “okur” da hiç olmadık bir yorumla “uyarlar” diye korkmuştur.
Melih Anık

Kaynaklar :
Değişim-Franz Kafka-Vedat Günyol- Ataç Kitapevi
Dönüşüm-Kafka - Ahmet Cemal-Can Yayınları
Değişim-F.Kafka- Kâmuran Şipal-Cem Yayınları
Dönüşüm-Franz Kafka-Vedat Çorlu-İthaki
Sevgili Milena-Kafka-Adalet Cimcoz-Say Yayınları
Dava-Kafka-Kâmuran Şipal-Cem Yayınları
http://www.toplumdusmani.net/modules/wfsection/article.php?articleid=31 veysel atayman
http://franzkafka.0fra.com/franz-kafka-b0-32.htm celal üster
http://records.viu.ca/~johnstoi/stories/kafka-E.htm
http://mitoloji.info/franz-kafka/franz-kafka-hayati-ve-eserleri.nedir
http://www.amazon.com/review/RIHTWVSVTFW90
http://www.felsefeekibi.com/forum/forum_posts.asp?TID=35862&PN=1
http://sozluk.sourtimes.org/show.asp?t=kafka%20nin%20romani%20degisim%20mi%20donusum%20mu%20tartismasi (ribelle, 05.06.2004 16:50 ~ 06.06.2004 02:19)